Kuran’ı İnkara Cevap

Selamün Aleyküm.

 

Allahın rahmeti ve bereketi üzerine olsun.

 

Ali nasılsın. İyi misin. iyi olmanı Cenab-ı Allahtan dilerim.

 

Ali. Ta,  turnesinden beri orada söylediğin bir çift sözünü bir türlü unutmadım. Ben Kur’an’a inanmam demiştin yanılıyorsam. O günden beri seni ateşte görüyorum. Bu yüzden sona bu mektubu yazmaya karar verdim.

 

Beni hayrete düşüren şey Allah’a inanan bir kimse nasıl olur’da onun gönderdiği kitabını kabul etmez.

 

Satın aldığım bir bilgisayarın, bir televizyonun veya bir arabanın imalatçısının yazdığı kullanım klavuzunu görüyor ve bir arabanın kullanım klavuzunu alıyor ve kullanmak için okuyorsun da insanın nasıl yaşaması gerektiğini gösteren ve insanı yaratan Allah tarafından gönderilen bir kıtabın olabileceğini neden kabul etmiyorsun.

 

Kur’an insanın yaşam klavuzudur. Onun dünyada dünya ve ahrete yönelik olarak mutlu olmak için nasıl inanması ve yaşaması gerektiğimi bildiren bir yaşam klavuzudur ve insanı yaratan Allah tarafından gönderilmiştir.

 

Kur’an insanlığa doğru yolu göstermek için indirilmiştir. O kendisinde sehv ve şüphe bulunmayan Allah kelamı ve iyiler için doğru yol rehberidir. Gaybe inananlara yol gösterir. Hidayet kaynağıdır. Kur’an insanlığı doğru yola sevk için gönderilmiş bir kitaptır. Kur’anı ve onun tercemesini okurken konuşanın daima Allahü Teala olduğunu ve zaman zaman da mahlukatı konuşturduğunu bazen güzel misaller ve temsillerle hadiseleri açıkladığını hatırda tutmak gerekir.

 

Kuran, kendisiyle insanların uyarılması ve inananlara öğüt verilmesi için indirilmiştir. Kuran gerek şekli olarak ve gerekse muhteviyatı  itibariyle mucizevi bir kitaptır. İçinde bir insanın öngöremeyeceği çeşitli mucizeler vardır. Asla bir insanın uydurması değildir. Bugüne kadar bir benzeri yapılamamıştır.

 

Hazreti Muhammed ümmi idi. Yani okuma yazması yoktu. Bu yüzden ona, bu kitabı uydurdu demek de mümkün değildir. Sen buna kendi uydurdu mu diyorsun?? Okuma yazması olmayan bir insan nasıl olur da böyle bir kitabı yazabilir?

 

Bildiğim kadarıyla sen Peygambere inanıyorsun. Şayet Kuranı Hz. Muhammed uydurmuş olsa idi  Allah onun şah damarını yırtar ve onu elçiliğinden azlederdi. Allah böyle bir şeye izin verir mi sanıyorsun?

 

Kuran bilimsel gerçeklerle çatışmaz, tam tersine çakışır ve ilmi araştırmalara ışık tutar.Einstain bile önce “Ben Allah’ın yerinde olsa idim” diyerek iman etti ve “kainatı nasıl yaratırdım” diye doğru bir soru sorarak  gidip ünlü izafiyet teorisini buldu. Bu imanla ilmin bulunduğunu gösteren ender bir örnektir.

 

Allahü Teala, sivrisinek ve ondan daha büyüğü ile misal getirmekten çekinmez. İman edenler bu misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kafir olanlara gelince onlar. “Allah böyle misal vermekle ne murat eder” derler Allah bununla bir çok  kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Allah ancak  kalpleri bozuk olanları  saptırır.

 

Bu yüzden dikkat et Allah seni saptırmasın! Allah’a tam manasıyla yönel.  İslam bir bütündür. Ben müslümanım demek istiyorsan onun kitabına da inanmalısın. Ben Allah’a inanıyorum fakat kitabına inanmıyorum diyerek yarım bir şekilde iman etmen Allah katında onun gazabına sebep olur. Bu yüzden, bu halinle ölecek olursan kafir olarak ölmüş olursun ve gideceğin yer cehennemdir ve büyük bir azaba maruz kalırsın.

 

İslam bir bütündür ve Allah yarım imanı kabul etmez. Sen kurulda ……..incelemesi yaparken bir mükellefin ………….. kanunun bir kısmını kabul etmiyorum dediğini duydun mu? Şayet masraf veya maliyetlerinde …………kanunlarının bir kısmına aykırı olanları gördüğünde bunları çıkararak ceza kestin, öyle değil mi? İşte Allah da yarım imanı kabul etmez ve ahrette cehennem azabıyla azablandırır. Bu dünyadaki rahat bir yaşamın arkasından ahrette büyük bir azaba düşersin. Dikkat et. İslam bir bütündür. Katablara iman da imanın ona unsurlarından biridir.

 

Ben Kuranı her gün bir miktar okurum. O benim başucu kitabımdır. Onu okurken Allah ile konuşmuş   gibi olurum ve ferahlarım. Seni, Kur’andan uzaklaştıran şeyin ne olduğunu bilmiyorum. Keşke bilseydim. Daha isabetli bir görüş belirtebilirdim. Lütfen bana bunları yaz. Fevkalade memnun olurum.

 

Marksist olanlardan uzak dur. Hasedin galibiyetinden komünizm doğar. Hırsın galibiyetinden kapitalizm doğar. İkisi de yanlıştır. Komünizm yetmiş senede çöktü. Kapitalizm ise sürekli kriz geçiriyor ve devlet desteğiyle faturayı çalışanlarının ve geniş halk kitlelelerinin sırtından geçiştirmeye çalışıyorlar.

 

Komünizmin iktisadi görüşünün arkasındaki temel felsefe materyalist felsefedir ve Allah’ı kabul etmez. Bu yüzden konuyu bir inanç sorunu olarak düşünmek ve uzak durmak gerekir.

 

Kur’anın bazı ayetleri muhkemdir. Yani manası açık seçiktir. Herkes tarafından anlaşılabilir ve tereddüde yol açılmaz. Diğer bir kısmi ise müteşabihtir. Yani manasının kesinlikle anlaşılması mümkün görülmeyen ayetlerdir. İşte kalplerinde eğrilik alanlar fitne çıkarmak ve onun teviline (yorumuna) yeltenmek için müteşabih ayetlere yapışıp dururlar. Halbuki onun te’vilini (gerçek manasını) ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise “Ona inandık. Hepsi Rabbimiz tarafındandır” derler.

 

İşte bu inceliği ancak aklı selim sahipleri düşünüp anlar. Bu yüzden Kuranı okurken tam bir teslimiyet gerekir. Kuranın işte bazı ayetlerini beğenmemek, Kur’anın bir eksikliğini göstermez tam tersine okuyan kişinin kalbinde bulunan bir hastalığı (tam inanmamış bir kalbi) ortaya koyar. Bu yüzden Kuran okurken bu kısmına dikkat etmek gerekir.

 

Allah sana sağlam ve tam bir iman nasib etsin. Sana dua ediyorum. Alla emanet o. Cevap bekliyorum.

 

 

Aşık ahi kul ahmede yaznak nasib oldu bunları.

 

21 Kasım 2013
Okunma
bosluk

CUMA SOHBETİ – 1

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Selâmün Aleyküm

                              Hakk yolunda ilerlemek için yapılabilecek bazı mülahazalar:

 

 

-  Cuma günü mübarek bir gün olup, ibadet ve kul haklarında büyük hata olmazsa, iki cuma arasındaki günahlar affolur.

 

- Hırıstiyanlar kainatın yaratılış günü dediler gidip pazarı seçtiler. Yahudiler de cumaertesini seçtiler. Müslümanlar ise Medine’de Hz. Rasulüllah gelmeden toplu namaz kılmak istediler ve bunun için Cuma gününü seçtiler. böylelikle en bereketli doğru günü Müslümanlar bulmuş oldu. Haz. Rasulüllah da bunu doğru bulup uydu.

 

-Bu günde salavatı artırınız buyurdu Rasulüllah

 

-Cuma Müslümanlığı diye bir şey yoktur İslam’da. namaz her gün 5′er 5′er kılınır. kılmayanın borcu affolur diye bir şey yoktur. o ALLAH’a kalmış bir şeydir. Hadis’te ; 5 vakit düzenli kılıp büyük günahlardan ve kuyl haklarından kaçınanlara Allah’ın cennet sözü vardır. 5 vakit kılmayana sözü yoktur. dilerse affeder dilerse azap eder buyuruldu.

 

-       İtikad boyutunda Allah’ın işine karışmayınız. Sizin zulüm gibi gördüğünüz şeyin arkası hayır olabilir. Bu yüzden olayları yargılarken acele etmeyip sonunu bekleyiniz. her gamda bir nimöet, her nimette bir gam gizlidir. Hiç bir şey zuhur ettiği gibi değildir.(Kehf suresinde Musa as ile Hızır as ın yolculuğunu daima hatırda tutunuz.. Her hafta cuma günü bir defa Kehf Suresini okumak kişiyi bir hafta belalardan korumaya vesile olur. Bu sure korku çeken insanlara özellikle küçük çocuklara şifa olarak da okunabilir. Yalnız okuyanın da ağzı biraz temiz olmalı. Okuduğum çocuklar korkudan kurtuldu. siz de gayret edin, Allah duanızı boş çevirmez)

 

-        Seven sevdiğine tabi olur. Allah’ın ve Rasulünun her emrine itirazsız tabi olup yapmaya çalışınız. severek yapamıyorsanız iman kalbininize sinmemiş demektir. Hadisler bu yöndedir. dikkatli olunuz.Dininizi şikayet etmeyiniz. Yapabildiğiniz kadar yapınız. dine güç yetiremezsiniz.

 

-        Allah’ı seviniz. İnsanlara sevdiriniz. Allah’tan korkmak demek onun gazabından korkmak değildir. Allah’a muhabbet edenler Allah’ın muhabbetini kesmesinden korkarlar. İşte korku budur. Ben ömrü hayatımda gençlik dönemimde bir gün günah işledim. Rabb’im bana hiç gazabını göstermedi. sadece sevgisini rahmetini üstümden kesiverdi. O yıllarda da keşfim açık olduğu için bu eksikliği hemen hissettim. Rabb’im bana sırtını dönmüştü. Sevgilimin sırtını dönmesi o kadar çok ağırıma gitti ki yollarda perişan oldum. önce günahımdan dönüp düzenli ve gözyaşlı tövbelerim bir ay sürdü. bir aydan sonra dualarımın kabul olduğunu ve bu durumun sona erdiğini hissettim. bu durum bütün ömrümde bir defa oldu. buna rağmençok çeşitli anlamlar için günde 500 estağfirullah çekerim.

 

haz. Rasulüllah’ın günahsız olmasına rağmen günde 70 veya 100 defa çektiğini hatırlarsanız bunun yalnızca tövbe için olmadığını anlarsınız. hakk yolcuları yükseldikçe benlik zorlamasına uğrarlar. yaptıklarını kendinden bilme eğilimi artar. bu benliği kırmak için estağfirullaha ihtiyaç hasıl olur. bir de günü gününe eşit olmayacak derecede gayret ve ihlaslı olan kişi bugün ilerdeyse dün geride olmuştu. o halde o geriye bir estağfirullah demesi gerekmez mi? 

 

-        Allah’ın adını anmadan peygamberi dahi sevmeye kalkmayınız.

 

-        Allah’a dua ederken kendinizden çok ümmete dua ediniz. Bize verilen özel dua şöyledir. sizler de edebilirsiniz. (Allah’ım, Rahmanım, Sübhanım, Sultanım, Zülcelalim. Ya Rabbi Ümmeti Muhammed, Ya Rabbi Ümmeti Muhammed… diye sadece son tekrar eden kısmı tekrar  edeceksiniz. (100 ila 500 arası olabilir) kendinizi özel duadan biraz geri tutacaksınız. ve Ümmet sözünden 

payınıza ne düşerse ona razı olacaksınız. Bu fakir kardeşiniz şu geçtiğimiz 5 aydır kendisine verilen bu duayı gözyaşı ile yaptı. Hiç kendine dua etmedi. ümmete ettiği duadan ne payına geldiyse ona razı oldu. bundan 15 gün önce Rabb’im beni gökyüzüne çekti. Sonra bir kuşak nur içinde ayak tırnağımdan girip saçlarından çıktı. ve bana bu sağlıktır denildi. bu dualardan ümmete ne fayda ulaştı o bana bildirilmedi. bunun anlamını ümmete aynı iştiyakla dua edebilmem için olduğunu düşündüm. ancak çok faydanı Hakk rızasından sadır olduğunu kalbim söylüyor. bazı sırlar da beraberinde elbette.

 

-        Tevhid; Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla bitmez. Allah’a “Kural Koyucu” olarak “boyun eğmek” de gerekir. Laiklik, Kur-an’ın devlete olan hükümlerini inkâr etmek demektir. Bu durum, Kur-an’ı ve kitaplara imanı inkâr etmek olup, küfür anlamına gelir. Laikim diyen kâfir olur. Bu konu insanlarla konuşulurken aynen söylenmeli, ancak küfür kısmı söylenip kâfir kelimesi söylenmemelidir. Fikir hedef alınmalı fakat şahıs incitilmemeli. Bu prensip bütün konuşmalarda uyulması gereken İslâmi bir kuraldır.

 

-       Her beşerî ideoloji “TAĞUT”tur. Allah’ın görevleri TAĞUT’a verilerek şirk oluşturulur. Bu yüzden kimi sevdiğinize dikkat etmelisiniz. (bazı TAGUT’lar şunlardır. liberalizm, sosyalizm, komünizm, milliyetçilik, kemalizm, batıcılık, ulusçuluk, aşiretçilik, milliyetçi hareket partisi, cumhuriyet halk partisi - bu parti Cehennem partisi olarak görünmektedir ) bunlardan ve bunları savunan partilerden uzak durunuz.  Yukarıdaki TEVHİD yorumunu tekrar okuyunuz.

Mülk O’nundur. O halde Malik de O’dur. Hüküm koyma hakkı da Malikindir. O halde Allah’ın kanunları yeryüzünde geçerli olmalıdır. Kim bu amacın dışında bir amaca hizmet ederse küfre gider. kim başka bir ideoloji içinde yer alırsa TAGUT içinde ŞİRKE gider. Müslümanın bunu bildiği halde bulunduğu yerde İslam’ın, Allah’ın kurallarının geçerli olması için uğraşmazsa (cihad etmezse veya cihad arzusu olmadan) ve öylece ölürse münafıklığın bir şubesi üzere ölür (Hadis)

 

-        Hiç kimse bir ülke kurtaramaz. Allah’ü Teâlâ Bedir Savaşı’ndan sonra “Sen atmadın, O attı” diye ayet indirdi. Hz. Resûlüllah bu savaştan sonra “Esteğfirullah” dedi.

 

 

-       Başka insanların putlarına küfretmeyiniz. Ülkeyi kurtardı diyene kötü söz yok. Daima yapılan yanlışlığa dikkat çekilmeli. İnsanlar karşıya alınmamalı.

 

 

aşık ahi kul ahmed yaptı bu sohbeti

 

19 Kasım 2013
Okunma
bosluk

BİR HIRSIZIN ANILARI. Hikaye.

Akşam olmuş yatsı namazı da kılındıktan sonra bazıları evlerine çekilmişti. Bu küçük sokaktaki tekke basit bir yapıydı. Mevsim sıcak olduğu için kapı dahi kamışlardan yapılmıştı. Bu küçük tekkede bir hırsıza ne olabilirdi ki. Fakat her hırsız o günkü gideceği işe “Harekat” derdi ve önemserdi. Böyle de oldu. Usulca içeri süzüldü. Bir çok insan yerlere uzanmışlardı. Önce  sedirde uzanan kişiyi yoklamak istedi.

 

Usulca bir cep saati hiç fena sayılmazdı. Diğerlerinde pek bir şey bulamadı. Aklına mutfaktaki kalaylı kaplar geldi. Oraya yönelerek bazı kapları bulduğu çuvala doldurdu.  Artık çıkmalıydı. Bir de baktı ki kapı yerinde yok. Şaşırdı kaldı. Manevi bir hal mi oluyordu. Aldıklarını yere indirdi. Kapı yerine gelmişti. Bi estağfirullah dedikten sonra tekrar çuvalı yüklendi. 

 

O da ne kapı yine yok olmuştu.  Tekrar çuvalı indirdi. Tam o sırada bir el omzundan hafifçe dokundu. “yardım etmemi ister misin?” diyordu. telaşla “olabilir” dedi. Adam arkada hırsız önde çıkıp yürümeğe başladılar. Bir uzunca yol gittiler. Yıkık dökük bir evin önüne geldiler.  Adam şöyle dedi. “seni aydınlıkta bekleriz”

 

Hırsız o günden beri kendi ile uğraşır olmuştu. Neden o kapı tam çıkmak üzere iken yok olmuştu? Kapları bırakınca yerine gelmesi  ne demekti? Ya adama ne demeliydi. Elindeki kapları çaldığını mutlaka biliyor olmalıydı. Üstüne üstlük kapları taşımasına bile yardım etmişti. Aydınlıkta bekleriz sözü de neydi. Hem gece yani hırsızlığa gelme bir daha demişti. Hem de aydın ol da gel demiş olabilirdi. Hem de gündüz gel. Bizim aydınlığımızda gel de demiş olabilirdi.

Bu kadar karışıklıkta nasıl hareket edecekti? Onu oraya götürecek biri olsa iyi olurdu. Eğer aracı olmazsa çaldığı kapları nasıl affettirecekti. Üstelik bir de cep saati vardı. Değerli mi değerliydi. 10 kağıda okutmuştu. Ya o bakır kaplar. Onların üzerleri Arapça yazılıydı.  Çok kıymetliydiler. Yaklaşık 200 kağıt tutmuştu. Kendisi zaten cimri biriydi. Önceki harekatlarından da epey biriktirmişti. 5000 lira kadar vardı. Çok harcarım diye evlenmemişti. Bu köhne yer de çok tehlikeli olmuştu. Her an yıkılabilirdi.  Sokağa çıkıp amaçsızca yürümeğe başladı. Nere gittiğini o da bilmiyordu.  Bir hayli yürüdü yürüdü yürüdü… İçindeki yangın bir türlü sönmüyordu.

 

Bir an aklına geldi. Bu yangın bir kurtuluş olabilirdi. O halde yakmalıydı bir şeyleri. Ama neyi yakacaktı. Günahkar olduğunu herkesten daha çok biliyordu.. Ya parası. İnsan parasını yakar mıydı? Parasızlık zordu. Yoksa paraya güvendiği için mi Allah’tan uzaklaşmıştı. Para onun Allah’a ulaşmasında bir engel miydi?

 

Ya oturduğu yıkık yere ne demeliydi? Her türlü çalıp da okutamadığı bütün işe yaramaz parçalar odalar dolusuydu. Bu pis şeyleri biriktirmek de bir hastalık olmasın sakın?

 

Hızla bilmeden gittiği yerden geri döndü. Çözümü bulmuştu. Kararlıydı. Bir şeyleri yakacaktı. Hem Allah da yakmıyor muydu? O yanan evler, o yanan insanlar, o yanan ormanlar, o yanan orman içindeki kaçamayan hayvanlar neyin nesiydi? Hem sonra o yanan yerlerde yeniden bir hayat başlamıyor muydu. O yanan yerleri söndürmek de neyin nesiydi? Kim yaktıysa o söndürmeliydi. Yangın da yaşamın bir parçası olmalıydı. Bunu doğal karşılamak gerekirdi.

 

Bunları düşünürken bir anda o yıkık evin kapısına geldiğini fark etti. Önce geri çekilip yıllardır yaşadığı o eve canını taşır halde duygu dolu olarak baktı, baktı, baktı.. sanki arkadaşı gibi olmuştu. Dert arkadaşıydı belki. Fakat bu arkadaşına ihanet mi edecekti. Bu çok ağır bir duyguydu. Bunu nasıl yapacaktı. Gözlerini aşağı yıktı. Sanki suçlu gibiydi. Usul usul kitlenmeyen kapıdan içeri süzüldü. Ev iki katlıydı.

 

Genelde bir baskında kaçabilmek için alt katta yatardı. Fakat bu sefer üst katı canı çekmişti. Kırık merdivenlerden dikkat ede ede yukarı kata çıktı. Sahi bu evin sahibi kimdi. Onu da bilmiyordu. Bir başka sokak çocuğunu kovarak buraya yerleşmişti. Acaba o çocuk ne olmuştu, nereye gitmişti bilmiyordu. Ne kadar da zalimdi. Hayatının her anına birden çok günah düşüyordu. Şimdi bir de bu..

 

Artık bugün usulca uyumaya karar verdi. Buradan ayrılsa bile belki bir başka sokak çocuğu burada kalabilirdi. Hem zaten bu ev kendinin de değildi. Başkasının evini yakmak doğru olur muydu? İnsan yanacaksa ev niye yansın diye düşündü. Ve artık o evi yakmaktan vazgeçti ve nasıl yanacağını merak etmeye başladı.

 

Çok sürmedi tatlı bir uykuya daldı.  Uykusunda çok büyük denizler ırmaklar gördü. Sabah kalktığında bunu yorumlamaya çalıştı.  Zaten hiç dostu kalmamıştı. Mahalleli zaten onun ne yaptığını biliyordu. Belasından çekindikleri için kimse sesini çıkaramıyordu.

 

Rüyasında önce boz bulanık bir ırmak görmüştü. Irmak taşlara çarpa çarpa ve şiddetle akıyordu. Bu kendisinin bir ırmak olup akacağına mı işaret ediyordu? Nehir uzunca bir yoldan sonra bir denize kavuşuyordu. Denize kavuşmak da neydi? Oturdu uzun uzun bunu düşündü. Su görmenin aydınlık olduğunu rahmetli annesinden biliyordu. Bir an Annem babam ayrılmasalardı belki hırsız olmayacaktım diye düşündü. Günahının bir kısmı da onların olmalıydı. Ahirette onların yakalarına yapışacaktı. Bunu bir hocadan dinlemişti. Cuma namazlarına severek koşar ve vaizleri dikkatle dinlerdi. Zaten mahalleli onu Cuma namazlarında gördüğü için de dokunmazdı denilebilir.

 

Rüyasında gördüğü ırmak denize kavuştuğunda hem duruluyor ve hem de temizleniyordu. Ve ırmak bitiyordu. Sadece deniz vardı. Bir an kendini ırmağın yerine koydu. Suçlu ve günahkar olarak. Boz bulanık demek belki de buydu. Demek ki doğru bir yola girmek üzereydi. Fakat uzun bir yolu vardı. Irmağı denize kavuşur görmesi de neydi acaba?  Deniz çok büyük bir büyüklük olabilir miydi?  Olabilirse kimdi bu. Kendisine ne demek istiyordu. O halde şimdiye kadar  ondan uzak mı durmuştu? Biri kirli de olsa ikisi de suydu. Yani aynı türdendi. O halde ben ırmak isem o da bendendi. Sadece büyük ve temizdi.Bana yakın olup benden olan olsa olsa Allah olabilirdi.

 

Olaylar çok hızlı akıyordu. Bir an başının döndüğünü fark etti. Bir vakit düşünmekten vazgeçti. Gözleri dolmuştu. Bir el onu kendine doğru çekiyordu. Olsun hiç de kötü değildi. Derken ağlamağa başladı. Yatağının içine girdi. Sanki kimse varmış gibi kimse duysun da istemiyordu. Fakat bu bile bir şeydi. Hiç kimse yokken bile biri var gibi hareket etmek bir iman alameti olabilirdi.

 

Ne kadar ağladı, ne kadar uyudu hiç belli değildi. Sabah olmuştu. Bugün sabah namazına gitmek geldi içinden. Sıcak su olmadığı için soğuk suyla naylon bir leğenin içinde yıkanmaya çalıştı. Yıkanırken yine ağlıyordu. Bu neyin nesiydi? Özellikle günahlarına ağlıyordu sanki. Bunlar bütünüyle kul hakkıydı. Nasıl ödeşecekti?

Derken gusül abdestini de alıp kurulandı. İki rekat sabah namazının sünnetini kıldı. Tam bir huşu ile. Rabbi’im bu nasıl bir huzurdu. Üstüne biraz para alıp çıktı. Camiye gidiyordu. Sokaklarda hiç kimse yoktu. Namaza gelen kimseleri de göremiyordu. Herkes uyuyordu demek ki. Bu, toplum uyuyor sayılabilir miydi?  Ne acı şeydi. Aslında daha düne kadar kendisi de namaza gelmiyordu. Fakat neden böyle düşünüyordu? Acaba herkes kendi seviyesine göre mi görüş söylüyordu? En üst kattan bakmak ile bodrumdan bakmak bir olur muydu? Yani insan doğru ve eğriyi birlikte bünyesinde barındırmıyordu. Bu çok tehlikeliydi. İnsan eğer eğriyken doğrudan uzaksa ona doğruyu hatırlatacak doğru insanlara ihtiyaç vardır denilebilir miydi? Bence denilebilirdi.

 

Camiye girdi ve sabah namazının farzını yine sessiz bir gözyaşı ile kıldı. Namazdan sonra ağıtının bittiğini fark etti. Cemaate şöyle bir baktı. Her biri bir nur parçası gibi birbirine gülümsüyorlardı. O da öyle yaptı. Birkaç kişiyle tokalaştı. “Allah kabul etsin” dedi. Kimse ona ilk defa geldiğini sormadı. Farklı bir yoldan o eve tekrar döndü. Sabah güneşinin doğmasını bekledi. Ne kadar enteresandı. Adeta bu anda tatlı latif bir rüzgâr esiyordu. Şimdiye kadar bu güzelliklerin hiç farkına varmamıştı.  Vakit biraz daha geç olup hayat başlayınca doğruca o kaplarını çaldığı tekkenin yolunu tuttu.

 

O da nesi? Tekkenin kapısı yine yoktu. Aynen kapları çalarken ki gibi. O zaman içerden dışarı çıkıyordum. Şimdi ise dışarıdan içeri giriyordum.  Bastığım adımlar o kadar sağlamdı ki, anlatamam. Adeta doğru yolda olduğumu söylüyorlardı. Artık kapı olmadığına göre kapı çalmağa da gerek yoktu. Kapı çalınınca kim o diye sormazlar mı? Bunun anlamı ise “kim olursan ol gel” idi demek ki. Ben de bir kimdim ve içeri sorgusuz sualsiz girebilirdim. Öyle de yaptım. Kimse bana bakmıyordu. Herkesin bir meşguliyeti vardı. Fakat kimse de hareket etmiyordu.

 

Birden mutfak kapısında bir genç belirdi. “hoş geldiniz, bir şeyler alır mıydınız” “bilmem ki henüz yeni yemiştim” “o halde size şerbet ikram edelim. Fakat çaydanlığımız çalındığı için kazandan bardakla almanız gerekecek” “ tamam.” Bir an bu tekkeden çaldığı kaplar aklına geldi. Evet hatırlıyordu. Çaldıklarının içinde çaydanlık da vardı. Çok üzüldü. “Acaba ne yapabilirim” diye düşündü. İkram edilen çayı iki dilim kuru ekmekle içtikten sonra usulca dışarı çıktı. Doğruca bakırcılar bedestenine doğru gitti.

 

Tam da çaldığı çuval dolusu kadarlık bakır kaplardan aldı. Hepsini sırtlandı getirdi. Ne kadar ağırdı. Halbuki çalarken ne kadar hafifti. Yoksa günahın heyecanından mı hafif gelmişti. Halbuki şimdi iyilik yapıyordu. Neden ağır geliyordu? Yoksa evet yoksa Allah yapılan iyiliğe daha fazla sevap vermek için mi ağırlaştırıyordu. Bir an hayretler içinde kalıp Rabb’inin yüceliğini bir kez daha anladı. Yol ortasında yanlış anlaşılmasa hemen oracıkta secde edecekti..

 

Tekkeye yaklaşmıştı. Bu kapları teslim edecekti. Fakat bunu kendini göstermeden yapsa daha iyi olmaz mıydı? Kapları kapısız tekkenin kapı ağzına bıraktı gitti. Ertesi güne kadar görünmedi. Artık namazlarını 5 vakte çıkarmıştı. Cami cemaati artık usuldan usuldan kendini sormaya başlamışlardı. Hatırının sorulması ne kadar güzeldi. Yıllardır korkudan hep yalnız yaşamıştı çünkü insanlar hırsızı sevmiyordu. Aslında bu bile iyi bir şeydi.

 

Ertesi gün o tekkeye yine gitti. Kimse bir şey sormuyordu. Artık alışmıştı. Şerbetini iki dilim kuru ekmekle yedi. Bir saat sonra gelenlerin sayısı arttı. Çok kalabalık olmuştu.  Herkes yerde oturuyordu. Bir zat göründü. O da bizim gibi giyinmişti. Ve bizim gibi yerde oturdu. Halkı şöyle bir süzdü. Sanki bereket saçıyordu. Sohbetine Allah’ın adıyla ve Efendimize salavatla başladı. Her cümleden sonra duruyordu.  Sonra kul haklarına değinerek uzun uzun ondan bahsetti. Sanki bana söylüyordu. Ne yapın ne edin ödeşin diyordu. Kazara kolunuz bile çarpsa ona sırtınızı açın diyordu. “Bir dirhem gümüş borcu olan ahrette 700 kabul edilmiş farz namaz sevabı ödemek zorunda kalır”  dedi. Bu çok ağır bir ödeşme idi. Bir an hırsız olduğuma bin pişman oldum.  Kimden çaldığımı bilmiyordum. Bilsem bile nasıl ödeşecektim?

 

Artık hatırladığım birkaç evi ziyaret ederek özür dileyip bir miktar ödeme yaptım. Bir aile çok fakirdi. Onlara büyük bir yardımda bulundum. Bütün paramı iki günde bitirdim. Benden alacaklı olanlara sevabı olmak üzere. Hiç param yoktu. Artık o tekkede kalıyordum. Kimse de bana ne gel demişti ne de git diyen vardı. Anladım ki rızkım Allah’a ait olmuştu. Bir iş de yapmam gerekiyordu. Bakırcılar bedesteninde iş bulmuıştum. Her kazancımın bir kısmını hayra veriyordum.

 

Ruhum da karnımda o tekkede doyuyordu. Hiç telaşım kalmamıştı. Candan geçmiştim.  Gören bu can benim sanmayacaklardı.

 

Bana söylediklerine göre ben gecikirsem şeyhim beni sorarmış. Umarım Allah da kendi dergahında kul borcuma kefil olarak beni sorar. Gönlüm ister ki Rabb’im beni sorduğunda şu emanet canı da ona vermiş olurum….

 

O öyle düşünüyordu ama müritlerden birinin kızı oya ördüğü yerde kader kısmet çekiyordu. Ahireti düzeltenin dünyası da düzelirdi…önemli olan NASUH TÖVBE denen yürekten tövbeydi. bir güzel için tövbe etmeğe gerek yoktu.

 

25 Ağustos 2013
Okunma
bosluk

Şeyh Edebali’nin Osman bey’e nasihati

1208 yılında Kırşehir ili Mucur ilçesi İnaç köyünde  doğdu. Osmanlı  Devletinin kurucusu olan Osman Bey’in kayınbabasıdır.  Asıl adı Mustafa’dır.  Künyesi İmadüddin Mustafa B. İbrahim B. İnaç el-Kırşehri’dir. Gençliğinde Şam’a  gitmiş ve orada din bilgileri öğrenerek Kırşehir’e dönmüştür. Daha sonra  Bilecik’te zaviye kurmuş, kızını Osman Bey’le evlendirmiştir. 1348 yilinda 125  yaşinda ölmüştür. Türbesi Bilecik’tedir.        Seyh  Edebali’nin; nüfûzlu, varlıklı ve mütevazi bir Ahî oldugunu bütün tarihçiler  belirtmektedir. Edebali’nin, Kırsehir’de Ahî Evren ile görüştüğü ve Kırsehir’den  Sögüt tarafına gittigi tarihi kaynaklarda anlatılmaktadır.

 

ŞEYH EDEBALİ’NİN OSMAN BEYE NASİHATI

 

Ogul ;

İnsanlar Vardır Şafak Vaktinde Doğar ,Akşam Ezanında  Ölürler . Avun Oğlum Avun . Güçlüsün , Kuvvetlisin ,  Akıllısın , Kelamlısın Ama ;

Bunları Nerede Ve Nasıl Kullanacağını Bilmezsen ,  Sabah Rüzgarında

Savrulur Gidersin .

Öfken Ve Nefesin Bir Olup Aklını Yener . 

Daima Sabırlı ,Sebatlı Ve İradene Sahip Olasın . 

Dünya Senin Gözlerin Gördüğü Gibi Büyük Değildir 

Bütün Feth Edilmemiş Gizemler ,Bilinmeyenler  ,Görülmeyenler ,

Ancak Senin Fazilet Ve Erdemlerinle Gün ışığına  çıkacaklardır..

Ananı, Atanı Say ,Bereket Büyüklerle Beraberdir . 

Bu Dünyada İnancını Kaybedersen Yeşilken çorak Olur .

Çöllere Dönersin .

Açık Sözlü Ol .Her Sözü Üstüne Alma .Gördün Söyleme  ,Bildin Bilme .

Sevildiğin Yere Sık Gidip Gelme Kalkar Muhabbetin  itibarın Olmaz.

Üç Kisiye Acı ;

Cahiller Arasında ki Alime, Zengin iken Fakir Düşene  Hatırlı iken itibarını

Kaybedene.

 Unutma ki! Yükseklerde Yer Tutanlar, Aşağıdakiler  Gibi Rahat Değildir.

Haklı Olduğunda Mücadeleden Korkma. 

Bilesin ki! Atın iyisine Doru, Yiğidin iyisine Deli  Derler

31 Temmuz 2013
Okunma
bosluk

Gezi Parkı’ndan “bilmem kimin askerleri”ne Cumhuriyetin Çakıldakları (Tarihi ve siyasi makale)

Sevgili okurlarım,

İstanbul’da başlayıp ülkemizin bir çok yerine sirayet eden gösteriler hepimizi üzmüş olmalı.

Yıkmanın Asaleti

Yıkmadan Yapılmaz mirim. Bırak yıksınlar.

Bu yangına başbakan dahil herkes gaz bidonu ile gitti. Gençler bu yürüyüşler sırasında öyle mutluydular ki anlatamam. Ben üç tane cam kırdım ya sen kaç tane kırdın derken gözleri yaptığı kahramanlığa kilitlenmişti denilebilir. Zaten dersler de bitmişti.  Anlaşılan her şey arka arkaya denk gelmişti. Yoksa külli irade mi devreye girmişti? Peygamber efendimiz bu gençler için “Gençlik Saradan bir şubedir” diyordu derken bir af gönlümüzden geçiyor. Rejimin dayanağı Laik okul ve Öğretmenler, mesleksiz  din ve ahlak’tan yoksun gençleri Mustafa Kemalin askerleri olarak yetiştiriyorlar derken de bu gençlerin öğreticilerinin kulakları bükülmeli sözleri dilimden dökülüyordu. Ancak bu yıkma işini ALLAH’da yapıyordu. Depremler neydi? Bilinçli bir yıkım değil miydi? Yangınlar neydi? Kudüs’te yıkıldıktan sonra yapılmıştı. O halde insanlardaki yıkım isteği böylece teskinliğe mi dönüşmüştü. Bazen az polisi çok anarşiste gönderip polislerin dayak yemeleri de toplumsal bir tatmine yol açabilir miydi? Fakat Tayyip’in karamış gözleri bunları ve sevgiyi anlamıyordu. O kadar da uyarmıştı bu fakir. Ne peygamber tanıyordu ne Allah. Bunda hastalığının bir etkisi var mıydı?

 

 

Ahi Kul Ahmed yanılmaz.

Yaradanını unutmaz.

Unutur Tayyip unutur. 

Sinirleri yatışmaz

 

Bu sitede Tayyip Bey’e halkına karşı sevgi ile davran diye sert bir yazı da yazmıştım. (Başbakan’a Mektup 6 sahifemizde yayında) bu uyarımız ilahi kaynaklı idi. lakin anlamadı. Kulağını açmadı. Çıkıp da korkmadan gençlerin arasına girip ” ya çocuklar ben de sizinle beraberim” deyip orada üç kuruşa beş köfte yeyiverseydi bu iş çoktan bitmişti. Çünkü gazap gazabı doğuruyor.  Bu tür toplumsal olaylarda size sataşana siz de “sizinle beraberim doğru söylüyorsunuz” demeniz sosyolojik bir tespittir aslında. Fakat kavga etmekten buna fırsat bulamıyor ki mübarek.. Yıldırım Akbulut kendisi hakkında uydurulan fıkraların bir tanesini çıkıp söyleyiverdi. Anında herkes stop.. Danışmanları sadece bilgili namaz kılanlar olmalı. Halbuki ferasetli bilgili olması lazım ferasetli. Diyanet işleri Başkanı da sindi kaldı ( Diyanet İşleri Başkanı’na mektup 6. sahifemizde)

 

Allah’ü Teala her peygambere bir şekilde çobanlık yaptırmıştı. Neden irade böyleydi? İşin aslı koyun insana çok benzer davranışlarda bulunan bir hayvandı. Bir peygamber gençliğinde koyunları gütmeyi öğrenirse peygamber olduğunda insanları da yönetebilirdi. Çünkü koyunları bir yerden atlatırken önce hiçbiri atlamazken bir tanesi atlar atlamaz diğerleri de düşünmeden atlıyordu. O zaman kitle değil o kitleye ilk “vur” emrini veren suçluydu. Bir de, iki koyun alıp birini diğerinin yanında kessen öbürü anlamıyordu. Gerçekten bugünkü insanlar da arkadaşını veya babasını toprağa veriyor arkasından gelip aynı hayata devam ediyordu. Aynı koyun gibi. Solcu laikler de cenazeyi el üstünde camiye (Teşvikiye) getiriyor fakat kendisinin de oraya geleceğini düşünmüyor ve aynı laik sloganları bir başka arkadaşını gönderirken de tekrarlamaya devam ediyordu. 

 

Bu gösterilerde dikkatimizi çeken şey, o gençlere vur emrini verenler değil, o gence “biz Mustafa kemalin askerleriyiz” diyen , dedirten laik elebaşları sorumlu. Bütün yürüyenleri belli bir partinin sempatizanı olarak düşünmek biraz haksızlık olur. Fakat Mustafa sempatizanı olmak joker gibiydi. ve insanlar bir inanç uğruna daha büyük kitlelere karşı çıkmak yerine kısa yoldan zamana uyum sağlayıp taraftar olup çıkar sağlayarak daha tatlıydı. Zira Dünya ve Mustafa peşin, Allah ve ahiret veresiyeydi değil mi? 

 

 Kes Bir Mustafa Kemal !

Mustafa kemal meselesi günümüz Türkiye’sinde hala yükselen bir değer. Öyle ki bir meselede sıkıştıysanız “ben Atatürkçüyüm” deyin çıkın içinden. Ne sağ ne sol asla bu kavramdan uzağım demiyor diyemiyor. Konu böyle olunca çok farklı nedenler için bile olsa şemsiyeniz hazır. Gökte kuşlar uçuyor. Bazıları da yerde…

 

Bu Mustafa zor bir aile hayatı geçirdiği kuşkusuz. Bu girdaplarla bezeli bozuk hayat onu aslında psikolojisi bozuk fakat hırslı ve bunları gerçekleştirecek fırsatçı oportünist bir insan yapmıştı. Ancak fırsatçılığı onun asıl amaçlarını gerekli vakte kadar daima gizlenmesi gerektiğini gösteriyordu. o da zaten öyle yapıyordu. ne tesadüf kimse de zaten söylemediği sırlarını anlamıyordu. işte işin sırrı kiminle nereye kadar gideceğini iyi bilmendi. Herkesi satılacağı yerde satmak gerekiyordu. Bu; ilkesiz ilkeler onun ömür boyu dayanıp yükselip çıkar sağladığı şifreler olacaktı. Kız kardeşine diyor ki “ben ne dersem onu yapacaksın”  Öyle ki bu hitabet  ilerde onun “kuvvetler birliği” meselesine kuvvetli taraftar hatta despot olmasına kadar giden kişilik yansıması olacaktı.  Osmanlı’da genelkurmay başkanı olamamıştı ama Enver Paşa onun Çanakkaledeki iki atağından dolayı albaylık süresi bitmeden onu paşa yapacaktı. 

 

O yıllarda o kadar dindardı ki 22 nisan perşembeyi daha bereketli olsun diye Cuma’ya kaydırarak 23 nisana alacaktı. İlk meclis her şeyi belirleyen en yetkili bir meclisti. Yetkiler dağınıktı ve halka yansıyordu ve dini liderler etkisindeydi. Kontrol edemiyordu.  İkinci mecliste önce dini liderler alaşağı edilerek Mustafa Kemalin askerleri çıktı geldi. İşte ilk askerler bunlardı. Bunlar tipik itaatkar,  fikirsiz, evetçi, sepetçileriydi. İşte bunlara ilk yaptırdığı iş İslam’ın yolunu kestirmek oldu.

 

Onun altı prensibi vardı. Laiklik başta geleniydi. Batılılaşma ise İslam’ın boşalttığı boşluğu doldurmanın adıydı. Artık mecelle gibi 150 yıllık Hanefi fıkhı gitmiş yerine tercüme İsviçre’den Medeni Kanun, İtalya gibi despot bir ülkeden acımasız bir ceza kanunu (İsyan edeceğini bildiği halkı adam ederek rejimi koruyacak),  sermaye temerküzü hızlı bir Alman vergi kanunları özellikle rejime hizmet için seçilecekti. Onun milliyetçiliği de vardı ki Dersim’de 30 000 kişinin canına kibrit suyu sıkınca, dedenin yediği erikten torunun dişi kamaşacak ve PKK ile biz de bir 30 000 kişi kaybediyorduk. Her ölenin arkasından arkasından bir de şehit demeyi ihmal etmiyorduk. Halbuki Kürtler de Müslümandı Türkler de. İslam’a göre iki Müslüman devlet olsun olmasın organize şekildeyse bu bir FİTNE SAVAŞI’ydı. ortada şehit mehit yoktu aslında. Ve diğer Müslüman ülkelerin araya girip bu savaşa son vermeleri gerekiyordu. Fakat bu üç tarafı denizlerle çevrili ülkenin dört tarafı düşmanlarla çevriliydi. Bunlar Mustafa’nın ve Mustafa’cıların milliyetçiliği için bulunmaz fırsattı. 

 

Bu Cumhuriyeti İngilizler mi kurdu?

İngilizler sineğin yağını çıkaran bir millettir. Osmanlı’nın o üç kıtaya yayılan topraklarında oluşacak yirmiden fazla ülkenin sınırlarını dahi tek tek belirleyenler de onlardı. Elbette küçük bir Türk ülkesini de onlar belirledi. Şöyle ki; Türk ve İslamların kuvvetinin kırılması için şu üç şeyden koparılması gerekirdi. Bunlar:

1-PARA (Doğal kaynaklar)

2-Nüfus (Türki cumhuriyetler)

3-İSLAM

Bu üçlüyü şöyle gerçekleştirdiler: Türklerin ilan ettiği MİSAK-I MİLLİ içinde elbette doğal kaynaklı SURİYE; MUSUL KERKÜK vardı. Fakat İngilizler buna asla müsaade etmediler, özellikle LOZAN’da Churchill “gerekirse savaşırız” diyecek kadar işi sıkı tuttu. Çünkü yeni bir Osmanlı istenmiyordu ve Avrupa’nın güvenliği açısından zayıf olmalıydı. Bunun  için kaynakları şimdiden kurutulmalıydı veya eline verilmemeliydi. Bu oldu..

 

İkincisi Nüfus idi. Türkler onlara göre 250 milyonluk bir kitleydi ve parçalanıp birleştirilmemesi gerekiyordu. Rahmetli Kazım Karabekir doğu meselesini üzerine alınca hızla Ermenilerin üzerine gitti ve onları Osmanlı’nın İran sınırına doğru sürdü. Kendisi siyaset bilmeyen saf bir insan olduğu için Ermenilerin Türkiye’nin Azarbeycan bağlantısını kesecek şekilde geri çekildiğini anlayamadı. İşte Türki Cumhuriyetlerle bağlantımız böyle kesildi. K. Karabekir bir yılda doğuyu bitirirken Batıda ise Mustafa 3 yıl siyasetle oyalıyacaktı. 1990′dan sonra da hala geliştirilemedi. Rahmetli Özal’ın ölümü de Bu cumhuriyetlere seyahatinden hemen sonraya rastlamıştı zaten. bu ülkeler arasında ekonomi ve para birliği sağlanamaz mı?

 

Üçüncüsü ise İSLAM’dan koparmaktı. Bunun için en temel süreçli öge LAİKLİK idi. İstanbul’un işgalini boşaltmadan bu pazarlığı yaptılar. Mustafa ve avanesi ise ZATEN BİZ DE LAİKLİKTEN YANAYIZ diyerek cup diye atladılar. Gerçekten laikliğin ilanı ile İstanbul’un işgalinden vazgeçilmesi bu sıraya göredir. Yani önce önce laiklik ilan edilmiş daha sonra ise İstanbul’dan vazgeçilmiştir.

 

 Çanakkale’de ölenler için Churchill ” olsun, savaşı kazanamadık ama Osmanlı’nın çok büyük bir elit tabakasını yok ettik derken İslam alimlerini kastediyordu. Sultan Vahdettin ülkeden ayrılırken kendi saray alimlerinden de bir gemi oluşturmuş ve ne enteresandır ki bu gemi daha Çanakkale’yi çıkmadan batırılmıştır. Bu gemide Benim babamın öz dayısı olan Saray Müderrisi Amahafızın Hakkı dayımız da vardır ve şehit olmuştur. Allah Rahmet Eyleye..

 

Türklerin son şansı Sovyetlerde 1917′deki Ekim Devrimi’dir. İlginç olan şu ki Osmanlı, Çarlık ile baş edemeyince ona rakip olarak kıpırdayan Lenin’e önemli bir destek verdi.  Osmanlı’nın şartı gayet basitti. Sovyetler, Doğudan çekilecekti. Gerçekten devrim olur olmaz Lenin doğu sınırlarımızdan çekildi. Doğu sınırlarımızda açtıkları petrol kuyularına beton dökerek…

 

Sovyetler’de rejim değişikliğinin ikinci faydası bu rejimin Kapitalizme düşmanlığından dolayı Sovyetlerin kontrol edilmesi gerektiği şeklinde oldu. Diğer tedbirler yanında Sovyetlerin güneyden Türklerle kontrolü de iyi olabilirdi. Ancak buranın Osmanlı’nın merkezi olması da tehlikeliydi. O halde Parasız, az nüfuslu, Cihad ruhu olmayan (İslam’dan kopmuş) ZAYIF bir ülke olarak da başarabilirdi bunu.

 

Eğer ihtiyacı olursa bir şeye biz onu temin edebiliriz ve hem de bu yolla ekonomisini bize bağlı hale getirebiliriz dediler. böyle de oldu.. geriye bir tek Yunanlılar kalmıştı. Ona da bu ülkenin gücü yeter demişlerse de Yunanlıların Sakarya İstikametine çekilmesine de İngilizler müdahale etmişler ve Yunan Genelkurmayı’nın Sakarya istikametine çekilme emrini verdirmişlerdi. Elbette Geyve çok acı bir makastı ve oraya gömüldüler. Elbette İngilizler Katolik bir dünyanın karşısında kuvvetli bir Yunanistan ülkesi ve güçlü bir Yunan merkezli ORTADOKS kilisesi de istemiyorlardı aslında.  Ve bu Cumhuriyetin en temel özelliklerini böylece İngilizler belirlemiş oldu..

 

İmparatorlukların müşevvikleri ve gelişme sürelerinin kıyaslanması 

 

Ve biliyor musunuz bu cumhuriyet kurulalı yaklaşık 90 sene oldu. Hala belimiz doğrulmuş değil. Belimiz doğrulmadığı gibi küçücük bir atak da yapmış değiliz. Maliyetli Kıbrıs dışında.  Mustafa Kemal’in bile Musul ve Kerkük’ü alma planları vardı. Zamanını Rahmetli Özal denk getirdi aslında. Lakin kontrol edilen bir ülkede seçim kazanılabilir fakat tam iktidar olunamazdı. Bu iyi bir kontroldü. Yaşasın bizden hainler. 

 

Emeviler  100 senede tap nokta yapan yeryüzündeki tek ülke. Saltanat olmasına rağmen yine de İslam’ı canlı tuttular ve Allah için BATI’yı batıdan kuşattılar (Osmanlı daha etkili ve doğudan kuşatacaktı) ve bir kültür ülkesi olan ENDÜLÜSE İSLAMIN DAMGASINI VURDULAR. Osmanlı tap noktayı saltanatla ve İslam ile yaklaşık 250 yılda yakaladı ve Batı’yı doğudan kuşattı ve etkişli de oldu. 

Romalılar tap noktayı 300 senede bulabildi çünkü ateist idi sadece vatandaşlık dürtüsünü kullanmıştı. Ne acı ki biz de şimdi vatandaşlık numarası çekiyoruz ve tap noktayı bulmamıza daha 210 yıl var demektir. Bakalım kim yutacak. İçimizde zaten şu kadar laik ateistler yeteri kadar varken İslam’ı  Mushaf’tan çıkaracak bir Genelkurmay Başkanı arıyorum. Şimdilik Ateistlerle devam edebilirizDeğilse bu ülkenin ilerlemesi ahirete kalacak. Bu ülkenin Laiklikle kontrol edilmesine el ovuşturan İsrail ve avanesi Amerika ile İngilizler. Onlar şimdi nasıl olsa Türkler kendi kendini kontrol ediyor diyorlar. Ama yine de Lions ve Rottary kulüpleri yoluyla akademisyenleri, işadamlarını ve bürokratları ve siyasileri kontrol etmek hiç de fena olmaz değil mi??İlahi huzurda gördük ki Kürtlere siyasi bir yelpaze açtığın gün Amerika güneydoğuya cuk diye oturuyor.. haberiniz olsun. PKK ile şeytan kılıklı İsraillileri beraber gördük.

 

Bu ülkenin muhasebeciliği Mustafa’ya mı kaldı? İçeriyi Düzenleme: Cahiller Cumhuriyeti…

Yukarıdaki üç temel çatı ülkeyi biçimlendirmeye ve Batının avucuna vermeye yeter de artardı bile.  Bundan bizimkiler henüz Türki Cumhuriyetlerin önemini anlamamışlardı. onu sadece rahmetli, 90 000 kişiyi Sarıkamış’ta kırdıran Enver Paşa bilecek ve ölümü de zaten oralarda olacaktı.  Geriye bu ülkenin muhasebeciliği Mustafa’ya kalmıştı..Şapka muhasebeciliği gibi. Fakat adı şapka devrimi diye abuk subuk bir devrim olacaktı.. Fakat geçmiş Müslüman birikimini de kırması gerekiyordu. Evlat dedeyi anlamamalıydı ki yeni materyalist laik düzen yürüyebilsin. Yaşasın latin alfabesi… Bir günde 17 milyon insanı CAHİL konumuna düşürüyordu. CAHİLLER CUMHURİYETİ..

 

Cahil diye İslam’da dinsize derler. Dili kaybeden DİNİ de kaybeder. Çünkü Allah Kuran’ı ARAPÇA İNDİRDİK diyerek rahmetini Arapça lisanı içinde yerleştirerek verdiğini açıkça bildirdi zaten. Demek ki Türkçe okursanız sadece verilen emrin ne olduğunu şöyle böyle bileceksiniz, fakat o emrin rahmetini bereketini boyutunu gerçek manasını nerede hangi durumda nasıl yapabileceğinize ilişkin ilahi işaretlerden hiç birini almanız mümkün olmayacaktır. Örneğin biz Kuran okurken bazı sırlara vakıf oluruz. Eğer bir ölmüş kişinin arkasından Kuran okuyorsak o kişinin ahiret hali bize malüm olabiliyor. 

 

Yahut bir padişahın arkasından 10 sahife Kuran’ı 10 gün okursak o padişahın zalim mi yoksa alim mi olduğunu gördüğümüz de olabiliyor nasibi ilahi olarak.  Ama hiç bir zaman meal okurken böyle bir malüm olma olayı hiç bir zaman olmadı. Sonuç olarak Din hem Arapça hem Meal, tefsir ve İslam alimi kitabı eşliğinde yürütülmeli. Ben mealden okudum Kuran’da şöyle yazıyordu diye abuk subuk ortaya atlamamak gerekir ki söz ehli olan İslam alimine düşsün ve fitne çıkmasın. Elbette İslam alimi de cesaretle İslamı savunacak bilgi ve beceri içinde olmalı. Sahi sağa bakıyorum kimse yok, sola bakıyorum kimse yok, herkesle beraber Alimler de sinmiş mi olmalı (Diyanet İşleri Başkanı dahil).    Toprakları bol olsun…

 

Mustafa’nın Diğer Yaramaz İşleri

Atıf Hocama Mustafanın zulmü 

Uymayan için zaten en sert ceza kanunu vardı. 1932 de ezanın Türkçeleştirilmesi kararını aldı. 33’te de uyguladı. Müslümanlar için acılı yıllar başladı. İskilipli Atıf Hoca’yı şapka kanunundan önce yazdığı “batının neleri alınır neleri alınmaz” konusunu işleyen küçücük bir risalesi yüzünden Ulucanlar Cezaevinde idam ettirdi. Sanıyorum Atıf hoca çıkarmadığı ve özür de dilemediği için şapkaya karşı simge olmuş olmasından dolayı suç unsuru bulunmamasına rağmen idam edildi (Allah Rahmet Eylesin)

 

İşin aslı Atıf Hocam duruşma için bir kaç gün Ulucanlar Hapisanesindeki soğuk hücresinde uğraşıp itirazlarını kaleme almıştı. O gece bir rüya görür. Rüyasında Rasulüllah Efendimiz ona şöyle der. “ya Atıf bizim yanımıza gelmek istemiyor musun?” Ve sabah uyanır uyanmaz bütün müdafaası ile ilgili yazılarını yırtar. Duruşmaya çıkınca da “savunma yapmıyorum. Bildiğinizi yapın” der…

 

Bu parağraf yazılır yazılmaz Atıf Hoca’nın ruhaniyeti bir nur eşliğinde direk karşımızdan parlak bir cübbe giymiş halde geldi ve yanaklarımdan öptü. Ben ellerini öpmeye uzanmak istedim fakat anında yüzü yine bana dönük olarak yani arkasını dönmeden ve yükselerek uzaklaştı. Gelirken ki nuru bu yazının bütününü aydınlattığı için onun rızasının ve öpüşünün bu yazının tamamına ilişkin bir kutlama ve doğruluk ve güzellik tasdiki olduğunu anladım. Arkasını dönmeden geri çekilmesini gelecekte de yüzümüze bakacağını ve destekleyeceğini ve bize yol göstereceğini anladım. Noktaya dönüşmesini ise onun ilmine bağladım. zira ilim noktadır, onu cahiller çoğaltmıştır vesselam.

 

Ayrıca elini vermemesini de benim bu dünyada biraz daha rızkım olup burada kalıp çalışmam (İslam’a hizmet etmem gerektiğini) için olduğuna yordum. Eğer elini vermiş olsaydı Rabb’ime tezelden bir gidiş yolu açılacaktı demek ki. Bu kutsal vakte, yani  Şeb’i Aruz’uma (düğün gecesi) biraz daha vakit var anlaşılan. Oysa ben Rabb’imi çok özlemiştim. Allah’ü Zül’celal Geri kalan ömrümü de hayırlarla tamamlayarak Sevgili Rabbime kavuşmayı nasib ve müyesser kılsın. Amin..

 

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ve Aleviler

İşte bu isyankar dindar halka da bir gözdağı idi.  Zaten tekkeler zaviyeler ve bunlarda yer alan bütün ünvanlarda silinmişti.  Bunun sosyolojik anlamı dindar Müslümanlar arasındaki iletişimi kesmek ve ilmi sadece kontrol ettiği laikleştirilmiş okullara vermek ve kastettiği İslam olmayan BATI TİPİ ÜLKE yapmak büyük amacındaydı. Tazyikler üzerine kalktı tekke ve zaviyeleri bir düzelmeden sonra yeniden açacağım dediyse de inanmayın bu bir ayak oyunuydu.  Çünkü rejimin düşmanları buralardaydı ve etkisizleşmesi için kapanmalıydı. Alevileri Laik bir Cumhuriyete teminat gibi düşünmüştü aslında. Fakat tekkelerden en çok onlar etkilenmiş üstüne üstlük Dersim’de kıtır kıtır kesmişti. Fakat düşman ilahlaşmış ve aleviler bütün bunlara karşı cemevlerinde onun resmini anıyorlardı. neden böyleydi acaba? Sünnileri yola getiren laiklik olduğu için sünni alevi mücadelesinde buna çok ihtiyaçları vardı demek ki.

 

Alevilerin gerçekten din anlayışları da laik olabilir miydi? Orucu tutmazlar, namazı kılmazlar, gel iki kadın kız karışık dönelim eyvallah eyvallah..  Bir çok alevi ataizme kayıyordu. Acaba bu neden böyleydi? Onlardaki imanı koruyucu ve besleyici formel ibadetler olmadığından mıydı? Allah ve Peygamber onların bu ala bula tavrından dolayı destek vermiyor muydu onlara? Onlar biz aleviyiz diye ahirete gittiklerinde gerçekten Ali Efendimiz onlara şamar mı vuracaktı? Çünkü onun dediğini ve yaptığını yapmıyorlardı. Ali efendimiz namaz kılıp oruç tutmuştu. Bunlar bunu yapmıyorlardı. o halde nasıl bir tabi olmaktı.

 

Halbuki seven sevdiğine tabi olmalıydı. Tabi olmadıklarına göre sevdik diye yalan mı söylüyorlardı. Cevabı biz verelim: EVET. Çünkü ahirette toplaştıklarında kendilerini kurtarmak için “Biz Ali’den yanayız” diyecekler. Ali efendimiz onların perişan haline bakıp “Ben onlardan değilim” diyecek. (gelsinler bir de bana sorsunlar) Neden 6 guruba bölünmüşlerdi? Hangisi doğruydu? Allah selamet versin…Fakat Laikliğin teminatı olarak her hükümet de bunları kullanacaktı. Onlar ise çoğunlukla CHP’yi tercih edecekler çünkü rejimi savunan bu partiydi. Ancak gel gör ki CHP’nin solculuğunu da benimsemekten geri durmayınca zaten noksan olan imanları da büyük yara alacaktı. İçlerinden ne kadar hızlı bağıran Lenin’ciler de çıkmıştı. CHP ise darbelerin gölgesi hariç sürekli muhalefette kalınca doğrusu iş bulamazlar gibi görünse de muhasebecilikle iş adamlarının vergi hırsızlığına ortak olacaklar ve bürokrasi de çok okuyarak elleri birbirine kenetli daima laik bir koltuk bulacaklardı.. 

 

Aktif Genç Müslümanları Laik MHP mi Kontrol Ediyor?

MHP yaklaşık %15 civarında taraftar bulabilen bir parti olarak yaşamını sürdürüyor. Bu partinin içi genellikle genç, canı kaynayan kitleden oluşuyor. Eğer bunlar kontrol edilmezlerse bu ülkede İslami Devrimi yapacaklar da bunlar olabilirdi. Dindar görükenler paspal payeydi ve bunların cihad kabiliyeti kalmamıştı. Fakat bu gençler tehlikeliydi. Bunların İslam’dan arındırılması gerekiyordu. Laik söylemler gittikçe teşkilatta yaygınlaştırılıyordu. “dininizi söyleyip riya yapmayın” gibi. Rahmetli Muhsin başkan aslında MHP’deyken oraya İslami bir kimlik vermek istediği için görevden alınmış o da Özal’ın karşı çıkmasına rağmen ayrı bir parti kurmak için yardımını da talebetmişti. İşte bu İslam’ın partiden dışlanmasıydı.

 

MHP ırkçı bir parti olup Kuran’a aykırıydı. Fakat Mustafa’nın bir prensibi de milliyetçilikti. Gerçekten milliyetçilik kaynaştırıcı bir rol üstlenebilir miydi? Çünkü Almanya ve İtalya gibi ülkelerde ırkın üstünlüğü esasına dayandığı için “Ne mutlu Türküm diyene” “Ey Türk milliyeti, …………” gibi söylemler bu amaçla söylenen şeyler olarak nihayet bu yıllarda eleştiri alır oldu. Çünkü Kürt problemi çözülemiyordu. Fakat laiklik yüzünden bir türlü din kardeşlerine çıkılamıyordu. Zira yeteri kadar yetişmiş bilinçli fakat akıbetini düşünmeyen aktif İslam düşmanı vardı. Aslında bunlar da müslüman olduklarını ya da müslümanlığa karşı çıkmadıklarını söylüyorlardı. Fakat devlette olmasın diyorlardı. Oysa Hz. Peygamber İslamın yaşamın her alanında olduğunu söylüyor ve kendisi dindar olarak ordu komutanlığı, savaşta toplu korku namazı kılıyor, dindar olarak anayasa (Medine Sözleşmesi) , dindar olarak devlet başkanlığı, dindar olarak mahkeme başkanlığı, dindar olarak ilim yapanlara (Ehli Suffa) rektörlük yapıyordu… Dolayısıyla bu açıklamalara göre her laiklik sözü tam bir küfür olmuyor muydu?

 

MHP bir beşeri ideolojiydi. Her beşeri ideoloji TAGUT’tu Kuran’a göre ve Allah’ın görevlerini üstlenerek ŞİRKE sebebiyet veriyordu. İslam’da din kardeşliği vardı ve Hucurat süresinde (10) Allah “Müminler kardeştir” diyordu. Halbuki milliyetçiler arasında şamanlar, hırıstiyanlar ve ateistlerde vardı. Oysa Allah bunları reddediyordu.. Bu parti içindeki herkes Allah’a şirk mi koşuyordu? Bu partinin başında bulunanlar aslında namaz kılıyorlardı. Bu nasıl olacaktı? İslam’a göre bunlar namaz da kılsalar da konumları TAGUT olup ahirette ATEŞ cübbesi giyeceklerdir demezsek bunları korkutamayız ve islamın tebliğ gücünü yükseltemeyiz. 

 

MHP’nin dayandığı Kuran ayeti “Biz sizi kavim kavim kavim yarattık ki birbirinizi tanıyasınız diye” şeklinde. Efendimiz daha sonra kalktı asabiyetin (ırkçılığın) yasak olduğunu söyledi.  Sahabi bu hadisten korktu ve dedi ki, “Ya Rasulüllah kavmimizle hiç mi ilgilenmeyeceğiz” deyince. Dedi ki; elbette onların ihtiyaçları ve sorunları ile ilgilenebilirsiniz” dedi. Bu kadar. Çünkü Rasulüllah Ümmeti kıracak her alt birliği kırıyor ve yardımlaşma ve dayanışmayı bütün dünyadaki müslümanlar boyutuna çıkarmak istiyordu. Siyaset sadece Ümmeti Muhammedin en üst boyutunda olmalıydı. Yani bugünkü Avrupa Birliği anlayışını aslında Efendimiz 1400 sene önce seslendirmişti. Müthiş bir tespit. Bu ancak ona yakışır.

 

Şimdi gel sen deki Allah kavim dedi diye, o halde ben de kavim diyorum diye ortaya çık ve müslümanları, Kürtleri ve daha niceleri böl. Edepsiz. Namazlarınız sizi çarpsın.. Arapların Baasları da senden farklı davranmadı zaten. İslam, Laik mustafa’larla Milliyetçi Devlet’lerin Baas’ları altında bir FETRET devleti yaşıyor diyebilirsiniz.  

 

İslam’da parti yoktur. Demokrasi yoktur. Cumhuriyet ve seçim vardır. Seçimde seçmenin oyunu yönlendirecek deleğe ve partinin seçip seçmenin önüne koyması gibi engeller asla yoktur. Herkes fert olarak bölgesinden seçilir gelir, kardeş olur ve İslamı ve ihtiyaçlarımızı nasıl karşılarız diye birleşirler.  Var olan bütün partiler bir ideolojiyi temsil eder ve TAGUT’tur. İnsan sadece seçim vakti geldiğinde hangisi ehveni şer ise ona gidip oy verebilir. Eğer bu laik partilere üye olursa partinin laik özelliğini ve ideolojisini de kabul etmiş olur ki küfre ortak olmuş olur. Makul olanı seçim zamanı biter bitmez bu siyaset işinden uzak durmak fakat hükümeti kontrolden uzak durmamalıdır. Asıl önemli olan halkın bu denetimini İslam’da olduğu gibi %50-%50 seviyesine getirebilmektir. Her yönetim öğüde ihtiyaç duyar der Siyasetname yazarı Nizam-ül Mülk. İşte öğüdü halk vermeli.

 

Müslümanlık ve Müslümanların yumuşatılması

……………………………..

…………………………….

işleyebiliriz inşaallah

 

Rejimin İlahı Mustafa

Rejim bütün insafsızlığı ile bodoslama gidiyordu. Rejimin bir İLAHA ihtiyacı vardı. O da hem askeri başarıları olan hem de siyasi etkinliği ele geçirmiş bulunan, her kararı içki masasında bile olsa anında alabilen, her duruma önce uyum sağlamış sonra durumu kendine uydurmuş, her kağıda takılır bir jokerr olan  Mustafa Kemal’di. Olursa bu kadar olurdu. Fakat gözünün şaşılığı, sesinin kadın sesi gibi inceliği, kahveyi şekerli içmesi enterasandı. Oysa Osmanlı keskin görüşlü, kalın ve tok sesli ve kahveyi sade içerdi. böyle bir liderin anlamı neydi?

 

Kişi dindar olsa bile laikliğin ne olduğunu idrak edemiyordu. Zaten yaşayışı Osmanlı’nın son dönemindeki toplumsal bozulma ile eşdeğerdi. İnsanlar doğrudan Allah’a değil menfaatini ilgilendiren kanunlara bakıyorlardı.  Mustafa Kemal’in bir kozu da askerdi.  Onların rejimi koruyucu olarak kullanılması gerekiyordu. ilişkisini kesmedi. Ve öylede oldu.. şimdiye kadar geçirdiğimiz darbeler için sanıyorum bir vasiyetname belki yazmadı. Ama yetiştirdiği sadık  …… leri onun arzu ettiğinden daha ilerisini yaptılar. Bugünkülerinin üçte birini ilahi huzurda ülkeye sadık olarak gördük. Geriye ne kadarı kalmıştı? Kim kimi eler sahi şimdi? Hangi sistemi uyguluyorsunuz? Gücü gücü yetene sistemi..

 

Türkçe Ezan

Nitekim halk sadece ezanın Türkçeleştirilmesinde tavır koydu. Ya camiye gitmedi, giden de sarığı boğazına bağlanarak sürüklendi. Asker ve jandarma görevini iyi yapıyordu. Bütün kararlar fütürsuzca alınıyordu. Hiçbir engel yoktu. Mehmet Akif’e Türkçe Kuran Meali bilinen amaçlar için verilmişti. Arkasından Elmalılı Hamdi Yazır bir çok önemli karara fetva verdikten sonra (Sultan Abdülhamid’in Hal edilmesine icazet veren de buydu)  bilinen tefsirini yazdı. Bu tefsir ne kadar içi teknik bilgi ile dolu olursa olsun, CİHAD ruhundan yoksundur. Cihad ise İslam’ın temel ruhu’dur. Çünkü siparişi verenler böyle istiyordu. O da öyle yazmıştı zaten. daha sonra bu durumu üstü kapalı olarak ifşa da edecekti)

 

Dini, Laiklikle ve Laik Kitleler Yetiştirerek Kontrol Etme

 

Sonuçta Mustafa Kemal İslam’dan uzak kalmamış gibi görünmesine rağmen esasta dini kendine uydurmak, kullanmak ve onu zayıf düşürerek etkinliğini azaltmak amacında olduğu imanı kavi Müslümanlarca anlaşılabilecektir.. Zira laiklik şartına bağlanmış bir Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapacağı, bütün Müslümanların şuurunu laikliğe çekmek ve bulandırmak olacaktır. Bir tefsir ve Buhari tercemesi meclis kararıyla olmuş, ancak oralarda yer alan tercüme dini bilgileri hiç bir zaman devlette kullanmamıştır. üstüne üstlük askere bile 281 sahife (Ahmet Hamdi Akseki’ye) din kitabı hazırlatmış ancak verilen talimat LAİKLİK olduğu için bunların hiç kimseye devlette karı olmamıştır. Bütünüyle cihaddan yoksun kitapların insanlar üzerinde kalıcı ve aktifleştirici etkisi olmamıştır.

 

Diyanetin kuruluş yasası ve anayasaya konulacak maddesi önce “kendi kuruluş kanununa göre uygular” şeklindeydi. Lakin Celal Bayar bunu yeterli bulmaz ve kıraldan çok kralcı hesabıyla “… Laikliğe göre uygular” diye çevirir. Aynen bugünkü gibi. Müslüman görünüp kafir gibi karar vermek ve benzeri ikilemler bu uygulamanın en belirgin özelliğidir. Camide Müslüman, işinde kafir gibi, evde zalim tiplemeleri İslamın her yere sirayet ettirilmemesinden kaynaklanan vazgeçiremediğimiz pisliklerdir.

 

Efendimizin sünnetleri evinde kıldığı bilindiği halde buna riayet eden bir Müslüman bulamazsınız. Her şey camide başlar ve biter. Eve, dükkana, yola, dağıtılacak, hayatın içine zerkedilmiş bir zikir kalmaz. 

 

Neden hiç bir Diyanet İşleri Başkanı hapis yatmıyor? Ne oldu, ne oldu, yeni bir Vahiy geldi de İslam ile Laiklik barıştı da bizim mi haberimiz olmadı diye bu günkü başkana yazdık.  Kısmet bunaymış na’palım?

 

Allah’ı Yaratan Mustafa

Mustafa Kemal 1934 te Kütahya’daki konuşmasında “Allah’ı insan yarattı” dedi çıktı. Bu beklenen bir şeydi. Batıdaki inkarcı akımların kitapları da Türkçe’ye tercüme edilmiş ve ihtiyaç duyanların eline kutsal kitap olarak verilmişti. Bunlar Oryantalistlerdi ve pozitivist akım bütün dünyayı kavuruyordu. Bunları da… Görmediğime inanmam derseniz bütün mana alemini inkar edin gitsin.. onlar da öyle yaptılar. Dinleri madde, ilahları da mustafa Kemal’di ki ne kadar çok taraftar bulmuştu? Neden böyleydi?

 

Osmanlı bize az mı Müslüman devretmişti? Yoksa her isteyenin istediğini görüp bulacağı bir oportünist (fırsatçı) bir ilah tiplemesi (Mustafa) bizi ateşe o mu götürüyordu.? Acilen Mehdi’ye ihtiyaç vardı. neden İslam alimleri toplu çıkış yapamadı.? hem dinini hem ülkesinin geleneklerini meczeden bir tek Mehmet Akif’miydi. Yoksa Çanakkale ve İngilizlerin  batırdığı gemilerdeki İslam alimlerinin telef olması yüzünden Mustafa’nın işleri de kolaylaşmış mıydı? Gerçekten bir pis canı için sinip de İslam’ı savunmayan alimlerin CANI ÇIKSIN. Çünkü alimin en önemli vasfı doğru bildiği İslami bir bilgiyi zalim devlet adamına karşı söyleyebilmesidir.

 

Cinsini bilen düşmanını da bilir. Cinsinden ayrılan düşmanının kucağına oturur

Benim akrabalarım bile O’nu (Mustafa’yı) öylesine seviyorlar ki, dedikleri tek şey “O bir kahraman. ülkeyi o kurtardı. onun sayesinde yaşıyorsun, onun sayesinde namaz kılıyorsun vs.  vs.. ” bunu diyenlerin İslam ile bağına bakıyorum=Namaz kılmıyorlar. Bunun anlamı şu olsa gerek: Ceylan kendi ait olduğu cinsinin özelliklerini bilir ve yaşar. Sonra döner benim canıma kim kastediyor der ve onu tanıyıp (çita) ondan uzak olan açık alanlarda yayılmayı tercih eder. bu ideal bir düşünüş ve ona uygun yaşayıştır. Şimdi bu örneği insana uyguladığınızda namaz kılmamak demek Müslümanlar kitlesine dahil olmamak anlamına gelir. İmamı Azam “namaz kılmayan kafir olmaz ama kafir de namaz kılmaz” diyerek çok açık bir cevap vermiştir zaten.

 

İşte siz Müslüman olmayınca düşmanınızın kim olduğunu da bilmenize imkan yoktur artık. varın gidin düşmanınızın kucağına oturun ve onu ilah sayacak kadarlık bir sevgiyle sevin. İşte Allah’ı aciz bırakıp “O bizi kurtardı” diye tapının durun.. Ancak ALLAH’ın  daima bir B planı vardır ki sizin belinizi kırar.. fakat biz sizi son nefesinize kadar Allah’ın dostlarını sevip düşmanlarından kaçmaya davet ediyoruz. lakin şart hakiki Müslüman olmaktır. yani ALLAH’a ŞİRKSİZ DOST OLMAKTIR. ama siz hem Allah’ı hem şirkimi severim diyorsunuz. Ne şiş yansın ne kebap??Bize de bir kebap söyleyin? 

 

Mustafa’yı Kaybettik, Yaşasın “Kaybettiğimiz Mustafa”

Mustafa Kemal sirozdan hastalanıp da Dolmabahçe’ye sıkışıp kalınca 22.10. 1938 de bir son nefes çıkışı yaparak birdenbire Müslüma kesilir ve ölümün  etkisiyle “ İslam dinimiz devlette ve her yerde uygulanmalıdır” anlamında bir çıkış yapar.   Başında bekleyen doktorların arasında Yahudi olanlar da vardır ve kendi yetiştirdiği yerlilerin de katılımıyla ipi çekilir. Halbuki aynı yıllarda Avusturya’da siroza ilişkin etkili ilaçlar geliştirilmişti aslında. Bu ilaç hiç duyurulmaz ve bilinen son 9. 11. 1938’de gerçekleşir. (saat 2 veya 3 sularında ölmesine rağmen ) bu saklanır.

 

Çünkü O’nun ilah olması kadar bu ilaha hürmet ve hizmet edeceklerin mesai saatına uygun bir ölüm saati olmalı ki insanlar işlerine saat 9′da gelir gelmez saygılarını rahatlıkla sunabilsinler ve bu ölüm sürekli ve uygun saatte devamlı anılarak fikirleri ve yaptıkları ölümsüzleşsin. Saat 9′u 5 geçe. ne kadar stratejik bir karar değil mi? işte şimdi bir türlü öldüremediğimiz mustafanın ilahlığa itiliş serüveni. demek ki O kendi elleriyle yarattığı canavarlar önce onun canını almışlar, arkasından da O’nun ilah olmasından büyük menfaatler bekledikleri için ilahlaştırmanın eksik ve devam eden ayaklarını kurmuşlardı.

 

Ve bu ayaklardan menfaat edinme inanın hala devam ediyor… Yukarıda yazdığımız onun son İslami söylevini Allah kabul etmiş olabilir veya olmayabilir. O hakettiğine ulaştığı için dinen bir şey söylemek yanlış olur. Hazreti Rasulüllah Efendimiz böyle buyurdu. Ancak O’nun ilahlığı bu gün de taraftar toplayarak Müslümanları küfre götürüyor. Acı olan da bu… Dolayısıyla sizin yaşadığınız şu anda ve gelişen şu durumlarda yani karşınıza çıkan bu veriler karşısında sizin ne yaptığınız önemlidir artık.

 

Mustafa’nın mezarında yatamaması, yahut toprağın onu dışarı atması gibi anlamsız cahil saldırıları okumuş insanlar arasında bile taraftar buluyor. Bu çok yanlış. İlah oldu ya, uzun süre ilaçlarla korunmaya çalışılınca patlayıp durdu. Baktılar ki ilaçla baş olmayacak artık altını kazıp toprağa verdiler üzülerek. Hitler mübarek onun beyni karşılığında ne büyük paralar teklif etmişti de İlahımız diye vermemişlerdi bu mübareği…. Zira kişi bu günkü belaları tamamiyle bu tanımlamayla Mustafa’ya yükleyince “Günah Keçisi” bulunmuş oluyor ve kişi artık kendi yapması gereken şeyleri de atlayıp ondan dolayı oldu deyince artık oturup kalıyor. kendine şimdi düşen sorumlulukları unutuyor ve artık “Kahrolsun Mustafa” şarkısıyla avunup İslami görevlerinden sarfınazar ediyor. Bu yüzden bu tür abuk subuk düzme hikayelerden toplumu uzak tutup insanları  yapması gerekenlere yönlendirmek daha akıllı ve imani bir görevdir. Unutmayınız…

 

TEVHİD, Cumhuriyetin küfrünü söylüyor, lakin duyuracak cesaretli alim kalmadı. Niye mi? Küfür tedrisatı kendine göre değiştirerek kendi laik tercümanını geliştirdi. Yaşasın laik İlahiyatlar.. Yaşasın Laik ve yumuşak İslamiyet…

 

Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım.  Önce dindar mısınız yoksa öylesine bir hayat mı yaşıyorsunuz? İslam’a gönül vermemişseniz bunları okumanın bir manası yok.

Biraz da tevhidden bahsedelim. TEVHİD: Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla bitmez. Allah’a kural koyucu olarak “boyun eğmek”de gerekir. Bu İslam’dır ve VAHİY bütün hayatı kapsar. Kim inanmaz, veya eskidir, eksiktir, yetersizdir, sorunlara cevap vermez derse imanı yarelenir ve şirke yol alır.

Her beşeri ideoloji TAGUT’tur ve ALLAH’ın yerine geçerek ŞİRKE sebebiyet verir. örneğin ülkeyi filanca kurtardı demek Allah’ın kudretini o insana vermek demek olur ve o kişi kendi ideolojisi içinde zaten sahte bir ilah olduğundan şirk oluşur. Bu ise tam bir küfürdür. kişi Allah’tan af dilemezse bu sahte ilahla ahirette haşrolur ve beraberce yanar. Bu yüzden bir kişinin daha başlangıçta laikim demesi İslamı inkar anlamına gelir ve kişi dinden çıkar. üstüne üstlük bir de filanca kurtardı derse küfrü pekişir. Artık gider ve manasını idrak etmediği bir cuma kılar ve gelenekselleşmiş bir cuma Müslümanlığı ile cennet arar. Halbuki miracı Mustafa’yadır. ona bir söz edecek olursan seni orada öldürür, konuşturmaz. Baba ise evladını evden kovar..

 

Görüleceği üzere İslam’ı yalnızca cami ve eve hapsedip devletten dışlamak tam bir küfür örneği. Siz sanıyorum Allah’a inandık demekle iş biter sanıyordunuz değil mi? Allah yücedir o yüksekte dursun ancak ben kendi işimi kendim yapayım diyordunuz değil mi? Yükselterek dışlama…

 

Yok öyle dava. O, bütün mülk benim demiyor mu? Benim hükmüm geçer demiyor mu?  “Mülkün ve bütün makamların sahibi ancak o’dur. … O kalplerdeki gizli ve açık olanların hepsini bilir” (AYET) Emrimi tutmayanlar  zalim, kafir demiyor mu? (Maide suresi) Peygamberime itaat edin demiyor  mu? Peygambere itaat eden bana itaat etmiştir demiyor mu? Peygamberi Medeine’de bir anayasa yapmadı mı? Bu devlet içinde dindar bir peygamberin siyaseti ve devlet kurması değil mi? Dindar ama komutan değil miydi? Savaşın içinde hem de toplu namaz kıldırmadı mı? Sonra ayette “sen atmadın O attı” deyip galibiyete sahip çıkmadı mı? Savaşın içine giren bir Allah ve siz Allah’sız (Laik) bir devlet istiyorsunuz.. Dindar ama devlet başkanı değil miydi? Din ve devletin ayrıldığını görebiliyor musunuz burada?

Cihad İslam’ın en büyük kozu. Bütün oyunlar bizi bu kozdan uzaklaştırmak üzerine oynanıyor fakat bizim safların haberi yok. Namaz kılarak bilinçle İslam için mücadele etmeyi göze alarak ümmet olmamış bir insan nasıl cihad edecek? Yanisi şu ki; bu cumhuriyetin bir amacı yok ki uğruna cihad etsin!!! İçi kokuşmuş laiklerle dolu. İman küfre dönmüş. İnsanlar Yaratanı bırakmış yaratılana tapar hale gelmiş. Modern Batı’dan şu üç tehlikesi ya da tuzağı ciğerimize saplanmış:

1-Allah dursun, insan öne çıksın (Kendine iyi bak!!)

2-Vahiy dursun, akıl öne çıksın (Akıl=Laiklik)

3-Din dursun, ilim öne çıksın  (Sosyoloji, determinizm, bir şey bir şeyin sebebidir, Allah’a gerek yoktur) 

 

Batı’nın küfrü kahrolası laiklik

Batı’da ortaçağda Hırıstiyanlık bozulunca kilise de güçlenince ilmi gelişmelere papazlar da karşı çıkınca bu bozuk dini insanlar terkettiler. Yani o dini terkettiler ve adına Laiklik dediler. Fakat bizim dinimiz bozulmadı ki onlara bakıp neden terkedelim?Laiklik adına dini terketmek KÜFÜRDÜR.

 

Ben size şimdi soruyorum. Laik misiniz? Müslüman mısınız? Siz diyeceksiniz ki “Ben hem Müslümanım hem laikim” değil mi? Yok öyle dava. Yok öyle üç kuruşa beş köfte… Yemezler aslanım..

 

Sonuç olarak Laiklik İslam’ı her yerden silmeye çalışan bir pisliktir. Rakiptir. Dinsizliktir. Ve Küfürdür. Devlet bizim dışımızdaki başka insanlar ya da olaylar neticesinde laik olmuş olabilir. Ancak siz laikim diye ortaya çıkarsanız bu küfürden yana olduğunuz ve İslamın heryerde uygulanması için bir çaba da göstermiyeceğiniz anlamına gelir ki bu en azından münafıklığın bir şubesi sayılır (Hadis)

 

Allah Kuran’ı Kerim de 4 ayrı kelime ile kendi askerlerini anlattı. Hizbullah, cundullah gibi. Demek ki onun da askerleri vardı. O da kendisi için savaşacak yürekli dostlarını arıyordu. Bu kardeşiniz iyi bir Allah askeridir. savaşlar kazanmıştır gülüm..

 

Eğer laikseniz doğrudan doğruya Mustafa Kemal’in askeri olmuş olmuyor musunuz? Mustafa Kemalin askeri iseniz laik olmuş olmuyor musunuz? Laik iseniz Küfür üzere olmuş olmuyor musunuz? Bu halinizi düzeltmeden giderseniz sizi bir ateş bekliyor olmasın?

 

Müslümansanız Allah’ın askeri olmuyor musunuz? Müslümanlığa rağmen hala Mustafa kemal’in askeri olmakta devam mı ediyorsunuz bre gafiller. Çünkü ülkeyi Allah değil o zat kurtardı değil mi? İki de tercüme yaptırdı o halde onu izleyebiliriz artık, velev ki o tercümeleri devlette uygulatmasa bile değil mi? Zaten siz de düşündüğünüzü yaşamıyordunuz değil mi? “Ben inanıyorum ya bu yeter. Mustafa’dan da ayrılmam Allah ayrılmam. onsuz yapamam. Zaten ben gördüğüme daha çok inanırım. Mustafa peşinci Allah veresiyeci!!!”

 

İşte çatlak burada sevgili okurlar.. Müslüman ım deyip de laik olmak. Öyle ki müslümanın düşünce tekniğini bile İslam’dan koparıp materyalist düşünce tekniğine getiriyor laiklik. İnsan DİNLİ olmaya yatkın yaratıldı. Laiklikte din olmayınca yerini materyalizm dolduruyor. Buna Müslümanlar da dahil. İlk yüzde yirmi beşe CHP laikliği desek. Geri kalan % 75′in üçte biri MHP içinde laiklik kontrolünde  desek. Ak Parti’ye oy verenler arasından da %25 desek.  Böylece bu ülkenin %75′i LAİK ya da sempatizan olabilir demektir. İşte hiç bir siyasetçinin göze alamadığı laik seçmen ihtiyacı bunu gösteriyor.

 

Konuşmanıza dikkat edin Tayyip Efendi. Diyanet İşleri Başkanı bile insanları kurtarmak adına “Laiklik İslam’da yoktur” diyemiyor. Çünkü canı tatlı Allah’ın belası. İnsanlar ateşe gitmiş önemli değil. Biz siyasi iktidarla uyum içinde çalışmalıyız diyor da İslam’a uymak zorunda olduğunu hatırlamıyor bile. Allah “Müminler kardeştir” dedi fakat “mümin olmayanlar kardeştir” demedi. Sen ise zorla herkesi kardeş yapmaya çalışıyorsun. Halbuki Müminin en önemli 10 özelliği ibadetler manzumesidir Müminun suresinde sayılır. Sen otur önce ibadet etmemenin cezasını gençlere bir anlat da biraz korksun ve fing atmaktan bir edep yoluna girsinler. İşte insanlar Allah’ın bu ayeti gereğince artık kardeş olurlar sen merak etme ciğerim…

 

Eğer bu laiklerin bir ayakları çukura girmeden akılları başlarına gelmezse  ahiretleri “yandı gitti gülüm keten helva” Onun için ben Laiklerin yaşlanmışını severim.

 

Doğruları bilmek ve doğruların yanında olmak rejimin reklamlarından sizi korur. İnsanlar doğruyu bildikleri halde gider yanlışla beraber olur. Şu bize Kırşehir yolunda Süha Turizm’de nasib olan şiire bakın..(kısaltılmıştır)

 

Kaside-i Felek Fi Mahbubu Kelek (Keleğin sevgilisi feleğin kasidesi)

 

Hakka kulluğa bir adım yazsaydı felek

Kullara kullukta bin adım kazdı felek

 

Kula tabiat kul ola riyadır felek

Zalim yabana kel dura revadır felek

 

Kına yakasın el uzat deccale felek

Seni yakasın el mehdi deccal ne felek

 

Kim ki deccalin en yakın dostudur felek

Lakin söylenir en düşman deccaldir felek

 

Kaçtır taptığın bir Allah vareste felek

Cümle ilahın bir senden habersiz felek

 

Ata kurtardı san iman yareler felek

Hakka garazdır bil şirke savrulur felek

 (bu beytin manası: Atatürk kurtardı ülkeyi sanıyorsan bu senin imanını yaralar,

Bu hareketin Allah’a garaz olup seni şirke savurur bunu bil )

 

Allah hakkıdır tüm, Sezar hak etmez felek

Sezar hakkına yaz diyen çarhetmez felek

 

Tevhid kaplasın bu ruhu “illa”dır felek

Felek yarandır bu nefse kaç “la”dır felek

 

Bilir insanlar kim doğru duruyor felek

Lakin toplaşır bin yanlış yerde “la” felek

(Bu beyt insanların doğruya rağmen eğrinin yanında

toplaştığını ifade eden sosyolojik bir tespittir.)

 

“la” yı bilip de bir “illa” demezsin felek

“İlla” imandır bir Allah demezsin felek

 

Ahi ahmedin tek derdi tevhiddir felek

Felek kulların tek aşkı şeytandır felek

 

Ya Rabb canımı al, yazma mihnette felek

İman yarimi sal cana cananla felek

 

Aksi halde: Adamın biri cennete gitmiş. fakat bir müddet sonra sıkılmaya başlamış. Yan taraftaki cehennemden de şarkılar türküler oyun havaları sesleri geliyormuş ve insanlar da oynuyormuş. Bunu duyup dururken meleğe demiş ki “ben öbür tarafa geçebilir miyim” deyince. Melek de bunu kabul ederek “yalnız geri dönemezsin” demiş. o da kabul edip yollanmışlar beri tarafa. fakat oraya varınca bir de ne görsünler. insanlar sacların üstünde yana yana bağıra bağıra zıplıyorlar. bizimki meleğe dönüp, ama benim gördüğüm başkaydı deyince. melek şöyle demiş. “O GÖRDÜĞÜN REKLAMLARDI”  

 

Şimdi nasıl üzülmezsin 16 yaşındeaki çocuklara da tanımadığı görmediği bir adamın askerliğinden dinsiz laikliğine, laiklikten gelecekteki toplu dinsizliğe…  Tepişen katır babalarını artık feda ettik gitti.  Siz kaybettiklerimizden olmayın. Bana gelin.. Ben iyi bir Allah askeriyim (hem de savaş kazanmış) sonra imamıyım sonra da aşığıyım, sonra kalemiyim: size feda edecek en değerli zenginliğim  GÖNLÜM VAR…buyurun… (Bizim irşadımız şiirlerimizledir. Okuyanlarını önce teskin eder, sonra imana yol açar. Hangisini okursanız okuyun Allah’ın izniyle bu böyledir inşaallah. Test edilmiştir)

 

 

5 Haziran 2013
Okunma
bosluk

Özel gün ve durumlarda edilebilecek örnek bir dua

Etiketler: ,,

Ya Erhamerrâhımîn!.. Sübhane Rabbiye’l Aliyyi’l a’lel vehhâb.

Euzübillahimineşşeytanirracîm- Bismillâhirrahmânirrahıym.

Elhamdülillahi Rabbil alemîn..Vessaletü vesselâmü alê rasûlinê Muhammedin ve alê êlihî ve sahbihî ecmeıyn.

Ey bütün mükevvenâtı yaradan,  mevcudâdı yoktan vareden,  canlılara hayat veren,  tüm mahlûkâtı rızıklandıran, âlemleri terbiye edip, kemâle erdiren,  darda kalana yetişen, dua edene icâbet eden, günahlarına pişman olup tevbe edenleri bağışlayan , kulunun dua ve niyazından hoşnut olan  Rabbimiz!  Bu duygularla affını diliyor, rahmetini umuyor,  bereketlerini bekliyoruz  ihsan eyle, Ya Rabbi.

 

İlahi Allâm’ül- Guyûb, Settârul- uyûp  ve  Gaffâr’üz-zünûpsun,  bütün hallerimizi,  gizli ve âşikârımızı bilensin, ayıplarımızı lütf-u kereminle örtensin, “Gaffâr” ism-i şerîfin hürmetine günahlarımızı bağışlayansın,  bize şah damarımızdan daha yakınsın, feryadımızı duyansın, ümidimiz var affedersin. Çünkü affetmeyi çok seversin. Bu imanla ellerimizi açtık, boynumuzu büktük. Sana açılan eller, seni zikreden diller, senin aşkınla yanan gönüller hürmetine bizleri kendine kul, habibine ümmet eyle..

Ya Rabbi.  İnayetine sığındık kapına geldik, hidayetine sığındık lütfuna geldik, kulluk edemedik affına geldik.  Şaşırtma bizi doğruyu söylet, sapıtma bizi hakka yönelt. Sen duyurmazsan bizler duyamayız, sen söyletmezsen bizler söyleyemeyiz, sen sevdirmezsen bizler sevemeyiz. Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yaret bize hep erdirdiklerini…

Ya Rabbi. YA İlahi;
Şeytanın iğvâsından, nefsimizin kötü arzularından, insan şeytanlarının şerrinden, kâfirin küfründen, fâsıkın fıskından, zâlimin zulmünden, hasetçilerin hasedinden, yüze gülen ikiyüzlülerin şerrinden ve bütün âfât-ı dehriyye ve âfât-ı kevniyyeden, yerden ve gökten gelecek bela ve  musibetlerden cümlemizi muhafaza eyle Ya Rabbi.

Ya Erhamerrâhımîn; büyüğe itaat ve hürmet, küçüğe şefkat ve merhamet kalmadı, haram-helal ayrılmaz, ana-baba sayılmaz,  hısım-akraba aranmaz oldu.  Bundan dolayı her yerde fesat zuhur eder oldu. Bizleri beterinden koru ve bizlere bugünlerimizi aratma Ya Rabbi.

Ya Rabbenâ! ; İbrahim’e Nemrud’un ateşini gülzâr ederken, azgın Nemrud’u bir sivrisinekle helak ettin, mağrur Firavunu suda garkedip ateşe gönderirken, Musa ve inananlara kurtuluş yolları açtın.

Azıp şaşıran,  hak yoldan uzaklaşanların nasıl helak olduklarını ibret alsınlar diye Kur’an dili ile bize haber veren, zaman zaman kısmen de olsa zelzelelerle, yanardağların alev püskürmesiyle, yel, sel, fırtınalarıyla, daha nice bizi ikaz eden hadiselerle uyaran, kimisine memât, kimisine hayat veren, kimisini ağlatıp, kimisini güldüren, Musa’yı Tur’a çağırıken,  Yusuf’u zindana gönderen, dertli Eyyub’e büyük bir imtihandan sonra âfiyet veren, mülkünde dilediğini yapan, hikmetinden sual olunmayan,

 

Her şeye kâdir olan ulu Allah’ım!  Bizleri geçmişten ibret alan, ömrünü boşa harcamayan, nimetlerine şükreden, niçin yaratıldığını fikreden, güzel isimlerini zikreden, ibadetlerini güzelce ifâ eden, son demde de Allah Allah diyerek, huzuruna Müslüman olarak gelen  kullarından eyle Ya Rabbi.

Hükümât-i Cumhuriyyeyi ve İslamiyyeyi adl-ü ihsan üzere dâim eyle.
İslam ordularını karada, denizde, havada her zaman her yerde hayırlı işlerinde mensûr-u muzaffer eyle! Güvenlik güçlerimizi, hakka adalete saygılı, mukaddesatımızın muhafızı eyle, şer güçlere karşı galip eyle  Ya Rabbi.   Müslüman milletimizi, dinsiz, imansız, vatansız, bayraksız, istiklal ve hürriyetsiz, ezansız ve Kur’ansız bırakma Ya Rabbi.

Yâ Erhamerrâhımîn!
Hasta kullarına şifalar, dertli kullarına devalar, borçlu kullarına edâlar nasip eyle.Yüzyıllardır yüzü gülmeyen şu ümmet-i Muhammed’e sen yardım eyle, kafirlere, münafıklara karşı bize direnme gücü ver,İslam düşmanlarını kahr-u perişan eyle

Ya Rabbi. Ömrümüz sona erip, sayılı nefeslerimiz tükendiğinde, sevdiklerimizden, sevildiklerimizden ayrılırken, bütün azalarımız birbirleriyle vedalaşırken, buyurun hulûs-u kalb ile “Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlüh.” diyerek çene kapamak cümlemize nasip eyle   Ya Rabbi. Dualarımızı dergâh-ı izzetinde kabul eyle,  Ya Rabbi. Ya İlahî ;   Zât-ı Pâkin ve Celal-i Kibriyan hurmetine,  yapılan hayırlı duaları  “Fetekabbelehâ Rabbühâ bi kabûlin hasenin” sırrına mazhar eyle Ya Rabbi.

 Hâsıl olan sevabı, evvelan bizzat hâce-i kâinât, hulâsa-i mevcûdât , Fahr-i âlem, Nebiyy-i zîşan, meş’ale-i iman, Habib-i edîbin Rasûl-i Ekrem’in Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) efendimizin temiz-pak ruhuna hediye eyledik vâsıl eyle  Ya Rabbi.  İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’ den bizim peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) ya kadar gelip geçmiş bütün peygamberlerin ruhlarına hediye eyledik   sen vasıl eyle Ya Rabbi.

 Âl-i ezvâc-ı tâhîrât,  ashâb-ı Güzin,  ensar-u muhâcirîn,  tâbiîn, tebe-i tâbiîn,  eimme-i müctehidîn,  müfessirîn, muhaddisîn, ulemâ-i âmilîn, sulehâ-i sâlihîn, agniyâ-i şâkirîn,  fukarâ-i sâbirîn,  bâhusûs ashab-ı hayratta olup ta ölenlerin ruhlarına da hediye eyledik vâsıl eyle Ya Rabbi.   

Sübhâne Rabbike Rabbi-l izzeti ammê yasıfûn. Ve selâmün alel mürselîn. Velhamdülillâhi Rabbil âlemîn. El- fâtiha

 

 

ahi kul ahmede hazırlamak nasib oldu

16 Mayıs 2013
Okunma
bosluk

RAMAZAN VE ORUÇ RİSALESİ (ahi:,Okumadan bilmek, bilmeden amel, sevmeden ihlas, candan geçmeden aşk, yoğ demeden var olmaz, dünyayı terketmeden ahiret kazanılmaz, Hakk’ın rahmeti olmadan cennete girilmez, Arifleri sorgu etmez, Aşıklara huri vermez,Cahilleri iyi bilmez, Ölmeden ölenleri ateşe yakmaz, Zalimleri hayra yazmaz, Kafirlere cennet vermez, Cennette Allah rızası en yüce değerdir )

İÇİNDEKİLER

Sözbaşı………………………………………………………………………………….10

 

RAMAZAN VE ORUÇ RİSALESİ………………………………………………….12

I.BÖLÜM

RAMAZAN……………………………………………………………………………12

Merhaba Ramazan Şiir…………………………………………………………………13.

Kur’ân ayı Ramazan…………………………………………………………………….15

Okuduğun Kuran ola……………………………………………………………………17

Dua ayı Ramazan……………………………………………………………………….18

Zikir ayı Ramazan………………………………………………………………………19

II.BÖLÜM

ORUÇ RİSALESİ……………………………………………………………………..20

Oruç Kelimesinin Anlamı……………………………………………………………..21

Ramazan Orucunun Sağlıklı ve Mukim Olanlara Farz Olması…………21

Orucun Tarihçesi………………………………………………………………………22

Safa Geldin Ramazan şiiri.……………………………………………………………22

Oruç Hakkında………………………………………………………………………..25

Niyet………………………………………………………………………………….25

Oruç İftar Duası………………………………………………………………………26

Kabe’nin Kara Donu Şiiri…………………………………………………………….27

Orucun vakti………………………………………………………………………….32

Orucun sünnetleri……………………………………………………………………..33

Sofra adabı…………………………………………………………………………….33

Örnek bir sofra duası…………………………………………………………………34

Safa Geldin Ramazan Şiiri devamı…………………………………………………34

Oruç Tutma İle Fidye Verme Arasında Muhayyerlik………………………………36

Orucun Fecr-i Sâdık İle Güneşin Batması Arasında Tutulması Emri……36

Oruç ne zaman başlar ve bayram ne zaman olur?………………………………37

Oruç kimlere farzdır?……………………………………………………………………..39

Orucu terketmenin hükmü……………………………………………………………40

Oruç nasıl tutulur………………………………………………………………………40

Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Hâller……………………………………………….41

Orucu Bozup Bozmayan Şeyler……………………………………………………….41

Ramazan Coşkusu şiiri…………………………………………………………………44

Mazeretsiz Oruç Bozmak………………………………………………………………46

Mazeret Sebebiyle Orucu Bozmak……………………………………………………..47

Mazeret Sebebiyle Hiç Oruç Tutamayanlar……………………………………………48

Oruç ve Nefis Terbiyesi………………………………………………………………….48

Orucun farz olduğu bildirilen ayette şöyle buyrulmaktadır:………………48

Yüce Allah da hadisi kudside;…………………………………………………………..50

Ramazan Coşkusu şiiri devamı…………………………………………………………51

Teravih namazı…………………………………………………………………………..54

Kadir Gecesi……………………………………………………………………………..54

Kadir Gecesine Mersiyye şiiri……………………………………………………………56

Kadir Gecesine Mersiyye şiir……………………………………………………………59

Kadire Çaldı Gecem şiir………………………………………………………………….. 65

Bediuzzamanın kadir gecesi anlayışı…………………………………………………. 68

Kadir gecesinin alametleri……………………………………………………………. 69

İmam-ı gazaliye göre kadir gecesi……………………………………………………. 69

Ebu Hureyre der ki:…………………………………………………………………… 70

Bir hakikat sohbeti ………………………………………………………………………..71

İmanın beslenme kaynakları gittikçe zayıfladı…………………… ……….72

Niyetlere dikkat………………………………………………………………………… 73

Tefekkür…………………………………………………………………………………. 74

İnfak……………………………………………………………………………………… 79

ORUÇLA İLGİLİ MÜTEFERRİK KONULAR…………………………………………….. 81

Allah’a isyan. Ben kimim?…………………………………………………………………. 81

Eşek mi taşıyoruz, oruç mu tutuyoruz?………………………………………………81

Nefsini bilen Rabbini bilir……………………………………………………………… 83

Ramazan, oruç, teravih hakkında biraz sohbet edelim…………………………………84

İbadette fayda sağlamak için iman gereklidir………………………………………… 85

Uzak doğunun nefis terbiyesi…………………………………………………………………….86

Oruç Evrensel Bir İbadettir. Yahudi ve Hırıstiyanların orucu…………………………87

Farzı bırakıp sünnete koşanlar?……………………………………………………………..87

Vahiy mi önce, mutluluk mu önce? İbadete bakış açısı…………………………… 88

İlmi siyaset………………………………………………………………………………………….89

İslam bir yaşam biçimidir…………………………………………………………………….93

Fikir zamanla eskimez, çünkü insan aynı insandır. Akıl vahye muhtaçdır…………93

Ramazan Orucu; Gelenek olarak mı tutuyoruz? Yoksa Allah emrettiği için mi? Dikkat. ………………………………………………………………………………………….94

Oruç tutmayana müdahale doğru mu?……………………………………………………….. 95

İmam-ı Azamın namaz ve rüyası………………………………………………………………………….95

İbadette ihlas ve Allah’a güven…………………………………………………………………………….96

İyiliği yapmak kolay fakat korumak zordur………………………………………………………97

Her şey hizmet içindir………………………………………………………………………………………….98

Niyetteki sapmanın sonu cehennemde biter………………………………………………………..99

İ’tikaf…………………………………………………………………………………………………………………..99

SONUÇ……………………………………………………………………………………………………………..100

FITIR SADAKASI (FİTRE)……………………………………………………………………………..103

Bayram namazının sünnetleri…………………………………………………….103

NO’LA MUHAMMEDÎ ………………………………………………………….105

DİNİ BAYRAMLAR VE ADABI………………………………………………………………………108

Bayramların toplum hayatına etkisi………………………………………………………………………113

Bir Müslümanın Güzel Ahlaklı Davranışı Nasıl olmalıdır: İnsan-ı kamile giden yol

………………………………………………………………………………………….…………113

Sonuç………………………………………………………………………………………………………………….….116

III. BÖLÜM

ORUÇLA İLGİLİ KIRK HADİS……………………………………………………………………………………115

(1-40) Oruçla ilgili hadisler………………………………………………………………………………….115-129

 

 

 

 10

SÖZBAŞI

 

Sevgili güzel ahlâklı insanlar,

 

Elinizdeki bu risalede oruçla ilgili temel birçok bilgiyi bulacağınızı umuyoruz. Orucun İslam içinde ve Müslümanlar yanındaki değeri konusunda günümüzde bir yıpranmaya uğradığı muhakkak. Bu belki de İslam Alemi’nin içinde bulunduğu fetret devrinden de etkilenmiş olabilir. Her hikmeti akıllı bir sorunun arkasından dinin içinde aramak ve o hikmete binaen amel etmek kişinin amelinde bir makbuliyeti olur umudundayız. Bu yüzden orucun tek başına hikmetini aramak yerine dinin her alanında bu hikmetleri araştırmak inanın bize daha tatlı gelmiştir.

 

Allah’u Teala neden orucu farz kıldı? İnsan ile ilişkisi neydi? Toplumsal yansımaları neler olabilirdi? Orucun ahlak içindeki önemi neydi? Neden Allah orucu bu kadar önemsemişti? İnanın bunları düşünmek zorundayız.

 

Cenab-ı Hakk kâinatı yaratırken bir Hadis-i Kutsi’de “Ben, bilinmeyi murat ettim (ahpettu = Muhabbet ettim) ve kâinatı ve insanı yarattım.” dedi. Burada ilk görünen şey aşk olarak görünmektedir. Bu aşkın arkasından aşk için yaptığı şeyde de bunu gerçekleştirecek bir ortamı yaratmasıdır. Yani kâinatın ve insanın yaratılması işlemi = .

 

İşte Allah’ın aşk duyması kendi zatınadır. Dolayısıyla Allah bizden kendi zatına sevgi duymamızı istemektedir. Mülk Suresi’nin ikinci ayetinde “Hanginiz daha güzel amel yapacak diye ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” Buyurnuştur. Buradaki güzel amel bütün İslami amallerin girdiği en büyük torbadır. Öte yandan Zariyat Suresi’nin elli altıncı Ayetinde ise “Ben insanları ve cinleri beni tanısınlar ve bana itaat etsinler diye yarattım” buyrulmuştur. Bu ibadet bir kişinin bütün hayatını fasılasız bir şekilde kapsamaktadır denilebilir. Buna göre bir Müslüman oruç ve namaz gibi zamana ve sürece bağlı ameller yaptıktan sonra da ibadet etmesi gerekir bu ayete göre. O halde bu nasıl olacak dediğimiz zaman islamın şartları kelimesini öncelikle genişleterek unsurları deyip hem adet olarak hemde süreç olarak ibadetleri bütün hayatımızın içine yerleştirmemiz gerekiyor. İşte ilmi ve ameli sadece cami içinde algılayıp evinde ve işinde islamı terk eden Müslümanlar gibi olmamamız gerekiyor. Her yanlış anlama kişiyi önce ihlastan sonra amelden sonra faydadan ediyor.

 

Dinimizin bir güzel ahlak dini olduğunu unutmamamız gerekiyor. Efendimiz zamanında İslam’ın beş bölümünden ahlak en üstte yer alırken ne yazık ki bugün en altta yer alıyor. İşte orucun özellikle ahlaki tanımlamalarla beraber anılması onu İslam’ın şartları kavramından güzel ahlaka yükseltmektedir.

 

İnsan aklı “aklı selim “ olarak çalışmaya başladığında neyin doğru neyin yanlış olduğunu üç aşa beş yukarı bilir sorun olan şey iradenin kullanılması sırasında bir takım duygu ve ön yargıların devreye girmesidir ibadetlerin amacı kişiye bir tercih yaptırmak olmayıp kişinin kendi tercihini yaptıktan sonra iradesini güçlendirmek amacıdır ahlakın uygulama esaslarından var olan duyguları da törpülemesi orucun ahlak düzenleme özelliğini artırır kişinin kendi ön yargılarının korkularının veya meillerinin farkına vararak bunları bilinçli bir şekilde islah etmesi ibadetten beklenen faydayı artırır sorun olan şey aklı selimin emrettiğini kişinin irade edebilmesidir gerçekten nefisle mucadele dediğimiz şey ahlaki bir sorgulamadır bu sorguyu ibadet eşliğinde iyi yapan insanlar güzel ahlaka ulaşabilen insanlardır. Namazın da münkerden nehyettiğinin belirtilmesi bir davranış düzeltmesi olarak ön plana çıkar sonuç yine bir ahlak sorunudur

 

Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi’ndeki Ayet’lerde ifade edilen “nefsin ıslahı” mevzuu doğrudan doğruya kişinin ahlaki kazanımları yönünden de önemlidir. Bu yüzden oruç ağırlıklı olarak güzel ahlakın hazinesidir diyebiliriz. Bu hazineyi güzel tutup güzel faydaya dönüştürmek her Müslüman’ın amacı olmalıdır. Zira Allah rızası kavramı bu ibadet içinde çok önemli bir yer tutar. Günümüzde Müslümanların bir kısmının geleneksel tarzda oruç tuttuğu rastladığımız gerçekler arasındadır. Zira kişi dinin direği olan namazı kılmamakta ancak ramazan orucunu tutmaktadır. Bunu başka türlü ziah etmek gerçekten zor görünüyor. Ancak ümit ederiz ki riya olarak başlanan bir ibadetin zamanla İhlas’a dönüşmesini ümit ederiz. Oruç ibadetinin ramazan ayı bereketinin içine konulması onun tutulmasındaki kolaylıktan sağlanacak faydaya kadar güzelliğini artırmaktadır. Gerçekten Ramazan Ayı’na ulaşıp da affedilmemeyi beceremeyenin burnu sürtülsün.

Aşık ahi kul ahmed

Ahmet ATİK

Mayıs 2013

H.1434

 12

ORUÇ RİSALESİ

RAMAZAN

Peygamberimiz (s.a.s.)’in, “evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem ateşinden kurtuluş” olarak nitelediği, “….bu aya ulaşıp da –kendi kusurundan dolayı- Cennetlik olmayı beceremeyenin burnu sürtülsün.” dediği Ramazan ayı, ilahi rahmetin müminlerin gönüllerini doldurduğu müstesna bir aydır.

 

Bir ibadet ve mağfiret ayı olması dolayısıyle gelişi özlemle beklenen, o sayılı günleri ilâhî bir neşve içinde geçen ve tatlı bir hüzünle uğurlanan ramazan ayının sosyal hayatımızda ayrı bir yeri vardır. Şüphesiz ki her anının ibadetle dolu olması, insanın varoluş sebeplerini bu ayda daha fazla idrak etmesi, özümüzde yer alan ancak çoğu kere farkına varamadığımız iyi­lik ve feragat hassamızın bu ay içinde kendisini fazlasıyla göstermesi, dikka­timizi ramazan ayına rapteden sebepler arasında sayılabilir. Bunun içindir ki inanan inanmayan herkes ramazan ayından nasibini mutlaka alır. Çünkü bu ay farklı tezahürleriyle farklı kesimlere hitap etmesini bilir. Kimine ibadetin coşkun hâllerini sunarken, kimilerine de kendisine has fidesinin sıcaklığı ile yaklaşır. Kısacası ramazan herkesin hürmetini kazanan, bunu da fazlasıyla hakeden kutlu bir aydır.

 

Ramazan ve bu ayı güzelleştiren, özelleştiren, pek kıymetli hale getiren oruç sayesinde, tüm İslam âleminde müstesna bir heyecan yaşanmakta, unutulan manevi değerlerimiz hatırlanmakta, körelen vicdanlarımız yeniden hayat bulmaktadır.

 

Büyük bir coşku ile kılınan 33 rekatlık teravih ve yatsı namazı bir bayram havası estirmekte rahmet ve bereketin doruk noktası ise kadir gecesinde hayat bulmaktadır. Son günlerdeki i’tikaflara katılanların duasının da o yöredeki bütün müslümanlara sirayet etmesi umulmaktadır. Camiye girerken bile sadece o namaz süresi için i’tikafa niyet etmek güzel olur.

 

Cebrail Aleyhisselam her yıl gelir ve Peygamber Efendimizle karşılıklı mukabele yaparlardı. Son yıl ise iki defa yapmışlardı. Allah c.c. adeta “onu biz indirdik ve yine biz koruyacağız..” emrine uygun bir çalışmaydı bu. Nitekim Kuran bu sayede bu güne kadar da değiştirilemedi.

 

Ama hadisler için aynı şeyi söylemedi. Bu yüzden hadisler konusunda hem usul bilgisine sahib olmak ve hem de kesin sınırlar içinde düşünmemek gerekir. Güvenilir olduğu kabul edilen altı sahih hadis kitabında bile hala şüpheli sayılabilen hadisler yer alabilmiştir. Artık bu işi ehline yani müctehid alimlere havale ederiz.

 

HZ. ÖMER’İN (RA) RAMAZAN SELAMI

“Hz. Ömer (r.a) Ramazan ayı geldiği zaman, şöyle derdi:

-Merhaba! Bizim günahımızı temizleyen mübarek ay.”

 

(Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Gâfilîn, Sh:372)

 

Bu ayda bol bol Kuran (lafız ve manasını) okumak, farz ve nafile namaz kılmak (gece, kuşluk, ebvabin), tevbeyi hiç geciktirmemek, zikir ve şükürle meşgul olmak, hem oruç tutup hem fidye vermek, zekat ve hayırları bu ayda daha çok gerçekleştirmek, dul ve yetimlerin ihtiyacını gidermek, “güleryüz sadakadır” hadisi mucibince herkese güleryüz göstermek, affedici olmak, sılai rahime dikkat etmek, el dil göz ve kulağı haramdan sakındırmak, kötü alışkanlıklardan Allah’ın emrine hicret ederek iyi davranış değişikliği yapmak çok güzel olur.

 

Aslında bir müslümanın kapıya gelen bir öğrenciyi (burs), fakiri, cami ve benzeri hayır derneklerine yardımı geciktirmemesi uygun olur. Verdiklerini yıl içinde hesaplayıp, yıl sonunda hesap ettiği zekat miktarından düşerek eksik ya da noksanını tamamlayabilir. Bir yıl beklemek şart değildir. Ölme eşşeğim ölme yaz gelince yonca biçeyim der gibi kapıya gelmiş ya da haber aldığınız bir fakiri, bir öğrenciyi, küçük bir miktarla geçiştirerek Ramazanda gel der gibi göndermek asla doğru olmaz. Sanki sevap ticareti…Böylesi bana daha sevimli gelir.

 13

Merhaba Ramazan

(Ve Nihayet Geldi Ramazan)…

 

Haktan geldi rahmet ile

Müşkil oldu asan ile

Ramazanın ilki ile

Ey Ah-ı Sultan merhaba

.

Allah verdi seni bize

Rahmet kıldı ümmet kime

Sultan oldu onbir kele

Ey Mah-ı Sultan merhaba

.

Haktan gelen ata sensin

Affın gani hadi şahsın

Cümle kullar Rabbi sensin

Ey Han-ı Sultan merhaba

.

Lütfun bize verdi safa

Gönül gözü gördü vefa

Beden çeker zül-ü cefa

Ey Bari Sultan merhaba

Mesrur ettin geldin bizi

Nura erdik namaz demi

İman ehli sever seni

Ey Naz-ı Sultan merhaba

.

Müjde etti recep hemi

Sala saldı şaban emmi

Konakladık ramazanı

Ey Can-ı Sultan merhaba

 

Yardımlaşma ayı Ramazan

 

Enes ibni Mâlik Radiyallâhu Anh rivayet ediyor:

Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Veselleme “Hangi oruç daha faziletlidir?” diye soruldu.

Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Ramazan’a hür- meten Şaban a^nda tutulan oruç” diye cevap verdiler. Yine soruldu:

“En faziletli sadaka ne zaman verilendir?”

Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Ramazan ayı i- çinde verilen sadakadır” buyurdu. (Beyhakî, 4:305)

Ramazan bir yardımlaşma ayıdır. Bu ayda kalpler yumu­şar, gönüller genişler, cömertlik hisleri canlanır. Varlıklı 0lanlar fakirlerin halini, ihtiyaçlarını, kendileri de aç kalınca daha iyi anlarlar. Oruç olmasaydı sadece kendi menfaatini düşünen bazı zenginler açlık ve fakirlik sıkıntısını bilmez, do­layısıyla ihtiyaç sahibi kimselerin yardıma ve şefkate muhtaç olduklarını akıllarına getiremezlerdi.

Böylece insan kendi cinsine karşı şefkatli davranmakla hakikî mânâda bir şükür kapısını açmış olur. “Hangi fert o- lursa olsun, kendinden bir cihette daha fakirini bulabilir. Ona karşı şefkate mükelleftir.”

Eğer oruç vasıtasıyla nefsine açlık acısını çektirme mec­buriyeti olmasaydı, insan şefkat ederek yapmakla vazifeli ol­duğu yardımı yapamazdı. Çünkü açlık sıkıntısını bilmeyen insan başkasının derdini nasıl bilecek, nasıl yardımına koşa­caktır? Atalarımız bile “Tatmayan bilmez” demişlerdir.

Bu açıdan Ramazan, fakir fukaranın gözetildiği, yoksulla­rın yardımına koşulduğu, yalnız ve kimsesiz insanların elin­den tutulduğu bir mevsimdir. Oruçlu mü’minler bu ayda yardım etme, infakta bulunma, hayır hasenat yapma, insan­lar hangi şeye ve neye ihtiyaç duyuyorlarsa o konuda destek­te bulunmada bir yarış içine girerler.

Hayır yaparken, sadaka ve infakta bulunurken, bu işi ya­panlar bundan çok büyük bir haz duyarlar ve ferah dolu bir zevk alırlar.

Râşid ibni Sa’d Radiyallâhu Anhm rivayet ettiği bir hadis­te Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem infakta bulunan­ları şöyle tarif ediyor:

“Ramazan ayında bol bol infakta bulunun. Çünkü o ayda infakta bulunmak, Allah yolunda infakta bulunmak gibidir.”

(Kenzül-Ummâl, 8:464)

 15

Kur’ân ayı Ramazan

 

Abdullah ibni Abbas Radiyallâhu Anhümâ rivayet ediyor:

“Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, hayır, iyilik, yardım yapma hususunda insanların en cömer­diydi. Ramazan ayında da Cebrail Aleyhisselâmla buluştuğu zaman çok daha cömert davranırdı.

“Cebrail her Ramazan gecesi Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle bir araya gelir, tâ aym sonuna kadar Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem ona Kur’ân’ı okur, dinletirdi.

“Cebrail’le buluştuğu günlerde Resulullah Sallallâhu A- leyhi Vesellem hayır-hasenat hususunda esen rüzgârdan da­ha cömert olurdu.” (Beyhakî, 4:305)

Ramazan Kur’ân ayıdır. Kur’ân’ın indiği mevsimdir. Ra­mazan, kudsiyetini Kur’ân’dan alır. “Ramazan ayı ki, onda Kur’ân indirildi” (Bakara sûresi, 185) mealindeki âyet bu gerçeği ifade eder.

Ramazan, Allah kelâmının yeryüzüne inmeye başlaması­nın yıldönümüdür. Diğer vakitlere nazaran bu ayda Kur’ân’la daha çok meşgul olunur. Okunur, dinlenir, mânâsı tefekkür edilir. Kâinata, hâdiselere onun açtığı nurlu pencereden ba­kılır.

Her zaman Kur’ân’la iç içe olan Sevgili Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin bu ayda Kur’ân’la meşguliyeti daha da artardı. Hayatta bulunduğu süre içinde Ramazan girdiğinde vahiy meleği Cebrail, Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellemin huzuruna gelir. Birlikte Kur’ân’ı okurlar, mütalâa ederlerdi.

Bizler de bu mübarek hâli düşünerek Kur’ân’la meşgul o- lursak mânevi payımız o derece artacaktır.

Okurken, sanki Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemle birlikte okuyormuş gibi hayâlen o ânı yaşamak; sanki Kur’ân yeni inmiş de ilk defa biz okuyormuşuz gibi bir düşünceye dalmaktır.

Dinlerken de sanki Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi Ve­sellem okuyor da ondan dinliyor, sanki Cebrail Aleyhisselâm- dan işitiyor, hattâ Cenâb-ı Haktan duyuyor gibi bir huşû i- çinde bulunmak, bu hisseyi artıran duygulardır.

Her Ramazan’da cami ve mescitlerde ve evlerde mukabele okunur. Böylece Peygamber Efendimizle Hz. Cebrail’in oku­yuş şekilleri taklit edilir ki, kudsî bir hava yaşanır.

Ramazan’da yapılan ibadetlerin sevabı bire bindir. Başka vakitler okunan her Kur’ân harfine bir sevap verilirken, bu ayda sevaplar binleri, on binleri bulur. Kadir Gecesinde otuz bini geçer.

 17

Okuduğun Kuran ola

 

Ne âlâdır şöyle kişi, okuduğu Kuran ola

Rahman ona rahmet kıla, kalbi dolu iman ola

 

Kendin bilen Kuran bilir, Allah onu kulu saya

Yüzbin huri karşı gele, selam vere mahbub ola

 

Derviş isen Kuran oku, cümle kula öğüt kıla

Rahmet yağar baştan sona, kamu alem hayran ola

 

Gafil bilmez Kuran nedir, bilse bürhan delil ola

Haşır günü oku derler, okur çıkar makam ola

 

Bilmez cahil cehli sarar, cehli ona azab ola

Kuran okur hoca mıdır, her bir melek yakin ola

 

Kuran sevap yaza durur, inci mercan yakut ona

Nuru yanar nazar içre, bağ-ı irfan kelam ola

 

Cennet için tapu gerek, köşke irfan Kuran ola

Veli isen ağıt kıl sen, Kuran ile seller ola

 

Kuran oku ey dost ey dost, gülşen sana sefa ola

Münker nekir sual eder, Kuran ile asan ola

 

Kuran bilmez cahil kişi, her bir işi müşkül ola

Okur gider arif kişi, yazı kışı seyran ola

 

Yiğit koca bilmez hece, ol dirliği yaman ola

Bir kişi Kuran bilmedi,  sanki cihan gelmez ola

 

Kuran bilmez bahtsız kişi, her bir derdi batman ona

Kuran neyler dünya kulu, dünü günü pişman ola

 

Ey kul ahmed aciz kuldur, Kuran oku hayır ola

Günahların katır yükü, afuv kılan Rahim ola

 

 18

Dua ayı Ramazan

 

Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anh, Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

“Her oruç tutan kulun iftar vaktinde kabul olunacak bir duası vardır. Duasının karşılığı mükâfat olarak ya dünyada verilir veya âhirette ebedî bir surette ihsan edilir.” (Kenzül- Ummal, 3:328)

 

Ramazan dua ayıdır. Mübarek gecelerde, üç aylarda, bil­hassa Ramazan’da edilen dualar kabule yakın dualardır.

İftar saati ise kulun Allah’a yaklaştığı, Onun emrini yerine getirmenin sevincini yaşadığı bir zaman dilimidir.

Mü’min oruç tutarak hata ve kusurlardan temizlenmiş, bütün kalbiyle Yaratıcısına bağlanmıştır. İşte bu anda kul e- lini açıp, Rabbine yalvarırsa eli boş dönmeyecektir.

Arzularına ya aynen dünyada kavuşacak, mükâfatını peşin görecek veya daha güzel bir surette âhiretine ve ebedî haya­tına bir nur olarak gönderecektir.

Çünkü Cenab-ı Hak, kulunun ihtiyacını daha iyi bilir; hakkında nasıl hayırlıysa, duasını ona göre kabul eder.

 19

Zikir ayı Ramazan

Hz. Ömer Radiyallâhu Anhm rivayetine göre Resul-i Ek­rem Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:

“Ramazan günlerinde zikirle meşgul olanlar mağfiret edi­lir, o günlerde Allah’tan dilekte bulunanlar da eli boş dön­mezler.” (Kenzü’l-Ummâl, 8:464)

 

Ramazan, zikir ve duanın bol edildiği bir mevsimdir. Ra­mazan boyu oruç tutan mü’minler, gecelerini ve gündüzlerini zikirle geçirirler. Hem hal ve hareketleriyle, hem de ağız ve dilleriyle Allah’ı anarlar, kalp ve ruhlarını dinlendirirler.

Bu arada hem dünyaya ait ihtiyaçlarını, hem de âhirete ait beklentilerini istemek için Rablerine ellerini ve gönüllerini açarlar. Bilirler ki, bu ay dileklerin kabul olunduğu, ihtiyaçla­rın karşılandığı, beklentilerin cevaplandığı nurlu bir aydır.

Bu arada zikrin değişik ve çeşitli şekillerini farklı zaman ve mekanlarda arttırmaya çalışırlar.

İbni Ömer Radiyallâhu Anhümânm rivayet ettiği şu hadis- i şerifte Resul-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem zikrin çe­şitlerini ifade ederler:

“Kim Ramazan ayında sessizlik ve sükunet içinde bir gün oruç tutarsa, tekbir getirir, kelime-i tevhit okur, Allah’a hamd eder, helali helal, haramı da haram bilirse, Allah onun bütün geçmiş günahlarını bağışlar.” (Kenzfii-Ummâl, 8:482)

Bu ayda oruçla melekleşen bir mü’min, meleklerin dille­rinden düşürmedikleri tekbirleri, kelime-i tevhitleri, hamd ve salavatları, teşbih ve istiğfarları tekrarlayarak hem manevî kir olan günahlarından temizlenirler, hem de Allah’ın rızasını elde etmeye çalışırlar.

Ayların efendisi Ramazan

Ebû Saîd Radiyallâhu Anhm rivayetine göre Resul-i Ek­rem Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:

“Ayların efendisi Ramazan ayıdır, günlerin efendisi de Cuma günüdür.” (Kenzü’l-Ummâl, 8:482) 

23 

 

II.BÖLÜM

ORUÇ

 

 

 

Nefis,

Tıpkı bir alev,

İçinde hem güzelliğin yüzünü

Hem de yıkıcı gizli bir huy barındırır.

Her ne kadar rengi çok çekici ise de,

Yakıcı mı yakıcıdır.

Sanki kişneyen azgın bir at.

İşte yuları oruç.

Onu iyi tut.

 

 

İslâm’ın beş temel esasından biridir.(müslim). Farz oluşu kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Yüce Allah, “Ey mü’minler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” (Bakara, 2/183) buyurmuştur.

Peygamberimiz (s.a.s.) ise; “Kim faziletine inanarak ve karşılığını Allah ‘tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır(Buhari, Müslim). buyurmuştur.

 25

Oruç Kelimesinin Anlamı

Oruç kelimesi ayet ve hadislerde “savm” ve “siyam” kelimeleriyle ifade edilmiştir. Bu kelime sözlükte kişinin kendisini yeme, içme, yürüme ve konuşma gibi herhangi bir söz, eylem ve davranıştan alıkoyması anlamlarına gelir. Kur’an’da bu anlamda kullanılmıştır. (Meryem, 19/26) Dinî bir terim olarak savm; mü’minin ibadet niyetiyle imsak vaktinden iftar vaktine kadar kendisini yeme, içme ve cinsel ilişkiden alıkoyması demektir(Rağıb el-Isfehânî)

 21

Ramazan Orucunun Sağlıklı ve Mukim Olanlara Farz Olması

“…Sizden kim hasta ya da yolcu olur (da orucunu tutamazsa daha sonra) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar… ” (Bakara, 184)

 

“…(Bu ayda) kim hasta veya yolcu olur (da oruç tutamazsa) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun (kaza etsin). Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir. ” (Bakara, 185)

 

Bu ayetlerde yüce Allah, Ramazan ayına erişen sağlıklı ve mukim kimselerin oruç tutmaları gerektiğini, yolcuların ve hastaların daha sonra kaza etmek üzere oruç tutmayabileceklerini bildirmektedir.

 

Muâz b. Cebel, 185. ayetteki “Öyle ise sizden kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun” emri ile Allah’ın, orucu sağlıklı ve mukim olan kimseler için farz kıldığını, hasta ve yolcular için oruç tutmama ruhsatı verildiğini, oruç tutmayıp fidye vermenin, oruca gücü yetmeyen yaşlılara özgü kılındığını bildirmiştir (Ahmed).

 

Bir mazeret sebebiyle Ramazan orucunu tutamayan kimse, orucunu kaza etmeden ölürse, bu kimsenin tutamadığı oruç sayısı kadar fidye verilir (Tirmizî).

 22

Orucun Tarihçesi

Sahabeden Muaz b. Cebel, oruç ibadetinin şu merhalelerde geldiğini bildirmiştir (Ahmed b. Hanbel)

 

a) Aşûra ve Eyyâm-ı Bîd Orucu

Hz. Âişe validemizin bildirdiğine göre İslâm öncesinde Mekke halkı ve Peygamberimiz “aşûra” orucu tutuyordu. Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman Yahudilerin “aşûra” orucu tuttuklarını gördü, kendilerine bu orucu niçin tuttuklarını sordu. Onlar, “bu gün hayırlı bir gündür, bu günde Allah İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardı. Musa (a.s.), bu günde oruç tuttu” cevabını verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), “Biz Musa’ya sizden  daha evlâ ve lâyığız” dedi ve aşûra orucunu tuttu ve ashabına da tutmalarını emretti (Buhârî, Müslim, Tirmizî)

 

Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da Peygamberimiz (s.a.s.), aşure orucunu tutmaya devam etmiş ve “Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç, Allah ‘ın ayı olan Muharrem ayında tutulan aşûra orucudur” sözleriyle tutulmasını teşvik etmiştir (Tirmizî, Müslim, Ebû Davud). Sahabeden isteyen bu orucu tutmuş, isteyen de tutmamıştır (Buhârî, Müslim). Aşûra orucu, hırıstiyan ve yahudilere benzememek için Muharrem ayının 9-10 veya 10-11 veya 9-10-11 günlerinde tutulur (Tirmizî)

 

Ayrıca Peygamberimiz (s. a.s.), Ramazan orucu farz kılınmadan önce “eyyâm-i bîd” olarak nitelenen kamerî ayların 13, 14 ve 15. günlerinde de oruç tutmuştur (Ahmed, Tirmizî) Peygamberimiz (s.a.s.) Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da bu orucu tutmuş ve “Her ay üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçla geçirmek gibi olur” sözleriyle bu orucun tutulmasını teşvik etmiştir (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî)

 

Peygamber Efendimiz daha sonraları nafile olarak Pazartesi ve Perşembe oruçlarını tutmuş ve bunun için “ben amellerimin arzedildiği gün oruçlu olmayı tercih ederim” demiştir.

 

b) Ramazan Orucu

 

 22

Safa Geldin Ramazan

Ey ramazan ramazan

Safa geldin ramazan

Ey güllerim ramazan

Safa geldin ramazan

 

Çok özledik gelmedin

Recep şaban bekledin

Hayır umar ümmetin

Safa geldin ramazan

 

İlan ettik geldiğin

Çarşı Pazar gezdiğin

Cümle kula dediğin

Safa geldin ramazan

 

Hayır senin elinde

Oruç tutan dilinde

Gazap duymaz halinde

Safa geldin ramazan

 

Aman yedim bozulmaz

Allah verir kızılmaz

İlkin kaza sorulmaz

Safa geldin ramazan

 

Dilim dursun konuşmaz

Belim çeksin karışmaz

Elim haram kokuşmaz

Safa geldin ramazan

 

Kimler oruç tutmazmış

Sokak ayıp bilmezmiş

Tutan ondan utanmış

Safa geldin ramazan

 

Avrat açmış açılmış

Evlat saçmış saçılmış

Sokak şeytan doğurmuş

Safa geldin ramazan

 

İftar ettik elliye

Dua sunduk Hadi’ye

Haydi kullar camiye

Safa geldin ramazan

…………

 

 

Ramazan orucu, Bakara sûresinin 183-184. ayetleriyle hicretin ikinci yılında Bedir savaşı öncesinde şaban ayında farz kılınmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.), hayatında dokuz sene Ramazan orucu tutmuştur.

 

183. ayette orucun mutlak olarak farz kılındığı bildirilmekte, ancak orucun ne zaman, nasıl ve kaç gün tutulacağı bildirilmemektedir. 184. ayette bu kapalılık kısmen giderilmiş, orucun “sayılı günlerde” tutulacağı beyan edilmiştir. “Sayılı günler” ile maksat Ramazan ayıdır (Taberî). Bakara sûresinin 184 ve 185. ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır:

 

“(Oruç), sayılı günler (dedir)… “    “…Sizden kim bu aya ulaşırsa oruç tutsun… “

 

Allah, bu ayetlerle Ramazan orucunu tutmayı müslümanlara farz kılmıştır.

 25

Oruç Hakkında

Oruç, insana, tekliflerin en meşakkatlisi görünür. Bu sebeple, ilâhî hikmet gereği, önce tekliflerin en hafifi olan namaz, ikinci olarak zekât, üçüncü olarak da tekliflerin en zoru olan oruç teşri kılınmıştır. Hz peygamber Yemen’e vali tayin ettiği Muaz Bin Cebel’e, ya Cebel onlara önce namazı emret, şayet kılarlarsa bu kez zekatı emret demiştir. Üçüncü emir ise oruçtur.

Arzu ve ihtiraslarına esir olanlar, o kadar sabırsız, o kadar aç gözlü olurlar ki, bir gün aç kalmakla ölüvereceklerini zannederler; ve bu asılsız zanla, orucu za­rarlı imiş gibi telâkki ederler. Halbuki, oruç, ferdî ve içtimaî terbiyeyi sağlar. Mideyi ve bedenin diğer organ­larını dinlendirir. Tıbbî bir takım faydaları vardır.

Oruç tutan müslümanlar, genel olarak, Ramazan-ı Şerif’de çeşitli ve nefis yemeklerle hazırlanmış olan iftar sofrasına oturmakta ve diğer aylarda yemedikleri yemek­leri bu ayda yemeyi âdet edinmektedirler. Halbuki oruçtan maksat, takvayı gerçekleştirmek, dolayısıyla nefs-i emmâreyi terbiye etmek ve böylece aynı zamanda vü­cudun sağlıklı kalmasına zemin hazırlamaktır. Bu ise ancak az yemek suretiyle mümkün olur. Herkes birbirini nöbetleşe davet etmekte fakat sofralarda fakirler yer almamaktadır. Eskiden her mahallede hem zengin hem fakir birlikte otururdu. Şimdi ise toplum kastlara ayrıldı. Bir semt ya zengin ya da fakir insanlardan oluşuyor. Bu yüzden müslümana çok iş düşüyor. Yoldaki bir dilenciye üç beş kuruş atmak adeta nefsi bir tatmin. Araştırıp bulunmalıdır fakir. Zekat fakirin neden hakkıdır ve onun ayağında ödenmelidir bu düşünülmelidir. Gıda bankacılığı olsun diğer sivil toplum kuruluşları ülke sınırlarını aşıp yardımları ilgili yerlere ulaştırmaktadırlar. O kanallar denenebilir.

 25

Niyet

Oruca kalben (bilinç olarak) niyet etmek yeterlidir.

Oruç için sahura kalkılmış olması da otomatik olarak bir niyettir.

Niyetin dil ile de yapılması sünnettir.

Niyetin vakti, güneşin batışından kaba kuşluğa (öğle namazına yaklaşık yarım saat kala) kadardır. Bundan sonra niyetlenilemez.

Ramazan orucu için bir önceki günün iftarından itibaren niyet edilebilir.

de hatırlatan bir ibadettir. Hadis-i şerifte buyrulur:

 

“…Oruçlu için iki sevinç vardır: biri orucunu açtığı andaki diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir…”

(Müslim, Siyam, 164)

 26

Oruçlarımızı açmadan önce yaptığımız iftar duasında:

 

“Ey ALLAH’ım! Senin için oruç tuttum. Sana iman ettim. Sana tevekkül ettim. Sen’in verdiğin rızıkla orucumu açtım.” diyerek Hakk’a iltica ediyoruz, iftar duası, esasen orucun manevi cihetini de izah etmektedir. Yani orucun nasıl bir halet-i ruhiye ile tutulması gerektiğini de bildirmektedir. Buna göre:

 

“Ey ALLAH’ım! Sen’in için oruç tuttum.” Derken, oruçtaki kalbi seviyemizi yani riyadan uzak niyetimizi belirtmiş oluyoruz.

 

“Sana iman ettim” derken, ibadetlerin ana zemininin iman olduğunu beyan etmiş oluyoruz. Yani namaz ve oruç gibi ibadetleri bedeni zindelik ve sıhhat gibi tali faydaları için değil, sırf imanımızın bir gereği olduğuna inanarak ifa etmek gerekmektedir. Zira Hakk’a ibadet ve kulluğun manevi derecesi, imanın gücü nisbetindedir.

 

“Sana tevekkül ettim.” demek suretiyle de acziyetimizi itiraf etmiş, Rabbin sonsuz kudret ve azametine teslimiyetimizi ifade etmiş oluyoruz. Demek ki, fanilere değil, Baki olan Rabbimize tevekkül hislerimizi de güçlendirmek suretiyle ibadetlerimize ayrı bir manevi kıvam kazandırmamız gerekmektedir.

“Sen’in verdiğin rızıkla orucumu açtım.” derken de rızıktan çok “Rezzak”a yönelme şuuruyla, Rabbimizin mülkünde yaşadığımızı ve rızkın Allah’tan geldiğini kalben de itiraf etmiş oluyoruz.

 

Makbul bir oruç tutabilmek için dikkat etmemiz gereken esasların başında riyadan korunmak gelir. Riya ve gösterişten uzak, kalbî bir kıvam ile edâ edilen oruç ibâdeti, en faziletli kulluk tezâhürlerinden biridir. Fakat dünyevî gayelerle bulandırılmış, gösteriş ve gafletle kirletilmiş oruç ve namazlar hakkında Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

 

Ramazan’da her günün orucu için ayrıca niyet edilmesi gerekir. Örneğin, Ramazan ayının başında “Niyet ettim bütün Ramazan’ı oruçlu geçirmeye” tarzında bir niyet geçerli değildir.

 

Oruçlu bir kişi orucunu bozmaya niyet etse ve fakat bu niyetini gerçekleştiremese, sadece bozma niyetiyle orucu bozulmuş olmaz. Yiyip içmesi şarttır.

Ramazan gününün sabah saatlerinde bayılan bir kişi öğle namazı vaktinden önce kendine gelip, oruca niyet ederse bu niyet geçerlidir.

Orucun geçerli olabilmesi için niyetin çok net ve kesin bir biçimde “ALLAH rızası” olması gereklidir. Rejim, sağlıklı olmak, zayıflamak gibi düşüncelerle tutulan orucun islami olarak bir geçerliliği ve değeri yoktur.

Bir kişi, Ramazan ayında ve Ramazan olduğunu bildiği halde kararsız kalsa ve oruca da, yiyip içmeye de niyet etmemiş bulunsa, tercih edilen görüşe göre, bu kişi oruçlu sayılmaz.

Bir kişi, geceden oruç için niyet etmiş ve sonra da fecrin doğuşundan önce bu niyetinden vazgeçmiş olsa, “ALLAH’ım! Bizim için bu ayda kullarından bizde kalacak insanlar kıl! ” Huriler de söyle dua ederler: ” ALLAH’ım! Kullarından bu ayda bize kocalar ihsan eyle!” Kim bu ayda kendini muhafaza edip de içki içmezse, iftira ve bühtanla bir mü’mini rahatsız etmezse, hata ve günahlardan da sakınırsa, ALLAH ona her gece, yüz tane huri verir, ayrıca ona altın, gümüş, yakut ve zebercedden bir köşk yapar. Bütün dünya biraraya getirilip de o köşke konsa, bir keçi bağlanacak kadar yer işgal ederdi. Kim de Ramazan ayında içki içer, bir mü’mine iftira ederse, bir senelik amelini ALLAH iptal eder. Onun için Ramazan ayına karşı dikkatli olun. Zira o, Allah’ın ayıdır. O ay da aşırı davranmamanız gerekir. Tam onbir ay yiyorsunuz, içiyorsunuz her türlü nimet ve zevkten faydalanıyorsunuz, bari Ramazan’da kendinize çekidüzen verip kendinize gelin. Nefsanî (kötü) arzu ve hevayi eğilimlerinizden (kaprisler ve kompleksler) uzak durun!”                                                                  (Taberani)

 

 27

Kabe’nin Kara Donu

 

Rabbim nasib kılsa varsam

Güzel kabe yandım sana

Hak nasib etse de uçsam

Güzel kabe varsam sana

 

Kara donun Kuran dolu

Hacdan Hacca çıkar onu

Sana varmak aşkın düşü

Güzel kabe ersem sana

 

Büründüğün kara nedir

Haktan yana düşen kimdir

Yollar dolu hacı ondur

Güzel kabe dersem sana

 

Dört bir yanın küptür düzdür

Düzlük birer adalettir

Altı üstü zemzem hoştur

Güzel kabe gelsem sana

 

Arşa çıktım seni gördüm

Yere indim kara buldum

Siyah nuru taşa verdim

Güzel kabe sorsam sana

 

Cennet nuru izler seni

Adem dahi tevekkeli

Havva için şükre döndü

Güzel kabe dönsem sana

 

Kara donu kimden çaldın

Siyah tüllü güzel m’oldun

Bağrı yanık kara yazgım

Güzel kabe yazsam sana

 

Para pulla olmaz hacı

Hakk çağıra gele ne ki

Gözü kara ahmed der ki

Güzel kabe koşsam sana

 

Levhe yazdı kimler gele

İbrahim’e çığır diye

Milyonları dostum bile

Güzel kabe çağrım sana

 

Sana gelmek büyük onur

Varamayan mahsun kalır

Gönül Hakka yanar durur

Güzel kabe yansam sana

 

Herkes döner senden yana

Namaz kılan gözden evla

Rahmet saçar kavi kula

Güzel kabe bağrım sana

 

Safa merve nişan olmuş

Gider gelir hacı dolmuş

Bir tavafta binler dönmüş

Güzel kabe dönsem sana

 

Seni diyen sana dönmüş

Hakk diyene kabe dönmüş

Aşka düşen kabe olmuş

Güzel kabe bahtım sana

 

Altunoluk bizden yana

Her bir köşe rahmet yaza

Kapındaki dua ile

Güzel kabe kalbim sana

 

Hacerü-l esved köşede

İstilam olur tavafta

Ömer, Rasül öptü derde

Güzel kabe aşkım sana

 

Umre diye derde düşen

Fakir sana demez işin

Görmez isen fakri zulüm

Güzel kabe gülsem sana

 

Yollarına yayan düşsem

Deve yoksa uçup varsam

Elden evla seni görsem

Güzel kabe duam sana

 

Dönüp dursam umre hacca

Sonra versem ruhu Hakka

Helal etse Rabbim başta

Güzel kabe hal’im sana

 

Kabenin çevresi dağlar

Körolası yükselmiş evler

Hürmet anca ecdat eyler

Güzel kabe kalbim sana

 

Yüzbin melek tavaf eder

Didar görmüş sular çağlar

Zemzem diye içen kullar

Güzel kabe canım sana

 

Dua etmez garip kulum

Çağırdığı hacda gülüm

Bir kadın öldüğü yerin

Güzel kabe buldum sana

 

Otuz güne çivi çaktım

Deli gibi tavaf kıldım

Rasul ile mahbub oldum

Güzel kabe yandım sana

 

Daim Hakka döndüm yüzüm

Kalbim zikri Allah için

Manadaki yakut taşım

Güzel kabe yazdım sana

 

Cümle millet kardeş oldu

Tevhid ile sırdaş bildi

Ümmet olup namaz kıldı

Güzel kabe bağım sana

 

Zengin isen durma hacca

Belki çıkar ahmed kula

Her bir sene umut taze

Güzel kabe sağım daha

 

“ibn Mesud (R.A.) : “ALLAH Rasûlü (S.A.S.) oruçlu günümde tertemiz ve bası taranmış olmamı vasiyet etti ve buyurdu ki: “Oruçlu gününde yüzü asık olma! “

(Taberani)

“ibn Mes’ud (r.a) şöyle der:

-Bir kimse, sessiz, sakin ve Allah’ın zikri ile oruç tutarsa, helâlini helâl, haramını da haram bilirse, açıktan bir günah islemezse, Ramazan ayından çıktığı zaman bütün günahları bağışlanmış olarak çıkar.”

 

(Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Gâfilîn, Sh:374)

 

 32

Orucun vakti

Orucun vakti, ikinci fecirden başlayarak güneşin batışına kadar devam eden süredir.

Fecrin doğuşunda şüpheye düşen kişi yiyip içmeyi bırakmalıdır. Fakat yiyip içerse orucu yine de geçerlidir. Daha sonra fecrin doğduğunu kesin olarak bilirse o orucu kaza etmesi gerekir.

Güneşin batışını kesin olarak bilmeyen kişi iftar edemez. Şüphe ile hareket ederek iftarını açarsa o orucu kaza etmesi gerekir. Güneşin batışından önce orucunu açtığı kesin olarak anlaşılırsa ayrıca keffaret de (60 gün aralıksız) gerekir.

 33

Orucun sünnetleri

Sahur yemeği yemek sünnettir. Bu yemeği gecenin sonuna kadar geciktirmek de sünnettir.

Orucu akşam ezanı okunur okunmaz açmak sünnettir.

İftar sırasında aşağıdaki duanın yapılması sünnettir. “ALLAH’Im! Senin rızan için oruç tutum. Sana inandım. Sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım. Ey bağışlaması bol olan Rabbim! Beni, ana-babamı ve müminleri hesap gününde bağışla!”

Orucu hurma ile o yoksa su ile açmak sünnettir.

Oruç sırasında faydasız veya günah oluşturacak her türlü sözden sakınmak sünnettir.

Oruca kalp (bilinç) niyetinin yanısıra dil ile de niyet etmek sünnettir.

33

Sofra adabı

Sofraya besmele ile başlamalı, elhamdülillah ile bitirmelidir. Yamak öncesi ve sonrası eller yıkanmalıdır. Hadiste “ ben kulum kullar gibi yere oturup yerim” buyuruldu. Yerde sağ ayağı dikip sol ayak üstüne oturmak sünnettir ve mideyi küçülterek azla doymayı sağlar. Yine hadiste “sağ el ile yeyiniz, sağ el ile içiniz” buyruldu. Yemek öncesinde “ fel yenzuril insani ila taamihi” ayetini okuyup, yemeğin yada meyvenin Allah’tan verildiği (rezzak sıfatı), rengi, kokusu, tadı ve helal olup olmadığı konusunda kısa bir tefekkür güzel olur, şükrün uygulaması sayılır. İbadette kuvvet kasdı ile yemek de güzeldir. Katı yiyecekleri elle yeme konusuna insanlar tepki veriyorlar, zorlamamak uygun olur. Fakat tek kaptan birlikte yemenin ağız mikroplarının kişiden kişiye geçerek bağışıklık sağladığı ifade edilmektedir. Yani modern olmak her zaman faydalı olmayabiliyor. Masada oturmak da midenin genişlemesine ve çok yemeye yol açtığı hesaba katılmalıdır. “Hastalıkların evi midedir; perhiz ise baş ilaçtır” buyuruldu. Sofrada neşeli şeyler konuşulabilir. Hadiste çok yiyeni içeni Allah Teala sevmez buyruldu. Hadisi şerifte “Midenin üçte biri yemeğin için, üçte biri içeceğin için, üçte biri de teneffüs içindir” buyruldu. Ayette “…Yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”” buyruldu. Avamın doyduktan sonra yemesi, havvasın doyuncaya kadar yemesi haramdır. Sirke ne güzel yemektir buyruldu. Günahı çok olan su dağıtsın sözü de hadislerde yer aldı. Cebrail Allayhisselama sormuşlar dünyaya kul olarak gelseydin ne iş yapardın demişler. Demiş ki, hayrıma su dağıtırdım. Eşimin babaannesi Eşe Hala da bir testiyi anayolun kenarına koyar ve gelene geçene su ikram edermiş. Kadın bununla takvaya erişmiş. Çeşme yaptırmak sadaka-i cariyeden sayılır.Bir hikaye daha. Halkı bir sofraya oturtup ellerine uzun uzun kaşık vermişler, hadi yiyin demişler. Fakat kolları kaşıkları birbirine çarptığı dönmediği için bir türlü yiyememişler. Bu kez aynı sofraya ahileri oturtup aynı uzun kaşıkları onlara da vermişler. Onlar ise yemeği almış karşısındakinin ağzına uzatmış.

 34

Örnek bir sofra duası

 

Elhamdülillahillezi hedana li haza vema künna linehtediye  lev la en hedanallah. Vessalatü vesselamü ala rasülillah. Esteiyzü billah. Bismillah. “ve külü veşrabu, vela tüsrifü innehü la yuhibbul müsrifiyn” Sadekallahül Azim. Elhamdülillahüllezi etamaena  ve razekana vesakana vekesana vecealena müslimiyn. Ve rahmetullahü ve berekatühü ala sahibi hazattaami vel akiliyne vettabihiyne velhadimiyne. Allhümme etimna min taamil cenneti veeşfina min şarabil kevser. Ve zevvicna bi huril iyn. Ve ekrimna bi ru’yeti cemalike ya ilahel alemiyn. Devamı İslami devlet, haneye sofraya bereket. Ölenlere rahmet. Bakide kalanlara rahmet ve mağfiret. Allahümme zid vela tengus bi hürmetil fatiha.

 

 34

Safa Geldin Ramazan

……… devamı

Safra düzdük ahiye

Hoşaf koyduk tas ile

Güllaç gelsin beriye

Safa geldin ramazan

 

Artsın sofra taşmasın

Niyet halis bozmasın

Kadir Mevlam çok versin

Safa geldin ramazan

 

Çıplak gezip gezinsem

Üç beş kuruş dilensem

Bunla çorba iç’versem

Safa geldin ramazan

 

Obur paşa yumuldu

Börek çorba kazındı

Tatlı helva yok oldu

Safa geldin ramazan

 

Mahya yandı illallah

Safam olsun hayrullah

Gelen düşsün nurullah

Safa geldin ramazan

 

Haydi yallah camiye

Yedik içtik şükrüne

Kulluk etmek herkese

Safa geldin ramazan

 

Ramazanım ramazan

Sana gönül komazam

Bizi hakka çağıran

Safa geldin ramazan

 

Rahmet doldu taşmaz mı

Gönül yandı coşmaz mı

Nefsim öldü uçmaz mı

Safa geldin ramazan

 

Namaz kılıp duranım

Oruç tatan kullarım

Azad etsin rahmanım

Safa geldin ramazan

 36

Oruç Tutma İle Fidye Verme Arasında Muhayyerlik

 

Bakara sûresinin 184. ayetinde; “(Yaşlılık veya tedavi edilemeyen bir hastalık nedeniyle) oruca zor güç yetirenler, bir yoksul doyumu fidye verirler. Bununla birlikte kim bir hayır yayarsa (daha fazla fakiri duyurursa) bu, kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara, 184) buyrulmuştur. Sahabeden Muâz b. Cebel’in bildirdiğine göre, bu ayetin hükmü gereğince Müslümanlar oruç tutma ile fidye verme arasında muhayyer bırakılmışlardır (Ahmed ). Sahabeden Seleme b. el-Ekva’, bu ayet inince isteyenin oruç tuttuğunu, isteyenin fidye verdiğini, 185. ayet inince bu muhayyerliğin kaldırıldığını söylemiştir (Müslim, Ebû Davud).

 

“Oruç tutmaya gücü zor yetenler” hükmü, çok yaşlı kimseler ile şeker ve kanser gibi tedavisi zor bir hastalığa müptela olanlar için geçerlidir. “Fidye” bir fakiri iki öğün doyurmak veya fakire iki öğün doyacağı miktarda ekonomik yardım yapmaktır.

 

“Kim bir hayır yaparsa” cümlesi, fidyeyi fazla vermeyi veya hem fidye vermeyi hem de oruç tutmayı  “oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” cümlesi ise fidye vermekten veya orucu kazaya bırakmadan daha hayırlıdır, anlamını ifade edebilir(Yazır).

 

 36

Orucun Fecr-i Sâdık İle Güneşin Batması Arasında Tutulması Emri

 

183, 184 ve 185. ayetlerde orucun Ramazan ayında tutulması gerektiği bildirilmekte, ancak oruca başlama ve bitirme zamanı ve orucun nasıl tutulacağı bildirilmemektedir. Muâz b. Cebel’in bildirdiğine göre Bakara sûresinin 187. ayeti inmeden önce mü’minler güneş battıktan sonra uyuyuncaya (veya yatsı namazını kılıncaya) kadar yiyip içebilirler, eşleriyle cima yapabilirlerdi. Uyuduktan (veya yatsı namazını kıldıktan) sonra artık yeme, içme ve cinsel ilişki ertesi günü akşama kadar yasak idi (Ahmed).

 

Bu kuralı ihlal eden sahabîler oldu. Meselâ Ensar’dan Sırma b. Kays adında bir mü’min Ramazan ayında oruçlu olarak akşama kadar çalışır, akşam evine gelir, namazı kıldıktan sonra yemek yemeden sabaha kadar uyuya kalır. Ertesi günü Peygamberimiz kendisini çok bitkin, halsiz ve oruca dayanamaz bir durumda görür, “ne oluyor, seni çok yorgun, bitkin ve halsiz görüyorum” der. Sırma da “Ey Allah’ın elçisi! Dün, gün boyu çalıştım, akşam eve geldim, namazı kılınca uyuya kalmışım ve bir şey yiyip içmeden oruç tutuyorum” diye cevap verir (Müslim).

 

Hz. Ömer, eşi ile ilişkiye girerek bu yasağı ihlal eder, sonra yaptığına pişman olur ve durumu Peygamberimize bildirir. Ashaptan bazıları da aynı hatayı işlerler. Bunun üzerine Bakara sûresinin 187. ayeti iner (Ahmed.). Bu hususa 187. ayette de işaret edilmektedir: “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye kadar yiyin, için. Sonra akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikafta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah ‘in koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye ayetlerini insanlara böyle açıklar. “

 

Ayetteki  “Size  helâl kılındı”  cümlesi,  söz konusu  yasağın kaldırıldığını ifade eder. Bu yasağın ne olduğu yukarıda zikrettiğimiz hadislerde beyan edildiği gibi ayetin içeriğinden de anlaşılmaktadır. Cinsel ilişkide bulunma yasağı itikaf hâlinde iken de devam etmektedir.

 

Allah’ın koyduğu yasağın ihlal edilmesi, ayette “nefse ihanet” olarak ifade edilmiştir. Ayet, itaatsizlik ederek emir ve yasakları ihlal eden mü’minlerin günahkâr olduklarını, ancak günahlarına tövbe ettikleri takdirde affedileceklerini de beyan etmektedir.

 

 37

Oruç ne zaman başlar ve bayram ne zaman olur?

Hadisi şerifte “ayı gördüğünüzde oruç tutun, ayı gördüğünüzde bayram yapın, hava bulutlu olursa o ayı otuza tamamlayın” buyuruldu. Bazı müslüman ülkelerde özellikle Arap ülkelerinde fiilen ayın görülmesi aranmaktadır. Son iftardan sonra kulaklar radyo ve televizyonlarda yarın bayram olup olmadığı haberini beklemektedir. Sünnete en uygun olanı da budur. Fakat bizde ise ilmi olarak ayın 5 derece yükselmeden görülemeyeceği bir veri olarak öne sürülmekte ve bir yıl öncesinden takvimlerde hangi gün Ramazan orucuna başlanacağı ve bayram yapılacağı yazılmaktadır. Bu durum ülkeler arasında zaman zaman bir gün erken oruca başlama, bir gün önce bayram yapma gibi ikilikler doğurmaktadır. Bu ülkedeki Ulul Emir (yani Diyanet İşleri Başkanlığı) ne derse ona uyulması gerekir. aksi halde başka ülkelere uymak, takva değil fitneyi doğurur.

 39

Oruç kimlere farzdır?

 

Oruç, İslâm’ın beş temel esasından biri olup, akıllı ve ergenlik çağına gelmiş, mukim ve sağlıklı kadın ve erkek her mü’mine farzdır. Adetli ve loğusa kadınlar oruç tutmazlar, tutmadıkları oruçlarını daha sonra kaza ederler. Oruç ibadetini yerine getiren Allah ve Peygambere itaat etmiş olur.

40

Orucu terketmenin hükmü

Hanefilere göre, orucunu terkeden kimse, orucu inkâr etmediği sürece dinden çıkmaz, ancak günahkâr ve fasık olur. Kendisi bu konuda uyarılarak tevbeye, kötü örnek olmaması için toplumdan tecrid edilir ve te’dib amacıyla dövülür.

Hanefiler dışındaki şafii, maliki ve hanbeli mezhep imamlarına göre ise, orucu özürsüz olarak terkeden kimse, mürted’de olduğu gibi İslâm toplumuna karşı gelmiş sayılır ve tövbe etmezse en ağır şekilde cezalandırılır .

40

Oruç nasıl tutulur

 

Oruç, fecr-i sâdıktan güneşin batmasına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiyi terk etmek suretiyle tutulacaktır. Ramazan ayı, 29 veya otuz gündür, 28 veya  31 gün olmaz (Müslim). Ramazan orucuna akşamdan niyet edilebilir. Uyuya kalıp sahura kalkamayanlar bir şey yiyip içmemek şartıyla kaba kuşluk vaktine kadar oruçlarına niyet edebilirler.

 41

Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Hâller

 

İslâm dini, kişileri güçleri nispetinde sorumlu tutmuş, güçlerini aşan veya sıkıntıya yol açan durumlarda kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir. Buna göre aşağıdaki durumlarda kişiler, oruç tutmakla yükümlü kılınmamış, daha sonra kaza etmeleri veya yerine fidye vermelerine ruhsat tanınmıştır:

 

a) Bir kimse Ramazan ayında90 km. veya daha fazla bir uzaklığa Hanefî bilginlere göre 15 günden, Şafiî bilginlere göre giriş ve çıkış günleri hariç 4 günden az bir zaman için yolculuğa çıkarlarsa, Ramazan orucunu tutmayabilirler (Bakara, 2/183-184). Yolculuğa çıktıklarında sahabeden bazısı oruç tutmuş bazısı da tutmamıştır (Tirmizî). Bu kimseler, daha sonra tutamadıkları oruçlarını kaza ederler.

 

Geceden oruca niyetlenip de gündüz yolculuğa çıkan kimse, dilerse bu orucunu bozar, dilerse tamamlar. Ancak, ayette de belirtildiği gibi orucunu tamamlaması daha iyidir. Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi için sefere çıktığında oruçlu iken, Kedîd denilen yere varınca orucunu bozmuştur (Buharı).

 

b) Oruç tuttuğu zaman, hastalığının artmasından veya uzamasından endişe eden kimse ile hastalığı sebebiyle oruç tutmakta zorlanan kişiler Ramazan ayında oruç tutmayabilirler (Ebu Davud, Tirmizî). Uzman doktorlar (oruç tutan bir doktor olması tavsiye edilir), bir kimsenin oruç tutması hâlinde hasta olacağını bildirirlerse, bu kimseler de oruç tutmayabilirler. Daha sonra iyileşince oruçlarını kaza ederler. Ölünceye kadar iyileşmeyen, tedavisi olmayan bir hastalığı olanlar oruç tutmazlar, imkânları varsa fidye verirler. İmkânları yoksa bir şey yapmaları gerekmez.

 

c) Hamile ve emzikli kadınlar, oruç tuttuklarında kendilerine veya çocuklarına bir zarar vermesi söz konusu ise, oruç tutmayabilirler (Nesâî, İbn Mâce). Daha sonra oruçlarını kaza ederler.

 

d) Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kimseler, oruç tutmayıp yerine fidye verebilirler (Bakara, 184).

e) Oruçlu bir kimse, açlıktan veya susuzluktan dolayı beden ve ruh sağlığının ciddî derecede bozulması tehlikesi ile karşılaşması hâlinde, orucunu bozup daha sonra kaza edebilir. Böyle bir kimsenin orucuna devam etmesi ölümüne sebep olacak nitelikte ise, orucunu açmaması haram olur.

 

f) Zor ve meşakkatli bir işte çalışmak zorunda olan bir kişi, oruç tuttuğu takdirde sağlığına bir zarar gelmesinden korkutuyorsa, orucunu tutmayabilir. Bu durumda olanlar, izin günlerinde veya müsait zamanlarda tutamadıkları oruçları kaza etmelidirler. Yıllık izninin bulunmaması ve haftalık izninin de yeterli olmaması gibi mazeretlerle buna da imkân bulamayanlar, fidye vermelidirler.

 41

Orucu Bozup Bozmayan Şeyler

 

Oruçlu iken bilerek bir şey yiyip içmek, cinsel ilişkide bulunmak ve isteyerek ağız dolusu kusmak orucu bozar (Tirmizî).

Unutarak yiyip içmek, kan vermek. Peygamber Efendimiz,

 

“Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, bozmasın. Çünkü onu, Allah yedirmiş, içirmiştir” (Buharı, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, İbn Mâce). buyurmuştur. Unutarak yiyen içen kişi, oruçlu olduğunu hatırlarsa, hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkar ve orucuna devam eder. Oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından aşağıya bir şey geçerse orucu bozulur. Zayıf bir kimse orucunu bilmeden yiyorsa ona ses çıkarmamak, kuvvetli biri ise uyarmak uygun olur.

 

Oruçlu iken rüyada ihtilam olmak orucu bozmadığı gibi, gusletmeyi geciktirerek cünüp olarak sabahlamak da oruca bir zarar vermez (Buhari, Müslim). Ancak, zorunlu bir durum olmadıkça, hemen boy abdesti alınmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber ‘in Ramazan ‘da imsaktan sonra yıkandıkları hadis kaynaklarında yer almaktadır.

Kendiliğinden kusmakla oruç bozulmaz (Tirmizî). Ancak kişinin kendi isteği ve müdahalesiyle meydana gelen kusma, ağız dolusu olması hâlinde orucu bozar. Nitekim Hz. Peygamber,

 

“Oruçlu kimseye kusmak gelir de kendisine hâkim olamazsa ona kaza gerekmez. Her kim de kendi isteği ile kusarsa, orucunu kaza etsin” buyurmuştur (Ebû Davud, Tirmizî).

 

Oruçlu kimselerin iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Oruçlu iken iğne yaptırmak zorunda olanlar, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler; oruçları bozulmaz. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptırmak, damardan serum ve kan almakla oruç bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir.

Ağız veya burnundan su girip yutmadıkça, oruçlu kimsenin yıkanması orucuna zarar vermez. Bu itibarla, ağız ve burnundan su kaçırmamak şartıyla oruçlunun yıkanmasında bir sakınca yoktur. Denize girilebilir fakat su yutmamaya özen gösterilmelidir.

Sprey kullanmak zorunda olan astımlı hastalar oruç tutmayabilirler ve tutamadığı günler sayısınca fidye verebilirler. İleride sağlığına kavuşursa, fidye vermiş olsa da, tutamadığı orucunu kaza eder. Ancak böyle bir kişi oruç tutmak isterse, kullanmak zorunda kaldığı sprey orucunu bozmaz.

Parfüm veya kolonya sürünmek ve koklamak orucu bozmaz. Genzi aşırı yakmamasına özen göstermek gerekir.

Oruçlu bir kimsenin morfinli veya morfinsiz olarak dişlerini tedavi ettirmesi veya çektirmesi orucu bozmaz. Ancak tedavi esnasında, kan veya tedavide kullanılan maddelerden herhangi bir şeyin yutulması orucu bozar.

Diş fırçalamakla oruç bozulmaz. Bununla birlikte, diş macununun, misvak parçalarının veya suyun boğaza kaçması hâlinde oruç bozulur. Orucun bozulma ihtimali dikkate alınarak, dişlerin imsaktan önce ve iftardan sonra fırçalanması uygun olur.

Günümüzde üretilen sakızlarda, ağızda çözülen katkı maddeleri bulunduğundan, ne kadar itina edilirse edilsin bunların yutulmasından kaçınılması mümkün değildir. Bu sebeple bu tür sakız çiğnemek orucu bozar. Ancak kenger sakızı gibi katkısı bulunmayan sakızlarla daha önce çiğnenmiş olup içinde hiç katkı maddesi kalmamış olan ve çiğnendiğinde hiçbir eksikliğe uğramayan sakızların çiğnenmesi orucu bozmaz. Bununla birlikte, oruçlu iken bu tür sakızları çiğnemek mekruhtur.

Kan aldırmak orucu bozmaz. Nitekim Hz. Peygamber, ihramlı iken ve oruçlu bulunduğu sırada kan aldırmış (Buhârî, Ebû Davûd, Ibn Mâce). Ve;

 

“Üç şey vardır, orucu bozmaz: Kan aldırmak, kusmak, ihtilam olmak” buyurmuştur.( Tirmizi).

Göz ve burna akıtılan ilaç, genze ulaşması hâlinde orucu bozar. Çünkü genze ulaşan maddeler boğaza, oradan da mideye ulaşır. Bu durumda oruçlu o günkü orucuna devam eder. Ramazan’dan sonra bir gün kaza eder. Kulak ile boğaz arasında da bir kanal bulunmaktadır.

 

Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, su veya kulak zarını geçmeyecek nitelikteki ilaçların kullanılması orucu bozmaz. Fakat kulak zarı delik olan kişinin kulağına herhangi bir sıvının akıtılıp boğazına ulaşması hâlinde orucu bozulur. Ayrıca kulak zarını geçip boğaza ulaşabilecek nitelikteki ilaçların kullanılması da orucu bozar.

 

 44

Ramazan Coşkusu

 

Sensin kerim sensin rahim

Allah sana verdim elim

Toprakta ki gonca gülüm

Allah sana arzu halim

 

Ramazanın rahmetiyle

Şeytanları bağlarıyla

Nefislerin ıslahıyla

Allah geldi ramazanım

 

Recepten vardık şabana

Hayır kıla müslümana

Ulaştıra ramazana

Allah nasib kıla hayrım

 

Evvelinde rahmet ile

Ortasında mağfirete

Cehennemden azad ede

Allah size affı yazdım

 

Teravihler doldu taştı

Sahurlarda uyku kaçtı

Afiyetle yedi içti

Allah verdi taştı rızkım

 

Hatim ile namaz kılam

Ayaklarım şişe ölem

Terler ile gömlek sıkam

Allah için miraç sayam

 

Fakir görsem sevinirim

Keşke ölsem sakınırım

Yokluk ile öğünürüm

Allah aça cennet kapım

 

İftarında fakir varsa

Bereketler dola evde

Yediğinden arta sofra

Allah kulun yazdı kerim

 

Ramazana erdi kullar

İbadetle uçtu ruhlar

Orucumuz nefsi kırar

Allah dedi giyin ihr

 46

Mazeretsiz Oruç Bozmak

 

Geçerli bir mazereti olmadığı hâlde, Ramazan orucunu tutmayan bir Müslüman Allah’a ve Peygambere isyan etmiş, pek çok sevap ve manevî nimetten yoksun kalmış ve büyük günah işlemiş olur. Mazeretsiz olarak tutmadığı bir günlük Ramazan orucunun yerine başka zamanlarda ömür boyu oruç tutsa telâfi edemez.

 

Peygamberimiz (s.a.s.);

“Kim hastalığı ve bir ruhsatı olmaksızın Ramazan ayından bir gün oruç tutmasa, bütün günleri oruç tutsa yine bu orucu yerine getiremez” buyurmuştur (Ebû Davud, Tirmizî, Ibn Mâce)

 

Kaza, gününe gün tutmaktır. Kefaret ise; peş peşe iki kamerî ay oruç tutmakla, buna gücü yetmeyenler ise akşamlı sabahlı bir fakiri 60 gün veya 60 fakiri bir gün doyurmakla yerine getirirler. Kefaret orucu ara verilmeden peş peşe tutulur. Âdet veya loğusalık hâlinde bulunan kadınlar, bu günlerinde keffaret oruçlarına ara verirler. Bu durumlarından çıkar çıkmaz ara vermeden keffaret orucuna devam ederek 60 günü tamamlarlar.

Orucu Bozan ve Yalnız Gününe Gün Oruç Tutmayı Gerektiren Hareket ve Davranışlar:

Çiğ pirinç, sade un, sade yoğurulmuş hamur ye­mek (Yağlı olursa keffâret de lazım gelir). Bir defada çokça tuz yemek, îtiyad halinde olmaksızın toprak yemek. Kiraz, zeytin çekirdeği yutmak. Kağıt, pamuk, çamur gibi şeylerden yemek. Ham meyva yemek. İçlenmemiş taze ceviz yutmak. Kuru cevizi, fındığı, fıstığı, bademi kabuğu ile yutmak. Buruna su çekerken bogaza veya genize su kaçırmak. Taş ve toprak gibi şeyleri yutmak. Buruna ilaç çekmek. Boğaza huni ile bir şey akıtmak. Kulağın içine yağ damlatmak.Uyurken ağıza su akıtılmak. Başkasının zoruyla istemeyerek iftar etmek. Dişler arasında kalan nohut kadar bir şeyi yut­mak. İsteyerek ağız dolusu kusmak, veya onu geri yutmak. Bile bile içe ve genize duman çekmek. Tan yeri ağarmışken, ağarmadı zanniyle sahur yemek veya cinsî münasebette bulunmak. Güneş battı sanılarak iftar yemek. Unutularak yenip içildikten sonra yine bile bile yiyip içmek. Ramazan orucuna niyet etmiyerek yemek veya gündüzün niyet vakti içinde niyet ettikten sonra bozmak. Oruca niyet edip onu gündüz bozduktan sonra hastalık, lohusalık ve âdet görme halleri gibi meşru bir mazeret   vâki olmak. Misafirler, gündüzün oruçlu iken ikamete niyet edip iftar etmek. Baş ve karın yaralarına konan ilaç içeri nüfuz etmek. Ağıza alınan bir şeyin boyası ile bozulan tükrüğü yutmak. Buruna su çekerken, boğaza veya genize su kaçırmak. Bu gibi hal­lerde bozulan oruçlar yalnız kaza edilir; yani gününe gün oruç tutulur.

Top atıldığında elinde kabı olan onu bitirsin diye hadiste buyurulmuştur.

Hem Kaza, Hem de Keffâreti Gerektiren Hareket ve Davranışlar:

Bile bile bir şey yemek veya içmek. Cinsî münasebette bulunmak. Ağıza giren yağmuru, doluyu, karı bile bile yutmak.

Sigara içmek, ud, anber tütsülenip dumanını içe veya genize çekmek. Enfiye kullanmak. Çiğ et, pastırma veya iç yağı yemek. Buğday tanesi, kavrulmuş veya başağından taze çıkarılmış arpa tanesi yutmak, veya çiğneyerek tadını almak. Susam tanesini veya o kadar başka bir şeyi ağıza alıp yemek. Kil denilen veya itiyad edilen bunun gibi başka bir şeyi yemek. Biraz tuz yemek. Sevdiğinin tükürüğünü yutmak. Gıybet ettikten veya kan aldırdıktan sonra bozuldu diye kasten orucu yemek. Bu gibi hallerde, bozulan oruçlar için hem kaza, hem de keffâret lâzım gelir.

 47

Mazeret Sebebiyle Orucu Bozmak

 

Yolculuk, hastalık gibi meşru bir mazerete dayalı olarak bozulan orucun, sadece kaza edilmesi gerekir. Ayrıca, kasıt olmaksızın yemek-içmek; beslenme amacı ve anlamı taşımayan, yenilip içilmesi mutat olmayan veya insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozup, sadece kazasını gerektirir.

 

Ramazan ayında dînen geçerli bir mazeret olmaksızın oruç tutmayanlar, Allah’a isyan ve büyük günah işlemiş olurlar.

 48

Mazeret Sebebiyle Hiç Oruç Tutamayanlar

 

Şeker ve kanser hastalığı gibi oruç tutmaya mani olan ve tedavisi de mümkün olmayan bir hastalığı olanlar, oruç tutmazlar bunun yerine imkânları varsa her oruç için bir fidye verirler (Bakara, 2/184).

 

Fidye, fakir bir kişiyi bir gün akşamlı sabahlı doyurmak veya doyacağı kadar para vermek demektir. “Allah, size kolaylık diler zorluk dilemez” anlamındaki ayet, ibadetlerdeki kolaylığı ifade eder.

 48

Oruç ve Nefis Terbiyesi

 

İnsanların yaratılış gayesi olan ibadet görevi (Zâriyat, 56); ya namaz, oruç, zekât ve Hacc gibi belirli bir zamanda, belirli bir mekânda ve belirli kurallara uyularak yapılır (formel ibadetler), ya da herhangi bir zaman, mekân ve şekille kayıtlı olmaksızın yerine getirilir. Allah’ı zikretmek, ana babaya iyilik etmek, şahitliği, tartı ve ölçüyü dosdoğru yapmak gibi emirlerle; alkollü içkiler içmek, uyuşturucular kullanmak, kumar oynamak, hırsızlık yapmak ve cana kıymak gibi yasaklara uyularak yerine getirilir (informel ibadetler).

 

Formel ibadetlerin temel amaçlarından biri, informel ibadetlerin insan hayatında uygulanır hâle gelmesini sağlamaktır. Söz gelimi namaz ibadetinin temel amaçlarından biri insanı her türlü çirkinlik, kötülük ve haramlardan alıkoymasıdır (Ankebût, 29/45).

 

Formel ibadetlerden biri olan oruç ibadetinin Allah rızasını kazanmanın yanında temel amaçlarından biri de kişinin nefsini terbiye etmesi, söz, fiil ve davranışlarına çeki düzen vermesidir. Bu husus, hem Kur’an’da hem de Peygamberimizin hadislerinde açıkça zikredilmektedir.

 48

Orucun farz olduğu bildirilen ayette şöyle buyrulmaktadır:

 

“Ey mü’minler! (Kötülüklerden ve haramlardan) korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ” (Bakara, 2/1 83).

 

Orucun kötülük ve haramlardan korunmak için farz kılındığının bildirilmesi, ibadetin insanın kişisel ve sosyal hayatındaki yerini ve etkisini bildirmeğe yöneliktir. Nitekim yüce Allah, günde beş vakit kılınan namazın insanı hayâsızlık ve haramlardan alıkoyduğunu bildirmektedir (Ankebût, 45). Aynı şekilde orucun da insanı haram ve kötülüklerden alıkoyması gerekir.

Peygamberimiz (s.a.s.);

 

“Oruç kalkandır. Biriniz oruçlu iken çirkin, kötü ve kaba söz söylemesin, bağırıp çağırmasın, kavga etmesin. Birisi kendisine söver ya da çatarsa ona “ben oruçluyum” desin” (Müslim, Buhârî). buyurmuştur. Orucun şehveti kıran bir özelliği vardır (Buhârî). Hadis-i şerîf, orucun gayesinin insanın edep ve ahlâkını güzelleştirmek olduğunu açıkça ifade etmektedir.

 

Eğer oruç, insanı kötü söz, eylem ve davranışlardan uzaklaştırmıyor, edep ve ahlâkını güzelleştirmiyorsa amacına ulaşamamış demektir, böyle bir oruçtan istenilen sevap da elde edilemez.

 

Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.);

“Kim yalan sözü ve yalan ile iş yapmayı bırakmazsa Allah ‘in onun yemesini ve içmesini terk etmesine ihtiyacı yoktur” (Buhârî, Ebû Davud, Tirmizî, İbn Mâce)

ve;

 

“Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçtan nasipleri sadece aç (ve susuz) kalmalarıdır. Nice geceleri namaz kılanlar vardır ki onların namazdan nasipleri sadece uykusuz kalmaktır” (İbn. Mâce) buyurmuştur. Dolayısıyla oruç tutan insan; yalan, yalancı şahitlik, gıybet, iftira, hile, aldatma, kötü söz ve benzeri davranışlardan uzak, iş ve işlemlerinde, söz ve sözleşmelerinde, alım ve satımlarında dürüst, sözünde durur ve dosdoğru olmalıdır.

 

Gerçek anlamda tutulan oruç, hem kötü söz ve davranışlara, hem de cehennem ateşine karşı perde olur; kişiyi fuhuş ve edep dışı davranışlardan alıkoyar. Çünkü “orucun şehveti kıran bir özelliği vardır.” (Buhârî). Oruç tutan insan sabırlı olmayı öğrenir. Çünkü Peygamberimizin beyanı ile, “Oruç sabrın yarısıdır” (Tirmizî).

 

İnsanın günah işlemesine genellikle iki şey sebep olur. Biri şehevî arzuları,  diğeri dili ve midesidir.

 

“Kim diline ve ırzına sahip çıkacağına güvence verirse, ben de o kimsenin cennete gireceğine güvence veririm” (Tirmizî). anlamındaki hadis, insanın şehevî arzularına, konuşmasına, yeme ve içmesine dikkat etmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır.

 

Orucun farz olmasının arka plânında, müslümanın cinsel arzularını, konuşmalarını, yemesini ve içmesini kontrol altında tutması, huyunu ve ahlâkını güzelleştirmesi ve nefsine sahip çıkabilme yeteneğini kazanması vardır. Bu sebeple Kur’an ve Sünnette Müslümanlar oruç tutmaya teşvik edilmiş, oruç tutanlar övülmüş ve onlara Allah’ın rahmeti, rızası, sevap ve mükâfatı va’d edilmiştir.

 

Ahzâb sûresinin 35. ayetinde on özelliğe sahip olan kadın ve erkeklere mağfiret ve büyük mükâfat olduğu bildirilmiştir:

 

Peygamberimiz (s.a.s.);

“Âdemoğlunun her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik on mislinden yedi yüz misline katlanır.” buyurmuş,

 50

Yüce Allah da hadisi kudside;

“Oruç hariç, çünkü oruç benim içindir, onun mükâfatını da ben vereceğim, oruç tutan kimse şehvetini ve yemesini-içmesini benim için terk etmektedir” (Müslim, Tirmizi).

 

“Oruç hariç, Ademoğlunun her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, onun ödülünü ben vereceğim” (Buhârî) buyurmuştur.

 

“Cennette Reyyân adında bir kapı vardır ki buradan kıyamet gününde sadece oruç tutanlar cennete gireceklerdir” (Müslim) ve;

 

“Kim Allah için bir gün oruç tutarsa, Allah yetmiş yıllık bir mesafe kadar onu cehennem ateşinden uzaklaştırır” (Müslim) anlamındaki hadisler de orucun değerini ifade etmektedir.

51

Ramazan Coşkusu

…………. devamı

Gönül ağlar gözden akar

Namaz kılar sütre aşar

Secde eder yakın düşer

Allah bunla eyler kelam

 

Tövbe etti dağlar kaşı

Cümle eller horlar kişi

Dizgin elde nefsin atı

Allah vere burak uçam

 

Emmarenin isyanına

İsyan dolu hallerine

Tövbe eden dillerine

Allah yaşı gözler kulum

 

Pişman olsam günahlara

Yaşlar varır levvameye

Yazmaz hakkın hidayete

Allah çeke kendin kulun

 

Günahımı bohçaladım

Dürüsünü hakka savdım

Hayra döndü suçlar karım

Allah kerim kerim gülüm

 

Levvamede ağlar gözüm

Azgın nefsi ıslah ettim

Hidayeti anda buldum

Allah kapar gözler kulum

 

Ay parıldar gönül dahi

İhlas kılan etti karı

Muhammed’e verdi sözü

Allah ahir bayram gözüm

 

Rahmetime gir kullarım

Haslarını bağışlarım

Suçun katre rahmet deryam

Allah gülsün gül kullarım

 

Selam versin hurilerim

Cennetime gir kullarım

Bilmez kimse giz nimetim

Allah rızam er kullarım

 

Bil dedimdi evvelinde

Kul yarattım ademinde

Kim erişti rahmetime

Allah güler kul güllerim

 

Şeytan kurdu sofrasını

Kafir yedi zokasını

Çoktur çeri tapasını

Allah yakar künhün gülün

 

Kabil habil Nuh şamil

Söke geldi suçlar cehil

Tövbe kapında bu cahil

Allah güler af güllerim

 

Kul ahmed’im ümmet aşkın

Söyleşirsin Allah aşkın

Ümmete Muhammed düşkün

Allah bağış kılsın gülüm

 

Kul ahmed ağlar, gül ağlar

Muhammed ağlar nur ağlar

Ey kaçınan dağlar ağlar

Allah gülsün gül kullarım

 

Not: Bu şiir Hacı Bayram Camiinin bahçesinde Ramazandan 20 gün önce 18 kıtası 20 dakikada, diğer 5 kıtası Yalıkavakta ayakta beş dakikada yazmak nasip oldu. Tamamının manasını tam anlayana yemek ısmarlıyorum. Aynısından bir tane daha yazabilirsem bi daha ısmarlıyorum. Bir din ve ahlak hocası 5 yerde takıldı.                                                                                     

 54

Teravih namazı

Peygamber efendimiz Ramazanın ilk üç gününde teravih namazı kıldırdı. Baktı ki cemaat gittikçe çoğalıyor. Bunun üzerine odasından çıkmadı. Farz olmasından korktuğunu farz olursa buna bazılarının güç yetiremeyeceğini bildirdi. Böylece insanları serbest bıraktı. Hz Ömer ise kendi zamanında baktı ki herkes bir yerde kılıyor. Bunu cemaate çevirmeyi istedi. Artık farz olma sorunu da yoktu çünkü. Arkasından ne güzel bidat diyerek sevincini belirtti.

Bazı cemaat liderleri sekiz rekat da kılınabileceğini belirtiyorlar. Kuran’ın namazda okunması en faziletlisidir tavsiyesi gereğince hatimle kılınan yerlere gitmeye çalışmak gerek.. Fakat evinize bir misafir gelmişşe evde onları yormadan, usandırmadan sekiz rekat kıldırmak daha hoşuma gider.

54

Kadir Gecesi

Kadir gecesi malum, bin aydan daha hayırlıdır. O da yaklaşık 84 yıl eder. Bu, ümmete verilmiş bir lutüfdur. İyi değerlendirimesi gerekir. Her gün teravih ve sabah namazını cemaatle kılan o geceyi isabet ettirir ve yeteri kadar pay da almış olur. Son on günde gizlidir ve tek gecelerde aranması buyrulmuştur. Gizlilikten maksat her geceyi değerlendirmeye teşviktir. Cebrail ve meleklerin ne için indiği tam olarak bilinmemekte, fakat bir esenlik olduğu ayette belirtilmektedir. Bunu Allah’a havale ederiz.

Bu gecenin meşhur duası olup Ayşe validemizden gelen şekli sudur: “Allahümme afuvvun, kerimun tuhibbul afve fağfu anni / anna” Allah’ım sen affedicisin, affı seversin beni/bizi de affet.

Hz. Musa bir gün merak eder ve “Ya Rabbi en günahkar kulun kimdir?” diye sorar. Bir nida gelir ki, “Ya Musa sabah erkenden filanca tepenin arkasına saklan ve yolu gözetle”. O da öyle yapar ve bekler. Derken bir adam öküzü ve kağnısıyla ve çocuğu yanında olmak üzere uzaktan görünür. Adam bir meseleden dolayı kızmış, bir öküze kamçı vuruyor bir çocuğa. Anlıyor ki bu adam en günahkar kul. Bu sefer öğleye doğru tekrar merak ediyor, “Ya Rabbi bu kez en temiz, en saf, en günahsız kulun kim?” deyince. Yine bir nida geliyor ki, “Ya Musa aynı yere bu kez akşam git ve bekle…” öylede yapıyor. Bakıyor ki sabahki aynı adam yanında yine öküzü ve çocuğu olduğu halde bu sefer evine doğru neşe içerisinde geçiyor. Musa (a.s) şaşırıyor! “Ya Rabbi bunun hikmeti ne?” deyince. O gün onların yaşadığı olay gözünün önüne getiriliyor: Adam tarlasını sürmeye başlamış ve biraz yorulunca kumda oynayan çocuğun yanına gelir. Çocuk sorar “Baba ne kadar kum tanesi var burda? Bundan daha çok ne var?”deyince, adam; “bundan daha çok gökteki yıldızlar var.” der. Çocuk, “Peki ondan daha çok ne var?” deyince, adam: “Oğlum Allah’ın rahmeti var.” der. Çocuk: “Peki Allah o kadar rahmeti ne yapacak?” deyince, adam günahkar olduğunu biliyordur ve der ki, “Oğlum Allah o rahmeti benim gibi günahkar kullarının günahını örtmede kullanacak.” der. Bu söz Cenab-ı Hakkın çok hoşuna gider ve o kulunu oracıkta affeder.

Bu yüzden Allah ile bağlantıyı sağlıklı tutmak çok önemlidir. Makamınız müsaitse naz da edebilirsiniz. Karşılıklı konuşabilirsiniz de. Sizin sevgi derecenize kalmış bir şey. Kitabi olmaktan çok muhabbete önem vermeli.

 

 56

Kadir Gecesine Mersiyye

 

Ey Kadir hoş geldin buyur

Şöyle yukarı geç otur

Halin hatırın nasıldır

Ey Kaadir hoş geldin buyur

 

.

Çok bekledik de gelmedin

Gölde yoğurt da tutmadın

Haber saldım sır vermedin

Ey Kaadir pir geldin buyur

 

.

Cebrail sende inermiş

Suç ve takva kılarmış

Hayra yordum dersi sırmış

Ey Kaadir sır geldin buyur

 

.

Ya melekler ne iş düzer

Cümlesi inip kul arar

Kuran der ki bine katlar

Ey Kadir bin geldin buyur

Sana kadir emmi desem

Buyur edip hatrın sorsam

Ayağını suya soksam

Ey Kaadir has geldin buyur

 

.

Babamın adıdır kadir

Çığırırlar oğlu kadir

Sazım kadir sözüm kadir

Ey Kaadir denk geldi buyur

.

Cübbem hem sarığım kadir

Dostum dahi yadı kadir

Al kadir sat kadir kadir

Ey Kaadir baş karsın buyur

.

Düşüm kadir hülyam kadir

Ruhum kadir hülyam kadir

Yokluğa düşüren kadir

Ey kaadir yok dersin buyur

.

Okur üflerim kadirce

Yazar çizerim kadirce

Bu handa hakdır kadirce

Ey Kaadir naz geldin buyur

 

 

Kadir, 1- “Biz onu Kadir gecesinde indirdik.”

“Şüphesiz ki biz Kur’anı Levh-i Mahfuzdan dünya semasına Kadir gecesinde toplu halde indirdik. Bu izaha göre Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerimi, Kadir gecesinde toplu halde dünya semasına indirmiş ve oradan da yirmi üç senede peyder pey yeryüzüne indirmiştir.

 

“Kadir” kelimesinin manası, “Hüküm vermek” demektir. Allah Teâlâ o gecede bir yıl içerisinde olacak şeyler hakkında hüküm verdiği için bu geceye bu ad verilmiştir. Bu hususta diğer bir âyette şöyle buyurulmaktadır: “Her hikmetli iş, tarafımızdan emredilerek o gece tesbit ve tayin edilir.”

(Muhammed b. Cerir et- Taberi, Taberi Tefsiri, C:9, Sh:177)

“ Bu gece, işlerin ve hükümlerin takdir edildiği gecedir. Nitekim Atâ, ibn Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Allah Teâlâ, bu yıl içinde yağmur, rızık, diriltme, öldürme vs. gibi olabilecek şeyleri, gelecek yılın bu gecesine kadar takdir eder.” Ki bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk’ın, “Her hikmetli is nezdimizde bir emr ile o zaman ayrılır…” (Duhân, 4) ayetidir.

Bil ki, Allah’ın “takdîr”i, bu gecede oluyor, meydana geliyor değildir. Çünkü Cenâb-ı Hakk, olabilecek her şeyi; ta gökleri ve yeri yaratmazdan önce, ezelde takdir etmiştir. Tam aksine, bu ifadeyle, “Bunları Levh-i Mahfuz’a yazmaları sebebiyle, takdir edilen bütün bu işlerin o gecede meleklere açıklanması” kastedilmiştir. Ki bu görüş, bütün ulemanın tercih ettiği bir görüştür”

 

(Fahruddin er-İRazi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:28D

 54

KADİR GECESİ    

Kur’an’ın indirilmeye başladığı gece… bütün zaman dilimlerinin en mübarek olanı… dualar ve ibadetler bu gecede Rahmaniyetin sonsuzluğuna layık bir değere ulaşır.

Bu bir tek gece, içinde Kadir gecesi bulunmayan seksen seneden daha değerlidir.

Kadir gecesi Mü’minlere Rahmeti Sonsuz Rablerinden bir ganimettir

 

KUR’AN’DA KADİR GECESİ

Kadir, 1- “Biz onu Kadir gecesinde indirdik.” AÇIKLAMA:

“Şüphesiz ki biz Kur’anı Levh-i Mahfuzdan dünya semasına Kadir gecesinde toplu halde indirdik. Bu izaha göre Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerimi, Kadir gecesinde toplu halde dünya semasına indirmiş ve oradan da yirmi üç senede peyder pey yeryüzüne indirmiştir.

 

“Kadir” kelimesinin manası, “Hüküm vermek” demektir. Allah Teâlâ o gecede bir yıl içerisinde olacak şeyler hakkında hüküm verdiği için bu geceye bu ad verilmiştir. Bu hususta diğer bir âyette şöyle buyurulmaktadır: “Her hikmetli iş, tarafımızdan emredilerek o gece tesbit ve tayin edilir.” (Muhammed b. Cerir et- Taberi, Taberi Tefsiri, C:9, Sh:177)

” Bu gece, işlerin ve hükümlerin takdir edildiği gecedir. Nitekim Atâ, ibn Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Allah Teâlâ, bu yıl içinde yağmur, rızık, diriltme, öldürme vs. gibi olabilecek şeyleri, gelecek yılın bu gecesine kadar takdir eder.” Ki bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk’ın, “Her hikmetli is nezdimizde bir emr ile o zaman ayrılır…” (Duhân, 4) ayetidir. Bil ki, Allah’ın “takdîr”i, bu gecede oluyor, meydana geliyor değildir. Çünkü Cenâb-ı Hakk, olabilecek her şeyi; ta gökleri ve yeri yaratmazdan önce, ezelde takdir etmiştir. Tam aksine, bu ifadeyle, “Bunları Levh-i Mahfuz’a yazmaları sebebiyle, takdir edilen bütün bu işlerin o gecede meleklere açıklanması” kastedilmiştir. Ki bu görüş, bütün ulemanın tercih ettiği bir görüştür.”

(Fahruddin er-İRazi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:28D

 

“Allah Teâlâ, su sebeplerden dolayı, bu geceyi gizli tutmuştur:

 

Allah Teâlâ, diğer şeyleri gizli tuttuğu gibi, bunu da saklı tutmuştur. Çünkü Cenâb-ı Hakk, herkes bütün taatlara rağbet etsin diye, rızasını taatlarda; günah sayılabilecek bütün şeylerden sakınsınlar diye, gazabını masiyetlerde; herkese saygı duysunlar diye, iyi gözle baksınlar diye, evliyasını, insanlar arasında; bütün dualarda alabildiğine çaba sarfetsinler diye, kabul ve icabetini, bütün dualardan; bütün isimlere saygı duysunlar diye, tsm-i A’zamıni; her namaza, alabildiğine devam etsinler diye, “salât-ı vüstâ”yi; her çeşit tevbeye devam etsinler diye, tevbenin kabulünü ve her mükellef sakınsın diye de, ölüm vaktini gizli bıraktığı gibi, Ramazan’ın tüm gecelerini tazim etsinler diye de, bu geceyi saklı tutmuştur.

 

Cenâb-ı Hak sanki söyle demek istemiştir: “Ben sizlerin günahlara karsı ne kadar cür’etkâr olduğunuzu bildiğim için, Kadir gecesini muayyen ve belirli bir hale getirmiş olsaydım, sizin bu geceye olan güveniniz, sizi, çoğu kez günah işlemeye sevkedebilir, böylece de sizler günah işlemiş olurdunuz. Binâenaleyh sizin bile bile günah işlemeniz, bilmeyerek işlemenizden daha ağırdır. İşte bundan dolayı bu geceyi size saklı tuttum…”

Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.s), Mescid’e girdi ve uyuyan bir kimse gördü. Bunun üzerine, Hz. Ali’ye, onu uyandır, abdest alsın” dedi. Hz. Ali de, onu uyandırdı. Sonra da, “Ey Allah’ın Resulü, sen, hayırlar konusunda hep öndesin. O halde sen niçin uyandırmadın?” deyince de, Hz. Peygamber (s.a.s), “Çünkü, onun sana “Kalkmıyorum” demesi, küfür olmaz, iste bu sebeple, diretmesi ve itiraz etmesi halinde, onun suçunu gizli tutasın diye böyle yaptım” buyurdu. Şimdi, Peygamber (s.a.s.)’in rahmeti bu olduğuna göre, Rab Teâlâ’nın rahmetini var sen buna kıyas et, Buna göre Cenâb-ı Hak adeta, “Kadir gecesini bilip de, onda taat edersen, bin aylık mükafaat elde etmiş olursun. Eğer, onda günah islersen, bin ayın cezasını hak etmiş olursun. (Bunun için saklı tuttum…). Halbuki, cezayı savuşturmak, mükafaatı celbetmekten daha evladır” demiştir.

 59

Kadir Gecesine Mersiyye

 

Güllerim gül kadir kokar

Bostanı gül gülşen açar

Muhammede gülüm nazar

Ey Kaadir gül geldin buyur

.

Söyleşirim hu kadirce

Zikrim taatim kadirce

Varım Kaadirin kadirce

Ey Kaadir hu geldin buyur

.

Salat ettim kadir deyu

Azık kıldım emrun neyu

Muhammed var şafi deyu

Ey Kaadir nur geldin buyur

.

Hallerim kadir haliyse

Baktığım kadir gibiyse

Kadire Ahmed yahşiyse

Ey Kaadir can geldin buyur

.

Bu gün de her gün de kadir

Dolaşırım kadir kadir

Aradığım kadir Kaadir

Ey Kaadir han buldun buyur

 

Okurum yazarım kadir

Manasını veren Kaadir

İhlas kıla  amel dokur

Ey Kaadir yar oldun buyur

 .

“Mükellef, o geceyi araştırmada iyice gayret göstersin ve böylece de sa’y ü gayretine mukabil mükafaat kazansın diye, Ben, bu geceyi saklı tuttum” demektir.

Kul, Kadir gecesinin hangi gece olduğunu kesinkes bilmediği zaman, içinde bulunduğu gecenin Kadir gecesi olduğu ümidi ile, Ramazan’ın tüm gecelerinde taatta bulunmaya sa’y ü gayret gösterir. Böylece de, Cenâb-ı Hak bu kullarıyla meleklerine karşı övünür ve, “Siz, bunların yeryüzünü ifsad edip kan akıtacaklarını söylüyordunuz. Ama, bilinmeyen bir gece hususundaki gayretlerini görünüz; nasıldır!… Ya Ben o geceyi onlara bildirmiş olsaydım, o zaman gayretleri nasıl olurdu?!..” der. Bu durumda da, Cenâb-ı Hakk’ın, “Ben, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum” (Bakara, 30) ayetinin sırrı tecelli olmuş olur.

Alimler, bu gecenin gündüzünün de gece gibi olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak Şa’bi, “Evet, bu gecenin gündüzü de gecesi gibidir” demiştir.”

(Fahruddin er- Razi, Tefsir-i Kebir, C-.23, Sh:281)

“‘Ayette söz konusu edilen “o”, Kur’an’dır. Şöhreti, isminin açıkça söylenmesi yerini tuttuğu için zamirle yetinilmiş, ismi açıkça anılmamıstır. Sanki o, tüm zihinlerde hazırdır. Allah Teâlâ onu indirme işini Kendi Zâtına isnad etmek suretiyle onu yüceltmiştir. Oysa onun inişi, Cebrâil (a.s) vasıtası ile olmuştur. “Onu Kadir gecesinde indirmeye Biz hükmettik. Onu ezelde Biz takdir ettik” anlamındadır.”

(İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan,C:lO, Sh:l20)

“Sahih olan şu ki, o gecede her hikmetli iş ayrılır. Sene boyu olacak tüm işler ve hükümlerin idaresi yazılır, işte o gece, Kadir gecesidir. İşler o gecede takdir edildiği için adına Kadir gecesi denilmiştir. Kur’an-ı Kerim bu dediklerimize şahitlik etmektedir. Âyetin başında.-” Biz onu mübarek bir gecede indirdik.” (Duhân: 2) buyurulmuşken, sonra o gece söyle nitelenmiştir:” Her hikmetli iş o gecede ayrılır…” (Duhân: 3)”

(İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, C:10, Sh:121)

 

Kur’an’ın gece indirilişindeki hikmet nedir?” diye bir sual sorulursa, cevabımız su olur: “Kerametlerin çoğu, lütuf ve bağışların inişi, semalara yolculuk geceleri olur. Gece cennettendir. Çünkü istirahat vaktidir. Gündüz ise, cehennemdendir, zira kazanç temini ve yorgunluk ondadır. Gecenin ibadeti gündüzünkinden daha efdaldir. Çünkü insan kalbi geceleyin daha toplu olur. Zaten ibadette gözetilen kalp huzurudur.”

(ismail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, C:10, SM21)

Bu gecenin hangi gece olduğu sorulabilir. Ancak bu çok ihtilaflı bir konudur ve yaklaşık 40 görüş nakledilmiştir. Ama ümmetin büyük alimlerinin çoğunluğu, Ramazan ayının son on gecesinin tek gecelerinden biri olarak açıklamışlardır. Bu alimlerin çoğunun görüşü de 27. gece olduğu yolundadır. Bu konuda bazı sahih hadisler rivayet edilmiştir.”

(Ebu’l Al’â Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, C:7, Sh:186

Kadir, 2- Kadir gecesinin ne olduğunu sana ne bildirdi?

Açıklama:

“Ey Muhammed! Onun ne olduğunu sana hangi şey bildirdi? Yani sen onun hakikatini bilemezsin. Çünkü onun kadrinin yüceliği, yaratıkların bilgi sınırının dışındadır. Onu, gaybleri bilen Allah’tan başkası bilemez. Bu ifade, Kur’an’ın indiği vakti yüceltmedir.”

(ismail Hakkı Bursevi, Ruhu’l Beyan, C:10, Sh:121)

Kadir, 3- Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.

Açıklama:

“‘Ayette zikredilen “Bin ay”ın hangi aylar olduğu hususunda müfessirler tarafından çeşitli izahlar yapılmıştır.

Mücahid’e göre bu ifade, Kadir gecesinde Allah’ı razı edecek olan bir ameli işlemek, o gecenin dışında yapılan bin aylık amelden daha hayırlıdır.” manasına gelmektedir.

Katade’ye göre ise Kadir gecesi kendisinde Kadir gecesi bulunmayan bin aydan her yönüyle daha hayırlıdır.

 

(Muhammed b. Cerir et- Taberi, Taberi Tefsiri, C:9, Sh:178)

 

 

“Malik ibrı Enes de şöyle der: “Hz. Peygamber (SAV)’e, indirilen yaşama süreleri (liste halinde) gösterildi de, ümmetinin ömrünü kısa buldu. Böylece de, diğer ümmetlerin yaptığı hayırlı isleri, ümmetinin yapamayacağından endişelendi de, işte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed (SAV)’e Kadir gecesini verdi. Ve, Kadir gecesi, diğer ümmetlerin bin ayından hayırlı oldu…”

(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:285)

“Kadir gecesinin gündüzü de hayır açısından aynen gecesi gibidir.”

(İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, C:10, Sh:122)

“Bu geceye, Kadir gecesi denilmesi konusundaki en dikkate değer görüş sudur:

işler o gece takdir edildiği içindir. “Her hikmetli iş o gecede ayrılır.” (Duhân: 3) âyeti buna işaret eder. Bundan maksat, takdirinin meleklere gösterilmesidir. Yoksa takdirin kendisi ezelîdir. Kadr, takdir anlamındadır. Takdir de bir şeyi hikmetinin gereğine göre özel bir şekil ve özel bir miktar üzere yapmaktır.

ibn Abbas’dan rivayet edildiğine göre, ALLAH Teâlâ, sene boyu yani ertesi yılki Kadir gecesine kadar olacak olan her şeyi, yağmuru, rızkı, dünyaya getirmeyi, öldürmeyi ve benzeri şeyleri bu gece takdir eder. işleri idare ile görevleri olan meleklere teslim eder. Rızıkların, ve yağmurların bir nüshasını Mîkâil’e; savaşların, rüzgarların, zelzelelerin, yıldırımların, ay ve güneş tutulmalarının bir nüshasını Cebrail’e; âmellerin bir nüshasını israfil’e, musibetlerin bir nüshasını da Azrail’e verir, insanlar ise bunun farkında değildirler.”

(İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, C:10, Sh:123)

“Buradaki bin aydan murad, 83 sene gibi ifadeler değildir. Araplarda büyük bir sayı anlatılmak istendiğinde “bin” kelimesi kullanılırdı. Bu nedenle ayetin anlamı “bu bir gece içinde o kadar büyük iyilik ve hayır yapılmıştır ki insanlık tarihinde uzun bir zamanda bile bu kadar hayırlı iş yapılmamıştır.” (Ebu’l Al’â Mevdud:. Tefhimu’l Kur’an, C:7, Sh:187)

 59

Kadir Gecesine Mersiyye

 

Gülerim ağlarım kadir

Çalarım oynarım kadir

Nazlarım şikarım kadir

Ey Kaadir şevk verdin buyur

.

Medresede kadir okur

Döner döner bina okur

Muallimi hace kadir

Ey Kaadir has dersin buyur

.

Çeşmesi akar kadirce

Kızlar doldurur nazlıca

Oğlan yanmıştır kadriye

Ey Kaadir hoş yarsın buyur

.

Bağlar bozdum Kaadir deyu

Yollar aştım kadir boyu

Dağlar kadrin Ferhat bili

Ey Kaadir gül şirin buyur

.

Gecem gündüzüm hep kadir

İçerim su sulak kadir

Yayladaki oğlak kadir

Ey Kaadir şu hayat kadir

.

Çiçekler kadir açarmış

Kullar emri yaylaklamış

Arı binbir güzellemiş

Ey Kaadir bal şifan buyur

.

Dertlerim kadir devam da

Hem dahi gizim rüyam da

Kadirsiz olmaz dünya da

Ey Kaadir han acun buyur

.

Namazım kadir orucum da

İhlas sırrı bilişen de

Bir var iki yitsin O’nda

Ey Kaadir bir geldin buyur

.

Ahi kul ahmed ne kaadir

Kadri dostta kul sevidir

Dosttan gelen başa güldür

Ey Kaadir gül attın buyur

 

 

Kadir, 4- O gecede melekler ve Ruh, Rableritıirı izniyle herbir iş için inerler.

Açıklama:

“Katade bu ayet-i kerimeyi” Kadir gecesinde melekler ve Cebrail, Rablerinin izniyle ALLAH’ın takdir ettiği o yıla ait rızık ve ecel gibi hususları indirirler.” seklinde izah etmiştir.”

(Muhammed b. Cerir et- Taberi, Taberi Tefsiri, C:9, Sh:180)

“Bil ki meleklerin bakısı ruhlaradır; beşerin bakışları da geçici bedenleredir. Melekler ruhunu, şehvet ve gazab gibi kötü sıfatların bulunduğu bir yer olarak gördüğü için seni kabullenememis ve ALLAH Teâlâ’ya, “Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan akıtacak kimseleri mi yaratıyorsun?” (Bakara, 30) demişler. Ana- baban da, bir meni ve alaka iken, tâ ilk başta şeklinin çirkinliğini görünce, seni kabullenememis, tam aksine nefretlerini ortaya koymuş; o meniyi ve alakayı kazûrât saymış; elbiselerini ondan temizlemek için yıkamışlar; hem sonra düşürmek ve hamileliği önlemek için nice çaba sarfetmişlerdir. Ama ALLAH Teâlâ sana güzel bir şekil verip ana-baban o güzel şekli görünce, seni bağırlarına basmış ve seni çok sevmişlerdir. Aynen bunun gibi, melekler de ruhundaki güzel şekli yani marifetullah’ı ve ALLAH’a taatı görünce, seni sevmişler ve tâ baştan (yaratılışta) söyledikleri o sözden özür beyan etmek için, sana kadar gelmişlerdir. İşte, “0 (gece de) melekler… iner de iner” ayetleriyle bu kastedilmiştir. Binâenaleyh onlar sana gelip, ruhunu, beden gecesinin karanlıklarında ve maddi kuvvetlerin karanlıklarında görünce işte bu noktada yine bu önceki sözlerinden özür dileyerek, ” iman edenler için istiğfar ederler” (Mü’min, 7).”

(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:288)

“Bu görüşü benimseyenler de değişik izahlar yapmışlardır. Bu cümleden olarak, meleklerin yeryüzüne indiğini söyleyenler şu izahları yapmışlardır;

 

1) Bazıları meleklerin, insanlığın ibadetini, ALLAH’a taatta ki ciddiyet ve gayretini görmek için indiklerini söylerler.

 

2) Melekler, “Biz ancak Rabbimizin emriyle inebiliriz” (Meryem, 64) demişlerdir, işte bu onların, bu “iniş” ile zaten emrolunmuş olduklarını göstermektedir. Dolayısıyla bu, alabildiğine bir sevgiye delalet etmez. Ama bu suredeki, “Rablerinin izniyle… iner” ifadesi, meleklerin Cenâb-ı Hakk’tan önce izin istediklerine ve bunun üzerine kendilerine izin verildiğine delalet eder ki işte bu, insanlara karşı son derece bir sevgilerinin bulunduğuna delalet eder. Çünkü onlar, biz insanlara arzu duymuş ve bizimle karşılaşmayı istemişlerdir. Fakat bunun için izin beklemişlerdir.”

(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:288)

“Bu gecede, yeryüzünün her tarafında ya secdeye kapanmış, yahut mü’min ve mü’minlere dua ile meşgul melekler vardır. Cebrail (a.s) ise, istisnasız herkesle musafaha eder (tokalaşır). Bu musafahanın alameti ise, onun musafaha ettiği kimsenin tüylerinin ürpermesi, kalbinin rikkate gelmesi ve gözlerinin yasla dolmasıdır. işte bu haller, Cebrail (a.s)’in o kimseyle musafahasından kaynaklanmaktadır.”

(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:289)

“En doğru olan görüş bu “ruh” ile Cebrail (a.s)’in kastedilmiş olmasıdır. Onun bu şekilde, diğer meleklerden ayrı olarak zikredilişi ise, son derece kıymetli olusundan ötürüdür. Binâenaleyh Hak Teâlâ, “Bir kefede tüm melekler, bir kefede ise Cebrail (a.s) var” demek istemiştir.

Ayetteki, “Rablerinin izniyle” kaydının, o meleklerin bizi görmeye arzulu olduklarına delalet ettiğini daha önce söylemiştik. Eğer, “Onlar bizim bunca günahımız olduğunu bilmelerine rağmen, daha nasıl bizi görmeyi arzuluyorlar?” denilirse, biz deriz ki: “Melekler, günahlarımızı ayrıntılı bir şekilde bilmiyorlar. Rivayet olunduğuna göre, melekler Levh-i Mahfuz’u gözden geçirirler ve orada mükelleflerin taatlarını tafsilatlı bir şekilde görürler. Günahları görmeye sıra gelince, araya bir perde çekilir ve böylece onlar günahları görmezler. Bu durumda da, “Güzel şeyleri ortaya koyan, çirkin şeyleri ise saklayan Zatı teşbih ve tenzih ederiz” diyorlar.

 

“Biz daha önce meleklerin inişlerinin fayda ve hikmetlerinden bahsetmiştik. Şimdi de diğer bazı faydaları zikredelim ki bunların neticesi de, o meleklerin yeryüzünde, gökler aleminde görmedikleri çeşitli taatları görmüş olmalarına varıp dayanır:

Zenginler evlerinden çeşitli yemekler götürür ve fakirlere ikram ederler. Fakirler de zenginlerin yemeklerini yer ve ALLAH’a ibadet ederler, işte bu gökler aleminde bulunmayan birtaat çeşididir.

Melekler asi ve günahkar kişilerin yalvarış-yakarışlarını duyarlar. Bu da göklerde bulunmayan bir taat çeşididir.

ALLAH Teâlâ bir hadis-i kudsi’de şöyle buyurmuştur:

“Günahkarların yalvarış ve yakarışları Bana, teşbihte

bulunanların avazından daha sevimlidir.” Meleklerde “Gelin, yeryüzüne gidelim ve Rabbimize teşbihlerimizin sesinden daha sevimli gelen bir sesi duyalım” derler. Bu ses nasıl sevimli ve güzel olmasın! Çünkü teşbih edenlerin çıkardığı ses, itaat edenlerin o mükemmel halini ortaya koymaktadır. Günahkarların iniltileri ise, göklerin ve yerin Rabbisini Gaffar oluşunu ortaya koymaktadır,”

(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:291)

” Ecellerin, rızıkların, Şaban ayının onbeşinde belirlenip taksim (takdir) edildiği rivayet edilmemiş midir? Ama sizler şu anda bunun, Kadir gecesinde olduğunu söylüyorsunuz” denilirse, biz deriz ki: Hz. Peygamber (SAS)’in, ” ALLAH Teâlâ olacak tüm şeyleri Berat gecesinde takdir eder. Kadir gecesi gelince de , bu şeylerin sahiplerine teslim eder” dediği rivayet edilmiştir. Şöyle denilmiştir. Berat gecesinde eceller ve rızıklar; Kadir gecesinde ise, kendisinde hayır, bereket ve selametin bulunduğu işler takdir edilir. Kadir gecesinde, sayesinde dinin güç-kuvvet bulduğu ve müslümanlar için büyük faydalar bulunduğu şeylerin takdir edildiği; Berat gecesinde ise, o yıl ölecek olanların isimlerinin kaydedilip ölüm meleğine teslim edildiği de söylenmiştir.”

(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, C:23, Sh:293Kadir, 5- O gece, tan yeri ağarmcaya kadar bir selamdır.

 

“Ayetteki “selam” ile ilgili, şu izahlar yapılır : a) Bu, “Kadir gecesi, fecrinin doğusuna kadar selamdır, yani melekler itaatkar kimselere selam verirler” demektir. Bu böyledir. Çünkü melekler, ta gecenin başlangıcından fecrin doğusuna (sabaha) kadar bölük bölük inerler. Bu inişin bölük bölük oluşu, selamın çokça verilmesini temin içindir.”

(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebîr, C:23, sh:293)

b) “Alimler meleklerin ve ruhun Kadir gecesinde, bütün iyi şeyleri ve mutluluk veren şeyleri indirip, o gecede hiçbir zararlı şeyi indirmediklerini söylemektedirler. Binâenaleyh o gecede inen herşey , sırf bir “selam” dır, yani mahza selamet, fayda ve hayırdır.”

(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebîr, C:23, sh:294)

“Şu da bilinmiş olsun ki, bu mübarek gecede dua sünnettir. 0 icabet vakitlerinden birisidir, imam Ahmed ve sahih diyerek Tirmizî, Nesaî, ibnü Mâce ve daha diğerleri Hz. Aişe’den söyle rivayet etmişlerdir: Demiştir ki: ” Ey Allah’ın Resul’ü, Kadir gecesine rastlarsam ne diyeyim?” dedim. Buyurdu ki:” Allah’ım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle, de.”

Aynı şekilde namaz ve diğer ibadet şekilleri ile gayret ederek çalışmak da sünnettir. Süfyan-ı Sevrî demiştir ki, o gece dua etmek, namaz kılmaktan daha sevaptır. Kur’an okuyup da dua ederse güzel olur. Resul-i Ekrem (SAS) Hazretleri Ramazan geceleri gayretle çalışır ve tertîl ile Kur’an okurdu. Rahmet âyeti geçtikçe ister, azap âyeti geçtikçe Allah’a sığınırdı.

ibnü Receb de demiştir ki: En mükemmel olan namaz, Kur’an kırâeti, dua, tefekkürü toplamaktır.

 

Peygamber (SAS) bunların hepsini yapardı. Özellikle son onunda daha çok yapardı. Bazıları demişlerdir ki : Teravih ile kıyam meydana gelir. Beyhakî, Enes b. Malik (r.a)’ ten şöyle rivayet etmiştir: Resulullah buyurdu ki: “Her kim Ramazan ayı çıkıncaya kadar akşam ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsKadir gecesinden birçok haz alır”. Malik ve Ibnü Ebi Seybe ve ibnü Zencûye, BeyhakîSaid b. Müseyyeb’den rivayet etmişlerdir ki: Kadir gecesi yatsı namazında cemaatte hazır bulunan ondan nasibini almış olur. ibnü Hacer Heytemî (rh.a) Tuhfetü’l Muhtâc’da der ki: “Kadir gecesini görene, saklaması sünnettir. Onun kemâliyle faziletine ancak Allah Teâlâ’nın bildirdiği kimseler nail olur.”

 65

Kadire Çaldı Gecem

 

Gündüzüm geceye çaldı,

Bu gece gönlümün varı,

Göğnümün kâdiri geldi,

Bu gece gönlümün yâri.

.

Melekler ne iş işlemiş,

Cebrail ne düş düşlemiş,

Rahman ne murad eylemiş,

Bu gece ümmetin yâdı.

.

Her geceyi kadir bil sen,

Her geleni Hızır bil sen,

Her yananı kendin bil sen,

Bu gece rahmetin kârı.

.

Namazda ihlasın gerek,

Gözyaşıyla ahın düzek,

Cup diye atlayak ölek,

Bu gece kulların varı.

.

Biri bine katlar imiş,

Hangi gece saklar imiş,

Şol ümmete fazlı buymuş,

Bu gece tembelin kârı

.

Bir yıldır kılarım bitmez,

Kadir deyu sâla etmez,

Rahmet ne ki saklar açmaz,

Bu gece erlerin karı,

.

Bağım bahçem bostanım gül,

Günah keçem içtiğim gül,

Nefse bindim atlarım gül,

Bu gece güllerin yâri,

.

Ya Rahman affına geldik,

Saf saf olup namaz kıldık,

Salya sümük dua ettik,

Bu gece affet sen nâsı,

.

Benim gülüm solmaz galan,

Niza etmem ahraz galan,

Kafi gelir Rahman galan,

Bu gece rahmetin kârı.

.

Selam olsun ümmet kârı,

Duyan gelsin tarik eri,

Uça dursun hakikatli,

Bu gece marifet kârı.

.

Bir garip kulum alemde,

Şaki yazdı hem levhinde,

Düştüm aşkına kırkında,

Bu gece muhabbet kârı.

 

Kul ahmedim günüledi,

Ömrü çuval sokuladı,

Bir gecede yaylakladı,

Bu gece ahiler kârı.

.

Ya Muhammed salât ettim,

Salât deyu emrin tuttum,

Merhametle kulluk ettim,

Bu gece ahmedin kârı.

 .

Kadir gecesini görmek ne demek olduğu hakkında da âlimler hayli bahisler yapmışlardır. Alüsî’nin açıkladığı üzere açık olan budur ki: Onu görmek demek, ona mahsus olan nurlar ile meleklerin inmesi gibi özellikleri, ilmi ifade eden alametleri görmek yahut öyle bir ilmi ifade eden ve hakikati ancak ehlince bilinen bir keşfe ermektir.”

(Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C-.9, Sh:348)

“Alûsi’nin kaydettiği üzere Sofiyye ıstılahında Kadir gecesi, Allah yolunu tutanın, sevilen Hakk’a oranla kıymet ve mertebesini tanıyacağı özel bir tecelliye erdiği gecedir ki, o gece hak yolcusunun aynı toplantıya ve marifette yetişkinler makamına ilk girdiği vaktidir.”

(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C:9, Sh:350)

(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C:9, Sh:350)

 

“Kim Kadir gecesini faziletine inanarak ve alacağı mükafatı umarak ihya ederse, günahları bağışlanır. Kim Ramazan orucunu inanarak ve mükâfatını umarak tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”

(Buhari, Müslim)

“Rasulullah’a (SAV) kendisinden önceki insanların ömrü gösterildi de, sanki o ümmetinin ömürlerini kısa gördü. Diğer ümmetlerin yaptığı kadar amel yapamamalarından endişe etti. Bunun üzerine ALLAH (CC) bin aydan hayırlı olan Kadir gecesini verdi”

(imam Malik)

“Kadir gecesi bana gösterildi sonra unutturuldum. Onu son on gün içinde vş tek olanlarında arayın.”

(Buhari)

 

“Hz. Aişe (RA): “Ey ALLAH’ın Rasulü! Eğer Kadir gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim?”

 

“Ey ALLAH’ım! Muhakkak Sen affedicisin. Affetmeyi seversin, beni de affet I”

(Tirmizi)

^”Ramazan’da öyle bir gece vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. Kim o gecenin hayrından mahrum kalırsa, Şüphesiz ki o mahrum edilmiştir.”

(Nesai)

“Kim Ramazan ayı çıkıncaya kadar aksam ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsa Kadir gecesinden alacağı manevi lezzet büyük olur.”

(Beyhaki)

 

“Kadir gecesinin sabahında güneş, ışınsız olarak beyaz bir şekilde doğar.”

(Müslim)

 68

Bediuzzamanın kadir gecesi anlayışı

“0 gece bin aya denktir” işaretiyle, (Kur’an’ın) bir harfinin o gecede otuzbin sevabı olduğu anlaşılır.”

(Sözler, 24. Söz 3. Dal)

“insanlarda veli. Cumada duaların kabul anı, Ramazan’da Kadir gecesi, Esma-i Hüsna’da ism-i Â’zam, ömürde ecel meçhul kaldıkça diğer fertler de (yani insanlar, dakikalar, geceler ve isimler…) değerli kalır, önem verilir.”

(Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, 83)

“Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvela: Yarın gecenin Kadir gecesi olması ihtimali çok kuvvetli olduğundan (27. gece), bir kısım müçtehidler o geceyi kabul etmişler. Gerçekte olmasa da, madem ümmet o geceye o gözle bakıyor, inşaALLAH gerçek Kadir gecesi kabul edilir.”

(Şualar, 14. Sua)

 

“…Kadir gecesidir ki, (o gecenin gereğini yerine getirmekte) başarılı olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gündür. Saati iki ay, günü birkaç sene gibi bitimsiz bir ömürdür.”

(Barla Lahikası, 27. Mektup)

69

Kadir gecesinin alametleri

 

“Kadir gecesinin bilinmesi için bu alametlere dikkat etmelidir:

O gece, açık ve rahat bir gecedir. Ne sıcaktır; ne de soğuk…

 

Denilmiştir ki:

Kadir gecesi, köpek uluması duyulmaz…

Kadir gecesinin sabahında, güneş doğduğu zaman,

biraz donuk doğar… Şuasız bir tepsi gibi çıkar…

 

Gönül sahiplerine, veli kullara, taat ehline o gece çok hayret verici şeyler meydana gelir. Bu manayı, ALLAH-Ü Teâlâ anlatılan sınıftan dilediği kullarına açar.

Ve… bu kesif, onların hallerine, kısmetlerine, Aziz Celil ALLAH’a yakınlık derecelerine göre olur.

(Abdülkadir Geylânî, Gunyet’üt Talibin, Sh: 619)

İmam-ı gazaliye göre kadir gecesi

“ALLAH ondan razı olsun, Enes Ibni Malik’in rivayet ettiği bir hadiste ALLAH’ın Resulü söyle buyururlar:

 

“Kadir gecesi gelince Cebrail (AS), meleklerden bir toplulukla iner. Namaz kılarlar, ayakta veya oturarak ALLAH’ı zikreden her kişiye selam verirler.”

 70

Ebu Hureyre der ki:                                                                                                                    

 

“Kadir gecesi gelince, çok sayıda melek yeryüzüne iner. Onların inişi için gök kapıları açılır. Nurlar yükselir. Büyük bir tecelli hâsıl olur. Melekler yayılırlar. Bu durumda insanların hali değişiktir. Kimisine göklerin ve yerin sırrı açılır, göklerden perdeler kaldırılır. Onlar, göklerde melekleri kıyam halinde, oturur halde, rükû eder, secde eder, zikreder, şükreder teşbih ve tehlil eder halde müşahâde ederler. Kimisine, bütün içindekilerle beraber cennet açılır; evleri, köşkleri, hurileri, nehirleri, ağaçları, meyveleri! Bu kimse ALLAH’ın arşını, peygamberlerin, ermişlerin, şehidlerin ve sıddıkların makamlarını müşahade eder. Bu ruhani âleme hayran olur. Rahmet deryasında gezer. Cenneti,

 

Cehennemi, Cehennemin derekelerini (azap çukurları) ve imansızların mekânlarını müşahâde eder, görür. Gene o gece mü’minlerden bir kısmına ALLAH’ın Cemali açılır. Perde kaldırılır. 0, sadece Onu müşahâde eder.”

 

ALLAH ondan razı olsun, Hz. Ömer’in anlattığına göre, bir defasında ALLAH’ın Resulü, bir topluluğa hitaben şöyle dedi:

 

“Kim Ramazan’ın yirmi yedinci gecesini sabaha kadar ihya ederse o, bana, Ramazan’ın diğer bütün gecelerini ihya edenden daha sevimlidir.”

 

Bu sırada Hz. Fatıma sordu:

 

“Ey babacığım, erkeklerden ve kadınlardan, o geceyi ihya edecek kudrette olmayan zayıflar ne yapar?”

 

Resulullah buyurdular:

 

“Yastıkları koyarak ona dayanıp bu gecenin saatlerinden bir saatte otururlar ve ALLAH’a dua ederlerse bu, bence ümmetimin, Ramazanın bütün diğer gecelerini ihya etmelerinden daha sevimlidir.”

 

ALLAH ondan razı olsun Hz, Aişe’nin rivayet ettiği bir hadiste ALLAH’ın Resulü şöyle buyururlar:

 

“Kim, Kadir gecesini ihya ederek o gece iki rekât namaz kılsa ve tevbe-istiğfar etse ALLAH onu mağfiret eder. ALLAH’ın rahmetine erişir. Cebrail onu kanadıyla sıvazlar. Cebrail her kimi kanadıyla sıvazlarsa o cennete girer.”

(Imam-ı Gazali, İlâhî Nizam, Sh: 6

 71

Bir hakikat sohbeti

Arapça bir atasözü vardır. “meşakkat miktarı meali tahsil edilir” diye. Bu ille de kendinizi zorlayın demek değildir. Farklı mahrumiyetlere bağlı bir sevap verme derecesi vardır. İnsan dejenere olmamışsa anne babaya bakınca hem kendindeki merhamet de artar. Anne baba ise ilahi olarak evlada karşı şefkatli yaratılmışlardır. Ancak evlatta anne babaya karşı aynı sevgi şefkat duygusu baskın olarak verilmemiştir. Bu yüzden Kuran uyarı gereği hissetmiştir. Bir annenin evladını doğurup da ona sevgisinin verilmemesi düşünülemez. Bu sevgi oranı peygamberlerde %14, annede %1, babada ise binde birler seviyesindedir. Toplumda peygamberlerden sonra merhamet timsali annedir. Dolayısıyla toplumdaki merhametsiz davranışlardan korunmak için annelerden yararlanmalıyız. Ancak şöyle bir hususu da göz önünde bulundurmak gerekir. anne duygusal olduğu için adalette kalamaz. Gider kavga edenler arasında kendi yavrusunu tutar. Baba ise daha basiretlidir ve  adalete daha yatkındır. Bu yüzden adaletin çok gerekli olduğu çalışma hayatında yönetim kademesinde erkeğin daha uygun olduğu söylenebilir.

 

İnsan tabiatında olan şeylerde Kuran hüküm serdetmez. “…ve bil valideyni ihsana” sürekli olarak Allah’a kullukta ara vermeden anne babaya ihsanı eşdeğer tutuyor. Ubudet, ihsan = civanmertlik. Ve bunu Allah’ı görüyor gibi yapmak gerkiyor.

İsra suresinde “… ve kada rabbuke”  Rabb kelimesine raci şeyler bunlar. Hemen arkadan anneye babaya ihsan diyor. Ayette onlara teklifleri karşısında üff bile deme buyruldu. Bir şeyin azı memnu ise

 

- Sesini yükseltemezsin

- Üzerine yürüyemezsin

 

Bu adeta “ bana çok şey vermiştiniz, şimdi ise bunu iade ediyorum demek gibidir. Bu hususun ibadetin yanında gösterilmesi işin ciddiyetini gösteriyor.

 

Ahirette en yakın olanlar çok salat edenlerdir diyor resulüllah sav. Bununla onun şefaat alanı genişliyor. Bununla siz de kendinize bir zemin hazırlıyor ve bir yatırım yapıyorsunuz. Ayette Allah ve melekler s alatü selam ederler siz de buyruldu. Bununla varlığı korumak amaçlanıyor, şefaat yetkisi için bir genişleme var ve rasulun elimizden tutması için bir ünsiyet peydah olması sözkonusu. Bidiğiniz üzere namazda bile salat etmek sünnettir ve önemlidir.

 

Ramazan ayı sulltan olduğuna göre 11 de hademesi var demektir. Osmanlı’da ulufei şahane herkese eşit dağıtılıyordu. Adeta yağma. Alan alsın diyor. Ramazan ganimet ayı. Annesinin babasının kıymetini bilmişse, salat etmişse, ramazanı idrak etmişse Rivanül Hamd’in altında bulacaktır kendini.

 

İnsan bu idraki duyuyorsa düşünün bir kere altınlar saçılırken siz gidip bakırcılarda bakır topluorsunuz? İşte ramazanın derinliği insanın derinliğine bağlıdır. Kişi münafık değilse oruçtan ve teravihten nasibini alır. Kişi derinse bunu daha da ileri götürür. Hiç kimsenin ibadetini hafife almamak gerekir. Bizler şu anı yaşayan müslümanlar olarak talihsiz bir dönemin talihsiz müslümanlarıyız.

 72

İmanın beslenme kaynakları gittikçe zayıfladı

 

Bu beslenme işi onun kaynağının durumuna bağlıdır. Aile cahil, çocuğuna hassas değil, sokak insafsız, cami şekilci formel olmuş, bir donukluk var ve formel yani şekilci müslüman tipine odaklanmış, onun iç hukukunu ihmal etmiş. Din hayatın her alanında olmalı. Sokakta elhamdülillah diyecek, allahü ekber deyecek, zıkka oynarken bismillah diyecek, aksırdığında elhamdülillah diyecek, kalşılaştığında selalmün aleyküm, ayrılırken yine selalmün aleyküm deyip daima Allah’ı hatırlatacak, okulda bismillahirarhmanirrahim diyecek, konferansta başlarken selam besmele ve kuran ile başlayacak ila ahir…

 

İşte beslenen kaynaklar kısırlaşmışsa açlığımız mukadder olacaktır. Aç olarak ise ramazan yaşanmaz. O halde formatlarla oynamak gerekiyor. Mesela teravihi hatimle kılmaya çalışmak olabilir. 2 ya da 4’teki şefte (ara) larda selatü selamu büyük bir iştiyakla okumak olabilir. İşin aslı o iki rekatı ne kadar zamanda kılıyorsanız arada da o kadar durmalısınız. Durunca hacet duası okuyabilirsiniz. Müslümanlara dua edin, müslümanlara karşı tavır alanları rüsvay et ya rabbi diye dua edebilirsiniz. Her gün bu duaları değiştirebilirsiniz. Böylece dolu dolu bir yaşam gerçekleşir ve bir tetiklenme hadisesi gerçekleşir. Akşam yorganı çekince bütün suçların ve ümmet için ağlamaya başlarsın artık. İşte bu bir canlılık getirir.

 73

Niyetlere dikkat

 

Niyetlere çok dikkat etmek gerekir. Örneğin sahura kalıyorsunuz. Allah’ım senin için kalkıyorum diyebilirsiniz. Sen bana kalk dedin kalktım, ruku et dedin ettim, secde et dedin ettim demeli insan.. böylece 1’i 1 000 yapabiliriz. Teravih asla aradan çıkarılır gibi kılınmamalı. Şayet hızlı okunursa buna melekler bile şaşar. Bu arapça kelimelerden oluşmuş, deforme olmuş bir şeyler haline gelir. Kuran’ın üç okuma usulunden sonuncusu olan “hıdır” bile belli bir netliği içerir. Elbette uzun uzun döktürülmeyebilir fakat tane tane olmaktan asla uzak olmamalıdır. Peygamber efendimiz dahi tane tane okurdu.

 

İftar yaklaşınca baş dönüyor, bulanıyor. Tam bu zaaf anında dualar kabule daha yatkındır. Ümmetin sağlık ve selameti, iman selameti için dua ederek insan kendi derinliğini bu şekilde değerlendirebilir. Elbette ramazan saygısını herkesten bekleyemeyiz.

 

Gayzını yudumlayan bir insan adeta kaktüs yutar gibi karşılık vermeden, bazıları zalimce üzerine gelse de öfkelenmenizi baskı altına almalısınız. Aksi halde Hadis’teki “nice oruç tutanlar var ki açlığı yanına kar kalır” durumuna düşersiniz. Diğer taraftan yine bir başka hadiste “nice ayakta duran insanlar vardır ki beyhude uykusuz kalmışlardır ve kıyamda kalmışlardır.” Buyruldu.

 

Eğer zulme uğramışsanız elbette eşit bir mukabele hakkınız olabilir. Fakat sabrederseniz daha hayırlıdır buyruldu ayette. Ramazanı bu açıdan bir fırsat sayabiliriz.

 

Mevlana’ya bir adam gelerek kızıyor ve diyor ki: sen kafire de bağrını açıyormuşsun, ona da acıyormuşsun sen kafirmisin deyince mevlana diyor ki gel sana da kucağım açık diyor.

 

Bir papaz  onu ziyarete geldiğinde ondan önce onun eline uzanarak bu ikramı ona bırakamam diyor.

 

Bütün bunlarla ehli iman muntazam bir ordu haline geçer. Böyle yüce bir kulluğa iştirak etmeyen insanlar insan ismine layık mıdırlar diye düşünmekten alamıyor insan kendini..

 74

Tefekkür

 

Ramazan’a başladığımız gibi mi devam etmeliyiz yoksa ileride daha da mı ileri gitmeye çalışmalıyız? Allah’ a hamd olsun bizi kavuşturdu. Güne nasıl başlıyorsak öyle başlamalıyız. Selamın bereketinden de istifade gerek.

 

Peygamber efendimiz Allah ramazanın orucunu farz kıldı, ben de kıyamını sünnet kıldım buyuruyor. İlk gün hızlı girip 3 ve 4 gün azaltmak olmaz. Teravih ramazanın sünnetidir, orucun değil. İmkan bulan mutlaka kılmalıdır. Bu cemaatle olmalıdır. Evde de cemaat olabilir. Fakat cami cemaatini tutmaz. Misafiriniz varsa 20 veya 8 rekat da olsa kılınabilir.

Ancak aslolan hatimle kılınan namazdır ki hasiste en faziletli kuran okumanın namazda kıyamda okunan kuran olduğu buyrulduğu düşünülürse bunun önemi daha iyi anlaşılır.

 

Anne baba… evlada

Ramazan…   ümmete

Efendimiz…  alemlere rahmettir. Bu hiç bir mevsimde kaybolmayan bir devamlı rahmettir.

 

Cebrail geldiği bir vakitte efendimiz hutbede iken üç defa amin dediği duyuldu. Sonra sahabe sordu. Ya Resulullah neden üç defa amin dediniz deyince dedi ki, birinci de cebrail anne ve babası yanında yaşlandığı halde cennetlik olmayı beceremeyenin burnu  sürtülsün dedi ben de amin dedim. İkinci de ramazana erişip de kendi amelindeki kusurdan dolayı affedilmeyi beceremeyenin de burnu sürtülsün dedi ben de amin dedim. Üçüncü de ise senin adın anıldığı bir yerde duyup da salat etmeyenin de burnu sürtülsün dedi ben de amin dedim buyurdu. Bütün bunlar kolay kazanılabilecek nimetler olup zayi edenleri tekdir içindir.

 

Ramazanı Kuran’ın o ayda inmiş olması taçlandırır.

Ramazanda nafilelere farz sevabı verilir. Farzlara da 70 farz sevaba çıkarılır. Allah verirse Allah’ca verir ve sınırı yoktur.

 

Normal günlerde 1’e 10

Recep’te               1’e 100

Şaban’da               1’e 300

Cuma’da             1’e 10 000

Kadir gecesinde  1’e 30 000  verilir.

 

Kuran ölçüdür, rehberdir, dengedir. Dünya ve ahiret iyi bir yol haritasıdır. Cennete cemalullaha ve Allah rızasına ulaştırır. Gece bir müslüman için vuslat zamanıdır. Kıyam zamanıdır. Tövbe zamanıdır. Dua zamanıdır.

 

Kuran hidayetin kaynağı olduğuna göre insanlığı hidayete açıyor denilebilir. Göklerin kapıları açılıyor ramazanda. Bunun bir diğer yorumu cennetin kapılarının açılmasıdır.

 

Bir hadisi şerifte Kuran Allah’ın size uzanan ipidir. Buyruldu. Bununla alayi illiyyune çıkabilirsiniz. Az uyku. Az ye. Az konuş. Böylece melekleşiyor insan. Amerika da yapılan bir araştırmada denekleri blok uyutmuşlar ve bir diğer denekleri de 4 saatte bir kaldırıp tekrar uyutmuşlar. Parçalı uyuyanların daha fazla uyku tatmini aldığı görülmüş.

 

Orucun bir de manevi boyutu var. Dil, kulak, akıl, göz de bu oruçtan nasibini almalı.

Ruhun orucu uzun emelli olmamaktır. Asıl gaye rızai ilahi olmalı. Dünya  ve dünyada çok daha ileride yapılmak istenen insan ömrünü aşan şeylere fazla itibar edilmemeli. Bu plansız hareket etmek anlamına alınmamalıdır. Elbette bir insan da bir devlet de uzun vadeli planlar yapabilir. Fakat burada eleştirilen husus bu amaçların insanı işgal etmemesinin istenmesidir. Yani başarı güzel fakat başarıya kilitlenmek kötü eddedilmiştir. Diğer amaçlar bu amaçları izlemelidir.

 

Aklın orucu; heva ve hevesten uzak durmaktır.

Bedenin orucu; yeme ve içme ile cinsi münasebetten uzak durmaktır. Ağız ve beden orucu birlikte olursa bir kamil orucu olabilir. Böylece bayrama her türlü kirlerden arınmış olarak çıkabilir insan.

 

Oruç bizi tutmalı ve rızai ilahiye bağlamalıdır. Şayet yaşayan kuran olabilirsek biz oruca oruç bize tutunmuş demektir. Şayet bize ahlaki ve muhammedi güzellikler kazandırmıyorsa “nice oruç tutanlar var ki kazandığı bir açlıktan ibarettir” hadisine denk düşer.

 

Yazın meşakkat artınca elbette sevaplar da artıyor denilebilir. Günler uzun deyip fidye vermeye kalkanların hiç bir affı olamaz. Keyfi olarak dayanamıyorum demek olmaz. Allah’ın sadakaya ihtiyacı yoktur. aksine bizim oruca ihtiyacımız vardır. Bu durum sadece ayakta duramayacak kadar yaşlı piri faniler, emzikli bacılar, hastalar için geçerlidir. Bu ise İslam’ın cana verdiği önemi gösterir.

 

Yahudiler firavunun boğulduğu günde 1 güne indirdiler. Hırıstiyanlar ise önce 30 idi, sonra 40 sonra da 50 yaptılar fakat hiç birini tutmayıp 1 günlük perhize indirdiler. Perhiz ise oruç sayılmazdı. Bunlar ibadetin ya da vahyin insana uydurulduğu hastalıklardır. Bizim de benzer hastalıklardan şiddetle kaçınmamız gerekir. Örneğin her bidat bir sünneti yok eder. Bunun üzerinde düşünmeliyiz. Her şeyi kendimize uydurursak ortada din kalmaz.

 

Oruç 29 veya ayın durumuna göre 30 çeker. Bu asla değiştirilemez. Hac belli aylardadır. İbadetin şekli ve zamanı ve mekanı bellidir. Bunu Allah ve rasulu belirlemiş. Bir insan gücü zayıf diye fidye veremez. Bayram sevinç ve sürur günüdür, bir hediyedir. Onun orucu ise haramdır. Ramazanın ilk bayram günü ve 4 gün kurban bayramı oruç tutmak haramdır.

 

Namazın, orucun, haccın bir ruhu vardır. Namazın ruhu “HUŞU”dur. Müminun suresinde onlar ki namazda huşu içindedirler buyruldu. Kişi rabbinin huzurunda olduğunu düşünmelidir.

 

Oruçta ise sen ibadet halindesin, Allah huzurundasın demeli. Ruhu bu. Akşama kadar Allah ile berabersin diye düşünmeli. Böyle olursa toplumsal huzur da gelebilir belki.

 

Ramazan ayı kuran ayıdır. Nasıl bir ilişki olmalı aramızda. Hakkıyla ilişki nasıl olabilir.

 

Mukabele bir sünnettir. Her yıl ramazanda peygamber efendimizle cebrail aleyisselam karşılıklı okurlardı. Peygamberimizin okumasına “arz” denilir. Cebrailin okumasına ise “mukabele”denilirdi. Son yıl iki defa tekrar etmişlerdi.

 

Her mümin günde en az bir cüz okumalı. Okuması zayıfsa 6 sahife olumalı. Hiç okuma bilmeyen bir dede ya da nine her satırına bir ihlas okuyarak da olabilir. Gençlerin ise mutlaka öğrenmeye çalışmaları gerekir.

 

Her mümin günde en az bir cüz okumalı. Zamanı varsa tefsiri bir mealle götürürse daha güzel olur. İnsanın zamanım yok dememesi ve zamanı müsait hale getirmesi gerekir. Bir hadiste “  kim emri altında çalıştırdıklarına kolaylık gösterirse Allah da ona ahrette kolaylık gösterir ve cennetle müjdeler” buyruldu.  Kuran altı cihetle ibadete vesile olur. Kuran’a bakmak, okumak, anlamak, yaşamak, anlatmak, ve nasıl yaşanacağını anlatmak birer ayrı ibadettir. Ancak manası tilavetinden evladır alimlere göre.  Kuran ruzi mahşerde şefaatçi olacaktır. Kuran bir nurdur. Bu aydınlığı mümkünse sabahleyin almak uygun olur.  Ancak günün her saati işte bile olsa boş bir zaman kuran için kaçırılmayacak bir fırsattır.

 

Bayan kardeşlerimiz de evlerde kuran sofraları kurabilir mukabele okuyabilirler. Kuranı kerim bize zaten evlerinizde kuran sofraları kurun diyor. Bir kimsenin mukabele takib yanında kendisinin tefekkür ederek bizatihi okuması daha makbuldür.  Örneğin dükkanında kimse yoksa okuyabilir. Hiç de gösteriş olmaz. Burada şeytan alıkoymak için türlü yollara başvurur. Şeytan en büyük hilesini kuran okuyana yapar. Onun için ayette euzü besmele çekin buyruldu. Buna rağmen dikkatli olmak gerekir. Sevabın çok olduğu yerde şeytan çok dolaşır unutulmamalı.

 

Zamanı iyi tanzim etmeli. Zamanım yok mazeret olmaz. Lüzumluları koyup lüzumsuzları terk etmelidir. Müslüman batılıların dediği gibi  “time is Money” “zaman paradır” demez. “time is all my life” der. Yani zaman benim bütün hayatımdır der. Buna göre hareket eder. Hadisi şerifte “bir insanın Müslümanlığının  güzelliği maleyaniyi terkine göredir” buyruldu.

Demirin paslandığı gibi kalplerde paslanır. Onu cilalamak gerekir buyrulunca sahabe i kiram sordu. Kalplerin cilası nedir ya resulüllah dediler. O da cevaben kuran okumak ve ölümü hatırlamaktır buyurdu.

 

Ölümde dünya elinizden çıkacak ve ahreti nasıl kazanayım diyecek. İşte bu malayaniyi sıfırlıyor.  Ölüm geldiğinde dünyayı sıfırlıyor. İman da yoksa ahret de sıfır demektir. Bu kişiye yazık değil mi?

 

Kuran Allah ile konuşmak demektir. Hadiste “Allah ile konuşmak isteyen kuran okusun. Allah’ın kendisi ile konuşmasını isteyen de namaz kılsın” buyrulmuştur. Allah ile konuşmaya çıkan oradan bir rahmet alacaktır kuşkusuz.

 

Bir mümin nisa 58 de belirtildiği üzere emaneti ehline vermeli adaleti sonra olmalı, nahl 90 da belirtildiği üzere de önce adalete sonra iyiliğe dikkat etmelidir. Bunlar da birer ahlak sayılır. Bu mesuliyet bizi öldürür.  Düşünün bir kere dünyada bir millet ölüyor bir millet milyarlarca dolar savunma harcaması yapıyor ve israf diz boyu.  Bunları, afrikadakileri ya da içimizde sesi çıkmayanları bulmak zorundayız. Hiç şansımız yok. Bir adam koridorda yürürken duvarda gürültü etmeyin yazıyormuş, adam gürültü ediyormuş. Biraz ilerde ayağınızı sürümeyin yazıyormuş, adam ayağını sürüyormuş. Fakat öyle bir yere gelmiş ki düşük bir kapının üstünde “başınızı eğiniz” yazıyormuş. Ve adam başını eğmiş…

 

Ramazan kuran o ayda indiği için sultan olmuş. İndiği gece de kadir olmuş. Sadece kuran okumak yetmez onu anlamak ve tefekkür etmeye çalışmak da gerekli. Elbette zihnin ve hayattan istifade onu anlamaya bağlı. Kuran, bilmiyorsanız onu bilenlere ehli zikre sorun diyor. Onu hayata taşımak, indirmek, mahallemizde, ticarethanemizde, komşularımızla ilişkilerimizde onu kullanmak zorundayız.

 

Hayatımızda yaşanan olmazsa olmaz ölçü bu olmalı. Sevap da böylece büyüyecektir inşallah. Bu ise bir şefaat edilme hakkı doğuracaktır.  Adeta ilave bir kazanç.

 

Aksi halde gelir geçer bir parlayıp sönen bir çıkarcılık, bir sevap ticareti olur ki bu kalıcı bir etki yaratmaz hatta şefaat edilme şansı bile doğurmaz denilebilir. Demekki meseleyi bir yaşam biçimine dönüştürüp kişiliğe de dönüşmesini sağlamak ve bir HAL’’e çevirmek gerekiyor. İşte o zaman ben böyleyim diyebilirsiniz ki ihlas da tam bu noktada doğar. Aksi halde riyadan çıkarcılıktan kurtulamazsınız.

 

Kuran hale dönüştürülemezse, yürüyen kuran olunamazsa şimdi milyonlarca meal var fakat din hayata bir türlü geçmiyor? Demek ki sorun okumakta değil tefekkür ve yaşamakta görünüyor. İşte Allah için atlayacak civanmertlere ihtiyaç var. Allah da zaten kuran da cundullah (Allah’ın askerleri) ensarullah (Allahın yardımcıları) Hizbullah (Allah’ın tarafını tutanlar) derken bunu kastediyordu ve la ikrahe fiddin diyerek gönülsüzleri defediyordu.

 

“li yünzire men kane hayyen” diyerek hayattakileri uyarsın diye indi kuran diyerek ilan ediyordu amacını. Raflarda kılıflarda tozlansın ölülerde okunsun diye inmemişti. Bir partinin milletvekili namaz kıldığı halde “bu kuranı şimdi bu gelişme ve bu toplumda nasıl uygulayacaksın, uygulanamaz bu kuran” diyordu. Sakın sizi bu fikre destek verirken bulmayayım. İşte bu mushafa inanıp Allah’a, onun emrine, kuranın içine inanmamak değil miydi? Nerde kaldı iman? Cebine koy götür, denize at…

 

Aksi halde bizim ehli kitaptan farkımız ne olacak? Kuranı hayata taşımak gerek. Habele yukabele mukabele. Biz kuran ile ve Allah ile karşı karşıya olduğumuzu unutmamalıyız.  Kuranı efendimizden, Cebrail’den dinliyor gibi dinlemeliyiz. Mütekellimi ezeliyi Cebrail Peygamberimize veriyor gibi dinlemeliyiz.

 

Namazda da efendimiz imam, bizler nefer gibi olursak ramazan bizi kurtarır. Oruçla ilgili ayette “…lalleküm tettkun” yani korusun kurtarsın diye farz kılındı denilmetedir.

Din, namaz ve oruç Allah’a ait bir projedir. Bize kalsaydı biz böyle bir şey ortaya koyamazdık. Peygamberin bile bu temellerde etkisi yok. Sadece dinin ruhunu bozmadan şari, zekatın oranı, namazın rekatı, sünnetleri gibi tali şeylerdir. Bunlar önemsiz demek istemiyoruz. Sadece asli şeyleri Cenab-ı Hak belirliyor diyoruz o kadar. Değilse kuranın insanı peygambere gönderdiği açıktır. Bu gönderme vazetmeden ziyade bir uygulamayı siz örnek alın ve izleyin diyedir. Bununla beraber bazı emir ve yasaklar koyma izni de verilmiştir elbette.

 75

İnfak

Ramazan biraz da infaktır. Ya inanmayanlar için nedir ramazan? Acaba ne?

Efendimiz alemlere rahmettir.  Müminlere rahmettir. Bunlar; iman,  şefaat ve duası, hikmeti, temizlemesi sayılabilir.

 

Münafıklara da rahmettir; çünkü açığa çıkarılmalarına ve öldürülmelerine izin vermedi. Kafirlere rahmettir; zira azapları bu dünyaya taşınmadı. Herkes hürmeti kadar istifade edecek böylece.

 

Ramazan kimine rahmet kimine azap da olabilir kuşkusuz. Zira Ebu Bekir’e rahmet, Ebu Leheb’e azap oldu. Günümüzde modern ağzı aliyyül ağla laf yapan lehepler, cehiller yok mu? Sürüyle. Allah şerlerinden bizi ve neslimizi korusun. Bizler biraz dikkatliyiz belki fakat neslimiz internette ve sokakta yakışıklı şeytanlar tarafından iğfal ediliyor. Aile bilinçsiz ve zayıf, eğitim de meslek yerine kültür öne çıkmış ve aç, bilgi olmadığı gibi o bilginin ahlakı da verilmiyor. Kaldık çaresiz.. Çok gayret gerekiyor çok, çok… sitemizde bulunan “vahiy ve sünnette eğitim” adlı makalemizi okumanızı tavsiye ederiz.

 

Ramazanda bir insan kadir gecesini bile bile inkar etse, inanan 84 senelik sevabı kazanıyorsa o da 80 senelik azabı hak eder. Nitekim Mekke’de sevaplar da katlanır günahlar da. Bu yüzden sahabenin bir çoğu Mekke’yi bu yüzden terk etmiştir. Kadir gecesi saklanmıştır. Çünkü birileri rağbet ederken diğer bazıları ihmal edebilecektir veya isyan edenin de cezası artacaktı. Bu saklama her gecenin kadir gecesi bilinmesi yönüyle de gayret sağlamak için bir rahmettir.  Bu geceler kendi gündüzlerine de bağlıdırlar. Bu yüzden bunların gündüzlerini de ihmal etmemek gerekiyor.

 

Bu geceler; gafletten, günahlardan, alıştığımız kötülüklerden, içki, zina, sigaradan kurtulmak için kesin kararların verilme zamanıdır. Örneğin biz sigarayı ramazanda bırakıp daha sonra bu bırakmayı uzatarak terkettik.

 

Kainat insan için yaratılmıştır. Her şey insana hizmet etmesi gerekirken bu dünyada dev dalgalar, tusunamiler insanın üstüne geliyor. İşte miraç gecesi, kadir gecesi ve ramazanla yukarıdan bir ip uzatılıyor adeta. Öyle ki ölmekle de kurtulamıyorsunuz. Din adeta intihardan bizi kurtarmak için gelmiştir diyebiliriz.

 

Yusuf aleyhisselam nasıl ki kendine kötülük yapan kardeşlerini affetti ve Allah’a yalvardı ise ramazan da diğer aylardaki suçların affına vesile olacaktır. Berat gecesinde olduğu gibi ramazanda da her gece affını isteyen yok mu? Diye ilan eder. Sahur bedenin gıdasıdır fakat seher ruhun gıdasıdır. Buradaki dua bu yüzden çok önemlidir.

Cenab-ı Allah bir memlekete bela dilemesine rağmen bu kararını

-benim evimi şenlendirenlere (camide ya da evde cemaat olanlar)

-benim rızam için birbirini sevenlere

-seher vakitlerinde istiğfar edenlere

Bakıp kararımı geri alıyorum diyor.

Teheccüt için sahura 15 dakika önce kalkmanız yeterli.  2, 4, 6,veya 8 rekat kılabilirsiniz. Bilindiği üzere gece namazı peygamber efendimize farz idi. Bize ise kuvvetli bir sünnettir. Gece ibadetine kalkan insan onun gündüzünde ferasetli olur, sözü etki eder. Bu yüzden tebliğci olan kardeşlerimizin bu namazı kılmaları uygun olur.

Yemeği yer yemez yatmamak gerek. Namazı beklemek, beklerken hadis ve dualarla dua etmek ve namaza cemaate gitmek uygun olur.

Ezan-ı Muhammedi gönül kapılarını açmağa yetebilir. Ezan her an Allah’ın hatırda kalmasını sağlıyor.

Allah ramazanın bereketinden varidatından hakkıyla istifade etmeyi nasip etsin.

 79

ORUÇLA İLGİLİ MÜTEFERRİK KONULAR

 81

Allah’a isyan. Ben kimim?

Hikayedir anlatılır. Cenab-ı Hak nefsi ilk yarattığında ona sordu: “Ben kimim?” Nefis cevap verdi: “Ben kimim?”. Bunun üzerine Allah’ü Teala onu 4000 sene aç susuz bıraktı ve tekrar sordu. “Ben kimim”. Bu sefer açlık ve susuzluktan bitab düşmüş, yerlerde sürünmekte olan nefis cevap verdi: “Ente Rabbi”= Sen Rabbimsin. İşte bunun için ayette oruç tutarsanız korunursunuz buyruldu. Yani Allah’a karşı gelmekten korunursunuz.

 

Eşek mi taşıyoruz, oruç mu tutuyoruz?

Bir derviş uzun bir yolculuk yapıyordu. Haftalarca yürüdükten sonra önünde tıpkı yüce bir dağ gibi dikilen dik bir tepeye denk geldi. Ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti: “Ey Rabbim! Biliyorsun, senin aşkına seyahat etmekteyim. Her şeyin ve herkesin dizgini senin elindedir. Lütfen bana bu tepeyi aşmama yardım edecek bir eşek gönder.” (Bilenler derler ki; ihlâs ile aşkıyla hareket edersek, Allah (c.c) ihtiyaç duyduğumuzda bize yardım edecektir).

 

O anda bir anırma sesi duydu ve çalılıkların arasından bir eşek çıktı. Allah (c.c)’a bu yardımından dolayı şükretti ve tam eşeğe binmek üzereyken bir Arap atına binmiş bir haydut çıkageldi. Haydut iriyarı, zalim bakışlı, kalın bıyıklı, kaslı bir adamdı ve belinde bir pistol ile bir pala taşıyordu.

 

Haydut gürledi; “Aha! Bir derviş. Dervişlerden nefret ederim! Daima dürüstlükten, tevazudan ve başkalarına yardım etmekten söz edersiniz. Siz kim oluyorsunuz ki benim yaşam tarzımı eleştirmeye cüret ediyorsunuz? Ve işte bak! Kocaman bir adamsın küçücük bir eşeğe binmişsin. Aslında eşek senin sırtında olmalı. Evet, buldum! Yüklen eşeği sırtına.”

 

Derviş dehşet içinde hayduda baktı; “Eşeği sırtıma mı alayım?”

Haydut elini palasına attı. “Sana eşeği kaldır ve sırtına al dedim!”

Derviş çaresiz uydu bu emre. Sonra haydut gürledi: “Şimdi, eşeği tepeye kadar taşı.”

“Tepenin başına kadar mı?”

 

Haydut tekrar palasına uzandı; “Eşeği tepenin başına kadar taşı” diye emrini tekrarladı.

 

Derviş sırtında eşekle tepeye tırmanmaya başladı. Her geriye bakışında, haydutun eli palasında beklediğini gördü. Sonunda, harap bîtap düşen derviş tepenin zirvesine ulaştı. Eşeği yere indirdi ve ellerini tekrar semaya kaldırdı: “Ya Rab! Biliyorum sen her şeyi görüyorsun ve her şeyi biliyorsun!”

 

Tıpkı zavallı derviş gibi, büyük bir kısmımız sırtımızda eşeklerimizi taşıyoruz. Onları kendimiz için çalıştırmak yerine, nefsimiz için, benliğimiz için çalışıyoruz. Allah (c.c) nefsin bize bir vasıta olmasını diledi ve elbette ki bunu tersinden anlayan biziz; Allah (c.c) değil.

 

İşte   bunu sağlıyacak olan en temel araç oruçtur. “Nefsini bilen, Rabbini bilir” buyruldu hadiste. Bu yüzden nefsi önce tanımak ve onun hastalıklarına ilaç olan orucu ona içirmek gerekiyor.

 

Kiminle aşşık atıyorsunuz?   Emmare nefsin galib sureti

Mana âlemi itibarıyla nefs-i emmârenin tâğûtu, ahlak ve tabiatiyle yaşadığı hayvanın suretine dönü­şür; maddi bedenin suretinin hakikatinden uzaklaşır.

Beyincik içerisindeki kirpi (1) suretinde nefsin istek ve arzularının = azimlerinin okları, fiile geçireceği azanın sinir sistemi içerisinde hükümran olmasıyla der­hal kalb, kendisine has suretinden çıkar = lekelenir. Azasının işlemesiyle de ruh mesh olup, işlediği işi ken­disine ğâlib olan hayvanın suretine dönüşür; gazab iti­barıyla köpek = tazılaşır, (2) şehvet itibarıyla domuzlaşır. (3)

İsteğine kavuşması için nifak ve riya = gösteriş vasıfları yüzünden bukalemun (4) ve yahud da maymunlaşır (5) yahud da tilkileşir.

Bütün bunlarda gâlib gelmesi için, helal haram demeksizin mideye celbettiği gıdalar sebebiyle diliyle otları karıştırıp yiyen inek (6) suretine girer.

Şeytâniyye nefsi itibarıyla her bir an başka başka hayvan suretine girer. Bütün bunlarda maksa­dına ulaşmadığı zaman sırtlan = kaplanlaşır. (7) Hırs, hased ve ihtirasından dolayı kurt olur. (8) Faaliyetinde başarısız olursa akrebleşir; (9) kendi kendini sokar = intihar eder. Başarılı olduğu takdirde, bir taraftan karga ve papağan (10) gibi kendini temize çeker; kırkayak (11) gibi onunla göründüğü güzel ahlakla kamuflaj yapar ve zehirli yılan (12) gibi sokar.

Şeriatin = İslam dîninin aleyhine döndüğü için kırkayak gibi onunla göründüğü güzel ahlakla kamuflaj yapar; inkarını gizlemekte timsah (13) suretine dönüşür ve ahtapot gibi gayrın kanını emmek için ona yapışır.

Ve artık  =  «Ben» der; kendi kendine tapar yahud en çok korktuğu yahud en çok sevdiği gayrına tapar.[1]

83

Nefsini bilen Rabbini bilir                                                   

Nefsin son tahlildeki amacı ilahlık iddiasıdır. Hadisi şerifte “nefsini bilen Rabbini bilir” buyuruldu.  Bu yüzden oruç nefsin belini kıran, eneyi yok ederek Rabbine yaklaştıran en önemli araçtır.

Müminde bu özelliklerin bir kısmı bulunur. Kafirde ise biraz daha fazlası bulunur. Mümin kalbe gelen bu istek ve arzuları dini emir ve telkinlerle (ve zikirle) karşı koyarak mücadele eder. Henüz temizleyemediği bazı nefsi özellikler dolayısıyla nefis şeytanla işbirliği yapar ve fiile dönüşür=günah. Çaresi de tevbedir. Tevbe ise insanı Nefsi levvame makamına iletir.

Nefsin son tahlildeki amacı ilahlık iddiasıdır. Hadisi şerifte “nefsini bilen Rabbini bilir” buyuruldu.  Bu yüzden oruç nefsin belini kıran, eneyi yok ederek Rabbine yaklaştıran en önemli araçtır.

Nefsi tümden öldürmek de yanlıştır. Önemli olan onu ıslah etmek ve yararlı bir hale dönüştürmektir. Eğer bütünüyle ölürse çarpışılacak düşman da kalmayacak ve hayatın bir şeye rağmenle kazanılan mücadeleli rengi sona erecektir. Bu ise hayatı hem yavanlaştıracaktır ve hem de sevginin tezahürü için “senin için şunu yaptım” diye bir sevgi dili olmayacaktır. Yani bir miktar heyecan lezzet katacaktır hayata.

84

Ramazan, oruç, teravih hakkında biraz sohbet edelim.

Beşerin küçücük bir parçası üzerinde yaşadığı bu eşsiz kâinatı yaratan Allah Teâlânın yapılmasını kesin olarak emrettiği vazifelerde, insanların sayısız menfaatleri vardır. Oruç da Allah Teâlânın kesin emridir. Orucun farz kılınmasının hikmeti, her şeyden önce, oruç tutan kimsede takvanın tecelli etmesini sağlamasıdır. Takva, insanı meleklik derecesine yükseltir. Allah Teâlâya bağlılık melekesini gerçekleştirir. Kişiyi, nefsânî arzulara uyma hastalığından kurtarır.

“Nefis doyarsa aza acıkır ve nefs aç kalırsa, aza tok bulunur” denilmiştir. Azanın açlığı, layık olmayan işleri yapmağa amade olmasıdır. Azanın tokluğu ise, uygun olmayan işleri yapmamasıdır. Nefse istedikleri verildikçe, azgınlaşır, doyacak yerde daha da acıkır.

Ayette “…Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder…” buyruldu. Bu sebeple oruç, nefsi en mükemmel bir şekilde terbiye eder; azanın tok kalmasını sağlar.

Oruç, beden ve ruh için bulunmaz bir ilaçtır.

Oruç, zihni berraklaştırır. Oruçta, maddî ve manevî sabır gerçekleşir.

Oruçlunun uykusu ibadet, sükutu teşbihtir. Oruç tutan kimseye, salih amelinin mükâfatı kat kat verilir. Duası ise, Allah Teâlâ tarafından kabul edilir.

Her ibadette Marifetnâme’de yer alan aşağıdaki mısralar ne kadar düşündürücüdür:

“Nur ve zulmetten yoğurmuşlar seni, Canını nur anla, zulmet bu teni. Ten muradı, ekl-ü şürb ve milk-ü mal, Can temennası, cemâl-i Zü’l Celal.

La cerem, ednâ yeri ednâ sever, Yani, ten dünya ve can Mevla sever.

Ariyet gömlektir on günlük tenin / Besle canı, ariyet nendir Senin.”

Azanın acıkmaması, takvanın gerçekleşmesi, kat kat mükâfat alınması, duanın makbul olması, sabrın tecelli etmesi, riyadan, gösterişten uzak kalınması, maddî ve manevî hudutsuz faydaların sağlanması için emredilen oruç vazifesinin yerine getirilmesi gerekir.

 

Hem seven sevdiğine tabi olur. Onun emrini en üstün tutar. Ayette “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” diye boşuna buyrulmadı. Peygamberi sevmek de öyle. Onu sevmek, onun sünnetine yapışmakla olur. Fakiri acıyıp bir şey vermemek, karanlığı görüp bir şey yakmamak da ne demek? Sevmek bir eylemdir. Yoğun duygunun dürttüğü dans. Dans, sevginin dili. Aslında Beetoven, Mozart gibi dahilerin sevgi dili de kulaklarında bitiyor. Dede Efendi ve Itrı’ye ne demeli. Onlar kimsenin duymadıklarını duydular. Rahman’ın sevgi dilini onlar çözdüler ve insanlara elçilik ettiler. Vahyin bir başka tezahürü. Kalbden çıkan latifeler bazan dilde, bazen kulakta, bazen de el ve ayakların dansı olarak tezahür ediyor. Mevlana’nın dönerken derdi neydi? O bir aşk eri idi. Hem dili döktürüyordu, hem bedeni. Saçından tırnağa kadar her şeyini sarmıştı. Artık o bitmişti. İşte oruç size binecek bir burak sağlar. Onunla istediğiniz yere gider, Kabe’de namaz bile kılabilirsiniz.

Dervişin biri bir şeyi yesem mi? Yemesem mi? Diye tereddüt ederken yanında bulunan çocuk

Müdahale eder. Amca helal yedikten sonra istediğini ye, ne düşünüyorsun. Bu da var.

Yine riyaset yapan dervişin birinin canı lokantanın yanından geçerken bir şeyler çeker. Nefsiyle mücadele de etmektedir ve yememesi lazımdır. Ne yapayım derken bir kaç askerin başlarında bir çavuşla geçmekte olduğunu görür. Tamam şimdi ben bu çavuşa bir tokat atarsam askerler de seni döver sende gününü görürsün der. Gider çavuşun ensesine bir tokat atar. Askerler bunu yakalayıp dövmek isterlerken çavuş durun bir dakka der. Şöyle bir bakar, durumu anlar ve der ki, “ya hu seninki senden kebap istediyse sen benden ne istiyorsun”der. İçinden bir kazak çıkarır. O da riyaset yolundadır.

 85

İbadette fayda sağlamak için iman gereklidir.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir. İnançsız birisi de oruç tutarsa Allah’ın varlığına ulaşabilir mi? Burada bunu söylemek zor. İbadette istenen faydanın sağlanabilmesi için bir bilinç şarttır. Niyetin ihlası ise bu faydayı iyice artırır. Onlar ki namazlarının farkında değillerdir ayeti ile bilincin önemine işaret edilmiştir. Fakat nefis terbiyesi anlamında kişinin kendine oruç dahil bazı zorluklar uygulaması ile bazı olağanüstü hallere vakıf olması mümkündür. Nitekim İslam’a zarar veren bir müşriki öldürmeye giden sahabe, bahçe kapısından seslenerek müşriki çağırmış, müşrik de balkona çıkarak ona elinde kılınç olduğunu, kendisini de öldürmeye geldiğini söyleyerek inmek istememiştir. Bu müşrikin nefsine açlık ve ağır işlemler uygulayan biri olduğu ifade edilmektedir. Buradan bizim çıkardığımız sonuç, kalpte bir inanç olmalı ki, bu oruçla istenen kıvama getirilebilsin. Nitekim sakat da olsa Hırıstiyanlar’da ve Yahudiler’de bir inanç vardır ve oruçlarının bu inancı kuvvetlendirmesi umulur. Ancak inançtaki sakatlığı, aklın yapacağı bir araştırma ve akabindeki bir düzeltmenin düzelteceği umut edilir.

Bu konuya benzeyen başka bir örnek de şudur. Bir Yahudi, Peygamber Efendimize gelerek inanmadığı halde zekat verirse kendi malının da korunup korunmayacağını sormuş ve korunur cevabını alınca zekat vermeye başlamıştır. Fakat bir zaman sonra koyun sürüsü çalınınca hemen Peygamber Efendimize koşarak gelir ve bu durumu şikayet eder. Peygamber efendimiz gayet sakin, “sürün filanca yerde git al der”.

İyilik olarak her kim ne yaparsa inançsız da olsa karşılığını görür. Malında bir artış, kendisinin ve evladının kazadan korunması, işlerinde bir kolaylık olarak mutlaka yansır. Fakat ahiret azabına çare olmaz.

 86

Uzak doğunun nefis terbiyesi

Uzak doğu ülkelerinde uygulanan bazı meditasyon uygulamaları bir düşünce ıslahı olarak karşımıza çıkmaktadır. O ülkelerde uygulanan bazı dini uygulamalar da genellikle iyi ahlak üzerine kurgular içermekte ve sporundan -yoga ve benzeri- zihin çalışmasına kadar bir çok yöntem önermektedir. Cenab-ı Hak her ümmete bir peygamber gönderdiğini ifade etmektedir. Bugün Buda’nın kitab verilmemiş bir peygamber de (nebi) olabileceği şüpheli de olsa ifade edilmektedir. Ancak tarih içinde kirlenmiş olan bu fikirlere baktığımızda temelde bir Allah İnancının varlığı görülecektir. Tevhid olarak bozularak şirke dönüşmüş, ancak, ahlak olarak toplumsal etkisini sürdürmektedir. Sokrates’in de Yunanlıların tanrılarına küfrettiği ve bu yüzden idam edildiği düşünülürse onun da müslüman bir alim olabileceği kanaati hasıl olmaktadır. Kuranı Kerim’de geçen Hz. İbrahim Aleyhisseelam’ın hikayesi, yani önce yıldızları sonra ayı sonrada güneşi tanrı sanması ve en sonunda da onu da batıyor diye reddetmesi dinin  ulaşmadığı bir yerde insanın Aklı ile Allah’ı bulabilecek olduğunu, sorumluluğunun bu olduğunu göstermektedir.

 87

Oruç Evrensel Bir İbadettir. Yahudi ve Hırıstiyanların orucu

Oruç ibadeti insanlık tarihi kadar eskidir. Yüce Allah, “Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” ayeti ile orucun Hz. Âdem’den Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar bütün insanlara farz kılındığını bildirmektedir.

Tabiîn müfessirlerinden Katâde b. Dâime, Allah’ın önceki toplumlara farz kıldığı orucun Ramazan orucu olduğunu söylemiştir (Yahudiler, Ramazan orucunu terk etmişler, yerine yılda bir gün oruç tutmaya başlamışlardır (Taberi). Orucu damardan gelen süt ürünlerini yememek fakat başka şeyleri tüketmek şekinde bir perhiz uygulaması olarak başlatmışlar ve bunu da İsrail oğullarının firavundan kurtuluş gününe denk getirmek istemişlerde de bu da olmamıştır. Çünkü o gün farklıdır ve  10 Muharremdir.

Hıristiyanlar ise sıcak sebebiyle orucu bahar mevsimine almışlar, bu değişimin keffareti  olarak 10 gün ilave yapmışlardır. Daha sonra salgın hastalık nedeniyle 10 gün daha ilave ederek orucu 50 güne çıkarmışlardır (Taberi,Yazır Hamdi). Onlar yer yatarlar, biz ise sahur yaparız (Hadis) fakat onlarda 1 güne indirmişlerdir.

 

Farzı bırakıp sünnete koşanlar?

Bazı kardeşlerimiz farz olan Ramazan orucunu tutmayıp sünnet olan muharrem ve aşura oruçlarını tutarlar ve tutarken de Hüseyin Efendimizin Kerbela’da susuz kalmasının hürmetine su içmeyip onun yerine sulu başka gıdaları tüketirler. Hz Ali namaz kılmış ve Ramazan orucunu tutmuştur. Fakat onlar ne farz olan namazı kılarlar ne de ramazan orucunu tutarlar. İçlerinde belli bir kısım namaz kılar oruç tutar, bazıları Hızır orucu (şubat 13-14-15) ve Ramazanda son on gününde 3 – 10 gün oruç tutarlar. İşte bu kardeşlerimizin de sorgulama yapmaları ve ana baba öğretilerinden kurtulup fikrin orijinaline  yönelmeleri gerektiğini düşünüyoruz.

Sevgi diline bir bakalım. Siz ne yapıyorsunuz sevdikleriniz için? Sheakspear bir diyaloğunda şöyle konuşturur oyuncuyu. “karının senin için yaptığı fedakarlığa bak!” = sevgi dili. Bizim orda da (Kırşehir’de) bir laf var “kuru kuru kurbanın olayım, yaş yaş gadan alayım” derler. Yani nasıl bir sevgi ki hiç bir işe yaramıyor? Her ne seviyorsanız, sevenlere duyurulur…

 88

Vahiy mi önce, mutluluk mu önce? İbadete bakış açısı..

Mutluluk ve huzur başta gelir ve önemlidir. Her şeyin üstünde tevhid vardır. Onun için tevhidin yükselmesine gayret etmek gerekir. Mutluluğu öne alırsak mutlu olmak için içki içmeye de başlayabilirsiniz. O yüzden iman ve ahlak önce gelmelidir. Mutluluk arkadan gelmeli bana göre. Mutlu olmaya çalışan bana göre bencilleşmiş, ferdileşmiştir. Ayrıca haz alma ile gerçek mutluluğu da ayırmak gerekir. İnsan ancak Allah’ı anmakla mutmain olabilir(Ayet). Doğrular için çalışan sonunda mutlu da olur. Örneğin mutlu olmak için namaz kılanın Allah’tan alabileceği hiç bir şey yoktur. Fakat Allah deyip de seccadeye düşenin namaz sonundaki mutluluğunu hiç bir alet ölçemez. Vahiy için çalışanlar, o uğurda ölenler mutluluk mu düşündüler? Ama onların ahiretleri emindir inşaallah. Peygamber efendimiz Kabe’de namaz kılarken üstüne işkembe atılınca Peygamber efendimizin kızı Fatıma ağlıyor. Ona diyor ki, “korkma kızım, Allah sevdiklerini terk etmeyecektir” Allah c.c “İki emanı birlikte vermem” diyor. Dünyasından emin olanı ahirette azaba düçar ederim. Dünyadayken ahiretinden korkanı ahirette emin kılarım buyuruyor. Sonucu başa koyanlara duyurulur.

Bir Avrupalı yazar şöyle diyordu. “Ben müslümanlara baktım elli yıl müslüman olmadım. Fakat Kuran’a baktım bir gecede müslüman oldum” Bizim üzerinde durduğumuz husus fikirler ve bu fikirlerdeki referans verilen orjinal fikirlerin dışındaki sapmalardır. Yani tevhid ve bundan sapmalardır. Bunu benim yaşayışıma emsal tutmuyorum. Yaşantım tam uygun olmayabilir veya yorumumda yanılabilirim de. Fakat fikrin orijinali olan Kuran ve Sünnete kıyas ediyorum. Kişiyi onunla ölçüyorum. Çünkü miheng taşı bunlar. Fikrin kazığı.

Biz her namazımızda kafirlere de iman nasib et ya Rabbi diye dua ederiz. Farz ile sünnetin durumu, gerçek bir mersedes araba ile oyuncak bir mersedes araba arasındaki fark gibidir. Şeytanın en büyük tuzaklarından birisi de, kişiyi farzdan alıkoyup sünnetle uğraştırmasıdır.

 

Hırıstiyanlıkta da bozuk din, fıtrata uygun olmayan şeyler söylediği için tatmin vermemekte ve terkedilmektedir. Alternatif de sunulamayınca şeytanın kucağına düşülmektedir. İngiltere’de bir yıl geçiren bilgili ve kavi iman sahibi bir abimiz, bunların çoğunun şeytana taptığı kanaatine vardım demişti. Hırıstiyanlık ilme ve olumlu her şeye karşı çıkmış ve sonunda reddedilerek laikliğe yol açmıştır. Bugün Fransa’nın yarısı ateizmin kucağına itilmiştir. dinde zannederek laikliğe sarıldılar. Bir batılı alim, müslümanlara baktım elli sene müslüman olmadım. Kuran’a baktım bir gecede müslüman oldum diyor.

Üç tür insan var. Birincisi insanlara bakıp da fikrini oluşturan insan. Bunun baktığı kişi iyi ise kişi de iyi olur. Kötüyse kötü olur. İkinci tip insan, olaylara bakan insandır. Kişi olayı iyi yorumlarsa kişi iyi olur, kötü yorumlarsa kötü olur. Üçüncü tip bir insan da vardır ki, fikirlerin orjinaline bakar ve aklı ile kıyas yaparak doğruyu bulur. Çünkü doğru fikir, ön yargılarınızdan arınmışsanız yani bir anlama probleminiz yoksa, aklı selimin sağduyusu ile serbest bir tartışma ortamında iseniz doğru, daima üstün gelir. O yüzden aidiyet denen bir partiye üye olarak haşa Allah’tan ve adaletten daha çok sevme, bir takımı fanatik olarak tutma, bir şeyi çok sevmek gibi, bir kalbde iki şey olamayacağı için kişiyi sevdiğinin dışındakilere karşı köreltir ve sağduyudan uzaklaştırır = ön yargı. İslam’da ise her sevginin Allah sevgisinin içine girmesi, onunla birlikte değerlendirilmesi şartı vardır. Bu yüzden Allah adı anılmadan söylenen her şunu sevdim bunu sevdim lafları eninde sonunda şirke kadar gider. Dikkat…

 89

İlmi siyaset                                                                        

Adamın biri medresede ders görür ve icazetini alır. Fakat ilmi siyasete gerek görmez ve hocasını dinlemez. Sonra memleketine doğru yola koyulur. Mola verdiği bir kasabada vaaz veren kişinin vahye aykırı şeyler söylediğini görünce dayanamaz ve bağırır. “Sen yanlış ve yalan şeyler söylüyorsun” deyince, halk, “bizim hocamıza nasıl hakaret  edersin” diye bunu bir güzel  pataklarlar. Bizimki tekrar geri döner “hele hocam anlat su ilmi siyaseti” der ve tedrisata devam eder. Onu da bitirdikten sonra tekrar memleketine doğru yola çıkar ve aynı yere uğrayınca,  aynı adamı tekrar o eski yanlış şeyleri söylerken bulur. Bu kez şöyle der. “Ey cemaat, bu sizin hocanız var ya, çok değerli bir adamdır. Bunun bir kılı bile mübarektir” der ve adamdan bir kıl koparır. Bunu duyup gören cemaat hocanın üzerine çullanır ve her tarafını bir kıl alabilmek için yolar.

İşte ilmi siyaset böyle bir şey. Siyasetçilerden, evde kadının kocasına yapacağı siyasete kadar her alanda kullanılabilir bir şeydir. Kişinin adını kullanmazsınız fakat yaptıkları ile alay hatta hakaret bile edebilirsiniz. Bu işler akıllı insanların işidir. Güzel ve yumuşak konuşmak kadar teknik konuşmak da önemlidir.

Edeb bilmeyen bir şeriatçının yolda giden pantolon giymiş biraz açık bir kıza “utanmıyor musun her tarafın oynuyor kendini teşhir ediyorsun erkekleri baştan çıkarıyorsun” demesinin hiç bir yararı olmadığı gibi kişiyi dinden de soğutur. Halbuki “afedersiniz, biraz daha kapalı bir şeyler giyseydiniz size daha çok yakışırdı” demesi bir ilmi siyasettir ve iyi netice verir, kişiyi küstürmez, iyi netice verir.

 

Evde kadının eve geç gelen eşine doğrudan, “çocuklarınla ilgilen, ne yaparsan yap” demesi olumsuz, “hayatım çocukların biraz daha fazla ilgiye ihtiyaçları var. Onlara biraz daha fazla zaman ayırmaya çalışabilirsen iyi olur” demesi olumlu etki yapar.

Hürrem Sultan, Sultan Süleyman’ın oğlunun ona isyan etmesi üzerine onu idam etmek isteyince kocasına “ Yüksek ruhlarda kin barınmaz. Sen yüksek ruhlu bir insansın oğlunu affet” demiş ve netice almıştır. Aslında herkesin buna öyle çok ihtiyacı var ki, anlatmakla bitmez…aile içi iletişimden dini tebliğ yöntemine kadar her alanda kullanılması gereken bir jokerdir.

Bir gün iki genç yoldaki merdivenlerde bira içiyordu. Bir şeyler söylemem lazımdı ama nasıl? Şöyle yaptım. Ya çocuklar ne güzel sohbet ediyorsunuz? Ben de size katılabilir miyim? Dedim, ve yanlarına yere oturdum. Okul anılarından bahsediyorlardı. Biraz onları dinledim, biraz da ben anlattım. Geçenler arasında bizim komşular da vardı ve bir bira şişesine, bir bana bakıyorlardı ve edebinden bir şey de diyemeden devam edip gidiyorlardı. Ben bira konusunda hiçbir şey söylemedim, fakat çocuklar genel olarak konuşmamdan bir şeyler anladılar. İçlerinden birisi çaktırmadan bira şişelerini saklamaya çalıştı. Ben hiçbir şey söylemeden çocukların söylediği şey “abi biz bir daha içki içmeyeceğiz” oldu.

Cenab-ı Hak, Musa Aleyhisselama, Firavuna bile “git  ve ona yumuşak söz söyle, belki kalbi yumuşar ve doru yolu bulur” dedi. Durum böyleyken bir Müslüman, yumuşak konuşulmayı hak etmez olur mu? Hadisi şerifte “ rızıklar dağıtıldığı gibi, ahlak da dağıtıldı” buyruldu. Bu yüzden çok telaş etmemek ve zaman ve duaya da pay ayırmak gerekiyor. Ben ayyaşın birinin talebi üzerine ona önemli bir harçlık vermiştim. Etrafımdaki beyler hemen “ o ayyaşın teki, verdiğini içkiye verecek” deyip beni caydırmak istediler. Ben itiraz ettim ve dedim ki, Allah onun her halde rızkını kesmezken siz nasıl oluyor da kesmeye kalkıyorsunuz?” dedim. O adamın bu işten büyük bir gurur duyduğuna hatta içkiyi bırakmak için çaba göstereceğine  eminim.

Ayyaşın biri kafayı bulunca elindeki sazla bir dervişin kafayı yarar. Saz da kırılmıştır bu arada. Derviş ertesi gün ayyaşı ayık halinde ziyaret eder ve der ki, “senin sazın benim kafada yarıldı. Şununla kendine yeni bir saz al” der. Zulüm yapan değil ama kendi halinde günahını kabul edip biraz batakta olanlarla, onun günahından bahsetmeden sohbet etmek, ona günahın içindeyken değer vermek çok hoşuma gider. Hep olumlu neticeler de almışımdır. Bir adama doğrudan din adına saldırmak ve hakaret etmek şeriatçıların işidir. Onlar din adına dinin ……. ederler.

Dört kişi abdest alıyormuş. Birincinin ensesine bir tokat vurmuşlar, o da hemen dönüp tokat atana bir tokat da o atmış. Demişler ki bu şeriat ehli. Sonra ikinci abdest alanın ensesine bir tokat atmışlar. O şöyle düşünmüş. Bu tokat Allah’tan gelmeye Allah’tan geldi, fakat kimi vesile kıldı acaba demiş ve tokat atana dönüp şöyle bir bakmış o kadar. Demişler ki bu tarikat ehli. Üçüncü abdest alana da bir tokat atılınca, o da şöyle düşünmüş. Demiş ki, bu Allah’tan gelmeye Allah’tan geldi. Kimi vesile kıldığının da bir önemi yok demiş ve abdestini almaya devam etmiş. Demişler ki bu da hakikat ehli. Dördüncü ise marifet ehli imiş ama onun ne yaptığını gerçekten bilmiyorum. Bunu size havale ederim.

Daireye yanıma ayağı çarıklı bir adam garib garib gelse, o adamın olmaz işini oldurmaya çalışırım. Bu iş bana o kadar sevimli gelir. Kim ve nereli olursa olsun. Kelli felli, makam ya da paralı biri gelirse işinin adil olup olmadığından kıyas alırım o kadar. Öbürünün üşüdüğü, berikinin kürkte ısındı aklıma gelir. Allah bile öyle kimseleri söyledikleri olmadık şeylerde haklı çıkarır ki bunu kimse bilmez. Sabreden, namaz kılan fakir, Allah’a daha sevimli gelir ve cennete onları zenginlerden 500 sene evvel sokar. Onun için siz de öyle yapın. Önce herkese, sakata, fakire, sıkıntıda olana, hamileye, çirkine dua etmekle işe başlayın.

İki kör dolma yiyormuş. Biri demiş ki “dolmayı ikişer ikişer yeme” demiş. Öbürü demiş ki, “ulan sen kör ben kör nereden biliyorsun benim iki,şer yediğimi” demiş. Öbürü demiş ki, “ben çift çift yiyorum da ordan biliyorum” demiş. Onun gibi ben de kendimden biliyorum.

İstanbul’da Tophanede, çalıştığım işyerinin beşinci katında yemekhanede yemek kuyruğundayken yan taraftaki kilisenin tepesine bir martı sıkışmış çıkamıyordu. Arkadaşlara bunu söyledim şunu haber verelim dedim. Kimse oralı olmadı. Kendim kiliseye gittim, kilise kapalıydı. Ertesi gün hayvan aynı yerde çırpınıyordu. Bu kez kilisenin bahçesine girdim. Kimse yoktu. Kimseye sesimi duyuramadım. Üçüncü gün o hayvan orada ölmüştü. Çok üzüldüm. Ankara’ya dönüşte rüyama girdi. Çok suya yanmış bir haldeyken kalkıp su içmeye giderken bana su içirdi ve ben geri döndüm. Daha sonra gagasıyla bağırsaklarımdan günahlarımı tek tek çıkarmaya başladı. Bu işlem günlerce sürdü. Bunu ayni olarak yaşıyordum. O zamanlar Rahmetli Necip Fazıl gibi yeni tevbekar olmuştum ve levvame makamında olduğumu müşahede ediyordum.

Aklına tapanlara her şey ve ahret sürpriz olur fakat tepenin arkasındaki askerlere inananlar tedbir alır hazırlanır, mevki tutar ve onların savaşı kazanacağı umulur. “Din merhamettir”(hadis)deki esas, dışarıya merhamet duymaktır. Eş, evlat ve yakınların sevgisi zaten verilmiş ki merhamet ediyorsun. Sevgi verilmeyen, dışarıdaki çirkine, tanımadıklarına, sakata, acize, yoldan geçen herkese, hele sana ters bir şey söylemişse, ona da dua et de göreyim. Bakın aşık (Erzurumlu Alvarlı Efe) ne diyor.

 

Aşık der incidenden

İncinme incidenden

Kemalde noksan imiş

İncinen incidenden

 

Vermeyene vermek, gelmeyene gelmek, hoş görmek.. nefsin biraz kemale yaklaşması zaviyeyi nasıl değiştiriyor. Abdest alanlar gibi… Ufak bir pürüz şu ki, bir tokat yiyince öbür yanağını çevirmek yok İslamda. İki hikaye buraya yakışır. Biri bir Yahudi’nin duası; ya Rabbi biri beni kandırırsa onun belasını ver. Biri beni iki kez kandırırsa hem benim hem onun belasını ver. Biri beni üç kez kandırırsa yalnız benim belamı ver demiş.

Müslüman hikayesi de şöyle; bir Müslüman bir delikten iki kez ısırılmaz. Bir başka hikaye ise şöyle; dervişin biri eline bir testi su alır ve cehennemi söndürmeye yola koyulur. Derken bir melek elinde bir kamçı ile karşısına çıkar ve sorgusuz sualsiz şaklatır dervişe kamçıyı. Derviş yandım anam der. Ne oldu, ne yaptım ben sana dediyse de bir kamçı daha, arkasından bir kamçı daha deyince derviş dayanamaz ve geri dönüp, yaşasın zalimler için cehennem der. İşte zalime acımıyorsanız mesele yok. Gerçi onu bile zulmünden alıkoymak da vardır dolaylı olarak.

Konudan konuya geçiyoruz fakat merhametle ilgili olarak şunu da belirtelim. Allah’ın kanunları hep merhamet doludur fakat zalime değil, mazlumadır. Allah’ın asıl amacı, çoğunluğu düşünmek, hayatı sağlıklı devam ettirmektir. İşte birini diğerine rızık yapmak hayvanların, kısasa kısas insanların dengesidir. Öğrenci arkadaşından dayağı yer, öğretmene şikayet eder. O da sen de onu dövseydin ya der. Meşru müdafa hali neden ceza almaz? Çünkü bal gibi kısasa kısastır aslında. Adam seni vursun, sen daha sonra şikayet etsene. Eline tabancayı alan önüne geleni vursun, sen onu affedip hafifce geçiştir. Onu gören yenileri devreye girsin. Toplumun … öğrensin. Bu nasıl merhamet.

Batının fikirlerinin mihenk taşları sakattır. Alırken sorgulamak ve farklılıklarını gündeme getirmek gerekir. Zaten onlar belli farklılıkları kabul de ediyor ve zenginlik sayıyorlar. Fakat nazarımızda putlaşan batıya yaranma isteği, dindeki tam teslimiyet gibi, hadisi şerifte zikredilen kelerin girdiği delikten girdiği gibi sizde girerek onları taklit edip benzeyeceksiniz öngörüsüyle uyumlaşmaktadır.

93 

İslam bir yaşam biçimidir

Halbuki İslam bir yaşam biçimidir, bir hayat anlayışıdır. Hem tevhidi esas alır hem dünyevi emirler serdeder. İnsanlar ibadetini alır, dünyama karışmasın der. Bunu, dinle iktidar mücadelesi yapan devlet istemiştir ve insanları da buna inandırmıştır. Bunu doğrudan İslam kelimesi ile yapamaz fakat ad takar ve şeriat der, irtica der v.s. Bunu ancak akıllı,  ferasetli, tam teslim olmuş cesaretliler anlar. Bu, yukarıda söylediğimiz gibi cevizin içi yoktur demeye benziyor. Bu yüzden Allah da bu yarım imanı, içi boş imanı değerlendirecektir. Halbuki ben hem emre teslim olmuşumdur ve hem de hikmetini öğrenmişimdir ve böylece Allah’ın bütün hükümlerine, bu arada özellikle kısasa kısasa aşığımdır. Kırk kişiyi öldürmek var mı? Eline tabancayı alan bi tane de ben vurayım diyor. Korku yok. Halbuki vururken kendisinin de öldürüleceğini bilse, eli titrer, altına yapar, maazallah. Böylece sokaktaki masumları korumuş olursunuz. Adalet de yerine gelir, herkes rahatlar. Kan davaları sürmez. Çünkü gereği yapılmıştır ya da diyeti ödenmiş veya kişinin kendisi veya takını affetmiştir vesselam. İlahi yasalar da böyledir. Çoğunluğu koru. Kötüyü haksızı feda et. Otları bile ayıklarken kötü otları ihtiyacın olan sebze meyve için temizliyorsun. Hani merhametliydin o otlara da yaşama şansı versene..

 93

Fikir zamanla eskimez, çünkü insan aynı insandır. Akıl vahye muhtaçdır.

Yukarıda söylediğimiz gibi Batı, ölen ölmüş der, zalimi korumaya kalkar, bu yüzden onu gören yeni yeni katiller işbaşına geçer, sayıları çoğalır, suç istatistikleri yapmaya, bunu toplumsal sorunlara bağlamaya kalkarlar. Modern görünüp ne kadar ilkellik! Bir aptala zeki ismi vermekle zeki olmaz. Avrupa modernim derken ben onun şapşallığını anlıyorum o kadar.

Akıl daima vahye muhtaçtır. Deneme yanılma yoluyla bazı şeyleri bulabilir fakat ideali bulamaz. Kuran’da hz. İbrahimin aklı ile Allah’ı bulduğu anlatılır. Bu dinin ulaşmadığı bir yerdeki asgari sorumluluğu ifade eder. Kitablar ve peygamberler ise bunun üstü için gönderilmişlerdir. Onların 1400 sene önce gelmesi onun hükümlerinin eskidiği, geri olduğu anlamına gelmez. Kuran her yüzyıla hitab eden, buna göre özellikle müteşabih ayetleri ile yoruma açık hükümleri olan bir ilahi kitabdır. Arabanın yapıcı firması kullanım kılavuzu koyuyor ve sen ona uyuyorsun da Allah yarattığı kullarına da kitabla kullanım kılavuzu göndermiş ona neden uymuyorsun? Araba eskise de aynı kılavuz geçerli de bu kitab neden hala geçerli olmasın.

Hükümlerin yararını herkesle tartışırız. Ancak bunlar eski demek aptalcadır ve belden aşağı vurmak anlamı taşır. Ancak içtihat kapısı açıktır fikrini savunmak uygun bir çözüm olmalıdır bu noktada. İnsan 1400 sene önceki aynı insandır. İnsanın fiziki ve ruhsal yapısında, evlenmesinde hiç bir değişiklik yoktur. Şimdi biraz daha şehirlerde yaşamakta, teknolojiden kolaylık olarak istifade etmekte, deveyle gideceği yere uçakla kısa sürede gitmekte, araba kullanmakta, kolay haberleşmekte o kadar. Diğer her şeyi aynı. Hatta bu yüzden daha bencilleşmiş, bireyselleşmiş, kendini düşünür hale gelmiş, kanaati unutmuş, erdemlerden uzaklaşmış, içki ve uyuşturucunun pençesine düşmüş ve mutlu olamamıştır.

Araştırmalarla gelişmiş ülkelerdeki halkın (Amerika) yüzde yetmişinin mutlu olmadığı tesbit edilmiştir. Demek ki madde ile mutluluk her zaman aynı göstergeyi göstermiyor. Karnı doyduktan sonra ahlak üzere olabilmesini istemelidir. Bu da ahlak prensibleri ile sağlanır. Bunu da din önerir ve ahiret ve Allah korkusu gibi mihenk taşlarına bağlar. Daha  olmadı had cezaları koyar vurur kırbacı. Parayla kurtuluş yoktur. Onu canında hissetmeli ve bir daha yapmamalıdır.

Kişinin mutlaka bir veya birkaç putu daima vardır. Tek mabud Allah dururken ticarete, paraya, çok sevme adına kadına, makamı etkili görüp makama tapma, korktuğu veya çok çok sevdiği bir şeye tapma zaten nefsin temel “ene” özelliklerindendir. İşte bu tapmayı Allah’a yönlendirirseniz hem rahat edersiniz ki bu bir hürriyettir, hem de dünya ahiret kurtulursunuz. İnsan taptığının esiridir, nasıl kurtulsun ki? Allah nefsinin hevasına tapanı gördün mü demektedir ayette. Aynı tesbit..

94

Ramazan Orucu; Gelenek olarak mı tutuyoruz? Yoksa Allah emrettiği için mi? Dikkat.

Günümüzde orucun gelenekselleştiği konusunda ciddi kuşkular var. Kişi namaz kılmaz zekat vermez gider oruç tutar. Farz namazı kılmaz gider sünnet olan teravih namazını kılar. İnsan davranışlarını analiz etmek çok zor. Onun nedenini niçinini anlamak, davranışının mihenginde ne var onu keşfetmek kolay değildir. Bazen bilinç altında saklı duran davranış müşevvikleri de araştırılmağa değer bulunmalıdır. Herkese bir psikolog bulamayacağımıza göre bu sorgulamayı kişinin kendisi yapmalıdır. Acaba herkes oruç tutuyor bende onun için mi oruç tutuyorum? Bana bir şey derler diye korktuğum için mi oruç tutuyorum? Takiyye. Toplumdan mı çekiniyorum acaba? Yoksa oruç bedene faydalı, kilo verdirir diyorlar, kilo vermek için mi oruç tutuyorum? gibi sorgulama yapılmalı ve cevabı verilmelidir. İşte isyan burada faydalı sonuç verir. “Hayır! Ben, Allah’ım bana emretti, bu emrine uymak  onun rızasını kazanmak ve karşılığını yalnız ondan beklemek için oruç tutmalıyım” demelidir. Bunun için sonuçlardan hareket etmek de aynı faydayı sağlar. Nedenini ortaya koyamaz belki ama pislikleri temizler gider. Bir masada görülmeyen kirlerde gitsin diye her tarafını temizlemeye benzer. O da: ihlasla niyet tekrarıdır. “Ya Rabbi, ben yalnız senin rızanı gözeterek oruç tutuyorum. Senin emrin olduğu için oruç tutuyorum. Bana kolaylaştır ve benden kabul et” demelidir.

 95

Oruç tutmayana müdahale doğru mu?                            

Oruç ibadeti gizli yapılan bir ibadet olmasına rağmen, toplum içinde açıktan yenilmesi oruç tutanları rahatsız eder. Bu kişiye fasık-ı mütecaviz denilir. Bu noktada demokrasi, laiklik, liberalleşme gibi toplumsal yaklaşımların getirdiği hareket serbestîsi ile İslam’ın ön gördüğü emri bil mağruf nehyi anil münker temel prensibi çatışır mı? İslam’a göre emri bil maruf nehyi anil münker’i ilk yapacak olan devlettir. Ancak İslami bir devlet olmadığı için bu mümkün olmaz. İş cesaretli İslam âlimlerine kalır. Halk da bu konuda şu üç esasa uymalıdır:

1 – Eli ile veya dili ile düzeltmek anlamında, eğer söylendiğinde bir kavga çıkmayacağı, darp olmayacağı tahmin ediliyorsa söylenmelidir. Yöntem ise; yumuşak olmalı ve kişiyi doğrudan hedef almamalıdır. İşte oruç tutarsan bu Allah’ın emridir, sağlık bulursun, ahrette de sorulacaksın gibi kişinin ihtiyacı hissettirilmelidir.

2 – Söylendiğinde kavga çıkacağı tahmin ediliyorsa bundan vazgeçilmelidir.

3 – En aşağı olanı ise kalben buğuz etmektir. Fakat bu imanın en zayıf halidir.

Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim’de Yahudilerin birbirinin hatalarını düzeltmediklerini, suç işleyenlerin yanında oturduklarını, böylece onları onaylamış olduklarını bildirmiş ve bununla toplumun bozulduğunu ifade etmiştir.

 95

İmam-ı Azamın namaz ve rüyası

İmam Cafer, İmamı Azam’a sormuş; Oruç mu daha önemli yoksa namaz mı? Demiş. O da, namaz cevabını vermiştir. Bunun üzerine İmam Cafer neden kadınlar kazaya kalan orucunu tamamlar fakat namazını tamamlamaz deyince imamı Azam mahcub olur. Ama zaman içinde boynuz kulağı geçmiştir.

Sırası gelmişken imamı azamla ilgili bir kıssayı da burada anlatalım. Bir gün imam bir rüya görür. Rüyasında Peygamber efendimizin kemiklerini mezardan alıp bir torbaya doldurmuştur. Bu rüyasını etrafındaki kime anlattıysa da kimse yorumlayamaz. Derler ki diğer şehirde bir yaşlı zat var ona git o bilir derler. O da kalkar gider o şehire. O kişiyi bulup anlatır rüyasını. Rüyayı dinleyen adam birden hiddetlenir, ayağa kalkar ve sen bu rüyayı göremezsin der. Bunu görse görse Ebu Numan görür der. O zat ebu Numanın ismini duymuş fakat şahsen tanımamaktadır. İşte o Ebu Numan benim deyince, tamam şimdi oldu der. Çünkü İmam, İslamı bir düzene oturtacak, hükümleri sistematize edecek ve insanların istifadesine kolaylaştırarak sunacaktır.

Her ibadet yeni farz olmuş gibi kılınmalıdır. Alışmak tehlikelidir.

Sahabe-i kiram her ibadetini sanki yeni farz kılınmış gibi düşünür ve ona hazırlanırdı. Özellikle namazda bu çok belirgin bir husus idi. Buna parelel olarak ibadetin alışkanlık yapmasından şiddetle çekinir, şayet nafile bir ibadet yaparken ondan nefsinin hoşlandığını farkederse derhal o nafileyi bırakır başka bir nafileye başlardı. Oruçta bedenin oruca, açlığa alışması anlaşılabilir bir şeydir. Fakat her oruç için ayrı niyet neden gereklidir? İşte bilincinde olmak, otomatiğe bağlamamak için buna gereklilik vardır. İbadette nefse zor gelen ibadet daha makbuldür. Zaten bu yüzden gece ibadeti en makbul nafiledir. Uykuyu bölmek kolay değildir. Ama Allah c.c de o zorluğa gereken ecri verecektir. Kul bir karış, Allah bir adım; kul bir adım Allah koşarak… Bizler o kadar yapamayız ama ola ki içimizden ibadet etmekten eşini çocuklarını ve diğer insanları ihmal eden onların sorunları ile ilgilenmeyenler olursa onları şunu diyebiliriz. Hadisi şerifte insanın dine güç yetiremeyeceği, yapabildiği az, ihlaslı ve devamlı amellere dikkat etmesi gerektiği vurgulanmıştır. Peygamber Efendimiz eşi Ayşe validemiz, odama geldiğinde uyuyorsam o ibadet eder, uyanıksam benimle konuşurdu der. Bir hadiste ülfet etmeyen kişide hayır olmadığı vurgulanmıştır. Cemaate katılıp da bir kaç kişinin hatırını sormadan küs gibi giden adama acırım. Akşam namazından sonra iki rekat nafile ebvabinin arkasından bir kişiye Kuran öğretmek, ya da soru ya da sorununu dinlemek bana daha hoş gelir. İki kişi Allah için birbirini sever ve konuşurlarsa (gülümserlerse-sadakadır-) onların üzerine yüz rahmet iner ve aralarında paylaşırlar. Bir veli bu konuşmaların birinde biraz yüzünü ekşitmiştir. Sorulduğunda o kişi daha çok sevab alsın diye öyle yaptım demiştir.

 96

İbadette ihlas ve Allah’a güven

Avam cennete kavuşmak ve cehennemden korunmak için oruç tutar. İlimde derinleşenler emir ve rızai ilahi ve Allah’a kavuşmak arzusu ile yanar tutuşur. Bunların “bu akşam ne yiyeceğim” demesi bile Allah’ın Rezzak sıfatından bir şüphedir ve orucu bozar, Allah’ı gücendirir.

Orucunun ya da namazının övülmesinden hoşlananın işi zordur. İnsan “ben insanların rızası için mi oruç tutuyorum?” demelidir. Bir adam bir gün cemaate ikinci safa düşmüştür ve bundan canının sıkıldığını farketmiştir. Hemen aklı başına gelir ve sorgular. “Ben ön safta bulunmak ve sevab ticareti yapmaya mı geliyorum” der ve geçmiş iki aylık namazlarını tekrar kılar. Oruçlunun gıybet etmesi de aslında orucu bozar. Fakat bu havvas için geçerlidir. Öyle ki tevekkülünde en ufak bir hata, sebebe güvenip Allah’ı bir an unutmak bile bozulma nedenidir.

Yusuf aleyhisselam hapisten kendisinden önce çıkan arkadaşına, “efendinin yanında beni an beni de kurtarsın” demiş ve inşallah dememiştir. Bunun üzerine şeytan o adama bunu unutturmuş ve yedi yıl daha hapiste kalmıştır. Allah, dostlarının kendini unutmasını asla affetmez.

Hadislerde görüleceği üzere Ramazan’da şeytanlar zincire vurulur. Fakat kişinin yalan söylemesi veya gıybet etmesi şeytanı zincirden boşandırır ve onunla uğraşmaya başlar. İşte insanların Ramazanda namaza başlamalarının bir nedeni de onu caydıracak şeytanın olmamasıdır. Tabii ilahi rahmetin kişiyi namaz ve oruca çektiğini de unutmamak gerekiyor. Bazı uyanık müslümanlar da rahmetin bolluğunun farkına vararak kısa dönemde çok kar anlayışıyla fırsatçılık yaparak namaza yönelirler. Çok uyanık olanları da kutsal geceleri iyi takip eder ve değerlendirirler. Ama Cenab-ı Hak öylesine rahmetini yayar ki, kimseye neden yalnızca Ramazan, neden yalnızca Cuma demez. Fakat ister ki kulu her daim beş vakit karşısına gelsin. Aslında yalnız Cuma kılmak 30 000 liralık bir arabayı 5 000 lira verip alıp kaçmaya benziyor. Var mı böyle bir ticaret? Zaten hadiste beş vakit namazı hakkıyla eda edenlere Allah’ın cennet vaadi olduğu bildirilmiştir. Bunun dışındakilere Allah’ın bir vaadi yoktur, dilerse affeder dilerse azab eder. Fakat sonuçta herkes ibadeti ile değil peygamberler dahil Allah’ın merhameti ile cennete girer. Yani namaz  merhamete vesile olmuş olur. Fakat Cenab-ı Allah’ın merhameti gene de çok yüksektir. İbrahim aleyhisselama bir gün bir fakir gelir, yiyecek bir şeyler ister. İbrahim Aleyhisselam: “Bak işte sen benim dinime girersen sana istediğini veririm” der. Adam sinirlenir ve “yiyeceğin de dinin de senin olsun” der ve çeker gider. Bunun üzerine Cenab-ı Allah nida eder ki; “Ya İbrahim, o kulum beni 90 senedir inkar ediyor, fakat ben onun bir gün bile rızkını kesmedim. Senden bir lokma istedi diye, sen ona dinime girersen veririm diye şart koştun” der. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselam hata ettiğini anlar ve adamın peşinden koşarak, “gel tek benim dinime girmezsen girme, sana istediğini vereceğim” der. Adam kabul eder fakat bir taraftan da sorar. Ne oldu da fikrini değiştirdin deyince, İbrahim Aleyhisselam, Rabbim bana böyle böyle emretti der. Ya, demek Rabbin öyle mi dedi der ve müslüman olur.

 

97 

İyiliği yapmak kolay fakat korumak zordur.

Bir iyilik yapma fırsatı doğduğunda, bir şeyi Allah rızası için şu işi yapacağım dediğinizde onu mutlaka makul bir sürede imkanlar ölçüsünde yapmalısınız. Bu süre aşşıldığı yada niyetlerde bir gevşeme olduğu zaman Allah o kulunu terkeder ve şeytan müdahaleye  başlar. Kişi o iyiliği yapamaz hale geldiği gibi yapsa da artık sevabı olmaz. Bir kişi insanların taptığı bir ağacı Allah rızası için kesmeye gider. Baltayı omuzuna alıp giderken şeytan onun yoluna çıkar ve engellemek ister. Kavga ederler ve adam şeytanı yere yatırır, yener. Şeytan onu engelleyemeyeceğini anlayınca ona der ki, sen bu işten vazgeçersen her gece yastığının altına bir altın koyarım der. Adam da kabul eder ve yoldan döner. Birinci gece adam bir altını yastığın altında bulur ve sevinir. İkinci gece bir şey yoktur. Bunun üzerine şeytana kızar ve baltayı alıp yine o ağacı kesmeye tekrar gider. Yolda şeytan tekrar karşısına çıkar ve yine kavga ederler. Bu kez şeytan adamı alteder. Bunun üzerine şaşıran adam nasıl olduda beni yendin deyince şeytan der ki, öncekinde  sen Allah rızası için gidiyordun ve beni yendin. Şimdi ise altını koymadığım için kızdın ve nefsin için gidiyorsun ve ben de seni yendim der. İşte niyetler bu kadar önemlidir. Ameller niyetlere göredir diye boşuna buyurulmadı. Benim kalbime gelen nefsin inkarından dolayı bir namazda beş kere niyet düzeltmesi yaptığım olur. Allah ihlaslılardan amellerini kabul eder. İbadette, idrak ve ihlas arar. Tavuğun yem yediği gibi tadili erkana riayet etmeden aman biraz fazla kılayım deyip namaz ve rekat ticareti yapanların alacağı pek bir şey yoktur. İbadette kalite çok önemlidir. Tefekkürle, huşu ile, idrak ile, tadili erkana riayetle, yavaş yavaş, Allah’ı görür gibi ihsan makamında kılınan namazın yerini hiç bir şey tutmaz. Az ama kaliteli. Farz eksikleri sünnetle tamamlanacağı bildirildi zaten. Neden acele çok namaz kılmaya çalışayım ki? Tavsiye ederim.

Hadisi şerifte buyurulduğu üzere kişi gizlide bir iyilik yapar. Bunun üzerine o iyiliği, kötülüğe dönüştürmek için şeytan o kişinin peşine düşer ve bir toplulukta yaptığını ona söyletir. Bunun üzerine gizlideki sevap gider açıkta yapılmış sevaba dönüşür. Şeytan bıkmaz başka bir toplulukta tekrar söyletir. Bunun üzerine açıktaki sevab da gider bire bir kalır. Şeytan tekrar başka bir toplulukta daha söyletir. Bu kez bir de gider riya yazılır. Riya ise şirktir buyruluyor. Ben günde şu kadar nafile namaz kılıyorum, su caminin şurasını ben yaptırdım, şu kadar öğrenciye burs veriyorum, şu kadar defa hacca gittim, ben hacdayken şöyleydi lafları hep nefsin tezkiye olmamasındandır, nefis bundan lezzet alır. Bu yüzden iyi bir bilinç ve telkin de işe yarar. Tevazuya dikkat edilmelidir. Bırakınız sizi sade, biraz cahil bilsinler. Sizinle konuştuklarında sizin imanınız, ferasetiniz onları etkileyecektir. Bir söz var. Bir kimse bir odaya elbisesi ile girer, fakat aklı ile çıkar.

 98

Her şey hizmet içindir

Ben hep makam sahiplerinin bu makamlarından çıkar, otorite, hakimiyet sağlamalarından nefret etmişimdir. Onları sadece bir hizmet aracı olarak görürüm o kadar. Sizin adaletiniz, hizmetteki gayretiniz, bilginiz bu makamı da sizi de yükseltir diye düşünürüm. Aksi halde ya adamı putlaştırırsınız ya da makamı.. Hz. İsa yolda giderken bir külçe altın bulur ve onu yanına alır. Derken bir adamla kölesini görür. Adam bir şey için kızmıştır ve kölesini dövmektedir. Ona elindeki altını bu köleye karşı teklif ederek onu kurtarmak ister. Fakat adam o kadar kızmıştır ki altın maltın dinlemez ve dayağa devam eder. Bunun üzerine Hz. İsa önce altına şöyle bir bakar ve der ki sen bir insanı kurtarmadıktan sonra ne işe yararsın der ve altını dereden aşağı yuvarlar atar.

İnsanın putlaştırılması ise şöyledir: Hz Ömer devrinde halk arasında Halid bin Velid olmadan fetih yapılamaz diye bir genel görüş oluşur. Hz Ömer buna derhal tepki verir ve Halid Bin Velid’i ordu baş komutanlığından alır ve yerine kölelikten gelme fakat bilgili ve ehil bir zat olan Ubeyde Bin Zeyd’i atar. Halid Bin Velid’i de onun yanına er olarak verir. Mısıra gidilmiş ve fetih yine gerçekleşmiştir. İşte vazgeçilmezlik İslamın asla kabul etmeyeceği bir şeydir. Üstün olan Allah ve onun emirleri olan İslam Hukuku’dur.

Bektaşinin biri şu paranın değerine bir bakayım der ve bütün parasını küpe koyarak beş parasız şehirde bir hafta dolaşır. Öyle perişan olmuştur ki sormayın gitsin. Kimse çay bile ısmarlamamıştır. En son eve gelir, küpü ve paraları karşısına alır ve şöyle der. Ey para, Allah desem değilsin, peygamber desem değilsin, bakıyorum da sana hiç de aşşa değilsin. Yorum yok…

Evliyadan bir zat (Şeyhül Ekber Muhyittin Arabi) Şam’da “ sizin taptıklarınız ayağımın altındadır” der ve sözünü geri almaz. Koyu şeriatçılar hemen hazırdır ve dine aykırıdır diye idam ederler. Ölmeden der ki, sin şına vurunca  bunu anlarsınız der. Nihayet Yavuz Sultan Selim Mısır seferi sırasında Şam’a uğrayınca bunu ona anlatırlar. Nerede demişti diye sorar ve orayı kazdırır. Çıkan şey bir küp altındır…

 99

Niyetteki sapmanın sonu cehennemde biter

Allah şu üç kişiyi cehenneme atar. Halk bu adam molla adam desinler diye ilim yapanı, ırkı için çarpışıp şöyle kahraman adam desinler diye çarpışan adamı ve ne kadar baba adam ne kadar hayırsever adam desinler diye hayır yapan adamı. Alacağınızı aldınız size baba, kahraman ya da molla dediler, benden ne istiyorsun der ve cehenneme atar. Allah muhafaza buyursun. Niyetlere dikkat. İngilizlerin bir sözü var. All thing in moderation, moderation in all thing. Yani ortalama her şeyde. Her şeyde ortalama. Bunun gibi her şeyde Allah rızası. Allah rızası her şeyde. Said –i Nursi hazretleri buyuruyor ki, insan sünnetleri işleye işleye o  sünnetler ibadet seviyesine yükselir.

99

İ’tikaf

Peygamber Efendimiz Ramazan ayının son on gününde i’tikafa çekilir ve eşleriyle cinsi münasebetini keserdi. İ’tikaf bir kimsenin ibadet niyetiyle herhangi bir mescidde uzun süreli inzivaya çekilmesi anlamına gelir. İhtiyaç ve yemek maksadıyla çıkışlar bunu bozmaz. Alimler bir müslümanın normal vakit namazları için bile camiye gelişlerinde kapıdan girerken i’tikafa niyet etmelerinin i’tikaf sayılabileceğini bildirmişlerdir. İ’tikaf hayatın anlamı üzerine derin bir tefekkür sağlar ve bu insan için bir ihtiyaçtır. İnsanın sıkıldığı zannedilir fakat hiç öyle değildir. İki yıl ramazanın son on gün umresinde i’tikaf nasib oldu. Süperdi..tavsiye ederim.

Aslında ben geziye gitmeye de bu gözle bakıyorum. Sizi bilemem. Hayatımı sorgulamak için bir düşünme fırsatı. Denize girmek, güzel, o kadar. Kişinin kendini keşfetmesi, asıl sorun bu. Günlük meşgalelerden kurtularak ben ne yapıyorum diyebilmeli insan…içkiye eğlenceye vurduysanız söylenecek bir şey yok. O deve kuşunun kafasını toprağa gömmesine benziyor. Kafanı kuma sok, sorunlardan kurtul. Ya da kafayı bul, serabı seyret dur. Varınca yaşayacağın sürpriz ne yazık ki çok acı olacak.

îtikâf, mescid veya mescid özelliklerine sahip bir mekanda, ibadet niyetiyle belli bir süre durmak demektir.

Ramazan îtikâfı bir beldede yaşayan bütün müslümanların üzerinde bir sünnet-i kifayedir. Yani en az bir kişi tarafından yapıldığı takdirde sorumluluk o beldede yaşayan bütün müslümanlardan kalkar.

Ramazan îtikâfı bir müekked sünnettir,

îtikâfta niyet şarttır.

Ramazan îtikâfında sünnet olan, bunun Ramazan’ın son on günü boyunca yapılmasıdır.

“Cîtikâf için erkek müslümanlar cami ve mescitleri, kadınlar da evlerinin ibadete ayrılmış bir odasını kullanabilirler.

Tîtikâf süresi içerisinde cinsel ilişkide bulunmak ya da geçerli bir neden olmaksızın îtikâf yerini terk etmek (örn; kadınlar için evlerinin ibadete ayrılmış odası) îtikâfı bozar.

Hayati bir tehlike, tuvalet, abdest, banyo gibi nedenlerle îtikaf yerinin terk edilmesinde bir sakınca yoktur.

îtikâfa anlam kazandıran, bu süre içerisinde, her türlü günah ve haramı terk etmek, yemek- içmek, uyumak gibi mübah olan nefsani uğraşları en aza indirmek ve tamamen ibadet, namaz, zikir, tefekkür, okuma gibi ulvi taatler ile meşgul bulunmaktır.

 

İ’tikafa giren kimsenin eşiyle dahi olsa öpüşmesi ve cinsi münasebette bulunması haramdır.

100 

SONUÇ

İnsanın küçücük bir parçası üzerinde yaşadığı bu eşsiz kâinatı yaratan Allah Teâlânın yapılmasını kesin olarak emrettiği vazifelerde, insanların sayısız menfaatleri vardır. Oruç da Allah Teâlânın kesin emridir. Orucun farz kılınmasının hikmeti, her şeyden önce, oruç tutan kimsede takvanın tecelli etmesini sağlamasıdır. Takva, insanı meleklik derecesine yükseltir. Allah Teâlâya bağlılık melekesini gerçekleştirir. Kişiyi, nefsânî arzulara uyma hastalığından kurtarır.

“Nefis doyarsa aza acıkır ve nefs aç kalırsa, aza tok bulunur” denilmiştir. Azanın açlığı, layık olmayan işleri yapmağa amade olmasıdır. Azanın tokluğu ise, uygun olmayan işleri yapmamasıdır. Nefse istedikleri verildikçe, azgınlaşır, doyacak yerde daha da acıkır. “…Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder…). Bu sebeple oruç, nefsi en mükemmel bir şekilde terbiye eder; azanın tok kalmasını sağlar.

Oruç, beden ve ruh için bulunmaz bir ilaçtır.

Oruç, zihni berraklaştırır. Oruçta, maddî ve manevî sabır gerçekleşir.

Oruçlunun uykusu ibadet, sükutu teşbihtir. Oruç tutan kimseye, aksiyonununun mükâfatı kat kat verilir. Duası ise, Allah Teâlâ tarafından kabul edilir.

 

Her ibadette riya, göstermiş olabilir; fakat oruçta riya, gösteriş yoktur.

Marifetnâme’de yer alan aşağıdaki mısralar ne kadar düşündürücüdür:

 

“Nur ve zulmetten yoğurmuşlar Seni, Canını nur anla, zulmet bu teni.

Ten muradı, ekl-ü şürb ve milk-ü mal, Can temennası, cemâl-i Zü’l Celal.

 

La cerem, ednâ yeri ednâ sever,

Yani, ten dünya ve can Mevla sever.

 

Ariyet gömlektir on günlük tenin,

Besle canı, ariyet nendir Senin”

 

Azanın acıkmaması, takvanın gerçekleşmesi, kat kat mükâfat alınması, duanın makbul olması, sabrın tecelli etmesi, riyadan, gösterişten uzak kalınması, maddî ve manevî hudutsuz faydaların sağlanması için emredilen oruç vasifesinin yerine getirilmesi gerekir.

Oruç tutan insan;

-Allah ve Peygambere itaat etmiş ve büyük sevap kazanmış olur.

-Allah’ın verdiği nimetlere şükretmiş ve aç kalanların hâllerini öğrenmiş olur.

-Sağlığını korumuş, nefsini terbiye etmiş ve irâde eğitimi yapmış olur.

-Sabır ve metanet kazanmış, kötü söz ve davranışlardan korunmuş olur.

-Ahlâkını güzelleştirmiş ve imanının bilincine ermiş olur.

-İbadet zevkini tatmış, Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmış olur.

Bu Ramazanda amelindeki ya da ihlasındaki bir kusurundan dolayı bu kadar rahmet ve mağfiretin olduğu bu ayda cenneti hak edemeyenlerin burnu sürtülsün diyelim bizde

Bayramlar, sosyal şizofreniyi toplumsal empatiye çevirme günüdür!

Bir gün insanlara çorba içmeleri için uzun uzun kaşıklar verilmiştir. Fakat bir türlü kaşığı çevirip de içemezler. Hep birbirine takılmıştır. Bu kez aynı sofraya dervişleri oturturlar. Onlar şöyle yapar. Çorbayı alır, kaşığı karşıdaki arkadaşına uzatır…Kendini başkasına feda etmek, sorunu da çözüyor demek ki. Güruhu, bilinçli, kültürlü, erdemli toplum yapan yardımlaşmadır. Benimle ilgilenmezsen seninle neden arkadaşlık yapayım? İyi gün-kötü gün dostunu neden ayırıyorlar?

Birisi, misafirine yedireceği yemek sınırlı olduğu için, lambayı kasten kaza süsüyle söndürür ve karanlıkta yer gibi yaparak yemez, ve yemeği misafirine yedirir. Siz cebinizde sadece 5 lira varken yarısını fakire verme yürekliliğini gösterebildiniz mi hiç? Yoksa bencillik ve ferdiyetçilik yakanızı mı sardı? Rezzakı unuttunuz mu?

Kişilik gelişmeden insan olunmaz, insan olunmadan toplum olunmaz. Aksi halde kin ve nefret, düşmanlık, haset ve cimrilik toplumu yer bitirir= sosyal şizofreni.

Bayramı kişi yaşar, o da insansa yaşar. Onun için önce insan olmak gerekir.

Bayram da, din de, diğer her şey gibi insan içindir. Eh, insan da bir şey için olmalı… Onu da siz bulun!

En güzel eman olan ALLAH’ın emanına emanet olunuz…

Sevgi ve barış içinde kalın.

Nice Bayramlara !.

 103

FITIR SADAKASI (FİTRE)

Bir fitre, bir kişinin, sabah-akşam günde iki öğün karnını doyurmasına yetecek olan miktardır.

Fitre, Ramazan bayramına ulaşan ve belli miktarda paraya/ mala sahip bulunan her müslümana vacip olan özel bir sadakadır.

Fitre oruç tutan, tutmayan ya da geçerli bir mazereti nedeniyle tutamayan her müslümana vaciptir.

Fitrenin vacib oluşunda ölçü, temel ihtiyaçlar dışında, (bir günlük yiyecek) en az 561 gr. Gümüş ya da 85 gr. Altın ya da bunlardan birine eş değer, nakit para, değerli ziynet eşyası ve maldır.

Fitre, Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren vacip olur. En iyisi bayramdan önce verilmesidir.

Kİşi, kendisinin ve erginlik çağına gelmemiş olan çocuklarının fitrelerini vermek zorundadır. Hanımının ve anne-babasının fitrelerini vermek mecburiyeti yoktur. Onların fitreleri kendilerine aittir.

Fitre, ancak kendilerine zekât verilebilecek olan kimselere verilebilir. Yani malı/parası nisap miktarından az olan ve temel ihtiyaç maddelerini temin etmekten aciz bulunan… Dolayısıyla kişi, fitresini, hanımına, anne- babasına, dede-ninesine, çocuk ve torunlarına veremez.

Fitre gayri müslimlere verilemez.

 103

Bayram namazının sünnetleri            

Bayram namazına başka bir yoldan gidip, eve başka bir yoldan dönmek

Dargınlık karşısında bağışlayıcı, güler yüzlü ve mütevazı olmak

Bayram namazına yetişemeyen kişi, tek başına bayram namazı kılamaz. Fakat isterse onun yerine dört rekât nafile namaz kılabilir

Hadis: “Bu günümüzde (bayram) yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır.”

(Buhari)

Hadis: “Kim sevabını ALLAH’tan ümid ederek Ramazan ve Kurban bayramının gecelerini ibadetle ihya ederse, kalplerin öldüğü gün onun kalbi ölmeyecektir”   ibn-i Mace)

Sultan I. Ahmed’in Hazreti Peygambere Mersiyyesi

 

 

N’ola tacum gibi başumda götürsem daim
Kademi resmini ol hazret-i şah-ı resulün
Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmeda durma yüzün sür kademine o gülün

Sultan 1. Ahmed

 

Bu kıta şiir Sultan 1. Ahmedin kendi şiiri olup İstanbul Sultan Ahmed meydanındaki türbe kabristanının giriş kısmının üst içe bakan tarafında beyaz mermer üzerine altuni renkte yazılı olan kıtadır. kendisi 14 yaşında tahta çıkmış, 14 sene tahtta kalıp hastalık nedeniyle vefat etmiş, 12. padişah olup 14. sırada (önceki iki defa tahta çıkış dolayısıyla) tahta çıktığı için 14 şerefeli Sultan Ahmed Camii’ni yaptırmış ve açılış ikindi namazına denk gelince cemaate dönüp “ey cemaat, içinizde ikindi namazının sünnetini ömründe hiç terketmeyen her kim var ise gelsin bu namazı kıldırsın” diye nida etmiş, bir süre bekledikten sonra etrafındaki mollalar da dahil olmak üzere hiç kimseden ses çıkmadığını görünce öne geçip ” Elhamdülillah biz ömrümüz boyunca bu sünneti de hiç terketmedik” deyip imamete geçmiştir. Sultanın bir türlü namaza başlamadığını gören alimler mollalar sultana “Sultanım cemaat bekleyip duruyor, huzursuzlaştı, biraz acele edin” deyince Sultan Ahmed’in cevabı şöyle olur. “Bre Molla, siz benim kabeyi görmeden namaza duracağımızı mı sandınız” der. bir müddet sonra da namaz eda edilir. bu cami bir ihtiyaçtan ziyada Ayasofya Camii’ne kinaye olarak üstünlüğümüzü ilan etmek için onun tam karşısına yapılmıştır. kubbesi Ayasofyadan bir karış da olsa geniştir. ayasofyanın hantallılığına göre daha zariftir. konumu daha isabetli ve görünür bir yerdedir. iç direkleri de aynı şekilde zarif ve içi çini kaplama olup yabancılar “mavi cami” olarak anarlar.
Bu fakir geçtiğimiz ramazandan üç gün önce Temmuz 2011’de İstanbul’da idi ve hem eserini hem eser sahibini ziyaret edince (muhabbeti bir başka oldu mübareğin) ve yukarıdaki şiiri de görünce hemen onu not edip İstabnul-Ankara yolunda aşağıdaki mersiyyeyi kaleme almak nasib oldu. yazdırana hamdolsun.

 

NO’LA MUHAMMEDΠ 

(Aşık ahi kul ahmedin Hz. Peygambere mersiyyesi)

N’ola başım gibi seni de taşısam

Beni hardan alan nuru Muhammedî

Gülşeninim güllerim seninle koksam

Ahmedî kul üzre yüzün Muhammedî

 

N’ola canım gibi seni de sevseydim

Beni hare sokan narı Muhammedî

Didarımın bağları seninle gülsem

Ahmedî kul üzre gülün Muhammedî

 

N’ola sözüm gibi seni de bilseydim

Beni senden alan nuru Muhammedî

Cennetimin köşkleri görüp bilseydim

Ahmedî kul üzre sözün Muhammedî

 

N’ola yarim gibi seni de sarsaydım

Beni candan eden canı Muhammedî

Cananımsın köşkleri verince gülsem

Ahmedî kul üzre köşkün Muhammedî

 

N’ola halim gibi seni de ağlatsam

Beni kuldan eden birr’i Muhammedî

Resulüsün ümmeti verince gülsem

Ahmedî kul üzre gül sen Muhammedî

 

N’ola gülüm gibi seni de dileseydim

Beni bülbül kılan gülü Muhammedî

Türkülerin neşvesi kârınca yağsam

Ahmedî kul üzre türkün Muhammedî

 

N’ola yıllar gibi seni de içseydim

Beni yorgun kılan ahı Muhammedî

Gözlerimin yaşları tövbede Hakşen

Ahmedî kul üzre makam Muhammedî

 

N’ola zikrim gibi seni de ansaydım

Beni cezbe salan şah’ı Muhammedî

Döndüğümün nirengi yıkılsa yansam

Ahmedî kul üzre ölsem Muhammedî

 

N’ola aşkım gibi senide yar saydım

Beni derde koyan aşk’ı Muhammedî

Sadıkınım mihengim yıkılsa düşsem

Ahmedî kul üzre kalksam Muhammedî

 

N’ola bilgin gibi seni de çözseydim

Beni bir de bulan dahi Muhammedî

Sorulanın şifresi verilse çözsem

Ahmedî kul üzre bilsem Muhammedî

 

N’ola halim gibi seni de sorsaydım

Beni hapse koyan hakkı Muhammedî

Mahpusların kapısı açılsa kalsam

Ahmedî kul üzre assam Muhammedî

 

N’ola cahil gibi seni de sorsaydım

Beni ilme iten “oku, Muhammedî”

Alimlerin imamı olup kıldırsam

Ahmedî kul üzre ezan Muhammedî

 

N’ola sırrım gibi seni de açsaydım

Beni ele veren yad-ı Muhammedî

Gizlerinin çırası yansa da görsem

Ahmedî kul üzre gizin Muhammedî

 

N’ola dişim gibi seni de sıksaydım

Beni sünnete koşan şer’i Muhammedî

Tarikatının yolunu söyle de bilsem

Ahmedî kul üzre erin Muhammedî

 

N’ola elim gibi seni de tutsaydım

Beni biat eden nebi Muhammedî

Hakikatının hükmünü bildir de ölsem

Ahmedî kul üzre hakkın Muhammedî

 

N’olaydı da n’olaydı hükmüm n’olaydı

Yedi düvel hükümranım hal olaydı

Resulü Zişan hükmüne ram olaydı

Ahmedî kul üzre şahın Muhammedî

 

Kul ahmed’im sultanın kim Ahmet midir

İki cihan üzre şahın gül gülşen midir

Bu adaşların Rahman’ı Rahim midir

Ümmetî kul üzre şaf’i Muhammedî

 108 

DİNİ BAYRAMLAR VE ADABI

Bilindiği gibi bayram, sevinç ve neşe günü demektir. Öteden beri her milletin birçok millî günleri, tarihî hatıralarını canlandıran bayramları bulunmaktadır. Aynı şekilde bir dine mensup kimselerin de dinî günleri ve dinî bayramları vardır.

Bayramlar, inananlar üzerinde çok müspet tesirler meydana getirir, dinî şuur ve duygularını kuvvetlendirir. İnsanlara yeni bir heyecan ve çalışma zevki kazandırır.

Bayramların, millî ve dinî duyguların, inanışların pekişmesi, taze ve canlı tutulması fonksiyonu yanında, toplumun birlik ve beraberliğini sağlamada ve bunun bireylerin bilincinde yer etmesinde de büyük önemi vardır.

Gerçekten dinî bayramlar, insanlar arasında kaynaşmanın, dostlukları ve ahbaplıkları ilerletmenin bir yolu olarak belli bir öneme sahip oldukları gibi, dinî duygu ve şuurun sosyal hayatta tazelenmesinin de bir vesilesidir.

Dinî Bayramlarımız

İslam Dininde iki büyük bayram vardır. Ramazan ve Kurban Bayramı. Kaynaklarımızda, Ramazan Bayramına “îdu’l-fıtr”, Kurban Bayramına ise, “îdu’l-edhâ” denilmektedir.

Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiklerinde, Medinelilerin eğlendikleri iki günleri vardı. Peygamberimiz (s.a.s.);

“Bu günler nedir?” diye sordu” Medineliler;

“Biz câhiliyye döneminden beri bu günlerde eğleniriz” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz;

“Allah, size, o iki gün yerine daha hayırlı iki bayram vermiştir. Bunlar Ramazan ve Kurban Bayramlarıdır” buyurmuştur.

Ramazan ve Kurban bayramları hicretin ikinci yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. O günden beri kutlana gelen bu iki bayram, Müslüman milletlerin aynı zamanda millî bayramları hâline gelmiştir.

Bayram Günlerini Nasıl Geçirmeliyiz ve Neler Yapmalıyız?

Her iki bayram da bayram namazı ile başlar. Sahabeden Berâ ibn Azib’in naklettiğine göre Hz. Peygamber bu hususu, okuduğu bir bayram hutbesinde şöyle ifade buyurmuşlardır:

“Bu günümüzde yapacağımız ilk iş namaz kılmamızdır. Sonra döner kurban keseriz. Her kim böyle yaparsa, şüphesiz bizim sünnetimize uygun iş yapmış olur.”

Bayram namazı, biri Ramazan bayramında, diğeri Kurban bayramında olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rek’atlık bir namazdır.

Bayram namazı Hanefî mezhebinde, Cuma namazının vücûb şartlarını taşıyan kimselere vaciptir. Şafii ve Mâlikiler’e göre müekked sünnet, Hanbeliler ‘e göre ise farz-ı kifayedir.

Bayram namazına, mükellef olmayan küçük çocuklarımızı da getirmeli ve onlara da bu manevî havayı teneffüs ettirmeliyiz.

Peygamberimiz (s.a.s.), bayram günleri ve bu günlerin mahiyeti hakkında şöyle buyurmuştur:

“Arefe, Kurban ve Teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme, içme günleridir.”

Hadiste açıkça belirtilmektedir ki, bayram günleri yeme, içme ve ikram günleridir. Bunun için oruç tutmak senenin her gününde caiz olduğu hâlde,

Ramazan Bayramının birinci günü ile Kurban Bayramının dört gününde tahrîmen mekruhtur.

Bayram günlerinin yeme, içme ve sevinç günleri olması yanında, her birinin ayrı bir anlamı da bulunmaktadır. Ramazan bayramı, bir ay boyunca Allah için tutulan orucun arkasından verilen bir “genel iftar ziyafeti” hükmündedir ve bu anlamından dolayı ona “fıtır bayramı (iftar bayramı)” denilmiştir.

Ramazan bayramının ilk günü bu yönüyle bir aylık Ramazan orucunun iftarı olmaktadır. Böyle toplu iftar gününde oruçlu olmak, Allah’ın sembolik ziyafetine katılmamak anlamına gelir ki, bu doğru bir davranış olmaz.

Allah için kurbanların kesildiği kurban bayramı günleri de ziyafet günleridir. Kurban bayramının Arefe ve bayram günleri, İslâm dünyasının en seçkin günleridir. Çünkü Arefe günü, dünyanın her tarafından gelen hacı adayları Arafat’ta toplanarak Allah’a yönelmekte ve O’ndan af ve bağış dilemektedirler. Arafat, İslâm’ın birlik ve kardeşliğe verdiği önemin bir simgesidir.

Bayram günleri mutlak ibadet günü olmadığı gibi, katıksız eğlenme günü de değildir. Bu iki hususu bir arada toplayan günlerdir.

Bayramları, ibadet ve itaatten tecrit edip, sadece oyun, eğlence, zevk ve safa günü olarak anlamak yanlış olduğu gibi, meşru oyunlardan ve mubah eğlencelerden soyutlayarak sırf bir ibadet ve itaat günü olarak anlamak da hatalıdır. Çünkü insanın manevî varlığı yanında, maddî varlığının da ihtiyacı vardır. İbadet ve itaatlerle ruh, kalp vb. manevî varlığımız tatmin edildiği gibi, çeşitli ikram ve ziyafetlerle, belli ölçüler içinde yapılan meşru oyun ve eğlencelerle de maddî varlığımız tatmin edilmiş olur.

Meşru sınırlar içinde yapılan oyun ve eğlenceler, bayramların özünde mevcuttur. Nitekim, Hz. Peygamber (s.a.s.), düğünlerde olduğu gibi, bayramlarda da eğlence ve oyuna karşı çıkmamış, hatta bunu teşvik etmiştir.

Konuya ışık tutacak iki hadisi burada zikredebiliriz:

Hz. Aişe validemiz şöyle anlatır:

“(Kurban bayramının ilk üç günlerinden birinde) Resûlullah (s.a.s.) yanıma geldi, karşımda Buâs ezgilerini def çalarak okuyan iki kız vardı. Yatağına uzanmış ve mübarek yüzünü çevirmişti. Derken içeriye Hz. Ebû Bekir girdi. ‘Bu ne hâl? Allah Resûlü’nün yanında şeytan mizmarı öyle mi? diyerek beni azarladı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) ona dönerek; Onlara dokunma ey Ebû Bekr; her milletin bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır.” buyurdu.

Yine bir bayram günü Hz. Aişe’nin, Habeşlilerin Mescid-i Nebevi’de kalkan mızrak oyunu oynadıkları bir sırada onları seyretmek için izin istemesi üzerine Hz. Peygamber ona izin vermiş ve “Tamam, yeter” deyinceye kadar beraberce bu oyunu seyretmişlerdir.

İslâm dini her konuda itidali (orta yolu) emir ve tavsiye eder. Mü’min olmak, fert ve aileleri mutluluğa götüren meşru yolları tıkayarak, dünyayı zindan hâline getirmek değildir. Anne ve babaya yakışan, bayramları aile ve çevresindekilerle neşe ve zevk içerisinde geçirmeyi gerçekleştirmeye çalışmaktır.

İnanmış, Allah’a gönül vermiş insan, bencil olmaz. Sadece kendisinin ve yakınlarının sağlık ve mutluluğunu değil, bütün Müslüman kardeşlerinin mutluluğunu da düşünür. Bu konuda çaba sarf eder ve dua eder.

“Hz. Peygamber Mescidde iken bir bedevi Mescide girdi, namaz kıldı ve ‘Allah’ım bana ve Muhammed’e rahmet et, başkasına değil’ şeklinde dua etti. Hz. Peygamber, bedeviye; Allah’ın geniş olan rahmetini daralttın…” buyurarak onu uyardı.

Merhamet insan kalbinin merhemidir. Sevgi ve saygı duygusundan uzak kimseler, katı yürekli olmanın yolunu tutmuşlar demektir. Bu duruma düşenler derhal bundan kurtuluş çarelerini aramaya koyulmalıdırlar.

Peygamberimiz (s.a.s.)’e bir sahabî gelerek kalbinin katılaştığını hissettiğinden şikayet etti. Peygamberimiz ona;

“Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksulları doyur ve yetim başını okşa” buyurdu.

İnsanımızın kemal derecesini bulması için bayramlarda yapacağımız en önemli işlerden biri de yetim, kimsesiz ve yoksullarla ilgilenmek, onlara maddî-manevî destek olarak, kendilerine yalnızlıklarını hissettirmemektir. Yetim ve kimsesizlere hep acınır, ama hiç unutmayalım ki onlar, bizler için bu top­lumda Allah rızasını kazanmamıza vesile olacak birer can simididir.

Kadın sahabîler arasında kocası öldükten sonra sadece yetim kalan çocuklarını büyütmek ve yetiştirmek için evlenmeyen güzel ve iffetli bir hanıma işaretle bir hadis-i şerifte,

“Ben ve bu yanakları çökmüş (fedakâr) hanım kıyamet günü cennette şu iki parmağım gibi yan yana beraber olacağız.” buyurulmuştur.

Bayram günleri barış ve sevinç günleridir. Dargınlık dinen yasaktır. Elbette bir arada yaşayan aile ve toplum fertleri arasında anlaşmazlıklar, sürtüşme ve tartışmalar olabilir. Bu gayet normaldir. Ama bunları dargınlık safhasına vardırmamak gerekir. Bilhassa yakınlar, sıla-i rahim denilen ziyaret bağı ile aradaki bağlarını kuvvetlendirmelidirler.

Hz. Peygamber, mü’minlerin üç günden fazla dargın durmalarının uygun olmadığını belirterek şöyle buyurmuşlardır:

“Bir Müslümanın diğer müslümana üç günden fazla dargın durması helâl olmaz.”

Akraba ve komşulara iyilik etmek ve onlarla iyi geçinmek Rabbimizin tavsiyesidir. O, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Allah ‘a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, eliniz altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa, 4/36)

“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarım ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.” (isrâ, 17/26-27)

Cenab-ı Hak, yakınlarla ilgiyi kesenlerin ahirette cezaya çarptırılacaklarını belirterek şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lanet, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.” (Ra’d, 13/25)

İntikam almak dinimize göre haramdır. İnsanı bu noktaya getirecek kin, nefret, haset ve benzeri duygular yasaklanmıştır. Müslümanın, imana, sevgi ve saygıya yataklık etmesi gereken ve ancak bu şekilde iyi ve doğruya giden yolu aydınlatabilecek olan kalbi, bu kötü ve çirkin duygularla doldurulursa manevî fonksiyonunu icra edemez. Sahibine ışık tutamaz. Bunun içindir ki, intikam alma imkânı varken bağış yolunu tutmak büyüklüğün ta kendisidir ve Allah katında çok makbul bir harekettir.

Nitekim Kur’an-ı Kerim, bu hususa şu ayetle işaret etmektedir:

“Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zalimleri sevmez.” (Şûra, 42/40)

Daima af yolunu tutmak, mü’minin başta gelen özellikleri arasında sayılır. Bu konuda yine Kur’an-ı Kerim’ de şöyle buyurulur:

“Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” (A’râf, 7/199)

Bu ayet nazil olduğunda Hz. Peygamber, ayetin açıklamasını Cebrail’e sormuş, o da şöyle cevap vermiştir:

“Allah, sana zulmedeni ve haksızlık edeni affetmeni, sana vermeyene vermeni, sana gelmeyene gitmeni” emretmektedir.

Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de, iyilik ve takvada yardımlaşmayı, günah ve düşmanlıkta ise yardımlaşmamayı emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:

“…İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlasın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın..”(Mâide, 5/2)

Ayrıca, Kur’an-ı Kerim kurtuluşun, ancak Allah’a ibadet etmekte ve hayır işlemekte olduğunu bildirmektedir. Konu ile ilgili bir ayet-i kerime şöyledir:

“Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Hacc, 22/77)

Bayram gecesi ve günlerinde aşağıda sayılan şeylerin yapılması müstahaptır, sevap kazanmaya vesiledir:

a)→ Bayram gecelerini dua ve ibadetle ihya etmek, kaza namazı kılmak, Kur’an-ı Kerim okumak, Allah Teala’dan af ve mağfiret dilemek. Çünkü duaların makbul olduğu gecelerden birisi de bayram geceleridir. Nitekim Peygamberimiz (s. a. s.) şöyle buyurmuşlardır:

“Ramazan ve Kurban bayramı gecelerini, sevabını ümit ederek ibadetle geçiren kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü gün ölmez.”

b)→ Bayram sabahı erken kalkarak yıkanıp temizlendikten sonra namaza gitmek.

c) Güzel kokular sürünmek, temiz ve yeni elbiseler giyinmek.

d) Gücü yetiyorsa namaza yürüyerek gitmek ve giderken yolda tekbir getirmek; güler yüzlü ve sevinçli görünmek, yoksullara çokça sadaka vermek, çoluk çocuğuna bolluk göstermek.

e) Ramazan bayramında, namazdan önce bir şeyler yemek; Kurban bayramında ise, kurban kesecekse, kurban etinden yiyinceye kadar bir şey yiyip içmemek.

Bayram günlerinde annemizin-babamızın ellerini öpüp hayır dualarını almalıyız. Dinimizde Allah’a ibadetten sonra anne ve babaya saygı ve iyilik emredilmiş, onlara karşı “öf” bile demek yasaklanmıştır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur:

“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘öf bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” (İsrâ, 17/23-24)

Akraba ve komşularla tebrikleşerek, karşılıklı sevgi ve saygı duyguları aktarılmalı, karşılaştığımız herkesle selamlaşarak tebrikleşmeliyiz. Tanıdıklarımızı ziyaret ederek hatırlarını sormalı ve gönüllerini almalıyız. Hastanelerde;’ ve evlerde yatan hastaları ziyaret etmeli, şifâ dileklerimizi sunmalıyız. Yetimlerin ve kimsesiz çocukların başını okşamalı, onlara anne ve baba gibi davranmalıyız. Çevremizdeki yoksullara ve bakıma muhtaç çocuklara yardım ellerimizi uzatmalı, onların da bayram sevinci yaşamalarını sağlamalıyız. Bizden hayır dua bekleyen ölülerimize dua etmeli, ruhları için hayır ve hasenatta bulunmalıyız. Tanıdıklarımızdan dargın olanları barıştırmaya çalışmalı ve aralarını bulmalıyız. Çocuklara hediyeler dağıtmalı ve onları sevindirmeliyiz.

Bayram günleri sevinç günleridir. Bu günlerde sevinçli ve güler yüzlü olmak tavsiye edilmiştir. Ashâb-ı kiramdan Ebû Zer, Peygamberimizin kendisine bu konuda şu tavsiyede bulunduğunu rivayet eder:

“Kardeşini güler yüzle karşılamak gibi en ufak bir iyilik dahi olsa onu hor görme.”

Her zaman olduğu gibi bayram günlerinde de, İslâm’ın emrettiği şekilde, çevremizdeki insanlara iyi davranmalı, incitici ve zarar verici davranışlardan sakınmalıyız.

 113

Bayramların toplum hayatına etkisi

Bayramların toplum hayatında üstün bir yeri ve değeri vardır. Bayram günlerinde akraba ve komşularımızla olan ilişkilerimiz kuvvetlenir, birlik ve kardeşliğimiz güçlenir. Bayram sabahı camilerimizi dolduran Müslümanların hep birlikte ve içtenlikle yüce Allah’a yönelmeleri, O’ndan af ve bağış dilemeleri ayrı bir önem taşır. Çünkü böyle bir amaçla bir araya gelen, aynı iman ve heyecanı taşıyan toplulukları yüce Allah’ın rahmeti kuşatır ve onları affeder.

İbadetler insan üzerinde müspet tesirler bırakır. Hele bu, Ramazan ayına mahsus oruç, teravih, zekât, sadaka-i fıtr; fedakârlığın sembolü kurban… gibi ibadetler olursa, bunların etkisini toplumun her kesiminde görmek mümkündür. Toplum, bayrama girerken kendisinin dinî yönden güçlenmesini engelleyecek gaflet perdesini yırtmalı, yeni bir aksiyon kazanmalıdır. Bayramda ve bayram sonrasında “benim” diyebildiği yegâne iki nimeti, sağlık ve zamanını iyi değerlendirme şuuruna ermelidir.

113

Bir Müslümanın Güzel Ahlaklı Davranışı Nasıl olmalıdır: İnsan-ı kamile giden yol

Sizleri gönülden düşürmedik. Bir güzel söz ile uzaktan uzağa selam ve musafaha yapalım dedik.

Akıllılar bazen, deliler her gün bayram yapar. Ben delileri daha çok severim. Çünkü onlar katıksızdırlar. Onların tek sorunu, deliliğinin farkında olmaması. İşin aslı unutmayı da unutmak gerekir. Fakat Allah deliliği akıllıdan bekler. Dini olmayanın deliliğini ne yapacak? İşte dini deli gibi yaşayan akıllılardır O’nun aradığı.

Sahi din deyince siz ne anladınız? Namaz, oruç, sadaka falan mı?

İmam-ı Cafer’e sormuşlar, din nedir? Diye. Cevap vermiş: “Din sevgi ve nefretten başka nedir ki?”

İşin aslı saklambaç oynuyor.  Ara ki bulasın.

Bu yüzden;  “Arayanlar bulanlarmış, Bulanlar arayanlarmış”  (Said-i Nursi)

Bulunca vuslat olur, aşk kalmaz!  Ne demişler;

Aşkın varsa can baş üzre gel beri,

Aşkın yoksa, dön kapıdan gel beri.

Aşk bir derya, yüreğin kadar nasibin olur.  Uçurumdan sen atla ki, “O” tutar seni!  Korkak tacir kazanamaz! İşte atlayan deliler kazanır!

Mülkiyet tarlasında ekim yapanın hasadı “ben” ve “israf” olur.

Emanet tarlasını sür, harmanın rahmet olur.

Neye yanarsan onu görürsün.

İhtiyacını Pavlov’un köpekleri mi belirliyor? (Şartlı refleks)

“la ilahe” süpürgesiyle süpürmeyenin Allah’ı çok olur.

Rapresantlara ilk öğretilen “tekili çoğula çıkarmayın” “ çoğulu tekile indirmeyin”   İkincisi yanlış; siz “kesreti tekile çıkarın!”

Kabe’nin kara donuyla ne işin var senin.  Sahibini ara, sen onu değil,  kabe  seni tavaf etsin! (ayniyle vaki)

Kardeşlikte sevap ticareti

Dinimiz bizlerin kardeş olduğunu ve birbirimizi sevmemiz gerektiğini bildirmektedir.  “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız” Sevgi ve barış içinde olmamızı isteyen yüce yaratıcı, ücrette de cömert davranacaktır eminiz.

Bayramınız kutlu ve mübarek olsun!…

Necip Fazıl, “Mü’min sıkıştırılmış şeker gibidir. Deryayı tadlandıracak güce sahibtir” der.

Dini, tevhitten, güzel ahlaka dönüştürmüş iyi bir insan, çevresi için bir rahmettir ve bir ölçüde etrafındaki herkesi de tatlandırır.

İşte bayramlar, kısalığına rağmen af ve tebessümle, kardeşlik ve dostluğun fiilen yaşama geçtiği barış ve huzur ortamlarıdırlar.

Zaman

Batılılar “Time is Money” derler.- Zaman paradır-

İnanan ise “Time is my life” der – Zaman inananın bütün hayatıdır-

O, boş laf bilmez, öyle konuşan olursa selam der geçer. Zamanın hüsrana dönüşmesi inananda olmaz. İki günü birbirine eşitlemez.

“İnsan hüsrandadır”, buyruldu.

Dün geçmiştir, yarın ne olacağını bilmiyorsun, o halde bugünü doku.

İnanmayan ise ne yaparsa yapsın, heyhat.. iman olmayınca..?

Zamanın hüsranındadır o. Aranan karşılıklı tanımadır. “Sen beni tanımazsan, ben de seni tanımam”dan öte nedir ki?

Kişilikte bayram yapınız

Bayram bağışlama günüdür.

 

“İnsanın üç günden fazla küs durması helal olmaz”

 

Akrabalık bağlarını kesenlerin ahiretleri zordur.

 

İntikam almak yoktur. Birisi size bir tokat attı ise, Hz. İsa gibi öbür yanağınızı çevirmeyin, fakat, sizin de bir tokat hakkınız olabilir, fakat affederseniz daha iyi olur. Yumruk atamazsınız.

İyilikte yardımlaşılır, fakat birlikte kazık atalım olmaz!

Anne baba hak ve hürmetini siz zaten biliyorsunuz. Öf’e bile izin yok! Yanınızda yaşlanacak! Hanıma itaat yok! Artık hala cenneti kazanamıyorsanız, burnunuz sürtülsün!

Gıbtadan haset kokusu gelir.

 

Gıbta, “keşke bende de olsa”; Haset ise, “onda da olmasın, bana verilsin” demektir ki hoş bir şey değildir.

Arkadaşı için “niye o çok şey biliyor da, ben bilmiyorum” gizli rekabettir ve haddi aşmış olur, imrenme kıskançlığa dönüşür.

Gıbtadan da uzaklaşarak takdire razı olmalı, kaderi tenkit etmemeli, kimseyi rakip görmemeli ve kendini güzel ahlaka yönlendirmelidir.

Komşusunun “iki eşeği olsun” diye dua edebilen, bir eşeği de hak eder.

Her şeyi emanet bilmeli. Mülkiyete geçeni iki metre kabut paklar!

“Sen rızkını aradığın gibi, rızkın da seni arar!” Bu ne telaş. Yat demedik ama, kazık da at demedik!

Topu sen oyna. Fakat skoru “O” belirler! Eh, kılıcın hiç mi hakkı yok?da diyebilirsiniz Fatih gibi.

Meziyetlerin öne çıkması 

İnsanların her fırsatta şahsi meziyetlerini sayıp dökmesi, ferdi başarılardan sözetmek, başarıyı kendine mal etmek, başkasını çekememezliğe iter ve gıbta damarını kabartır. Bu yüzden bunlar da ayıp kabul edilmiştir. Yani kendinden menkul olmamak gerekiyor.

İyiliklerinizi sayıp dökmeyin. Herkes kendi rekorunu kırmalı.

Fakirin ihtiyacı görülmemiştir bir gün. Haber gelir; Ali ölmüştür. (kerremallahi veche)

İşler bölüşülmeli, eller taşın altına konulmalı ve yapabileceğinin en iyisi yapılmalı. Böylece, semere de umumun malı olacaktır.

Sıddık 40 000 liranın 10 000’ini gece, 10 000’ini gündüz, 10 000’ini gizli, 10 000’ini açık verdi, ne güzeldir.

Siz 40 000 verin, “Akil” bir avuç hurmanın yarısını evine yarısını hayra ve eşitler.

Yaratılışın gayesi sevgidir

Yunus boşuna dememiş:

“Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü l Yaratılanı hoş gör l Yara­tan’dan ötürü”

Burada hoşgörülen şey yaratılıştır. Değilse her inkarı hoşgörme değildir. Aynı zamanda ona bir toparlanma fırsatı da vermiyor değil..

Yumuşaklık ve merhamet iyi insan olmanın gereği.

Kralları da Kuralları da putlaştırmak yok. Referandumda krallar, zarurette kurallar kalkar.

İngilizlerin çok tuttuğum bir özdeyişi var: “all thing in moderation, modaration in all thing”. Yani; her şeyde ortalama, ortalama her şeyde. Bu yüzden ortalama gitmek gerek.

Görev mi? Yardım mı?

Muhabir önündeki yaralıya yardım mı edecek, yoksa haber için o haldeyken onun fotoğrafını mı çekecek? Kararı insanlığınız versin.

Yetimhanede bir çocuğun devlete maliyeti aylık iki milyar lira. Halbuki bu çocuklar koruyucu ailelere verilebilse keşke.  Devlet yardım da yapıyor aslında.  Sıcak bir sevgi ortamında o çocuk büyür. İnsanın köpek kadar değeri yok. Bunları devlet düşünmeli ve daha kalıcı çözümler üretmeli. Ben eşime iki çocuğumuzun yanına iki çocuk daha alalım demiştimdi de hem devletin şartları hem kadının şartları beni bana bırakmamıştı. Toplumda merhamet bitiyor mu acaba. Merhamet timsali kadını bu görevinden alan ne? Düşünmek zorundayız vesselam…

Bayram günleri sevinç günleridir. Siz güler yüzü adet edinin ve hep öyle olun. Sadakanız olur.

 

Sonuç

Bayram günlerinde toplum şuuru bütünleşir. Toplum fertleri birbirleriyle sevişip kaynaşır. Hayatın bitmek tükenmek bilmeyen sıkıntıları içinde bunalan, bitkin ve yorgun hâle gelen insanları bayramlar dinçleştirir. Ve çalışma azimlerini artırır.

Bayramlar, sosyal dayanışma ve barış şuurunun fertlere kuvvetle hâkim olduğu günlerdir. Dargınların kucaklaşması, aralarında kin, nefret bulunan kabile, aile ve şahısların, düşmanlık ve husûmet duygularının sevgiye dönüşmesi, küçüklerin büyüklere saygı, büyüklerin küçüklere sevgi göstermesi, hastaların ziyaret edilmesi, verilecek küçük hediyelerle çocukların gönüllerinin alınması, hısım ve akrabanın bir kere daha yeniden kaynaşması, genellikle bayram günlerinde mümkün olmaktadır. Bütün bunlar, toplumu oluşturan fertleri birbirleriyle kaynaştırarak millî birliğin sağlanmasında ve toplumu rahatsız eden ayrılık ve düşmanlıkların yok olmasında etkili olan hususlardır

 115-129

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ORUÇLA İLGİLİ KIRK HADİS

1. Hadis

Oruç tutan bir kimse, bütün kötülüklerden uzak kal­mak zorundadır.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

-Aziz ve Celil olan AllahTeâlâ buyurdu ki:”Âdem oğlunun her ameli, her aksiyonu kendisine aittir. Yalnız oruç müstesna. O, benim rızam için tutulur. Onun mükâfatını Ben veririm”. Oruç, kötülüklere karşı bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu günde fena söz söylemesin; kavga etmesin. Şayet herhangi bir kimse, ona sövüp sayar ve çatarsa, “ben oruçluyum” desin. Muhammed’in varlığı kudretinde olan AllahTeâlâya ve-min ederim ki, elbette oruçlunun ağız kokusu, Allah Teâlâ katında misk kokusundan daha hoştur. Oruç tutan bir kimse için ferahlanacağı iki sevinç vardır: Birisi, iftar ettiği zaman duyduğu sevinç, diğeri ise, Allah Teâ-lâya kavuştuğu zaman duyduğu sevinç.

Hadisi, Buharı ve Müslim rivayet etmiştir. Lafız Buhari’nindir.

 

2. Hadis

Oruç   karşılığında   verilen   mükâfatın   hududu yoktur.

Buhârî’nin diğer bir rivayeti şöyledir: Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Oruçlu, yemesini, içmesini ve nefsânî arzularını Benim rızam, Benim hoşnudluğum için terkeder. Onun mükâfatını bizzat Ben veririm. Bir iyiliğe karşı (en az) on misli mükâfat vardır.”

3. Hadis

Cennetteki “Reyyan” kapısından cennete yalnız oruç tutanlar girecektir.

Sehl İbn Sa’d (r.a.)’den:

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

-Cennette “Reyyan” adında bir kapı vardır. Kı­yamet gününde cennete oradan yalnız oruç tutmuş olan­lar girer. Onlardan başka bir kimse giremez. “Oruçlular nerede?” diye nida edilir. Onlar ayağa kalkarlar; o kapıdan cennete girerler. Onlardan başka bir kimse o ka­pıdan cennete giremez. Oruçlular o kapıdan girdikleri zaman, kapı kapanır ve artık oradan hiç kimse cennete giremez.

Hadisi, Buhârî, Müslim, Neseî ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.

Tirmizî’de şu ziyade vardır:

“Kim o kapıdan cennete girecek olursa,

ebediyen susamaz.”

 

4. Hadis

Oruç tutan bir kimsenin orucu, kıyamet gününde şefaatçi olacak ve bu şefaati Allah Teâla tarafından kabul edilecektir.

Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhumâdan: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

-Oruç ve Kur’ân-ı Kerim, kıyamet gününde kul için şefaatçi olurlar. Oruç dile gelir ve şöyle der: “Rab-bim! Ben onu, yemekten, içmekten ve nefsânî arzular­dan menettim; bu sebeple, ona şefaat etmeme izin ver.” Kur’ân-ı Kerim de şöyle der: “Rabbim! Geceleyin ben onun uykusuna engel oldum; ona şefaatçi olmama müsaade et.” Resûl-ü Ekrem sözlerine devamla: “O ikisi, kula şefaat ederler.” buyurmuştur.

Hadisi, Ahmet İbn Hanbel rivayet etmiştir

5.Hadis

Oruç, bedenin zekatıdır. Bedenin zararlı madde-lerden temizlenmesini sağlar:

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Her şeyin bir zekatı vardır. Bedenin zekatı ise oruçtur. Oruç sabrın yarısıdır.”

Hadisi, İbn Mâce rivayet etmiştir.

6. Hadis

Bedenî bir ibadet olan orucun bir benzeri yoktur.

Ebû Osame (r.a.)’den:

Şöyle demiştin:

-Yâ Resûlallah! Bana bir amel, bir aksiyon tavsiye et, dedim.

-Sana oruç tutmanı tavsiye ederim. Çünkü unun bir eşi, bir muâdili yoktur,’ buyurdu.

-Yâ Resûllallah! Bana bir amel, bir aksiyon tavsiye et, dedim.

-Sana oruç tutmanı tavsiye ederim. Çünkü onun bir benzeri, bir muâdili yoktur, buyurdu.

Hadisi, Neseî rivayet etmiştir.

Neseî’nin diğer bir rivayetinde râvi şöyle demiştir:

ResûluUah (s.a.v.)’e geldim ve:

-Yâ Resûlallah! Allah Teâla’nın beni kendisiyle faydalandıracağı bir ameli, bir aksiyonu bana tavsiye et, dedim. .

-Oruç tutmanı sana tavsiye ederim. Çünkü onun bir benzeri yoktur, buyurdu.

7. Hadis

İftar edeceği zaman oruçlunun yapacağı dua, ka­bul edilir; reddedilmez.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

-Üç kişi vardır ki onların yapacağı dua reddedilmez; kabul edilir: İftar edeceği zaman oruçlunun dua­sı, âdil bir devlet başkanının duası, zulme uğrayan bir kimsenin duası. Allah Teâlâ mazlumun duasını bulutla­rın üzerine çıkarır. Onun için semanın kapıları açılır. Âlemlerin Rabbi şöyle buyurur: “İzzetim ve celâlim hak­kı için, bir müddet sonra da olsa, elbette sana yardım edeceğim.”

Hadisi, Ahmed Ibn Hanbel, Tirmizî ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.

8. Hadis

Oruç tutan bir kimse, cennetin “Reyyan” kapısından cennete girmeğe davet edilir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den:

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

-Allah yolunda en az iki şey infak eden, iki şey veren kimseye cennetin muhtelif kapılarından şöyle nida edilir: “Ey Allanın kulu! Bu kapıdan cennete girmen, senin için daha hayırlıdır.” Çok namaz kılan kimse “Namaz” kapısından, mücahidler “Cihad” kapısından, oruç ehlinden olan kimse “Reyyan” kapısından, sada­ka verenler ise “Sadaka” kapısından cennete girmeğe davet edilirler.

Ebû Bekir (r.a.):

-Yâ Resûlallah! Anam-babam sana feda olsun. Bu kapıların birinden cennete girmeğe çağrılan bir kim­senin, diğer kapılardan cennete girmeğe çağrılmasına ihtiyaç yoktur. Maksat cennete girmektir. Fakat bu kapıların hepsinden cennete girmeğe çağrılacak bir kimse de var mıdır? diye sordu.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):

-Evet, vardır. Senin de bu zümreden olacağını umuyorum, buyurdu.

Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.

9. Hadis

Oruçluya iftar veren kimse, onun kadar sevap kazanır. Oruç tutan kimsenin ise sevabı eksilmez.

Zeyd İbn Halid el Cühennî (r.a.)’den: Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse, oruçluya iftar ettirirse, o kimse, oruçlunun kazandığı sevap gibi sevap kazanır; oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.”

Hadisi, Tirmizî, Neseî ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir

 

10.Hadis

Oruçlunun yanında yemek yendiğinde, melekler onun için dua ve istiğfar ederler.

Ümmü Umâre el Ensâriyye radıyallahu anhâdan: Bir gün Nebî (s.a.v.) onun evine geldi. Ümmü Umâre ona yemek çıkardı.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):

— Sen de ye, buyurdu.

—Yâ Resûlallah! Ben oruçluyum, dedi.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Oruçlu bir kimsenin yanında yemek yendiğinde, yemek yiyenler yemekten kalkıncaya kadar, melekler o oruçluya dua ve istiğfar ederler.”

Hadisi, Tirmizî ve Ibn Mâca rivayet etmişlerdir.

 

11.Hadis

Oruçlunun yanında yemek yendiğinde, yemek müddetince, onun kemikleri Allahu Teâlâyı teşbih ederler. Melekler de onun affı için yalvarır yakarırlar.

Süleyman İbn Büreyde’nin babasından rivayete göre demiştir ki:

Resûlullah (s.a.v.) Bilal (r.a.)’e:

—Yâ Bilal! Öğle yemeği…. Getir de yiyelim, buyurdu.

Bilal (r.a.) şöyle dedi:

—Yâ Resûlallah! Ben oruçluyum.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Biz, bugün öğle vaktindeki rızkımızı yeriz. Bilal’in bugün öğle vaktindeki rızkı ise cennettedir. Yâ Bilal! Oruçlunun yanında yemek yendiği müddetçe, kemiklerinin teşbih ettiklerini ve meleklerin de Allah Teâlâdan onun affını istediklerini demek ki hissettin ve öğrendin.”

Hadisi, İbn Mâce rivayet etmiştir.

 

12. Hadis

Ramazan-ı Serif’de cennet kapıları açılır; cehennem kapılan kapanır. Şeytanlar bağlanır. Kötülükler azalır.

 

Ebû Hüreyre (r.a.)’den:

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan-ı Şerif geldiği zaman, cennet kapıları açılır; cehennem kapılan kapanır ve şeytanlar bağlanır.”

Hadisi, Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir

 

13. Hadis

Ramâzan-ı Şerif de, geceleri ibâdet ve tâatle ihya eden kimselerin günahları affedilir.

Ebû Hüreyre (r. a.) ‘den:

Resûlullah (s.a.v.), kesin bir şekilde emretmeyerek, Ramazan-ı Şerifin gecelerinde ashabını ibâdete teşvik eder ve şöyle buyururdu:

“Faziletine inanarak ve mükâfatını Allah Teâlâdan umarak, kim Ramazan gecelerini ibâdet ve tâatle ihya ederse, o kimsenin günahları affedilir.”

Hadisi, Buhârî, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî ve    Neseî rivayet etmişlerdir.

 

14. Hadis

Kadir Gecesi’ni ibâdet ve tâatle ihya eden, o gecenin kadir ve kıymetini bilen kimsenin günahları affedilir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den:

Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Faziletine inanarak ve mükâfatını Allah Teâlâdan umarak, kim Kadir Gecesi’ni ibâdet ve tâatle ihya ederse, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır. Kim, Allah Teâlanın emri olduğuna inanarak ve mükâfatını Allah Teâlâdan umarak Ramazân-ı Şerif’de oruç tutarsa, o kimsenin geçmiş günahları affedilir.”

Hadisi, Buhârî, Müslim Ebû Davud ve Neseî rivayet etmişlerdir.

 

15.Hadis

Ramazan-ı Şerif, iki Ramazan-ı Şerif arasındaki küçük günahları tamamen siler; süpürür götürür.

 

Ebû Hüreyre (r.a.)’den:

Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Büyük günahlardan uzak kalmak şartiyle, namazlar, beş vakit namaz arasında, Cum’a, iki Cum’a arasında, Ramazân-ı Şerif, iki Ramazân-ı Şerif arasında işlenen küçük günahları siler; süpürüp götürür.”

Hadisi, Müslim rivayet etmiştir

 

16. Hadis

Resûl-ü Ekrem’i (s.a.v.) örnek olarak, Ramazan-ı Şerif de çok daha fazla cömert olmak ve bu mü­barek ayda fakirleri çok daha fazla görüp gözetmek gerekir.

İbn Abbas radıya’llahu anhumâ’dan: Şöyle demiştir:

” Resûlûllah (s.a.v.), insanların en cömerdi idi. Bil­hassa Ramazân-ı Şerif de Cibril (a.s.) ile buluştuğu zaman, cömertliği son dereceyi bulurdu. Cibril (a.s.), Ramazân-ı Şerifin her gecesinde Resûl-ü Ekrem(s.a.v.) ile buluşup karşılıklı Kur’an-ı Kerim okur ve müzakere ederlerdi. Bu sebeple, Resûlullah (s.a.v.), Cibril (a.s.) ile buluştuğunda, insanlara rahmet getirmek için gönderilen rüzgârdan daha cömert ve daha faydalı olurdu.”

Hadisi, Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir.

 

17.Hadis

İftar vakti girdiği halde, yemeden ve içmeden arka arkaya oruç tutmak memnudur.

Aişe radıyallahu anhâdan:

Şöyle demiştir:

Resulullah  (s.a.v.), müslümanlara acıdığı için, oruçta visalden, bir günün orucunu yiyip içmeden öbür günün orucuna birleştirmek suretiyle arka arkaya oruç tutmaktan onları menetmiştir.

Sahabilerden bazıları Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’e:

- Yâ Resûlallah! Halbuki Sen, bir günün orucunu, yiyip içmeden öbür günün orucuna birleştiriyorsun; oruçta visal yapıyorsun, dediler.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):

—Ben sizin gibi değilim; şüphe yok ki Rabbim beni doyuruyor ve suvarıyor, buyurdu.

 

Hadisi Buhârî rivayet etmiştir.

 

18. Hadis

İnsanlar ve cinler, Allah Teâlâya kulluk etsinler diye yaratıldıkları iyin, güç yettiği kadar Allah Teâlâya kulluk yapmak gerekir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den:

Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Oruçta visalden, bir günün orucunu yiyip içmeden öbür günün orucuna birleştirerek arka arkaya oruç tutmaktan kaçınmanızı tavsiye ederim.”

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) bu sözü iki defa tekrarladı.

Kendisine şöyle denildi:

—Yâ Resûlallah! Sen, bir günün orucunu yiyip içmeden öbür günün orucuna birleştirerek arka arkaya oruç tutuyorsun; oruçta visal yapıyorsun.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu:

—Hanginiz bana benzeyebilir? Ben, Rabbim beni doyurur ve suvarır halde geceliyorum. Şu halde siz, ibadetinizde gücünüzün yettiği kadar külfete katlanınız.

Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.

 

19. Hadis

Ramazân-ı Şerif’de, teravihi hem ağır kılmak ve hem de ağır kıldırmak, ta’dili-i erkâna riayet etmek gerekir.

Ebû Seleme İbn Abdurrahman’dan rivayete göre, kendisi Hz. Âişe radıyallahu anhâya, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’in Ramazân-ı Şerif deki gece namazının keyfiyetinden sormuş ve validemiz de şöyle cevap vermiştir:

“Resûl-ü Ekrem (s.a.v), ne Ramazân-ı Şerif’de, ne de Ramazân-ı Şerif den başka gecelerde on bir rek’at üzerine ziyade etmiş değildir. Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) önce dört rek’ât kılardı. Ama o rekatların güzelliğinden ve uzunluğundan sorma; (onların güzelliği, sorudan ve cevaptan müstağnidir.) Sonra O, dört rek’at daha kılardı. Bunların da güzelliğinden ve uzunluğundan sorma. Sonra da üç rek’at kılardı.*

 

Hz. Âişe sözlerine devamla şöyle demiştir:

—Yâ Resûlallah! Vitir kılmazdan önce uyuyormusun? diye sordum.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):

—Yâ Âişe! Benim iki gözüm uyur; fakat kalbim uyumaz, diye cevap verdi.

Hadisi Buhârî rivayet etmiştir.

*Burada bahis mevzuu edilen namaz, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’in teheccüd veya teravih namazıdır. Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) tarafından sekiz rek’at teravih namazı kıldırıldığı rivayet edilmiştir. Fakat 20 rek’at kıldığı da söylenmiştir. Hz. Ömer (r.a.)’in hilafet makamına geldiği andan itibaren günümüze kadar teravih 20 rek’at olarak kılına gelmiştir.

 

20. Hadis

Hasta olmadan ve ruhsat verilmeden Ramazân-ı Şerif’de oruç tutmamak, korkunç bir davranıştır; keffâreti de yoktur.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den:

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ruhsatsız ve hasta olmaksızın kim Ramazân-ı Şerif de bir gün orucunu yerse, bütün bir yıl oruç tutsa bile, bu, yediği o orucun kazasına kafi gelmez.”

Hadisi, Tirmizî, Ebû Davud, Neseî ve Ibn Mâce rivayet etmişlerdir.

 

21. Hadis

Sahurda bereket vardır. Bu sebeple sahura kalkmak sünnettir.

Enes İbn Malik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlullah  (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Sahura kalkıp sahur yiyin; çünkü sahurda bereket vardır.”

Hadisi, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Neseî ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.

 

 

22. Hadis

Müslümanların oruçlarını diğerlerinkinden ayıran, sahura kalkmak ve sahur yemeği yemektir.

Amr İbn As (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir: Resulü ilah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucu arasındaki fark, sahur yemeğidir.”

Hadisi, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî ve Neseî rivayet etmişlerdir.

 

23. Hadis

Sahur yemeği berekettir. Allah Teâlâ, sahurdaki bereketi sadece müslümanlara bahsetmiştir.

Abdullah  İbn  Hâris’den  rivayete  göre,  Nebi (s.a.v.)’in sahabîlerinden birisi şöyle demiştir ;

Nebi (s.a.v.)’in yanma girdim. O sırada sahur yemeği yiyordu:

“Sahur yemeği berekettir. Allah Teâlâ onu size bahsetmiştir. Onu terketmeyin,” buyurdu.

Hadisi Neseî rivayet etmiştir.

 

24. Hadis

İftar vakti girer girmez, vakit geçirmeksizin hemen iftar etmek. Resûlu Ekrem (s.a.v.)’in müslümanlara hayat bahsede» sünnetlerindendir.

Sehl Ibn Sa’d (r.a.)’den:

Resulü ilah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Oruç tutan insanlar, iftarı acele yapmağa devam ettikleri müddetçe daima hayır içinde bulunurlar.”

Hadisi. Buhârî, Müslim ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.

 

25. Hadis

İftar vakti girer girmez, geciktirmeden hemen oruçlarını bozan mü’minleri Allah Teâlâ çok sever.

Ebû Hüreyre (r .a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

 

“Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: Kullarımdan bana en sevgili, olanı, iftarı-acele yapandır.”

Hadisi, Ahmed İbn Hanbel ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.

 

26. Hadis

Yahudi ve Hıristiyanlara benzememek için, iftar vakti girer girmez iftar etmek, orucu açmak gerekir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den:

Resulü Hah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“İnanan insanlar, vakit girer girmez iftar yapmağa, oruçlarını açmağa devam ettikleri müddetçe, din hakim durumda demektir. Çünkü, yahudiler ve hıristiyanlar iftarı geciktirirler.”

Hadisi, Ebû Davud ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.

 

27. Hadis

Hurma ile oruç açmak, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’in sünnetindendir.

Selman İbn ‘Amir ed-Dabbî (r.a.)’den:

Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz iftar edeceği zaman, hurma ile orucunu açsın. Çünkü hurma berekettir. Eğer hurma bulamaz ise, su ile iftar etsin. Zira su temizdir.”

Hadisi, Ebû Davud, Tirmizi ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.

 

28. Hadis

İftar edecekleri zaman hurma bulamayan kimseler, oruçlarını birkaç yudum su ile açmalıdırlar.

Enes İbn Malik (r.a.)’den:

Demiştir ki:

“Resûlullah (s.a.v.), akşam namazını kılmadan önce taze hurma ile iftar ederdi. Eğer taze hurma bulunmaz ise, birkaç kuru hurmacık ile orucunu bozardı. O da bulunmaz ise, birkaç yudum su içer, orucunu açardı.”

Hadisi, Ebû Davud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir.

 

29.Hadis

Bed RMAKenî ibadetlerden olan oruçtan yeteri kadar faydalanmak için, bütün uzuvlara oruç tutturmak gerekir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir:

Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kim yalan söylemeği ve yalanla amel etmeyi terketmez ise, o kimsenin yemesini ve içmesini bırakmasına Cenab-ı Hakk’ın ihtiyacı yoktur; o kimseye kıymet vermez ve iltifat etmez.”

Hadisi, Buhârî, Ebû Davudve Tirmizî rivayet etmişlerdir.

 

30. Hadis

Oruç tutmak, sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret olmadığı gibi, Ramazan-ı Şerifde geceleri ibadetle ihya etmek de sadece uykusuz kalmaktan ibaret değildir. Her hareket ve davranışta olduğu gibi, ibadetlerde de ilâhî rıza ve ihlas ön planda tutulmalıdır.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlu’llah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Oruç tutan çok kimse vardır ki onun orucundan arta kalan, açlıktan başka bir şey değildir; ve geceyi ibadet ve tâatle ihya eden çok kimse vardır ki onun ibadet ve tâatinden arta kalan, uykusuzluktan başka bir şey değildir.”

Hadisi, İbn Mâce rivayet etmiştir.

 

31. Hadis

İslâm’da kesin olarak yasaklandığı için, dedi-kodu yapmak, orucun sevabını silip süpürür. Çünkü Allah Teâlâ:”—Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz. Allah’dan korkun…” buyurmaktadır.(El-Hucurât, 12).

“Resûlullah (s.a.v.)’in hizmetçisi ‘Ubeyd (r.a.)’den:

İki kadın oruç tuttu; ve bir adam da Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’e gelerek şöyle dedi:

—Yâ Resûlullah! İşte burada iki kadın var. Oruç tutmuşlar. Her ikisi de susuzluktan az kalsın öleyazmışlar.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.), yüzünü ondan başa tarafa çevirdi: yahut sükut etti; cevap vermedi. Sonra o şahıs sözlerini tekrarladı ve zannediyorum ki şu sözleri de söyledi: “Zeval vaktinde çok sıcakta…”

O zat:

—Yâ Nebiyyallah! Allah’a yemin ederim ki o iki kadın her halde öldü; yahut öleyazdı, diye sözlerine ekledi.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):

—O iki kadını bana çağır, buyurdu.

Râvi diyor ki:

O iki kadın geldi.

Bir kap veya büyük bir çanak getirildi.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.), o kadınlardan birisine:

—Kus, dedi.

O kadın, kan, irin ve et parçalan kustu. Nihayet kabın yarısı doldu. Sonra diğerine:

Sen de kus, buyurdu.

O da kan, irin, kanlı et ve daha başka şeyler kustu. Nihayet kap doldu.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) sonra şöyle buyurdu:

—Bu iki kadın, Allah Teâlânın helal kıldığı şeyler en uzak kalarak oruç tuttular; haram kıldığı şeylerle iftar ettiler; oruçlarını bozdular. Biri diğeri ile beraber oturarak, insanların etlerini yemeğe başladılar; dedi kodu yaptılar.

Hadisi, Ahmed İbn Hanbel rivayet etmiştir.

 

32. Hadis

Kadir gecesine tesadüf eden ve o mübarek geceyi ibadet ve tâatle geçiren müslümana ne mutlu! Onun geçmiş günahları affedilir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir:

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

 

“Kim, Kadir gecesine tesadüf eder ve o gecenin faziletine inanarak ve mükâfatını da Allah Teâlâdan umarak onu ibadet ve tâatle ihya ederse, o kimsenin geçmiş günahları affedilir.”

Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.

 

33. Hadis

Ramazân-ı Şerifin son on günü girdiği zaman, ibadet ve tâat hususunda çok ciddi bir şekilde gayret gösterilmeli… Böyle davranmak, müslümanların menfaati gereğidir. Resûl-ü Ekrem (s.a.v.), bu konuda da bütün müslümanlara örnektir.

Âlişe radıyallahu anhâdan:

Şöyle demiştir:

“Ramazan-ı Şerifin son on günü girdiği zaman, Nebi (s.a.v.), ibadet hususunda çok ciddi sa’y-ii gayret gösterirdi. Gecelerini ihya eder; ibadet ve tâatle geçirirdi. Aile efradını da ibadet ve tâat için uyandırdı.”

Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.

 

34. Hadis

Kadir gecesini, Ramazan-ı Şerifin son yedi gecesinde aramak gerekir. Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’in talimatı bu merkezdedir.

İbn Ömer radıyallahu anhumâdan:

Nebi (s.a.v.)’in sahâbîlerinden bazı kişilere Kadir gecesi, Ramazan-ı Şerifin son yedi gecesinde rüyada gösterildi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Rüyanızı biliyorum. Kadir gecesi, Ramazan-ı Şerifin son yedi gecesine tevafuk etmiştir. Kim Kadir gecesini aramağa cehd-ü gayret gösterirse, onu, Ramazan-ı Şerifin son yedi gecesi içinde arasın.”

Hadisi, Buharı rivayet etmiştir.

 

35. Hadis

Kadir gecesinin kesin olarak bildirilmemesi, müslümanlar için daha hayırlıdır. Bu durum, Kadir gecesine tesadüf edebilmek için, onların daha fazla gayret göstermelerine sebep olur.

 

‘Ubâde İbn Sâmit (r.a.):

Şöyle demiştir:

Nebi (s.a.v.), Kadir gecesini bize haber vermek üzere dışarı çıkmıştı. Müslümanlardan da iki kişi münakaşa ediyordu. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

“Size Kadir gecesini haber vermek üzere dışarı çıktım. Filan ve filan münakaşa ediyordu. Bunun üzerine Kadir gecesinin hangi gece olduğu kalbimden silinip gitti ve belki de böyle olması, sizin için daha hayırlıdır. Öyle ise, o geceyi, Ramazan-ı Şerifin yirmi dokuzuncu, yirmi yedinci ve yirmibeşinci gecelerinde arayın.”

Hadisi, Buharı rivayet etmiştir.

 

36. Hadis

Ramazân-ı Şerif’de itikaf yapmak, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.)’in müslümanlara hayat veren sünnetlerinden biridir.

Ebû Sa’id el Hudrî (r.a.)’den:

Demiştir ki:

Resûlullah (s.a.v.), Ramazan ayının ortasındaki on günde itikaf yapardı. Yirminci gece geçip yirmi birinci geceyi karşıladığı zaman evine dönerdi. Onunla beraber itikaf yapanlar da evlerine dönerlerdi. Bir Ramazan, evine dönmeyi itiyat edindiği gece, mescid-de kaldı. Cemaate hutbe okudu ve onlara Allah Teâlâ’nın dilediklerini emretti. Sonra şöyle buyurdu:

 

“Ben, bu on günde itikaf yapıyordum. Bilahare şu son on günde itikaf yapmam hatırıma geldi. Şu halde, benimle beraber kim itikaf yapmış ise, itikaf yerinde kalsın. Bu gece, yani Kadir gecesi hakikaten bana rüyamda gösterildi. Sonra o bana unutturuldu. Artık siz onu, Kadir gecesini, Ramazan-ı Şerifin son on günü içinde arayın; onu tek gecelerde arayın. Ben kendimi su ve çamura secde ederken gördüm.”

 

Râvi diyor ki:

“Bu gece gökten yağmur yağmaya başladı; çok yağmur yağdı; ve yirmi birinci gece, Nebi (s.a.v.)’in namaz kıldığı yerde mescid aktı. Sonra gözüm Resûlullah (s.a.v.)’i gördü. Yüzü çamur ve su ile kaplı olarak mes-cidden çıkarken O’na baktım.”

 

Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.

 

37. Hadis

Fıtır sadakası, oruç tutan kimseyi, çirkin ve faydasız şeylerden temizler. Kısa bir müddet için de olsa, fakirlerin zaruri, ihtiyaçlarım temin etmelerine sebep olur.

İbn Abbas radıyallahu anhumâdan: Şöyle demiştir:

” Resûlullah(s.a.v.), oruçluyu kötü, çirkin ve faydasız şeylerden temizlemek ve zavallı fakirleri doyurmak için fıtır zekatını farz kıldı. Binaenaleyh, kim onu bayram namazından önce eda ederse, o makbul bir zekat olur. Kim onu bayram namazından sonra eda ederse, sadakalardan bir sadaka olur.”

Hadisi, Ebû Davud ve İbn Mâce rivayet etmişlerdir.

 

38. Hadis

Oruca başlamak ve bayram yapmak için hilali görmek esastır. Bu prensip olarak kabul edilmiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den:

Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan-ı Şerif hilalini gördüğünüzde oruç tutun ve Şevval ayını gördüğünüzde de iftar edin; bayram yapın. Ramazan-ı Şerifin başlangıcı bulutlu bir güne tesadüf ederse, Şaban ayını otuz güne tamamlayın.”

Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.

 

39. Hadis

Her kameri ayda üç gün oruç tutan kimse, bütün yılı oruçla geçirmiş sayılır. Çünkü her iyiliğe karşı en az on misli mükâfat vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim, ortaya bir iyilik koyarsa, ona o iyiliğin on kata verilir. Kim de bir kötülük işlerse, sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (El En’âm 160).

Abdullah îbn ‘Amr İbn ‘As radıyallahu anhumâdan:

Resûlullah (s.a.v.) bana şöyle dedi:

- Ey Abdullah! Senin her gün oruç tuttuğun ve her gece ibadetle meşgul olduğun bana haber verilmedi mi sanıyorsun?

— Evet, öyle yâ Resûlullah! dedim.  Şöyle buyurdu:

Sakın öyle yapma. Bazı günler oruç tut; bazı günler oruç tutma. Gecenin bir kısmında uyu; bir kısmında da namaz kıl. Çünkü, kendi bedeninin senin üzerinde hakkı vardır. İki gözünün senin üzerinde hakkı vardır. Eşinin senin üzerinde hakkı vardır. Misafirinin senin üzerinde hakkı vardır. Her ay üç gün oruç tutman senin için kafidir. Zira, her iyiliğine karşı sana on sevap verilir. Her iyiliğine karşı on misli sevap ve mükâfat verileceğine göre, her ayın üç gün orucu, bütün senenin orucu demektir.

Ben işi zora koştum ve zorlaştırıldı. Dedim ki:

Yâ Resûlallah . Ben bundan daha fazla ibadet etmek için kendimde güç ve kuvvet hissediyorum.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.):

Öyle ise, Allah Teâlânın peygamberi Davud (a.s.)’nın orucu gibi oruç tut; fazla tutma buyurdu.

Allah Teâlânın peygamberi Davud(a.s.)’ın orucu ne kadardır? diye sordum:

Senenin yarısı… buyurdu.

Abdullah yaşlanıp da eskisi gibi ibadete nefsinde güç ve kuvvet kalmayınca:

“Keski, Nebi (s.a.v.)’in bahşettiği müsaadeyi kabul etmiş olsaydım.” demiştir.

Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.

 

40. Hadis

Cihad ederken bir gün oruç tutan kimseden cehennem ateşi yetmiş yıl uzaklaşır.

Ebû Sa’îd (r.a.)’den rivayete göre şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Eğer bir kul, Allah yolunda cihad ederken bir gün oruç tutarsa, Cenâb-ı Hak, o gün sebebiyle onun yüzünden cehennem ateşini yetmiş yıl uzaklaştırır; o kimse cehennem ateşinden kurtulur.”

Hadisi, Buhârî, Tirmizî ve Neseî rivayet etmişlerdir.

 

 

 

 

 

 

Yararlanılan Kaynaklar

-Kuran-ı Kerim Hayrat Neşriat-İstanbul

-Kuran-ı Kerim ve Yüce Meali Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını

-Kuran-ı Kerim ve Yüce meali (ali bulaç)

-Kutübisitte (prf.dr. İrahim Canan)

-Risaleler Sözler (ustat beduzzaman)

-Sahihi Buhari (Tercemesi)

-Sahihi Müslim (Tercemesi)

-Müsnet (Ahmet bin hambel)

-Aşk olsun, Tasavvuf ve Halk Edebiyatı Şiirleri (Aşık Ahi Kul Ahmet )

-Mutluluk Piskolojisi (Prf.Dr. Nevzat Tarhan)

-Kuran-ı Mecid ve Tefsirli Meal-i Alisi

-Ruhu’l Furkan Tefsiri

-İslam İlmihali Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını

-Kuran-ı Hakim ve Açıklamalı Meali (Prf.Dr. Suat Yıldırım)

-AHİLER Sanatı İnsan Olan Sanatkarlar (Aşık Ahi Kul Ahmet )

-Bir İnsan olarak Hz.Muhammed ( Said Alpsoy)

-Peygamberimizden Dualar (El Ezkar)

-Kalp Nefs ve Ruh (Prf. Dr. Robert Frager )

-İnsani Derinlik (İlhami Fındıkçı)

-Tarihte Ramazan (Ertuğrul Tarık Kara)

-Ramazan Kitabı (Özlem Olgun)

-Peygamber Efendimizin Hayatı (Eyüp Sabri)

-Ayet ve Hadislerle İslam Ahlakı (İdris Tüzün) 2011

-Kuran Fihristi (Recep Aykan) 1997

-Büyük İslam İlmihali (Ömer Nasuhi Bilmen) Akçağ Yayınları no: 99

-Örnek Vaazlar –I,II, (Lütfi Şentürk) Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını 2004

-Mektübat-ı Rabbani (Aptul Kadir Akçicek)

-Hadisler (Muhammed Fuad Abdülbaki)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] Buradaki resim ve açıklama İsparta ve Antalya’da medfun Nakşibendi, Ehli Sünnet alimi İsmail Çetin Hoca Efendinin Terbiye-i Nefis adlı eserinden alınmıştır.

10 Mayıs 2013
Okunma
bosluk

Güzel ahlaka hoş geldiniz.. peygamber de sizi bekliyordu zaten..sakın kıçınızı dönmeyin…kar mutlak..

 

NEDEN GÜZEL İNSAN?

NEDEN GÜZEL AHLAK?

BU KİTAP BİR GÜZEL AHLAK KİTABI MIDIR?

EVET…

Cenab-ı Hak bir Hadis-i Kudsi’de bilinmeyi murad ettiğini (ahbeptu-muhabbet etmek) bunun için de kainatı yarattığını belirtiyor. Bu hadiste iki unsur göze çarpıyor. Birincisi muhabbet, yani aşk.. İkincisi ise bu aşkın hayat bulması için gereğini yaptığı yaratma fiili. Yani, iş..

İşte Cenab-ı Allah aşka uygun iş yaparken öylesine merhametli davrandı ki, suların tatlılığı, denizlerin orantısı, mevsimleri meydana getiren dünyanın eğimi gibi binlerce şeyi rahman sıfatı ile bezedi denilebilir. İşte bu Allah’ın merhameti ve yiğitliği sayılmalıdır. Bütün evrenin düzeninde büyük bir merhamet gizlidir ve mücadele diyenlerin aksine yardımlaşma mevcuttur mahlukat arasında. Dalgıçlık yaparken yaraladığım balığa diğer balığın gelip onu itikleyerek taşın altına sokmasını hiç unutmuyorum. Allah merhametle yarattığı dünyada insandan yine merhametli olmasını istemektedir aslında. Hadis’te bile “din merhamettir” buyrulmadı mı? Demek ki istediği yiğitliği dinin yani İslam’ın içine koydu ve bekledi. Bu onun bizi toplum olarak kaynaştırmasının da kaynağı idi. Ve “müminler kardeştir” deyince müminler namaz da kılması gerektiği için sevgili oluyorlardı.

ALLAH yine bir ayette Rasulüne “….. katı kalpli olsaydın etrafından dağılır giderlerdi…” buyurdu.

Bir hadiste “ insanlara ALLAH’ı sevdiriniz “ buyruldu.

Bir başka hadiste “ ….. ya ömer canından daha üstün beni sevmelisin” buyuruldu.

Bir diğer hadiste “ahrette bana komşu olanınız ahlakı güzel olanınız” buyruldu.

Bir hadiste “mizana ilk konulan şey güzel ahlaktır” buyruldu.

Sahabe zamanında İslam’ın 5 parçasından en önce gelen güzel ahlak idi.

“Şüphe yok ki sen büyük bir ahlak üzerindesin(Kalem 4)”

“Onun Ahlakı Kur’andı. Sen kuranda şüphe yok ki sen büyük bir ahlak üzeresin ayetini okumadın mı?(Hz.Aişe Müslim)”

“Ben güzel Ahlakı tamamlamak üzere gönderildim”.(Taberani)”

“İslam güzel Ahlaktır, Güzel ahlaktır.”(Beyhaki)

“Güzel Ahlak Dinin yarısıdır.”

“Mü’min güzel ahlakıyla gece sabaha namaz kılan, gündüz ise nafile oruç tutan derecesine çıkar.”

“Güzel Ahlak Hataları güneşin yerdeki kıravı erittiği gibi eritir. Kötü ahlak sarımsağın balı bozduğu gibi ameli de bozar.”

“Nerede olursan ol Allah’dan kork, her kötülüğün ardından hemen bir iyilik yap ki onu yok etsin. İnsanlarla güzel ahlakla geçin.”

“İman’dan sonra Aklın başı kişinin(güzel ahlakıyla)kendini diğer insanlara sevdirebilmesidir.”

“Sizin en hayırlısınız ahlakı en güzel olanıdır.”

“Allah’ım yüzümüde güzelleştirdiğin gibi ahlakımıda güzelleştir.”

“kıyamet gününde mü’minin mizanında güzel ahlaktan daha güzel bir şey olmayacaktır.”

“Allah Azze ve Celle Katında kötü ahlaktan daha büyük bir günah yoktur. Çünkü kötü ahlak sahibi bir günahtan kurtulur başka bir günaha düşer.”

Bugün artık ibadet daha önemli oldu. Namaz kılanın nasıl kıldığı önemsenmiyor ve güzel ahlak ise meziyet haline geldi.

İslam aslında güzel ahlaka ilişkin namaz ve zekat gibi ibadetleri ağır cezalara bağlamıştır. Namazda 32 defa emrin arkasından 20 sopadan eşinden boş sayılmaya, zekatta ise malın bereketinin kaldırılmasından zorla toplamaya ve nihayetinde ahrette sırtlarının dağlanmasına kadar sert tedbirlerdi bunlar. Bu cezalar ALLAH’ın insanları kötü ahlaka bırakmak istemediğini ve içindeki fakirleri de feda edip kimsenin serbest reyine bırakmadığını göstermektedir. Halbuki bozulan ilahi dinlerde iyilik ve ibadetler öylesine bir tavsiyeye dönüşerek ahlak ve içindeki fakirin haklarını korumaktan tamamen uzaktırlar. Adam simith’den makyavelle ve bilmem kime kadar fikri bozuk yeteri kadar fikir babası hırıstiyanlığın kucağına epey pislik bırakmışlardır.

Bunların ortak yanı sevgi üzerine olmalarıdır. Bu sevgiden beklenen ise sevilene itaattir. Allah’ın ve onun peygamberinin emirleri GÜZEL AHLAK üzerine olduğuna göre kişi severek güzel ahlaklı olması bekleniyor demektir.

Neden güzel ahlak sürekli bozuluyor?

Güzel ahlaktaki ilk bozulma Kabil’le oldu. O kendi batınındaki daha güzel olan kendi kardeşi ile evlenmek istiyordu. Habil ise onun “Seni öldüreceğim” sözüne karşılık “Ben sana hiç elimi kaldırmayacağım” şeklinde bir yiğitçe cevap veriyordu. İyi ve kötü aynı anda bir olayın içinde gerçekleşiyordu.

Zaman içerisinde Peygamber’lerin öldürülmesi bir kötülük, ancak onların her türlü tehdide rağmen canları pahasına dini tebliğ etmeleri ise bir yiğitlik olarak daima süregeldi.

Toplumların bozulması Peygamber’lerin gönderilme gerekçesi de oluyordu. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk’ın bir islah etme operasyonu olarak Allah’ın bir yiğitliği ya da merhameti kabul edilmeliydi bunlar.

Eski Mısır’da zenginler fakirlere sadece ancak karnını doyuracakları şeyler veriyorlardı. Mülkler içindeki köleleriyle beraber alınıp satılıyordu. İnsan kendi kendinin bir kısmını köleleleştiriyor ve aşağılıyordu, yani ötekileştiriyordu.

Ancak Allah’ın farklılık olarak yarattığı şeyler gerçekte insanlara iş gördürmek amacıyla olmasına rağmen bunu insanlar kendilerine tanınan bir hak olarak gördüler ve övünerek başkasında olmayanları da aşağılama yoluna gittiler.

Dolayısıyla güzel ahlak olarak toplumlar içerisinde etkin olmamasına rağmen halen konuşulan ve arzu edilen ancak bir türlü ulaşılamayan ülvi hedeflerin temel kaynağı ilahi dinler olup o da İSLAM’dır.

İşte insanlar güzel ahlaklı olmak istemelerine rağmen bir türlü güzel ahlaklı olamamaktadırlar. Eğer siz öldükten sonraya inanıyorsanız ve bunu merak ediyorsanız size bu iyiliğinizin karşılığını kim verecek dersiniz? Elbette Allah değil mi? O halde geriye dönüp de kendisinden ikram beklediğiniz O Allah’a neden bu dünyada siz de iltifat etmiyorsunuz?

Bu sadece bir dürüstlük olarak ya da kadirşinaslık olarak algılanması gerekmez mi? O halde bu dünyada O’nun için bir şeyler yapacaksak eh onun gönderdiği din olan İslam’a giderek en temel emri olan, dinin direği Namazı kılmamız gerekmez mi?

İşte Namaz bir kadirşinaslık olarak düşünmekten öte sizi önce Allah’a yaklaştıran ve arkasında da sizin güzel ahlaklı olmanızı sağlayan en temel amel biçimidir. Bir ayette “namaz sizi münkerden korur” buyurulmadı mı?  Bu amelin gerçekleşmesi için sizin imanınızın çok yüksek ve fedakarlık yapabilecek düzeyde olması zorunludur. Bu zorunluluğu en saf  İHLAS  ile gerçekleştirip İHSAN seviyesine de çıkarmanız gereklidir. Aksi halde “yuraune”- (maun suresi)’nde olduğu gibi şekli olarak kıldığınız namaz sizi hiçbir güzel ahlaka götürmeyecektir.

Sonuç olarak ilahi aşk ile aşktan nasibinizi almanız, sonra bu aşkın etkisiyle bir amel (Salih Amel) yapmanız ve bu çerçevede de beş vakit düzenli, ihlaslı, ihsanlı namaz kılmanız gerekir. Elbette kalbin eğitimi de gerekli..

 

Peygamber ve Raşit halifelerden sonra bilgide bozulma başladı. Bu, ahlaka yansıdı. Yerel kültürlerin İslam’ın içine akması bütüncül sistemi bozdu. Müslümanların bağrına sızdı. İslam’a değil. “Sakınan korunur” kuralına uyulmadı. İnsanlar terbiyeden geçmeden İslam’a girdi. Hz. Ömer devrinde Mısır ve İran süratle fethedilince, oralar irfan ve hikmet ile doldurulamayınca felsefe ve mistisizm geldi doldurdu.

 

İngiliz ekonomisti Adam Smith kendisi bir ahlak hocası olmasına rağmen tuttu “Alçak gönüllülük ve yardımseverlik üretim maliyetini artırır” diyerek bir çok ahlaki değerin gözden düşmesine sebep oldu.

 

Günümüz dünyamızdaki temel sorunlardan biri insanın kendine büyük hedefler koyamamasıdır.

 

İnsan uğruna fedakarlık yapacağı bir amaç olmazsa hayatı anlamlandıramayarak gününü gün olarak yaşamak yoluna gitmektedir. Bu durum insanda bazı yanlış değerlerin ön plana çıkmasına yol açmaktadır. Hazzın sınırsız olarak kullanımı daima yeni haz arayışıyla neticelenmekte ve insana tatmin vermeyerek toplumsal anlamda huzur da bozabilmektedir.

 

Toplumda bilgi ve kararları etkileyen en önemli üç şey, önem, öncelik ve değer sıralaması olduğu artık günümüz insanınca da konuşulur oldu. Ahlaki akıl yürütme ise kararlarda önemli bir paya sahip olduğu ahlaki ilkel seviye kısa vadeli çıkarları düşünülerek karar alırken ortalama ahlaki akıl yürütme ise sosyal düzen görev niyetleri ve gelecek düşüncesine dayanır. 

 

İleri seviyedeki ahlaki akıl yürütme ise hakkaniyet merhamet, acıyı hafifletme, iç güdülere yenik düşmeme, baştan çıkarıcı unsurlara direnç gösterme, fedakar olma, başkaları için katlanma, başkalarının duygularına karşı hassasiyet, adalet ve kimseye zarar vermeme olarak sıralanabilir.

 

Toplumda belli değerlerin kaybolduğu bir normsuzluk havası varsa toplum kargaşa ve kaosa doğru gider. İnsan daima bir toplumun parçası olma ve öyle yaşamak ister. Hiç kimseye karşı sorumluluk duymayan çağımız sapık insanları toplumdaki değer eğitimin yeterli olmamasından kaynaklanmaktadır. Karl Marxın  söylediği “ yıkıcı dürtü, yaratıcı dürtüdür.”   bakışı da toplumları ister istemez olumsuz yönde etkilemiştir.

 

Toplumda oluşturulan değerler arasında bazı doğrusal korelasyonlar vardır. Toplum bunu zaman içerisinde bazen de argo bir biçimde oluşturur ve yaşatır. Bu değerlerin gerçekten sağlıklı olduğunu düşünmekte pek fazla bir yanlış yoktur. Bu adeta bir şeyi bir şeyle tartmak veya sonucunu onunla oluşturmak seklinde bir mizansene bağlı olabilir. Bunlardan bazıları şunlar olabilir.

 

“Ne kadar ekmek o kadar köfte.”

“Ne kadar özgüven o kadar başarı”

“Ne kadar adalet o kadar huzur”

“Ne tembellik o kadar esaret”

“Ne kadar samimiyet o kadar ikna”

“Ne kadar bilgi o kadar güç”

“Ne kadar kanaat o kadar zenginlik”

“Ne kadar edep o kadar mutluluk“

“Ne kadar merak o kadar ilim”

“Ne kadar erdemlik o kadar insanlık”[1]

 

İnsanlar bunları adeta bir ahlak terazisi gibi düşünüp bunun dışına çıkanları ayıplamaya hazırdırlar. İşin aslı bu değerlendirme yöntemi çok da yanlış bir sonuç vermez. Zaten doğruluğu toplumca da kabul edilmiş demektir. Bunların daha da yaygınlaştırılmasında demokratik ortamda iyilikler daha çok kâr eder.

 

GÜZEL AHLAK

GÜZEL TOPLUM

SEVGİ İLE OLUŞUR

 

İnsandaki olumlu duyguların başında sevgi gelir. Bunlar genel olarak sevgi, ümit, güven, şefkat, iyimserlik, mutluluk şeklinde temel duygulardır.

 

Sevgi, insanları birbirine yaklaştıran ve sevişmesini sağlayan “görünmez bağ” dediğimiz en temel duygudur.

Bir gün 15 kişiye bir camide imamlık yapmak üzereyken tam elimi kaldırmışken sağ omzumun arkasından bir nur içinde peygamber efendimiz geldi ve “Ahmet tekbirlerine sevgi kat” dedi ve gitti. Bunu takip eden 15 sene güleryüzlü davranışların ardından 2009 da aşıklık verildi diyebilirim. Bu büyük bir imtihandı ve kazanmıştım.

Normal yaşamda sevginin ümit duygusuyla beslenmesi gerekir. Bu takdirde kişide harekete geçme duygusu belirir ve aktif hale gelir. Eğer sevgi ümitle beslenmezse çaresizlik, umutsuzluk duygusu baş gösterir.

 

Sevilen kişi karşıda olursa empati meydana çıkar ve dostluğu artırır. Bir kişiye bağlılık ile sevgi birlikte bulunursa bunu aşk denir ve kişi sevdiğine bağlılığından onu düşünmesi ve arzulaması baskın olur. Bu aşk ilerde tutkuya yani kendini sevdiği için feda etmesine dönüşebilir. Bu nedenle ateşe atılmaktan, yanıp kavrulmaktan, hastalanmaktan bahsedilir ve insan sevilene doğru göç etmeye başlar. Tasavvuf’ta ölmeden evvel ölmek kavramı da bu manaya yakındır. Aynı zamanda benliğin yok olması da sevgilide birliği ifade eder.

 

İnsan daima güzele ilgi duymuştur. Onu gelişim sürecinde ilerleten şey güzeli sevme duygusudur. Karşılık görmeyen sevgi sönebilir. Bu yüzden sevilenlerin de bu sevgiye cevap vermesi önemlidir.

 

Çocuktaki sevgi son derece saf ve temizdir.. Çocukların kullandıkları lisan daha az kelimeyle ancak büyük bir içtenlik söz konusu olduğu için büyüklerin yapamadığı ya da söyleyemediği şeyleri büyün çıplaklığı ile çocukların söylemesi muhtemeldir.

 

Farklı yerden ve temiz olan kişilerin fikirlerinden istifade etmek bir amaç olabilir. Bu amaç işletme körlüğü dediğimiz hastalığa bir ilaç olabilir.

 

Sevginin yayıldığı alan farklı farklıdır. Sıradan kullanımı diyebileceğimiz eş, aile, yemek sevgisi örnektir. İkinci grupta sayabileceğimiz insanlar yaşadıkları toplum ve dünyayı sevenlerdir. Üçüncü gruptaki ise dünyalıkla ilgili şeylerin yanında kainatı ve kendisini yaratanı da sevenlerdir. Böylece ahreti de düşünürler ve bunlar imanı sağlam güçlü kişiliklerdir.

 

Sevgiyi insanın kişiliğine yöneltmek daha kalıcıdır. Karşı tarafa yönetilen sevgi onun sıfatlarına iken bu sıfatlar kayba uğrarsa bu sevgide biter. Evlenme gibi özellikli durumlarda insanlar akıldan ziyade duygularıyla hareket etmek isterler. Sevginin davranışlarda gerçekten büyük önemi var. Duygusuz bir iletişim dahi sorun yaratabilir. Reklamlarda duygulara hitap edilmesinin temel nedeni budur.

 

Değer verdiği kişiyi insan, harcamaz dost kabul eder. Sevginin azlığından ise düşmanlık hasıl olur. Karşı taraftan zarar göreceğini düşünen kişi savunma durumuna geçer. Nefret edilen kişinin kusurları artmış görünür. İyi taraflarını siler.  Bunun tersi olarak seven kişi sevdiğini hayali olarak abartarak da sevebilir. Bu yüzden aşırı iyimserlik muhtemel zararlara karşı kişiyi savunmasız kılar. Sevgiyle beraber olumsuz bir düşünce beraberinde oluşmuşsa iyi tarafını severken kötü yönlerinden dolayı da sevgide azalma olur.

 

Kısa vadeli sevgiler anlıktır. Uzun vadeli olan ise gelecekteki mutluluğu için zorluklara katlanması anlamına gelir.

 

İnsan günlük hayatı hoşlandığı kadar ömür süreci ve ahiret boyutunda da mutlu olmayı hedeflemelidir. Bu bir sevgi yönetimidir diyebiliriz. Olgunlaşmak adeta sevgi yönetimi ile tanımlanabilir diyebiliriz. Peygamberlerin bile kırklı yıllardaki kişilerden seçilmesi çok manidardır. Bu yaşlarda hissedileni doğru tanıtıp doğruya yönelme beklenen şeydir. Toplumların zayıflayarak sevgilerin azaldığına çare olmak için güçlü aile bağlarına ve arkadaş ilişkisine yatırım yapılmalıdır.

 

Sevgi içine girdiği kişide biçimlenerek kişiyi düz mantık ve salt kuru bilgiden uzaklaştırır ve kişinin duygularına biçim verir.

 

Sevgi eşler arasında gidip gelirken çocuklarla beraber kadındaki sevgi çocuğuna erkeğin sevgisi ise işine kayar. Ailenin bireylerinin sıkıntılı zamanı aşıp aile ve çocuğun önemsenmesiyle sevgi ve bilgi beraberliği oluşur. Böylece bilgi ve sağlıklı düşünce tarzı önemli olarak ortaya çıkar. Kaybedebilme ihtimali seven insanı korku içine atar ve yıpratır. Bu yüzden doğru insanı seçmek ve bu hissi yerinde kullanmak bir marifet sayılmalıdır.

 

Akıllı insan her şeyi kendi ölçüsünde sever. Seven sevdiğine tabi olur ve onun yararını düşünür. Böylece diyalog başlar ve toplumdaki iyilikler artış gösterir. Bu konuda Mevlana Hz. Şöyle söylüyor.

 

 

Kim ki canın için cananı sevdi; canın sevdi

Kim ki canan için canın sevdi; cananı sevdi

 

Halbuki sevgide cömert olabilmek paylaşıldığında paradan farklı olarak verildikçe artmasıdır. Sevgi sonsuz, maliyeti ve vergisi bulunmayan fakat değeri çok yüksek bir hazine gibidir. Bunu elde etmek kişinin iradesiyle çalışmasına bağlıdır. Kuyu suyu nasıl ki kova sarkıltıp çekildikçe gelmeye devam edecektir.

 

EĞİTİMDEKİ

BOZULMA

AHLAKİ

OLUMSUZ

ETKİLİYOR

 

Bilmenin bir tevhid eylemi olduğu, bilginin ahlaktan ayrılmaması gerektiği, bunun amacının ahlak olduğu, bunun da Allah’ı işaret ettiği söylenebilir.

 

İlmin işlev olarak faydalı da olması gerekir. Hz. Rasulüllah “fayda vermeyen ilimden ya Rabbi sana sığınırım” buyurdu.. Hammadde bilgi ise, mamul ahlak olacak. Yoksa faydasız bilgi oluyor.

 

 

Modern Eğitimin Üç Ana Zaafı

 

Modern eğitim;

- Bilgi ile bilgi ahlakının arasını ayırdı.

Akılla kalbin,

Duygu ile düşüncenin,

Eylemle bilginin arasını ayırdı.

 

- Bilenle bilginin arasını ayırdı.

Bu, bilginin üstadsız aşırılabileceğini,

Bilgi ile bilenin arasındaki bağı kopardı.

 

- Alim ile ahlakın arasını ayırdı.

Alim; ahlak ile bilgiyi sindirmiş olana denir.

Hayata uygulayandan alınır = İlmi ile amil olmak.

 

SONUÇ

 

Neden güzel ahlak ve neden güzel insan?

 

Gerçekten bu sorunun cevabı o kadar şumullü ki bu dünyayı kapladığı gibi ahreti de kapsıyor denilebilir. Ferdi olarak kendi ruhi yapınızın buna ihtiyacı olduğu gibi toplumun da sizin güzel davranışınıza ihtiyacı ve hakkı var. Allah’ın da onun peygamberinin de bizden istediği bu değil mi?

 

Dünyada kötülükler iyiliklerden daha çabuk yayılır. Bu yüzden Allah günahların açıktan işlenmesini istemez. İslamın belki de 7 şartı diyebileceğimiz “emri bil mağruf, nehyi anil münker” görevi var. İşte toplumlar bu emri hem fert olarak hem de örgütlü olarak yapmazlarsa doğrular meziyete dönüşür ve kokar.  Demokrasi var deyip kaçınamazsınız. Bu emir mutlaka yerine getirilmelidir. Sınırsız toplumların demokrasi ve özgürlük adına geldiği tatminsizlik, sex ve uyuşturucu batağı bu işin eğitimle bile olmayacağını göstermiyor mu? Onların %70’i artık sakinleştirici kullanıyor. Ne olursunuz iyi olun diyen ve Allah’a şirk koşarak onun yetkilerini alan bir papazlar cumhuriyetlerinin güzel ahlakı koruyup kollayamayacağı artık anlaşılsın. İyilik kazığı sıkı tutulmazsa kötülük başının çaresine bakar zaten. İyilik imanın, kötülük şirkin içinde.

 

Halkın genel yaşayışında aranan iki unsur vartdır. Birincisi evine sadık olması. İkincisi ise işinde doğru davranması. Bu ikisini yaparken makul bir ölçüde de ibadetlerini yapabilirse bu insan artık güzel ahlaklı güzel insan olarak anılır. Artık ondan takva beklenmez. Bu bir asgari standarttır. Ve tasavvufi değerler aranmaz. Biz de bu amaçla normal halka GÜZEL İNSAN derken bunu kasteddik.

 

İnsan imanını kaybedince ne zalim. Nerde hak ve adil güç sahipleri

 

İnsan iman edince ne kadar güzel ahlaklı, güzel insan.

 

İyilik galip ne güzel ve mutluyuz..

 

Kötülük galip, kim hakkı koruyacak.

 

peygamber,

 

Yahut peygamber yolunda siz!

Şimdi ilahi adaletten konuşabiliriz.

Sizde başkaları da varsınız.

Siz yolda yoksanız

Başkaları da yok,

İnanın siz de yoksunuz.!!!

 

aşık ahi kul ahmede nasib oldu bunlar


[1] Güzel İnsan Modeli “Prof. Dr. Nevzat TARHAN” 2012 Sf.18

22 Nisan 2013
Okunma
bosluk

Allah dursun insan öne çıksın? (Ömer’e mektup)

Selamün aleyküm,

Sevgili ömer,

Sana cenazede takılmam elbette boş değildi. Elimdeki yazıları hiç kimseye veremedim. Bir tek sana ve aldıysa Mehmet ali ye kısmet oldu.

Senin orada bana ayrılırken  “Kendine iyi bak” dediğin benzetme, zannımca çok tehlikeli bir yaklaşım. Zira bu söylemin İslam’da yer aldığına ilişkin hiçbir karine bile yok. Elbette bir insan çukura düşmek üzere olan birine “dikkat et” diye bağırabilir de. Ancak senin tekrar ettiğin söylem tamamiyle genel bir yaşamın iyi olmasına ilişkin bir dilek.

 

İlk planda şirin görünüyor olmasına rağmen genel olarak hayatın devam ettirilmesinin Allah’a ait olduğunu bir müslümanın gargara yapmadan bilmesi gerekir. Bunun biraz daha ince tarafı bu hayatın devamının Allah ile olacağını bilse bile bunu unutup modern hayatın çemberine, tuzağına  uyup bu senin dediğin kelimeleri sarfetmesidir. Buna ikinci türden bir hata diyebiliriz.

 

Hayatın devam etmesindeki karar ve etkinlik tamamiyle Allah’a aittir. Zira bunun içine, şöyle düşün, yediği yemeğin yaramasından tut yolda giderken kaza yapmasına, hatta kör bir kurşuna, veya aklına gelecek her türlü nahoş olayın hayra ve olumluya yani yaramasına kadar her şey Allahü Tealanın kudretinde değişik Esma-i Hüsna’larının tecellileri olarak devam eder gider.

Şimdi bu durumun tamamını koyacağımız temel argüman EMANET kavramıdır. Çünkü emanet kavramı özellikle hazreti Rasulüllah efendimizin VEDA HUTBESİNDE kadınlar için söylediği sözlerde geçer. Orada der ki “siz onları (Kadınlarınızı) Allah’ın emaneti olarak aldınız……” der. İşte bu emanet, alınan bir şeyin belli bir süre sonra aynen hiç bozmadan, kırmadan, dökmeden, yaralamadan hatta hiç kötü söz söylemeden geri iadesi anlamına gelir.

Aynı emaneti, işte insanlar birbirine emanet etmedikleri için kendi kontrolünün dışında başka bir yerde yaşayan insana da elbette yapamazlar. Geriye kişinin kendi kendine emaneti diyebileceğimiz senin “Kendine iyi bak” sözüne kalıyor. Yukarıda izah ettiğim yaşamın içindeki Allah’ın kudreti varken ısrarla ve yanlış olarak kişiyi kendine emanet ettirmek haşa “Allah’ı yukarı çıksın (Yücelterek dışlama), biz burada kendimize yeteriz, bize karışmasın” anlamındaki imani bir hataya da bizi götürebilir diyebiliriz. (sizin kastınız bu olmasa bile)

Dolayısıyla emanet kavramını en iyi gerçekleştiren Allahü Teala’dan başka kim olabilir ki. Şöyle ki: yediğiniz yarayacak, karnınız ağrımayacak, rahatlıkla tuvalete çıkacak ve rahatlıyacaksınız, zamanında ve iyi bir uyku çekeceksiniz, yolda bir ballici sizi çevirmeyecek bıçaklamayacak, işinizde doğru karar almanızı Allah sağlıyacak, insanlar size sevgi ile bakacak, arabanızla kaza yapmanız engellenip doğru istikamette gideceksiniz, son olarak diyeyim ki Allah size kendisini zikretme fırsatı verecek, sürekli nefes almanız sağlanacak v.s yani hep doğrulardan ve faydalılardan oluşaqn bir yaşam zinciri…hep size hizmet e3decek. Ve bunun hepsini Allah sağladığı halde emaneti kalkıp insana yapacaksınız.???

 

Sevgili Ömerciğim, bunları bir insan kendi kendine yapıyorum diye ortaya çıkıyorsa hemen o adama kendi kendini emanet et, üstüne üstlük seni de emanet kabul etsin olmaz mı….Elbette ben senin buralarda olmadığını biliyorum. Lakin boş bulunup gizli şirk koşan insanların tarlasında ne arıyorsun??? Kalbi Allah için çarpanların dili de Allahı ve onun söylemlerini, ona çıkan söylemleri söyler.

 

Dikkatle bunları okumanı ve İslam’a yönelen tehlikeleri bilerek bilinçli olarak nasıl konuşman gerektiğini kendinin belirlemesini çok arzu ederim. Zira İslam’a yalnızca dışarıdan değil içerden de uyum sağlama şeklinde de olsa tehlikeler geliyor. Şu akşam saatinde gözlerimi doldurdun.

Seni ve aileni mübarek biliyor ve kardeş olarak seviyorum. Seni kıracak aşırı bir söz bu yazıda geçti ise kastımın olmadığına ver.

ALLAH’a EMANET OL.  ALLAH’a EMANET OL.  ALLAH’a EMANET OL. 

Aşık üstadın ahmed

21 Mart 2013
Okunma
bosluk

Derdi olan, imanla ahirete göçmek isteyen, ahirette bi iznillah şefaat duası talep eden her kim var ise; bu yazıyı okuya,

Sitemizde yer alan İslami bir hususla amel eden kişiye dünyada yardım, imanla ahirete göçmek  ve ahirette bi iznillah şefaatimiz için duamız vacip olmuştur. Bu bir DUA’dır. Nasıl olacağını yazıyı dikkatle okuyarak gereğini de yaparak bu fakirden bir dua ümid edebilirsiniz.

Bu dua güzelliği izni Haz. Rasulüllah’tan silsile yoluyla gelmektedir. Kafadan kendi kendine uydurma, şurda şunu gördüm, burda bunu gördüm gibi yanılması muhtemel bir şey değildir.

Asıl amaç insanları Kur’ani / İslami  amellere teşvik etmektir. Bu ameller güzel, fedakarlık ölçüsünde ve ihlaslı olarak yalnızca ALLAH RIZASI için yapılınca eminim bize gerek kalmıyacaktır. Allah ümmeti muhammedi kendi rızasına uygun ihlaslı itikad ve ameller nasib etsin. AMİN.      

Sevgili okurlar İslam’da VESİLE yaşayan bir müminden dua talep etmek şeklindedir.  Zira sahabe efendilerimiz Peygamberimizden yaşarken dua talep ederlerdi. Hazreti Rasulüllah’ın ahirete göçmesinden sonra halen yaşayan amcası ibni Abbas’tan yaşıyor ve ona yakın diye dua talep ettiler. Bu yüzden halen yaşamayan zatları sevebilirsiniz. Ancak onları vesile kılmak şirke kadar gider. 

Bu yüzden müminlerin canlı canlı birbirlerinden dua istemeleri uygundur ve şifadır (Hadis). Bu nedenle bizden de dua talep etmeniz uygundur ve güzeldir ve size şifadır. Çünkü size göre ben günahsız bir ağızla dua ediyorum. Siz de bana dua ederseniz sizin ağzınız günahsız olur.

Bu yazıyı kendimize pay çıkarmak için yapmadık. Bu bizim İslami kesinliği olan bilgimizdir. Bir üstünlük amacı asla taşımamaktadır. ancak anadoluda yerleşik ölmüş derviş kültürü aşırı saygıdan ziyade kendi kasabasına bir koruyucu melek ve danışacağı, cevabınıda yine kendi vereceği, Allah’ın yanına varmış (aslında varmak isteyen kendisi) bir kerametli kurtarıcı aramaktadır. Elbette muhterem zatlar bir miktar var olsa bile bunların da özelliklerini artırır, abartır ve dualarına şirk olarak vesile kılar. o zatları ziyaret etmek elbette güzeldir. fakat Allah ile araya girerse o zat Allah: ey kulum ben sana uzakmıydım, hayır veya ibadetlerini vesile kılsaydın yetmezmiydi?? demez mi.

Maalesef bu alışkanlıkları temizlemek mümkün olmuyor. lütfen siz de dikkat edin. biz asla vesile falan değiliz. Sadece siz isteyin istemeyin biz size yaşayan bir kardeşiniz olarak dua edeceğiz. sizden farkımız yok. sadece Allah, Rasülü ve ümmeti çok sever ve bir sünnete ve ümmetten her kişiye dahi gözümüz titrer ve salya sümük gezeriz. Sakın ha bizi vesile kılmaya kalkmayınız. Aksi halde bizi de azaba uğratırsınız kendinizi de..Allah “sen bunlara böyle mi dedin” diye bana sorar. size de neden bir başka alime sormadınız diye sorar..                                                   

 

Aşık Paşa hazretleri tarafından bir sır verildi bize dostlar onun hakkında 183 beyit yazdık diye. Bu sır şu dostlar: sadece bizim yazılarımızı (şiir yada risale ya da makale) okuyup içindeki İslam’i bir temel unsurla amel ederseniz, Şefaat duamız size vacip olacak..Bu bir duadır. Cenab-ı Hakk’tan kabulünü dileriz..

Bunu sadece ahirette şefaat olarak anlamayınız. Bu dünyadaki bir sıkıntınızdan tutun ölüm anındaki (Sekerat) imanla gitmek için makbul bir duaya kadar geniş bir yelpazeyi de Cenab-ı Hakk’tan taleb ettik ve bize her üçü de verildi..

Biz şeyh falan değiliz dostlar. Sadece Ümmeti Muhammed’e olan sevgimizden dolayı bize bir kısım ümmetle ilgilenme yetkisi verildi. Peygamber efendimiz, Bu zat olan Aşık Paşa ve Said-i Nursi Hazretlerinin izin ve desteklerini yanımızda bulduk. Ümmeti Muhammed’in derdinden  kendimizi göremez olduk.

YARDIM İÇİN AMEL ETMEK ZATEN KURAN’DA VARDIR

İslami bir şeyle amel ederek Allah’tan bir şey isteme hususu zaten Kuran’ı kerim’deki iki ayrı  ayette belirtilmektedir. Bu ayetlere göre “…Allah’a ulaşmak için vesile arayınız……..”” buyurulduğu gibi bir başka ayette ise ” Sabır ve namazla Allahtan yardım isteyiniz“” buyurulmaktadır. Peygamber efendimiz de her sıkıntısında namaza dururdu.

Bu noktada zaten vesileyi ilgili kişi amel ederek yapmış olmakta ve biz sadece son duasını etmekteyiz. Yani kolaya binmiş bir amelin kabuli ile isteğinin kabulünde son hamlesinde bizim etkili olmamız sözkonusu oluyor ki artık elhamdülillah bi iznillah diyebilelim bu güzide ümmet için.

Bizdeki bu ümmet sevgisi (yıllardır gözyaşıyla)  yılların sabır ve birikimiyle doruk noktasına çıkmıştı zaten. İşte bu ümmet sevgimiz nedeniyle bu EL verildi dostlar. Haz. Rasülüllah “seven sevdiği ile beraberdir” buyuruyor. Böylece biz Ümmeti Muhammedle kavuşmuş olduk. Şekil veren Aşık Paşa Hazretleri oldu denilebilir.

Bize güvenmeyenler zaten uzak duracaktır. Güvenenler ise sadece bizden etkili bir dua kazanmış olurlar. Allahü Teala arzu edilen şeyi kabul eder ya da etmez. Etmezse kazadan beladan korunmaya karşılık tutar veya Ahirete vermek üzere bırakır. Makul bir duanın şartları yerine gelirse kabul olmadı demek çok yanlıştır.

Biz ise her istenene değil doğru ve hayra yönelik olana destek veririz. Böyle durumda da isteğin kabulü kolaylaşır. Böylece biz kişiyi doğru ve kolay olana yöneltmekle kişiye iyilik yapmış oluruz aslında. Duanın kabülü bu durumda daha kolay olur. Öyle ki, belki de bize bile gerek kalmaz. Bizler de sizin gibi sıradan bir insanız. Sadece ümmet sevgimiz gözümüzün mizanından (ağıtından) ölçülür. Hiç bir olağanüstü şey görmeyiz bilmeyiz.. Sevgiden öte bir sermayemiz yoktur. Sevgi yüzünden fedakarlığımız çok yüksektir.  Farkımız : SEVGİ VE FEDAKARLIKTIR. sizleri seviyoruz dostlar…)

Bu tür meselelerin izni Haz. Peygamber efendimize kadar dayanmazsa olmaz zaten..

PEYGAMBER EFENDİMİZİN SEVGİ TALİMATI:: İmamlık yaparak namaz kıldırırken bir gün namaz sırasında peygamber efendimiz tecelli etti ve dedi ki: “ahmet, namaz tekbirlerini alırken içine sevgi kat ve tekbiri öyle al“” dedi. bu fakir bunu şöyle yorumladı.

-Namazda tekbirler yumuşak ve sevgi ile alınmalı.

-Dini bir konu, dinin kolay ve sevdirilebilir yanları öne çıkarılarak ve sevimli bir ses tonu ile anlatılmalı.

-İmam demek yönetici demektir. o halde yöneticiler de serdettikleri emirlerinde hem emrin içi hem söylenişi sevgi dolu ve yumuşak olmalı.

-Evde aile reisi, iş de işveren, cemaatte cemaat lideri ve herr kim lider konumundaysa o kişiler hem yumuşak uygulanabilir karar almalı ve uygulamasını da sevgiyle, sevgiyle hitabederek yapmalı. diye düşünüyorum…

Bize verilen bu sırrı yıllarca uygulamaya çalıştım. Allah ise bu güzel ve güleryüzlü tutumumdan dolayı kendine aşık etti ve Hakk Aşığı olduk Halk Ozanı olduk. Eski yıllarda da kısmen şiir yazmakla beraber bizim OZAN lığımız ya da AŞIK lığımız 2009′dan sonraya rastlar. Bu da 53. yaşıma tekabül eder. Böylece bu sitede gördüğünüz şiirlerin hemen hemen tamamı 53-56. yaşlarım arasındadır. Diğer yıllar nerede??, Neden o önceki yıllarda bir şey yok derseniz diyeceğimiz o ki; Allah teala şimdi nasib etti demekten başka çözüm görünmüyor derim. işte bundan önceki yıllarda Allah rızası için deliler gibi insan islam ve ümmete gayretimizden, ümmeti muhammedi çok sevip düşünmemizden, çok fedakar olmamızdan, yani bu ağır sınavları aşk ile geçmemizden sonra bu AŞIKLIK verildi diyebilirim.

İşte bu yeni aldığımız yetkiyi veren Aşık Paşa veli / büyük şeyh olup mevlevi tarikatı üyesi Kırşehirde medfun Süleyman Türkmaniden tasavvuf derleri almış bir Nakşibendi Şeyhidir. dolayısıyla biz bu zattan EL almakla kökü haz. Rasülüllaha varan bir yetki almış olduk.

Bu meselenin ardından Said-i Nursi hazretlerini üstümüzde / arkamızda fiilen gördük. Bunun anlamıni iki türlü yorumladık. Birincisi (biz nur cemaatinin yazıcılar kolunu arzu ediyor idik) olduğundan diğerlerini kötülemeksizin bu yola girmemizin doğruluğuna işaret kabul ettik. İkincisi ise Ümmeti Muhammed’in sıhhat ve selameti için çıktığımız bu yolda bize arkadan destek verecek diye yorumladık.. Dolayısıyla Allah için çıktığımız bu yolda çok sevdiğim çok sevdiğim çok çok çok sevdiğim Haz. Peygamber  Efendimizi, şeyh Aşık Paşa Hazretlerini, Ve şeyh Said-i Nursi Hazretlerini yanımda, önümde, arkamda görmek Allah’a güvenen dayanan bu fakiri ziyadesiyle memnun ve bahtiyar etmiştir. Zira bu zatların yönünü bize çeviren de Cenab-ı Hakk’tır kuşkusuz..Artık bundan böyle okuyucularımızın da bu destekli fakir kardeşlerine güvenmelerini bi iznillah arzu ederiz.

Bize verilen kişi bazen rüya yoluyla bazen başka türlü örneğin kişiyi aynen görebiliriz veya temsili simgelerle gösterilir. Durumu böylece bize malüm olabilir.. kişi sayısı çoğalırsa üç beş kişi dışında kimseyi görmeyiz. Lakin bu kez genel duamızda bir yoğunlaşma olur ve ümmeti muhammed için gözyaşı dökeriz. Bu etkili ve geniş dua bize yönelen bütün müslüman kardeşlerimizi kapsar ve ayrıca özellikle ümmeti Muhammed’in başına gelebilecek toplu belaların önlenmesinde de önemli bir yer tutar bi iznillah. Artık topluca ümmete ağlamaktan kişileri göremeyiz. Sıkıntılı kardeşlerimiz artık bu genel duadan fazlasıyla yeteri kadar istifade eder diye düşünürüz.  Bunların hepsi dilektir duadır bunu unutmamak gerekir.

Bu durum  ” sana ruhtan sorarlarsa deki; RUH RABBİMİN EMRİNDEDİR” ayeti mucibince ruhumuz Rabb’imizin emrindedir zaten ve bize yönelen herkesle ruhumuzun ilgilenmesi mümkün olur aslında. Kişinin keşfi veya ihlası açıksa bizi bazen görebilir de.. Bu bazen kişinin günaha yönelmek istediği hallerde daha belirgin olur, kişiyi caydırmak için müdahale ettiğimiz sırada olur.

AMEL İÇİN İSLAMİ UYGULAMA ÖRNEKLERİ elhamdülillah.

Vesilelerimizin eserlerimiz/şiirlerimiz olarak kabul edilmesi yazdıklarımızın KURANİ çizgide olduğunu gösteriyor. Vesile kılmak ise gayet basittir::

İstediğiniz kadar ve etkili muhabbetli namaz (Az az başlayıp devamlı kılmak uygun olur- Allah ibadetlerin az da olsa devamlı olanlkarını sever)

zekat (Doğru hesaplanmalı) oruç (az az tekrar edilmeli) kurban (Durumuna göre önemli rakamlara ve sayıya ulaşabilmeli) sadaka (mali durumuna göre önemli rakama ulaşabilmeli, çok evi varsa birini ikisini bir köre veya fakire vermeli, pahalı evde oturuyorsa biraz daha makul bir eve çıkıp farkı ile bir ev alıp bağışlayabilmeli, çok pahalı arabaya binen de satıp farkını sadaka yapıp daha makul bir arabaya binmeli)

Özellikle kız öğrencilere etkili tutarda ve çok sayıda BURS vermek. iyilik (Herşeyinle fedakarlık yaparak, bir aileyi sürekli ve etkili desteklemek, günde 100 kişiye selam vermek, bir münibüste 20 kişinin hepsine birden selam vermelisiniz. Herkese ve her durumda güleryüzlü olmak, Kızdığınızda da güleryüz devam etmeli. Herkesi sevmek, küslükten vazgeçmek, zina etmemek, bol bol tövbe etmek, kuran okumak, manası ile amel etmek, hadis okuyup amel edilebilenlerle amel etmek,

Allah’a isyan etmemek ve onu çok sevmek ve umutsuz olmamak, Muhammed aleyhisselamı çok sevmek ve ona Allah için tabi olmak. Her işini sevap kazanmak için değil allah rızası için yapmak. Din için insanı kırmamak (Hariciler gibi)  Hoşgörülü olmak, kızsada  sonuna kadar, fedakar olmak sonuna kadar. İsteyeni hiç boş çevirmemek.. Size kötülük yapanları affetmek ve bunu ona söylemek. Sevdiklerinize sevdiğinizi söylemek, Borç para vermek (Zekattan 18 kat daha sevaptır. Çünkü mecbur olmadığı halde vermiştir), Sıkıntılı durumlarda sabredebilmek.   bu sabır işi çok çeşitlidir dostlar. İmamı Gazali örneğin oruç tutmayı sabırdan sayar ve der ki Günahtan sakınmak bir sabırdır ve sevabı çok yüksektir (900 hasene) dolayısıyla kişi sevaptan önce işlemekte ve devam etmekte olan günahtan tövbe ile dönmesi gerekir. İkinci kıymetli sabır ise ibadette dayanıklılık ve sabırdır ve (600 hasene alır.)  300 lük hasene değerindeki sabrı da siz bulun…..(buldum ; beladaki ilk andaki isyansız sabır) 

Bu anlattıklarımız devam eder gider. Bunların ortak noktası birşeyleri FEDA ETMEK ve FEDAKARLIK YAPMAKTIR… Hiç bir şey feda etmeden ya da fedakarlık seviyesine gelmeden  Allah’a yaklaşacağınızı düşünüyorsanız sizin için üzülmek zorundayım. El ucuyla yada çingeneyle cennete gidilmez dostlar…her ne yapar iseniz hayır, ibadet, cihad hepsinde gayretli olmalısınız dostlar. Bu günkü müslümana bakacağiınıza İslamın kaynağına bakınız dostlar. Adam 20 lira dul saralı hastaya sadaka istiyorum vermiyor sonra 15 gün sonra umreye gidiyor ??? lütfen bu sitedeki “Büyük çarşının üç cahili beş zengini” adlı şiir yazımızı okusun. Allah’ın zenginlere nasıl gazap edebileceğini bir görün.

Adam Anterasta AVM yanındaki yüksek pahalı 550 milyarlık oğlu ile iki daire alıyor. 1 tirilyon yüzbin eder. Diyorum ki bey kardeşim etlikte en kırak insan içine çıkılacak daire 300 milyar. sat öbürünü al bunu ve batı kentte yüz milyara 4 daire eder .  Bunları gözleri görmeyen 4 aileye bağışla Allah için.. Ama nafile.. Aynı adam caminin iki kapısından uzak olana 4 metre daha uzak diye sevap kazanmak için lütfedip yürüyor dostlar. ve bu adam 4 metre fazla yürüyerek  lüks ve lüks döşeli evlerde cennet ümid ediyor dostlar. Soruyorum size, Allah’ın rahmetini haşa siz dağıtsaydınız ne yapardınız??? Bunlar birer örnektir. herkes bundan kendine pay çıkarsın dostlar. Allah iyi ki  fakirinin rızkını zenginden vermiyor. !!!!

BİR FEDAKARLIK HİKAYESİ

Sahabi zamanında bir köle öğle yemeğini yerken yanına gelen simtilenen bir köpeğe öğlen ekmeğini peyderpey veriyor hayvan doymuyor. bunu gören bir sahabi ona ne yapacaksin dediğinde “ORUÇA NİYET EDECEĞİM” DER. sahabi zamanında geçen bu olayı gören bir zengin sahabi kölenin çalıştığı bahçeyi satın alıp o köleye bağışlar. sorulduğunda, karşı çıkıldığında der ki, o köle köpeğe ekmeğinin tamamını verdi. ben ise servetimin sadece az bir yüzdesini verdim. bu yüzden o bunu fazlasıyla haketti!!!!!!!

İşte Allah da aynısını arar dostlar. Bu yüzden biz de aynısını yapmak zorundayız. Sizler bu sitedeki İslami emirlerle amel ederken, ibadette az fakat devamlı olanı, hayırda ise ihtiyacınızdan fazlasını yapmanızı Allah için ve sizin için arzu ederiz dostlar. Fedakarlık etmeden şıkıdık şıkıdık yaptığınızla da 50 yerde öğünerek bizimle muhabbet etmeyin lütfen..

Sizin kapınıza birisi gelse ve evinizin bütün mutfağını istese siz ne yaparsınız??? Bu fakir verir dostlar verir. İki günde söktü  götürdü.. Temizlik işçisi aniden sizden para istese ve cebinizdeki bütün parayı verip münibüs parası bile kalmayacak şekilde verseniz ve bekçiden münibüs parası istemeğe utanıp kızılay etlik şubat soğuğunda yürür müsünüz?? beni fazla konuşturmayın….

Değerli okuyucu,

bizim bu yönlerimizi tam olarak tanımadığınız için son günlerde olan bir iki olayı, kendimizi övmek için asla değil, siz anlayın ve biraz da kendinize güvenin diye örnek vermek isterim. Bunlar:

 

  • ölmek üzere olan kanser hastalarının imanla ve acısız ahirete göçmesinde,
  • kabre konan kişiye sorgusunda yardım etmede,
  • tevhid akidesine insanları davette,
  • öğrencilerin sınavda başarılı olmalarında,
  • ümmeti muhammedin genel belalardan korunması için dua etnede,
  • daha nice olaylarda da olabilir.

 

  • Bu bir genel ifadedir. bizim de sizin dualarınıza ihtiyacımız vardır. umulmadık olaylarda etkili olabilir veya olmadığı da olur. örneğin günahta ve haramda devam eden bir kişide tutmayabilir. yahut takdiri ilahi farklı yönde tecelli edecekse yine karı olmaz. yine istenen şey makul bir şey değilse o da olmaz. bu uzayıp gider. önemli olan kişinin vesile saydığımız şeylerle amel ederek Cenab-ı Hakk’a yaklaşmasıdır. biz ise kıyıya gelmiş adamı itikleyiveririz ve bu kolaydır. oysa dağa kaçmış adamı nasıl denize kadar getirip de girdiririz. bu yüzden ben yaptım olmadı, tutmadı gibi Allah’ın merhametinden şüphe ifade eden şeyler söylemeyiniz lütfen. elbette biz hiç kimseye GARANTİ sunmuyoruz. garantimiz sadece samimiyetle yaptığımız duadır. bu duamızın bile size ne zaman kabul olup ne zaman nerde hangi isteğinize veya bir kazadan beladan korunacağınızı sağlayacağı belli olmaz. onun için asla umutsuz olmayınız Allah’tan dostlar.

 

Dualarımızın etkili olduğunu, indi ilahide makbul olduğunu gördük sevindik Cenab-ı Hakk’a ELHAMDÜLİLLAH dedik. kimseden asla ve kat’a ne teşekkür bekledik ne ücret istedik ne de meşhur olmayı asla istemedik. yüzümüzü Allah’ın yolunda Muhammed aleyhisselamın ayağının altına serip gönlümü türab eyleyip ümmeti muhammede hizmetkar olmayı arzu ettik. İşte Allahü Teala da verdi dostlar verdi.

 

  • YA RABBİ, SEN DUYUR BU KULUNUN SESİNİ ÜMMET MUHAMMED İÇİN HAK OLARAK,
  • YA RABBİ, DUALARIMIZI VE SABRIMIZI SEN KABÜL ET SANA MUHABBET EDEN KULLARIN OLARAK

 

aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur.

 

12 Şubat 2013
Okunma
bosluk
kırşehir Son Yazılar FriendFeed

Dili Seç

cami alttan ısıtma
halı altı ısıtma
cami ısıtma
cami ısıtma