CUMA SOHBETİ – 11

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Selâmün Aleyküm

 

  • Cahiliye adetlerinden çocukların gömülmesi bu gün çocuğun elden kayması olarak devam ediyor. Çocuğun ahlakını sokak belirliyor. Aile zayıf bir şey veremiyor. Okul sadece bilgi veriyor. Öğretmen ilmi ahlak ile beraber vermiyor.
  • Vesilenin şirk sayılması bu gün de yaratılanların yaratanın önüne geçmesiyle devam ediyor. İslama sokuşturulan üç darbe;
  1. Allah dursun insan öne geçsin. ( Örneğin, Kendine iyi bak sözü )
  2. Din dursun ilim öne geçsin (tevekkül kalksın, sebep sonuç yeterlidir yaklaşımı)
  3. Vahiy dursun akıl öne geçsin (Kuran dursun, laiklik –akıl- öne çıksın)
  • Milliyetin siyasi boyuta taşınması TAĞUT’tur. Üyesini şirke düşürür. Yöneticinin namaz kılıyor olması bunu değiştirmez.

 

  • Müslüman ne zaman acıktıysa o zaman ve ihtiyacı kadar yemelidir. Bir miktar ekmeği kuşlara bölmelidir. Peygamber efendimizin öğün sayısı 2 idi.
  • Otobüse bindiğinde boş yer varsa oturup sonra adalet için yarı yolda kalkmalıdır. Kimseye buyurun dememeli ve teşekkür beklememelidir. Teşekkür bekleyen karşılığını almıştır.
  • Ateşin etrafında döndükçe dönmeli. Güneşe yaklaştıkça kanatlar yanar. Fakat kendi de ateş olanın kanadı yanmaz.
  • Ölüm gelip seni bulduğunda sen yine Allah Allah diyor ol. Ölümün ne zaman geleceği belli olmadığı için daima Allah diye yaşıyor ol. Ya Allah ile beraber ol. Veya olanlarla beraber ol.
  • Her gün bir simitçiye 2 lira ver. Kimsesiz çocuklara versin diye.
  • Bir gerçek fakir size gelip ihtiyacını bildirdiğinde kazancınızdan arta kalan ve onun ihtiyacına göre vermelisiniz. Tam fedakârlık yapmadan birr’e ulaşılmaz.
  • İmkânlar ölçüsünde misafirin isteği önemlidir. Misafirin verilene itiraz hakkı yoktur. Ev sahibi de aşırı masrafa girmemelidir. Var olanı gizlememelidir.
  • Sabah yola çıktığında en az 1 kişiye selam vermeden araca binmemelidir. Selamı latif şekilde vermelidir. Minibüste 20 kişiye otobüste erkeklere sıradan selam verilmelidir. Gönülden bağlarla selam sevgiye, sevgi imana götürür.
  • Yolda giderken herkese özellikle hamilelere, sakatlara, acizlere, yaşlılara içinden dua etmelidir. Yürürken dik ve güleç yüzle herkese gülümseyerek yürümelidir. İbadet ve kul hakkına dikkat etmiş güleç yüz rahmeti çeker ve insanlara bunu dağıtır.
  • Allah’a tam yönelerek kılınmış bir namaz kişinin boyutunu uzatır. Boy uzaması terakkidir. Namaz zikri ekber olarak kişinin makamını yükseltir. Boy, yetişemeyeceği yerlere yetişmesi demektir, cennete yaklaşması gibi.
  • Her gün ileri gidecek şeyler yapılmalı ve yapamadığı için veya dün için esteğfirullah çekilmelidir. Günlük vird olarak en az 100 estağfirullah çekilmelidir.
  • Günlük hayatta Allah zikrinden uzak kalmamalıdır.
  • “Ya Rabbi, Ümmeti Muhammed” zikri/duası da bol bol yapılmalıdır.
  • İsraf haramdır. Her doğru ihtiyaç helal parayla aşırı borçlanmadan helaldir. Evler ne imrenilecek kadar gösterişli, ne de iğrenilecek kadar kötü olmalıdır.  “sadelik imandandır” Hadis…Fayda sağlamayan şeyler de israftır. Güzel olan şey hem güzel olmalı hem faydalı olmalıdır. Allah gökyüzünü hem güzel yarattı hem de başımıza yağan taşları eriterek fayda sağlar. Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca diyen adam da güzel hakkında doğru söylemiştir.

 

aşık ahi kul ahmed

20 Mart 2014
Okunma
bosluk

CUMA SOHBETİ – 1

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

Selâmün Aleyküm

                              Hakk yolunda ilerlemek için yapılabilecek bazı mülahazalar:

 

 

-  Cuma günü mübarek bir gün olup, ibadet ve kul haklarında büyük hata olmazsa, iki cuma arasındaki günahlar affolur.

 

- Hırıstiyanlar kainatın yaratılış günü dediler gidip pazarı seçtiler. Yahudiler de cumaertesini seçtiler. Müslümanlar ise Medine’de Hz. Rasulüllah gelmeden toplu namaz kılmak istediler ve bunun için Cuma gününü seçtiler. böylelikle en bereketli doğru günü Müslümanlar bulmuş oldu. Haz. Rasulüllah da bunu doğru bulup uydu.

 

-Bu günde salavatı artırınız buyurdu Rasulüllah

 

-Cuma Müslümanlığı diye bir şey yoktur İslam’da. namaz her gün 5′er 5′er kılınır. kılmayanın borcu affolur diye bir şey yoktur. o ALLAH’a kalmış bir şeydir. Hadis’te ; 5 vakit düzenli kılıp büyük günahlardan ve kuyl haklarından kaçınanlara Allah’ın cennet sözü vardır. 5 vakit kılmayana sözü yoktur. dilerse affeder dilerse azap eder buyuruldu.

 

-       İtikad boyutunda Allah’ın işine karışmayınız. Sizin zulüm gibi gördüğünüz şeyin arkası hayır olabilir. Bu yüzden olayları yargılarken acele etmeyip sonunu bekleyiniz. her gamda bir nimöet, her nimette bir gam gizlidir. Hiç bir şey zuhur ettiği gibi değildir.(Kehf suresinde Musa as ile Hızır as ın yolculuğunu daima hatırda tutunuz.. Her hafta cuma günü bir defa Kehf Suresini okumak kişiyi bir hafta belalardan korumaya vesile olur. Bu sure korku çeken insanlara özellikle küçük çocuklara şifa olarak da okunabilir. Yalnız okuyanın da ağzı biraz temiz olmalı. Okuduğum çocuklar korkudan kurtuldu. siz de gayret edin, Allah duanızı boş çevirmez)

 

-        Seven sevdiğine tabi olur. Allah’ın ve Rasulünun her emrine itirazsız tabi olup yapmaya çalışınız. severek yapamıyorsanız iman kalbininize sinmemiş demektir. Hadisler bu yöndedir. dikkatli olunuz.Dininizi şikayet etmeyiniz. Yapabildiğiniz kadar yapınız. dine güç yetiremezsiniz.

 

-        Allah’ı seviniz. İnsanlara sevdiriniz. Allah’tan korkmak demek onun gazabından korkmak değildir. Allah’a muhabbet edenler Allah’ın muhabbetini kesmesinden korkarlar. İşte korku budur. Ben ömrü hayatımda gençlik dönemimde bir gün günah işledim. Rabb’im bana hiç gazabını göstermedi. sadece sevgisini rahmetini üstümden kesiverdi. O yıllarda da keşfim açık olduğu için bu eksikliği hemen hissettim. Rabb’im bana sırtını dönmüştü. Sevgilimin sırtını dönmesi o kadar çok ağırıma gitti ki yollarda perişan oldum. önce günahımdan dönüp düzenli ve gözyaşlı tövbelerim bir ay sürdü. bir aydan sonra dualarımın kabul olduğunu ve bu durumun sona erdiğini hissettim. bu durum bütün ömrümde bir defa oldu. buna rağmençok çeşitli anlamlar için günde 500 estağfirullah çekerim.

 

haz. Rasulüllah’ın günahsız olmasına rağmen günde 70 veya 100 defa çektiğini hatırlarsanız bunun yalnızca tövbe için olmadığını anlarsınız. hakk yolcuları yükseldikçe benlik zorlamasına uğrarlar. yaptıklarını kendinden bilme eğilimi artar. bu benliği kırmak için estağfirullaha ihtiyaç hasıl olur. bir de günü gününe eşit olmayacak derecede gayret ve ihlaslı olan kişi bugün ilerdeyse dün geride olmuştu. o halde o geriye bir estağfirullah demesi gerekmez mi? 

 

-        Allah’ın adını anmadan peygamberi dahi sevmeye kalkmayınız.

 

-        Allah’a dua ederken kendinizden çok ümmete dua ediniz. Bize verilen özel dua şöyledir. sizler de edebilirsiniz. (Allah’ım, Rahmanım, Sübhanım, Sultanım, Zülcelalim. Ya Rabbi Ümmeti Muhammed, Ya Rabbi Ümmeti Muhammed… diye sadece son tekrar eden kısmı tekrar  edeceksiniz. (100 ila 500 arası olabilir) kendinizi özel duadan biraz geri tutacaksınız. ve Ümmet sözünden 

payınıza ne düşerse ona razı olacaksınız. Bu fakir kardeşiniz şu geçtiğimiz 5 aydır kendisine verilen bu duayı gözyaşı ile yaptı. Hiç kendine dua etmedi. ümmete ettiği duadan ne payına geldiyse ona razı oldu. bundan 15 gün önce Rabb’im beni gökyüzüne çekti. Sonra bir kuşak nur içinde ayak tırnağımdan girip saçlarından çıktı. ve bana bu sağlıktır denildi. bu dualardan ümmete ne fayda ulaştı o bana bildirilmedi. bunun anlamını ümmete aynı iştiyakla dua edebilmem için olduğunu düşündüm. ancak çok faydanı Hakk rızasından sadır olduğunu kalbim söylüyor. bazı sırlar da beraberinde elbette.

 

-        Tevhid; Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla bitmez. Allah’a “Kural Koyucu” olarak “boyun eğmek” de gerekir. Laiklik, Kur-an’ın devlete olan hükümlerini inkâr etmek demektir. Bu durum, Kur-an’ı ve kitaplara imanı inkâr etmek olup, küfür anlamına gelir. Laikim diyen kâfir olur. Bu konu insanlarla konuşulurken aynen söylenmeli, ancak küfür kısmı söylenip kâfir kelimesi söylenmemelidir. Fikir hedef alınmalı fakat şahıs incitilmemeli. Bu prensip bütün konuşmalarda uyulması gereken İslâmi bir kuraldır.

 

-       Her beşerî ideoloji “TAĞUT”tur. Allah’ın görevleri TAĞUT’a verilerek şirk oluşturulur. Bu yüzden kimi sevdiğinize dikkat etmelisiniz. (bazı TAGUT’lar şunlardır. liberalizm, sosyalizm, komünizm, milliyetçilik, kemalizm, batıcılık, ulusçuluk, aşiretçilik, milliyetçi hareket partisi, cumhuriyet halk partisi - bu parti Cehennem partisi olarak görünmektedir ) bunlardan ve bunları savunan partilerden uzak durunuz.  Yukarıdaki TEVHİD yorumunu tekrar okuyunuz.

Mülk O’nundur. O halde Malik de O’dur. Hüküm koyma hakkı da Malikindir. O halde Allah’ın kanunları yeryüzünde geçerli olmalıdır. Kim bu amacın dışında bir amaca hizmet ederse küfre gider. kim başka bir ideoloji içinde yer alırsa TAGUT içinde ŞİRKE gider. Müslümanın bunu bildiği halde bulunduğu yerde İslam’ın, Allah’ın kurallarının geçerli olması için uğraşmazsa (cihad etmezse veya cihad arzusu olmadan) ve öylece ölürse münafıklığın bir şubesi üzere ölür (Hadis)

 

-        Hiç kimse bir ülke kurtaramaz. Allah’ü Teâlâ Bedir Savaşı’ndan sonra “Sen atmadın, O attı” diye ayet indirdi. Hz. Resûlüllah bu savaştan sonra “Esteğfirullah” dedi.

 

 

-       Başka insanların putlarına küfretmeyiniz. Ülkeyi kurtardı diyene kötü söz yok. Daima yapılan yanlışlığa dikkat çekilmeli. İnsanlar karşıya alınmamalı.

 

 

aşık ahi kul ahmed yaptı bu sohbeti

 

19 Kasım 2013
Okunma
bosluk

Gezi Parkı’ndan “bilmem kimin askerleri”ne Cumhuriyetin Çakıldakları (Tarihi ve siyasi makale)

Sevgili okurlarım,

İstanbul’da başlayıp ülkemizin bir çok yerine sirayet eden gösteriler hepimizi üzmüş olmalı.

Yıkmanın Asaleti

Yıkmadan Yapılmaz mirim. Bırak yıksınlar.

Bu yangına başbakan dahil herkes gaz bidonu ile gitti. Gençler bu yürüyüşler sırasında öyle mutluydular ki anlatamam. Ben üç tane cam kırdım ya sen kaç tane kırdın derken gözleri yaptığı kahramanlığa kilitlenmişti denilebilir. Zaten dersler de bitmişti.  Anlaşılan her şey arka arkaya denk gelmişti. Yoksa külli irade mi devreye girmişti? Peygamber efendimiz bu gençler için “Gençlik Saradan bir şubedir” diyordu derken bir af gönlümüzden geçiyor. Rejimin dayanağı Laik okul ve Öğretmenler, mesleksiz  din ve ahlak’tan yoksun gençleri Mustafa Kemalin askerleri olarak yetiştiriyorlar derken de bu gençlerin öğreticilerinin kulakları bükülmeli sözleri dilimden dökülüyordu. Ancak bu yıkma işini ALLAH’da yapıyordu. Depremler neydi? Bilinçli bir yıkım değil miydi? Yangınlar neydi? Kudüs’te yıkıldıktan sonra yapılmıştı. O halde insanlardaki yıkım isteği böylece teskinliğe mi dönüşmüştü. Bazen az polisi çok anarşiste gönderip polislerin dayak yemeleri de toplumsal bir tatmine yol açabilir miydi? Fakat Tayyip’in karamış gözleri bunları ve sevgiyi anlamıyordu. O kadar da uyarmıştı bu fakir. Ne peygamber tanıyordu ne Allah. Bunda hastalığının bir etkisi var mıydı?

 

 

Ahi Kul Ahmed yanılmaz.

Yaradanını unutmaz.

Unutur Tayyip unutur. 

Sinirleri yatışmaz

 

Bu sitede Tayyip Bey’e halkına karşı sevgi ile davran diye sert bir yazı da yazmıştım. (Başbakan’a Mektup 6 sahifemizde yayında) bu uyarımız ilahi kaynaklı idi. lakin anlamadı. Kulağını açmadı. Çıkıp da korkmadan gençlerin arasına girip ” ya çocuklar ben de sizinle beraberim” deyip orada üç kuruşa beş köfte yeyiverseydi bu iş çoktan bitmişti. Çünkü gazap gazabı doğuruyor.  Bu tür toplumsal olaylarda size sataşana siz de “sizinle beraberim doğru söylüyorsunuz” demeniz sosyolojik bir tespittir aslında. Fakat kavga etmekten buna fırsat bulamıyor ki mübarek.. Yıldırım Akbulut kendisi hakkında uydurulan fıkraların bir tanesini çıkıp söyleyiverdi. Anında herkes stop.. Danışmanları sadece bilgili namaz kılanlar olmalı. Halbuki ferasetli bilgili olması lazım ferasetli. Diyanet işleri Başkanı da sindi kaldı ( Diyanet İşleri Başkanı’na mektup 6. sahifemizde)

 

Allah’ü Teala her peygambere bir şekilde çobanlık yaptırmıştı. Neden irade böyleydi? İşin aslı koyun insana çok benzer davranışlarda bulunan bir hayvandı. Bir peygamber gençliğinde koyunları gütmeyi öğrenirse peygamber olduğunda insanları da yönetebilirdi. Çünkü koyunları bir yerden atlatırken önce hiçbiri atlamazken bir tanesi atlar atlamaz diğerleri de düşünmeden atlıyordu. O zaman kitle değil o kitleye ilk “vur” emrini veren suçluydu. Bir de, iki koyun alıp birini diğerinin yanında kessen öbürü anlamıyordu. Gerçekten bugünkü insanlar da arkadaşını veya babasını toprağa veriyor arkasından gelip aynı hayata devam ediyordu. Aynı koyun gibi. Solcu laikler de cenazeyi el üstünde camiye (Teşvikiye) getiriyor fakat kendisinin de oraya geleceğini düşünmüyor ve aynı laik sloganları bir başka arkadaşını gönderirken de tekrarlamaya devam ediyordu. 

 

Bu gösterilerde dikkatimizi çeken şey, o gençlere vur emrini verenler değil, o gence “biz Mustafa kemalin askerleriyiz” diyen , dedirten laik elebaşları sorumlu. Bütün yürüyenleri belli bir partinin sempatizanı olarak düşünmek biraz haksızlık olur. Fakat Mustafa sempatizanı olmak joker gibiydi. ve insanlar bir inanç uğruna daha büyük kitlelere karşı çıkmak yerine kısa yoldan zamana uyum sağlayıp taraftar olup çıkar sağlayarak daha tatlıydı. Zira Dünya ve Mustafa peşin, Allah ve ahiret veresiyeydi değil mi? 

 

 Kes Bir Mustafa Kemal !

Mustafa kemal meselesi günümüz Türkiye’sinde hala yükselen bir değer. Öyle ki bir meselede sıkıştıysanız “ben Atatürkçüyüm” deyin çıkın içinden. Ne sağ ne sol asla bu kavramdan uzağım demiyor diyemiyor. Konu böyle olunca çok farklı nedenler için bile olsa şemsiyeniz hazır. Gökte kuşlar uçuyor. Bazıları da yerde…

 

Bu Mustafa zor bir aile hayatı geçirdiği kuşkusuz. Bu girdaplarla bezeli bozuk hayat onu aslında psikolojisi bozuk fakat hırslı ve bunları gerçekleştirecek fırsatçı oportünist bir insan yapmıştı. Ancak fırsatçılığı onun asıl amaçlarını gerekli vakte kadar daima gizlenmesi gerektiğini gösteriyordu. o da zaten öyle yapıyordu. ne tesadüf kimse de zaten söylemediği sırlarını anlamıyordu. işte işin sırrı kiminle nereye kadar gideceğini iyi bilmendi. Herkesi satılacağı yerde satmak gerekiyordu. Bu; ilkesiz ilkeler onun ömür boyu dayanıp yükselip çıkar sağladığı şifreler olacaktı. Kız kardeşine diyor ki “ben ne dersem onu yapacaksın”  Öyle ki bu hitabet  ilerde onun “kuvvetler birliği” meselesine kuvvetli taraftar hatta despot olmasına kadar giden kişilik yansıması olacaktı.  Osmanlı’da genelkurmay başkanı olamamıştı ama Enver Paşa onun Çanakkaledeki iki atağından dolayı albaylık süresi bitmeden onu paşa yapacaktı. 

 

O yıllarda o kadar dindardı ki 22 nisan perşembeyi daha bereketli olsun diye Cuma’ya kaydırarak 23 nisana alacaktı. İlk meclis her şeyi belirleyen en yetkili bir meclisti. Yetkiler dağınıktı ve halka yansıyordu ve dini liderler etkisindeydi. Kontrol edemiyordu.  İkinci mecliste önce dini liderler alaşağı edilerek Mustafa Kemalin askerleri çıktı geldi. İşte ilk askerler bunlardı. Bunlar tipik itaatkar,  fikirsiz, evetçi, sepetçileriydi. İşte bunlara ilk yaptırdığı iş İslam’ın yolunu kestirmek oldu.

 

Onun altı prensibi vardı. Laiklik başta geleniydi. Batılılaşma ise İslam’ın boşalttığı boşluğu doldurmanın adıydı. Artık mecelle gibi 150 yıllık Hanefi fıkhı gitmiş yerine tercüme İsviçre’den Medeni Kanun, İtalya gibi despot bir ülkeden acımasız bir ceza kanunu (İsyan edeceğini bildiği halkı adam ederek rejimi koruyacak),  sermaye temerküzü hızlı bir Alman vergi kanunları özellikle rejime hizmet için seçilecekti. Onun milliyetçiliği de vardı ki Dersim’de 30 000 kişinin canına kibrit suyu sıkınca, dedenin yediği erikten torunun dişi kamaşacak ve PKK ile biz de bir 30 000 kişi kaybediyorduk. Her ölenin arkasından arkasından bir de şehit demeyi ihmal etmiyorduk. Halbuki Kürtler de Müslümandı Türkler de. İslam’a göre iki Müslüman devlet olsun olmasın organize şekildeyse bu bir FİTNE SAVAŞI’ydı. ortada şehit mehit yoktu aslında. Ve diğer Müslüman ülkelerin araya girip bu savaşa son vermeleri gerekiyordu. Fakat bu üç tarafı denizlerle çevrili ülkenin dört tarafı düşmanlarla çevriliydi. Bunlar Mustafa’nın ve Mustafa’cıların milliyetçiliği için bulunmaz fırsattı. 

 

Bu Cumhuriyeti İngilizler mi kurdu?

İngilizler sineğin yağını çıkaran bir millettir. Osmanlı’nın o üç kıtaya yayılan topraklarında oluşacak yirmiden fazla ülkenin sınırlarını dahi tek tek belirleyenler de onlardı. Elbette küçük bir Türk ülkesini de onlar belirledi. Şöyle ki; Türk ve İslamların kuvvetinin kırılması için şu üç şeyden koparılması gerekirdi. Bunlar:

1-PARA (Doğal kaynaklar)

2-Nüfus (Türki cumhuriyetler)

3-İSLAM

Bu üçlüyü şöyle gerçekleştirdiler: Türklerin ilan ettiği MİSAK-I MİLLİ içinde elbette doğal kaynaklı SURİYE; MUSUL KERKÜK vardı. Fakat İngilizler buna asla müsaade etmediler, özellikle LOZAN’da Churchill “gerekirse savaşırız” diyecek kadar işi sıkı tuttu. Çünkü yeni bir Osmanlı istenmiyordu ve Avrupa’nın güvenliği açısından zayıf olmalıydı. Bunun  için kaynakları şimdiden kurutulmalıydı veya eline verilmemeliydi. Bu oldu..

 

İkincisi Nüfus idi. Türkler onlara göre 250 milyonluk bir kitleydi ve parçalanıp birleştirilmemesi gerekiyordu. Rahmetli Kazım Karabekir doğu meselesini üzerine alınca hızla Ermenilerin üzerine gitti ve onları Osmanlı’nın İran sınırına doğru sürdü. Kendisi siyaset bilmeyen saf bir insan olduğu için Ermenilerin Türkiye’nin Azarbeycan bağlantısını kesecek şekilde geri çekildiğini anlayamadı. İşte Türki Cumhuriyetlerle bağlantımız böyle kesildi. K. Karabekir bir yılda doğuyu bitirirken Batıda ise Mustafa 3 yıl siyasetle oyalıyacaktı. 1990′dan sonra da hala geliştirilemedi. Rahmetli Özal’ın ölümü de Bu cumhuriyetlere seyahatinden hemen sonraya rastlamıştı zaten. bu ülkeler arasında ekonomi ve para birliği sağlanamaz mı?

 

Üçüncüsü ise İSLAM’dan koparmaktı. Bunun için en temel süreçli öge LAİKLİK idi. İstanbul’un işgalini boşaltmadan bu pazarlığı yaptılar. Mustafa ve avanesi ise ZATEN BİZ DE LAİKLİKTEN YANAYIZ diyerek cup diye atladılar. Gerçekten laikliğin ilanı ile İstanbul’un işgalinden vazgeçilmesi bu sıraya göredir. Yani önce önce laiklik ilan edilmiş daha sonra ise İstanbul’dan vazgeçilmiştir.

 

 Çanakkale’de ölenler için Churchill ” olsun, savaşı kazanamadık ama Osmanlı’nın çok büyük bir elit tabakasını yok ettik derken İslam alimlerini kastediyordu. Sultan Vahdettin ülkeden ayrılırken kendi saray alimlerinden de bir gemi oluşturmuş ve ne enteresandır ki bu gemi daha Çanakkale’yi çıkmadan batırılmıştır. Bu gemide Benim babamın öz dayısı olan Saray Müderrisi Amahafızın Hakkı dayımız da vardır ve şehit olmuştur. Allah Rahmet Eyleye..

 

Türklerin son şansı Sovyetlerde 1917′deki Ekim Devrimi’dir. İlginç olan şu ki Osmanlı, Çarlık ile baş edemeyince ona rakip olarak kıpırdayan Lenin’e önemli bir destek verdi.  Osmanlı’nın şartı gayet basitti. Sovyetler, Doğudan çekilecekti. Gerçekten devrim olur olmaz Lenin doğu sınırlarımızdan çekildi. Doğu sınırlarımızda açtıkları petrol kuyularına beton dökerek…

 

Sovyetler’de rejim değişikliğinin ikinci faydası bu rejimin Kapitalizme düşmanlığından dolayı Sovyetlerin kontrol edilmesi gerektiği şeklinde oldu. Diğer tedbirler yanında Sovyetlerin güneyden Türklerle kontrolü de iyi olabilirdi. Ancak buranın Osmanlı’nın merkezi olması da tehlikeliydi. O halde Parasız, az nüfuslu, Cihad ruhu olmayan (İslam’dan kopmuş) ZAYIF bir ülke olarak da başarabilirdi bunu.

 

Eğer ihtiyacı olursa bir şeye biz onu temin edebiliriz ve hem de bu yolla ekonomisini bize bağlı hale getirebiliriz dediler. böyle de oldu.. geriye bir tek Yunanlılar kalmıştı. Ona da bu ülkenin gücü yeter demişlerse de Yunanlıların Sakarya İstikametine çekilmesine de İngilizler müdahale etmişler ve Yunan Genelkurmayı’nın Sakarya istikametine çekilme emrini verdirmişlerdi. Elbette Geyve çok acı bir makastı ve oraya gömüldüler. Elbette İngilizler Katolik bir dünyanın karşısında kuvvetli bir Yunanistan ülkesi ve güçlü bir Yunan merkezli ORTADOKS kilisesi de istemiyorlardı aslında.  Ve bu Cumhuriyetin en temel özelliklerini böylece İngilizler belirlemiş oldu..

 

İmparatorlukların müşevvikleri ve gelişme sürelerinin kıyaslanması 

 

Ve biliyor musunuz bu cumhuriyet kurulalı yaklaşık 90 sene oldu. Hala belimiz doğrulmuş değil. Belimiz doğrulmadığı gibi küçücük bir atak da yapmış değiliz. Maliyetli Kıbrıs dışında.  Mustafa Kemal’in bile Musul ve Kerkük’ü alma planları vardı. Zamanını Rahmetli Özal denk getirdi aslında. Lakin kontrol edilen bir ülkede seçim kazanılabilir fakat tam iktidar olunamazdı. Bu iyi bir kontroldü. Yaşasın bizden hainler. 

 

Emeviler  100 senede tap nokta yapan yeryüzündeki tek ülke. Saltanat olmasına rağmen yine de İslam’ı canlı tuttular ve Allah için BATI’yı batıdan kuşattılar (Osmanlı daha etkili ve doğudan kuşatacaktı) ve bir kültür ülkesi olan ENDÜLÜSE İSLAMIN DAMGASINI VURDULAR. Osmanlı tap noktayı saltanatla ve İslam ile yaklaşık 250 yılda yakaladı ve Batı’yı doğudan kuşattı ve etkişli de oldu. 

Romalılar tap noktayı 300 senede bulabildi çünkü ateist idi sadece vatandaşlık dürtüsünü kullanmıştı. Ne acı ki biz de şimdi vatandaşlık numarası çekiyoruz ve tap noktayı bulmamıza daha 210 yıl var demektir. Bakalım kim yutacak. İçimizde zaten şu kadar laik ateistler yeteri kadar varken İslam’ı  Mushaf’tan çıkaracak bir Genelkurmay Başkanı arıyorum. Şimdilik Ateistlerle devam edebilirizDeğilse bu ülkenin ilerlemesi ahirete kalacak. Bu ülkenin Laiklikle kontrol edilmesine el ovuşturan İsrail ve avanesi Amerika ile İngilizler. Onlar şimdi nasıl olsa Türkler kendi kendini kontrol ediyor diyorlar. Ama yine de Lions ve Rottary kulüpleri yoluyla akademisyenleri, işadamlarını ve bürokratları ve siyasileri kontrol etmek hiç de fena olmaz değil mi??İlahi huzurda gördük ki Kürtlere siyasi bir yelpaze açtığın gün Amerika güneydoğuya cuk diye oturuyor.. haberiniz olsun. PKK ile şeytan kılıklı İsraillileri beraber gördük.

 

Bu ülkenin muhasebeciliği Mustafa’ya mı kaldı? İçeriyi Düzenleme: Cahiller Cumhuriyeti…

Yukarıdaki üç temel çatı ülkeyi biçimlendirmeye ve Batının avucuna vermeye yeter de artardı bile.  Bundan bizimkiler henüz Türki Cumhuriyetlerin önemini anlamamışlardı. onu sadece rahmetli, 90 000 kişiyi Sarıkamış’ta kırdıran Enver Paşa bilecek ve ölümü de zaten oralarda olacaktı.  Geriye bu ülkenin muhasebeciliği Mustafa’ya kalmıştı..Şapka muhasebeciliği gibi. Fakat adı şapka devrimi diye abuk subuk bir devrim olacaktı.. Fakat geçmiş Müslüman birikimini de kırması gerekiyordu. Evlat dedeyi anlamamalıydı ki yeni materyalist laik düzen yürüyebilsin. Yaşasın latin alfabesi… Bir günde 17 milyon insanı CAHİL konumuna düşürüyordu. CAHİLLER CUMHURİYETİ..

 

Cahil diye İslam’da dinsize derler. Dili kaybeden DİNİ de kaybeder. Çünkü Allah Kuran’ı ARAPÇA İNDİRDİK diyerek rahmetini Arapça lisanı içinde yerleştirerek verdiğini açıkça bildirdi zaten. Demek ki Türkçe okursanız sadece verilen emrin ne olduğunu şöyle böyle bileceksiniz, fakat o emrin rahmetini bereketini boyutunu gerçek manasını nerede hangi durumda nasıl yapabileceğinize ilişkin ilahi işaretlerden hiç birini almanız mümkün olmayacaktır. Örneğin biz Kuran okurken bazı sırlara vakıf oluruz. Eğer bir ölmüş kişinin arkasından Kuran okuyorsak o kişinin ahiret hali bize malüm olabiliyor. 

 

Yahut bir padişahın arkasından 10 sahife Kuran’ı 10 gün okursak o padişahın zalim mi yoksa alim mi olduğunu gördüğümüz de olabiliyor nasibi ilahi olarak.  Ama hiç bir zaman meal okurken böyle bir malüm olma olayı hiç bir zaman olmadı. Sonuç olarak Din hem Arapça hem Meal, tefsir ve İslam alimi kitabı eşliğinde yürütülmeli. Ben mealden okudum Kuran’da şöyle yazıyordu diye abuk subuk ortaya atlamamak gerekir ki söz ehli olan İslam alimine düşsün ve fitne çıkmasın. Elbette İslam alimi de cesaretle İslamı savunacak bilgi ve beceri içinde olmalı. Sahi sağa bakıyorum kimse yok, sola bakıyorum kimse yok, herkesle beraber Alimler de sinmiş mi olmalı (Diyanet İşleri Başkanı dahil).    Toprakları bol olsun…

 

Mustafa’nın Diğer Yaramaz İşleri

Atıf Hocama Mustafanın zulmü 

Uymayan için zaten en sert ceza kanunu vardı. 1932 de ezanın Türkçeleştirilmesi kararını aldı. 33’te de uyguladı. Müslümanlar için acılı yıllar başladı. İskilipli Atıf Hoca’yı şapka kanunundan önce yazdığı “batının neleri alınır neleri alınmaz” konusunu işleyen küçücük bir risalesi yüzünden Ulucanlar Cezaevinde idam ettirdi. Sanıyorum Atıf hoca çıkarmadığı ve özür de dilemediği için şapkaya karşı simge olmuş olmasından dolayı suç unsuru bulunmamasına rağmen idam edildi (Allah Rahmet Eylesin)

 

İşin aslı Atıf Hocam duruşma için bir kaç gün Ulucanlar Hapisanesindeki soğuk hücresinde uğraşıp itirazlarını kaleme almıştı. O gece bir rüya görür. Rüyasında Rasulüllah Efendimiz ona şöyle der. “ya Atıf bizim yanımıza gelmek istemiyor musun?” Ve sabah uyanır uyanmaz bütün müdafaası ile ilgili yazılarını yırtar. Duruşmaya çıkınca da “savunma yapmıyorum. Bildiğinizi yapın” der…

 

Bu parağraf yazılır yazılmaz Atıf Hoca’nın ruhaniyeti bir nur eşliğinde direk karşımızdan parlak bir cübbe giymiş halde geldi ve yanaklarımdan öptü. Ben ellerini öpmeye uzanmak istedim fakat anında yüzü yine bana dönük olarak yani arkasını dönmeden ve yükselerek uzaklaştı. Gelirken ki nuru bu yazının bütününü aydınlattığı için onun rızasının ve öpüşünün bu yazının tamamına ilişkin bir kutlama ve doğruluk ve güzellik tasdiki olduğunu anladım. Arkasını dönmeden geri çekilmesini gelecekte de yüzümüze bakacağını ve destekleyeceğini ve bize yol göstereceğini anladım. Noktaya dönüşmesini ise onun ilmine bağladım. zira ilim noktadır, onu cahiller çoğaltmıştır vesselam.

 

Ayrıca elini vermemesini de benim bu dünyada biraz daha rızkım olup burada kalıp çalışmam (İslam’a hizmet etmem gerektiğini) için olduğuna yordum. Eğer elini vermiş olsaydı Rabb’ime tezelden bir gidiş yolu açılacaktı demek ki. Bu kutsal vakte, yani  Şeb’i Aruz’uma (düğün gecesi) biraz daha vakit var anlaşılan. Oysa ben Rabb’imi çok özlemiştim. Allah’ü Zül’celal Geri kalan ömrümü de hayırlarla tamamlayarak Sevgili Rabbime kavuşmayı nasib ve müyesser kılsın. Amin..

 

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ve Aleviler

İşte bu isyankar dindar halka da bir gözdağı idi.  Zaten tekkeler zaviyeler ve bunlarda yer alan bütün ünvanlarda silinmişti.  Bunun sosyolojik anlamı dindar Müslümanlar arasındaki iletişimi kesmek ve ilmi sadece kontrol ettiği laikleştirilmiş okullara vermek ve kastettiği İslam olmayan BATI TİPİ ÜLKE yapmak büyük amacındaydı. Tazyikler üzerine kalktı tekke ve zaviyeleri bir düzelmeden sonra yeniden açacağım dediyse de inanmayın bu bir ayak oyunuydu.  Çünkü rejimin düşmanları buralardaydı ve etkisizleşmesi için kapanmalıydı. Alevileri Laik bir Cumhuriyete teminat gibi düşünmüştü aslında. Fakat tekkelerden en çok onlar etkilenmiş üstüne üstlük Dersim’de kıtır kıtır kesmişti. Fakat düşman ilahlaşmış ve aleviler bütün bunlara karşı cemevlerinde onun resmini anıyorlardı. neden böyleydi acaba? Sünnileri yola getiren laiklik olduğu için sünni alevi mücadelesinde buna çok ihtiyaçları vardı demek ki.

 

Alevilerin gerçekten din anlayışları da laik olabilir miydi? Orucu tutmazlar, namazı kılmazlar, gel iki kadın kız karışık dönelim eyvallah eyvallah..  Bir çok alevi ataizme kayıyordu. Acaba bu neden böyleydi? Onlardaki imanı koruyucu ve besleyici formel ibadetler olmadığından mıydı? Allah ve Peygamber onların bu ala bula tavrından dolayı destek vermiyor muydu onlara? Onlar biz aleviyiz diye ahirete gittiklerinde gerçekten Ali Efendimiz onlara şamar mı vuracaktı? Çünkü onun dediğini ve yaptığını yapmıyorlardı. Ali efendimiz namaz kılıp oruç tutmuştu. Bunlar bunu yapmıyorlardı. o halde nasıl bir tabi olmaktı.

 

Halbuki seven sevdiğine tabi olmalıydı. Tabi olmadıklarına göre sevdik diye yalan mı söylüyorlardı. Cevabı biz verelim: EVET. Çünkü ahirette toplaştıklarında kendilerini kurtarmak için “Biz Ali’den yanayız” diyecekler. Ali efendimiz onların perişan haline bakıp “Ben onlardan değilim” diyecek. (gelsinler bir de bana sorsunlar) Neden 6 guruba bölünmüşlerdi? Hangisi doğruydu? Allah selamet versin…Fakat Laikliğin teminatı olarak her hükümet de bunları kullanacaktı. Onlar ise çoğunlukla CHP’yi tercih edecekler çünkü rejimi savunan bu partiydi. Ancak gel gör ki CHP’nin solculuğunu da benimsemekten geri durmayınca zaten noksan olan imanları da büyük yara alacaktı. İçlerinden ne kadar hızlı bağıran Lenin’ciler de çıkmıştı. CHP ise darbelerin gölgesi hariç sürekli muhalefette kalınca doğrusu iş bulamazlar gibi görünse de muhasebecilikle iş adamlarının vergi hırsızlığına ortak olacaklar ve bürokrasi de çok okuyarak elleri birbirine kenetli daima laik bir koltuk bulacaklardı.. 

 

Aktif Genç Müslümanları Laik MHP mi Kontrol Ediyor?

MHP yaklaşık %15 civarında taraftar bulabilen bir parti olarak yaşamını sürdürüyor. Bu partinin içi genellikle genç, canı kaynayan kitleden oluşuyor. Eğer bunlar kontrol edilmezlerse bu ülkede İslami Devrimi yapacaklar da bunlar olabilirdi. Dindar görükenler paspal payeydi ve bunların cihad kabiliyeti kalmamıştı. Fakat bu gençler tehlikeliydi. Bunların İslam’dan arındırılması gerekiyordu. Laik söylemler gittikçe teşkilatta yaygınlaştırılıyordu. “dininizi söyleyip riya yapmayın” gibi. Rahmetli Muhsin başkan aslında MHP’deyken oraya İslami bir kimlik vermek istediği için görevden alınmış o da Özal’ın karşı çıkmasına rağmen ayrı bir parti kurmak için yardımını da talebetmişti. İşte bu İslam’ın partiden dışlanmasıydı.

 

MHP ırkçı bir parti olup Kuran’a aykırıydı. Fakat Mustafa’nın bir prensibi de milliyetçilikti. Gerçekten milliyetçilik kaynaştırıcı bir rol üstlenebilir miydi? Çünkü Almanya ve İtalya gibi ülkelerde ırkın üstünlüğü esasına dayandığı için “Ne mutlu Türküm diyene” “Ey Türk milliyeti, …………” gibi söylemler bu amaçla söylenen şeyler olarak nihayet bu yıllarda eleştiri alır oldu. Çünkü Kürt problemi çözülemiyordu. Fakat laiklik yüzünden bir türlü din kardeşlerine çıkılamıyordu. Zira yeteri kadar yetişmiş bilinçli fakat akıbetini düşünmeyen aktif İslam düşmanı vardı. Aslında bunlar da müslüman olduklarını ya da müslümanlığa karşı çıkmadıklarını söylüyorlardı. Fakat devlette olmasın diyorlardı. Oysa Hz. Peygamber İslamın yaşamın her alanında olduğunu söylüyor ve kendisi dindar olarak ordu komutanlığı, savaşta toplu korku namazı kılıyor, dindar olarak anayasa (Medine Sözleşmesi) , dindar olarak devlet başkanlığı, dindar olarak mahkeme başkanlığı, dindar olarak ilim yapanlara (Ehli Suffa) rektörlük yapıyordu… Dolayısıyla bu açıklamalara göre her laiklik sözü tam bir küfür olmuyor muydu?

 

MHP bir beşeri ideolojiydi. Her beşeri ideoloji TAGUT’tu Kuran’a göre ve Allah’ın görevlerini üstlenerek ŞİRKE sebebiyet veriyordu. İslam’da din kardeşliği vardı ve Hucurat süresinde (10) Allah “Müminler kardeştir” diyordu. Halbuki milliyetçiler arasında şamanlar, hırıstiyanlar ve ateistlerde vardı. Oysa Allah bunları reddediyordu.. Bu parti içindeki herkes Allah’a şirk mi koşuyordu? Bu partinin başında bulunanlar aslında namaz kılıyorlardı. Bu nasıl olacaktı? İslam’a göre bunlar namaz da kılsalar da konumları TAGUT olup ahirette ATEŞ cübbesi giyeceklerdir demezsek bunları korkutamayız ve islamın tebliğ gücünü yükseltemeyiz. 

 

MHP’nin dayandığı Kuran ayeti “Biz sizi kavim kavim kavim yarattık ki birbirinizi tanıyasınız diye” şeklinde. Efendimiz daha sonra kalktı asabiyetin (ırkçılığın) yasak olduğunu söyledi.  Sahabi bu hadisten korktu ve dedi ki, “Ya Rasulüllah kavmimizle hiç mi ilgilenmeyeceğiz” deyince. Dedi ki; elbette onların ihtiyaçları ve sorunları ile ilgilenebilirsiniz” dedi. Bu kadar. Çünkü Rasulüllah Ümmeti kıracak her alt birliği kırıyor ve yardımlaşma ve dayanışmayı bütün dünyadaki müslümanlar boyutuna çıkarmak istiyordu. Siyaset sadece Ümmeti Muhammedin en üst boyutunda olmalıydı. Yani bugünkü Avrupa Birliği anlayışını aslında Efendimiz 1400 sene önce seslendirmişti. Müthiş bir tespit. Bu ancak ona yakışır.

 

Şimdi gel sen deki Allah kavim dedi diye, o halde ben de kavim diyorum diye ortaya çık ve müslümanları, Kürtleri ve daha niceleri böl. Edepsiz. Namazlarınız sizi çarpsın.. Arapların Baasları da senden farklı davranmadı zaten. İslam, Laik mustafa’larla Milliyetçi Devlet’lerin Baas’ları altında bir FETRET devleti yaşıyor diyebilirsiniz.  

 

İslam’da parti yoktur. Demokrasi yoktur. Cumhuriyet ve seçim vardır. Seçimde seçmenin oyunu yönlendirecek deleğe ve partinin seçip seçmenin önüne koyması gibi engeller asla yoktur. Herkes fert olarak bölgesinden seçilir gelir, kardeş olur ve İslamı ve ihtiyaçlarımızı nasıl karşılarız diye birleşirler.  Var olan bütün partiler bir ideolojiyi temsil eder ve TAGUT’tur. İnsan sadece seçim vakti geldiğinde hangisi ehveni şer ise ona gidip oy verebilir. Eğer bu laik partilere üye olursa partinin laik özelliğini ve ideolojisini de kabul etmiş olur ki küfre ortak olmuş olur. Makul olanı seçim zamanı biter bitmez bu siyaset işinden uzak durmak fakat hükümeti kontrolden uzak durmamalıdır. Asıl önemli olan halkın bu denetimini İslam’da olduğu gibi %50-%50 seviyesine getirebilmektir. Her yönetim öğüde ihtiyaç duyar der Siyasetname yazarı Nizam-ül Mülk. İşte öğüdü halk vermeli.

 

Müslümanlık ve Müslümanların yumuşatılması

……………………………..

…………………………….

işleyebiliriz inşaallah

 

Rejimin İlahı Mustafa

Rejim bütün insafsızlığı ile bodoslama gidiyordu. Rejimin bir İLAHA ihtiyacı vardı. O da hem askeri başarıları olan hem de siyasi etkinliği ele geçirmiş bulunan, her kararı içki masasında bile olsa anında alabilen, her duruma önce uyum sağlamış sonra durumu kendine uydurmuş, her kağıda takılır bir jokerr olan  Mustafa Kemal’di. Olursa bu kadar olurdu. Fakat gözünün şaşılığı, sesinin kadın sesi gibi inceliği, kahveyi şekerli içmesi enterasandı. Oysa Osmanlı keskin görüşlü, kalın ve tok sesli ve kahveyi sade içerdi. böyle bir liderin anlamı neydi?

 

Kişi dindar olsa bile laikliğin ne olduğunu idrak edemiyordu. Zaten yaşayışı Osmanlı’nın son dönemindeki toplumsal bozulma ile eşdeğerdi. İnsanlar doğrudan Allah’a değil menfaatini ilgilendiren kanunlara bakıyorlardı.  Mustafa Kemal’in bir kozu da askerdi.  Onların rejimi koruyucu olarak kullanılması gerekiyordu. ilişkisini kesmedi. Ve öylede oldu.. şimdiye kadar geçirdiğimiz darbeler için sanıyorum bir vasiyetname belki yazmadı. Ama yetiştirdiği sadık  …… leri onun arzu ettiğinden daha ilerisini yaptılar. Bugünkülerinin üçte birini ilahi huzurda ülkeye sadık olarak gördük. Geriye ne kadarı kalmıştı? Kim kimi eler sahi şimdi? Hangi sistemi uyguluyorsunuz? Gücü gücü yetene sistemi..

 

Türkçe Ezan

Nitekim halk sadece ezanın Türkçeleştirilmesinde tavır koydu. Ya camiye gitmedi, giden de sarığı boğazına bağlanarak sürüklendi. Asker ve jandarma görevini iyi yapıyordu. Bütün kararlar fütürsuzca alınıyordu. Hiçbir engel yoktu. Mehmet Akif’e Türkçe Kuran Meali bilinen amaçlar için verilmişti. Arkasından Elmalılı Hamdi Yazır bir çok önemli karara fetva verdikten sonra (Sultan Abdülhamid’in Hal edilmesine icazet veren de buydu)  bilinen tefsirini yazdı. Bu tefsir ne kadar içi teknik bilgi ile dolu olursa olsun, CİHAD ruhundan yoksundur. Cihad ise İslam’ın temel ruhu’dur. Çünkü siparişi verenler böyle istiyordu. O da öyle yazmıştı zaten. daha sonra bu durumu üstü kapalı olarak ifşa da edecekti)

 

Dini, Laiklikle ve Laik Kitleler Yetiştirerek Kontrol Etme

 

Sonuçta Mustafa Kemal İslam’dan uzak kalmamış gibi görünmesine rağmen esasta dini kendine uydurmak, kullanmak ve onu zayıf düşürerek etkinliğini azaltmak amacında olduğu imanı kavi Müslümanlarca anlaşılabilecektir.. Zira laiklik şartına bağlanmış bir Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapacağı, bütün Müslümanların şuurunu laikliğe çekmek ve bulandırmak olacaktır. Bir tefsir ve Buhari tercemesi meclis kararıyla olmuş, ancak oralarda yer alan tercüme dini bilgileri hiç bir zaman devlette kullanmamıştır. üstüne üstlük askere bile 281 sahife (Ahmet Hamdi Akseki’ye) din kitabı hazırlatmış ancak verilen talimat LAİKLİK olduğu için bunların hiç kimseye devlette karı olmamıştır. Bütünüyle cihaddan yoksun kitapların insanlar üzerinde kalıcı ve aktifleştirici etkisi olmamıştır.

 

Diyanetin kuruluş yasası ve anayasaya konulacak maddesi önce “kendi kuruluş kanununa göre uygular” şeklindeydi. Lakin Celal Bayar bunu yeterli bulmaz ve kıraldan çok kralcı hesabıyla “… Laikliğe göre uygular” diye çevirir. Aynen bugünkü gibi. Müslüman görünüp kafir gibi karar vermek ve benzeri ikilemler bu uygulamanın en belirgin özelliğidir. Camide Müslüman, işinde kafir gibi, evde zalim tiplemeleri İslamın her yere sirayet ettirilmemesinden kaynaklanan vazgeçiremediğimiz pisliklerdir.

 

Efendimizin sünnetleri evinde kıldığı bilindiği halde buna riayet eden bir Müslüman bulamazsınız. Her şey camide başlar ve biter. Eve, dükkana, yola, dağıtılacak, hayatın içine zerkedilmiş bir zikir kalmaz. 

 

Neden hiç bir Diyanet İşleri Başkanı hapis yatmıyor? Ne oldu, ne oldu, yeni bir Vahiy geldi de İslam ile Laiklik barıştı da bizim mi haberimiz olmadı diye bu günkü başkana yazdık.  Kısmet bunaymış na’palım?

 

Allah’ı Yaratan Mustafa

Mustafa Kemal 1934 te Kütahya’daki konuşmasında “Allah’ı insan yarattı” dedi çıktı. Bu beklenen bir şeydi. Batıdaki inkarcı akımların kitapları da Türkçe’ye tercüme edilmiş ve ihtiyaç duyanların eline kutsal kitap olarak verilmişti. Bunlar Oryantalistlerdi ve pozitivist akım bütün dünyayı kavuruyordu. Bunları da… Görmediğime inanmam derseniz bütün mana alemini inkar edin gitsin.. onlar da öyle yaptılar. Dinleri madde, ilahları da mustafa Kemal’di ki ne kadar çok taraftar bulmuştu? Neden böyleydi?

 

Osmanlı bize az mı Müslüman devretmişti? Yoksa her isteyenin istediğini görüp bulacağı bir oportünist (fırsatçı) bir ilah tiplemesi (Mustafa) bizi ateşe o mu götürüyordu.? Acilen Mehdi’ye ihtiyaç vardı. neden İslam alimleri toplu çıkış yapamadı.? hem dinini hem ülkesinin geleneklerini meczeden bir tek Mehmet Akif’miydi. Yoksa Çanakkale ve İngilizlerin  batırdığı gemilerdeki İslam alimlerinin telef olması yüzünden Mustafa’nın işleri de kolaylaşmış mıydı? Gerçekten bir pis canı için sinip de İslam’ı savunmayan alimlerin CANI ÇIKSIN. Çünkü alimin en önemli vasfı doğru bildiği İslami bir bilgiyi zalim devlet adamına karşı söyleyebilmesidir.

 

Cinsini bilen düşmanını da bilir. Cinsinden ayrılan düşmanının kucağına oturur

Benim akrabalarım bile O’nu (Mustafa’yı) öylesine seviyorlar ki, dedikleri tek şey “O bir kahraman. ülkeyi o kurtardı. onun sayesinde yaşıyorsun, onun sayesinde namaz kılıyorsun vs.  vs.. ” bunu diyenlerin İslam ile bağına bakıyorum=Namaz kılmıyorlar. Bunun anlamı şu olsa gerek: Ceylan kendi ait olduğu cinsinin özelliklerini bilir ve yaşar. Sonra döner benim canıma kim kastediyor der ve onu tanıyıp (çita) ondan uzak olan açık alanlarda yayılmayı tercih eder. bu ideal bir düşünüş ve ona uygun yaşayıştır. Şimdi bu örneği insana uyguladığınızda namaz kılmamak demek Müslümanlar kitlesine dahil olmamak anlamına gelir. İmamı Azam “namaz kılmayan kafir olmaz ama kafir de namaz kılmaz” diyerek çok açık bir cevap vermiştir zaten.

 

İşte siz Müslüman olmayınca düşmanınızın kim olduğunu da bilmenize imkan yoktur artık. varın gidin düşmanınızın kucağına oturun ve onu ilah sayacak kadarlık bir sevgiyle sevin. İşte Allah’ı aciz bırakıp “O bizi kurtardı” diye tapının durun.. Ancak ALLAH’ın  daima bir B planı vardır ki sizin belinizi kırar.. fakat biz sizi son nefesinize kadar Allah’ın dostlarını sevip düşmanlarından kaçmaya davet ediyoruz. lakin şart hakiki Müslüman olmaktır. yani ALLAH’a ŞİRKSİZ DOST OLMAKTIR. ama siz hem Allah’ı hem şirkimi severim diyorsunuz. Ne şiş yansın ne kebap??Bize de bir kebap söyleyin? 

 

Mustafa’yı Kaybettik, Yaşasın “Kaybettiğimiz Mustafa”

Mustafa Kemal sirozdan hastalanıp da Dolmabahçe’ye sıkışıp kalınca 22.10. 1938 de bir son nefes çıkışı yaparak birdenbire Müslüma kesilir ve ölümün  etkisiyle “ İslam dinimiz devlette ve her yerde uygulanmalıdır” anlamında bir çıkış yapar.   Başında bekleyen doktorların arasında Yahudi olanlar da vardır ve kendi yetiştirdiği yerlilerin de katılımıyla ipi çekilir. Halbuki aynı yıllarda Avusturya’da siroza ilişkin etkili ilaçlar geliştirilmişti aslında. Bu ilaç hiç duyurulmaz ve bilinen son 9. 11. 1938’de gerçekleşir. (saat 2 veya 3 sularında ölmesine rağmen ) bu saklanır.

 

Çünkü O’nun ilah olması kadar bu ilaha hürmet ve hizmet edeceklerin mesai saatına uygun bir ölüm saati olmalı ki insanlar işlerine saat 9′da gelir gelmez saygılarını rahatlıkla sunabilsinler ve bu ölüm sürekli ve uygun saatte devamlı anılarak fikirleri ve yaptıkları ölümsüzleşsin. Saat 9′u 5 geçe. ne kadar stratejik bir karar değil mi? işte şimdi bir türlü öldüremediğimiz mustafanın ilahlığa itiliş serüveni. demek ki O kendi elleriyle yarattığı canavarlar önce onun canını almışlar, arkasından da O’nun ilah olmasından büyük menfaatler bekledikleri için ilahlaştırmanın eksik ve devam eden ayaklarını kurmuşlardı.

 

Ve bu ayaklardan menfaat edinme inanın hala devam ediyor… Yukarıda yazdığımız onun son İslami söylevini Allah kabul etmiş olabilir veya olmayabilir. O hakettiğine ulaştığı için dinen bir şey söylemek yanlış olur. Hazreti Rasulüllah Efendimiz böyle buyurdu. Ancak O’nun ilahlığı bu gün de taraftar toplayarak Müslümanları küfre götürüyor. Acı olan da bu… Dolayısıyla sizin yaşadığınız şu anda ve gelişen şu durumlarda yani karşınıza çıkan bu veriler karşısında sizin ne yaptığınız önemlidir artık.

 

Mustafa’nın mezarında yatamaması, yahut toprağın onu dışarı atması gibi anlamsız cahil saldırıları okumuş insanlar arasında bile taraftar buluyor. Bu çok yanlış. İlah oldu ya, uzun süre ilaçlarla korunmaya çalışılınca patlayıp durdu. Baktılar ki ilaçla baş olmayacak artık altını kazıp toprağa verdiler üzülerek. Hitler mübarek onun beyni karşılığında ne büyük paralar teklif etmişti de İlahımız diye vermemişlerdi bu mübareği…. Zira kişi bu günkü belaları tamamiyle bu tanımlamayla Mustafa’ya yükleyince “Günah Keçisi” bulunmuş oluyor ve kişi artık kendi yapması gereken şeyleri de atlayıp ondan dolayı oldu deyince artık oturup kalıyor. kendine şimdi düşen sorumlulukları unutuyor ve artık “Kahrolsun Mustafa” şarkısıyla avunup İslami görevlerinden sarfınazar ediyor. Bu yüzden bu tür abuk subuk düzme hikayelerden toplumu uzak tutup insanları  yapması gerekenlere yönlendirmek daha akıllı ve imani bir görevdir. Unutmayınız…

 

TEVHİD, Cumhuriyetin küfrünü söylüyor, lakin duyuracak cesaretli alim kalmadı. Niye mi? Küfür tedrisatı kendine göre değiştirerek kendi laik tercümanını geliştirdi. Yaşasın laik İlahiyatlar.. Yaşasın Laik ve yumuşak İslamiyet…

 

Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım.  Önce dindar mısınız yoksa öylesine bir hayat mı yaşıyorsunuz? İslam’a gönül vermemişseniz bunları okumanın bir manası yok.

Biraz da tevhidden bahsedelim. TEVHİD: Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla bitmez. Allah’a kural koyucu olarak “boyun eğmek”de gerekir. Bu İslam’dır ve VAHİY bütün hayatı kapsar. Kim inanmaz, veya eskidir, eksiktir, yetersizdir, sorunlara cevap vermez derse imanı yarelenir ve şirke yol alır.

Her beşeri ideoloji TAGUT’tur ve ALLAH’ın yerine geçerek ŞİRKE sebebiyet verir. örneğin ülkeyi filanca kurtardı demek Allah’ın kudretini o insana vermek demek olur ve o kişi kendi ideolojisi içinde zaten sahte bir ilah olduğundan şirk oluşur. Bu ise tam bir küfürdür. kişi Allah’tan af dilemezse bu sahte ilahla ahirette haşrolur ve beraberce yanar. Bu yüzden bir kişinin daha başlangıçta laikim demesi İslamı inkar anlamına gelir ve kişi dinden çıkar. üstüne üstlük bir de filanca kurtardı derse küfrü pekişir. Artık gider ve manasını idrak etmediği bir cuma kılar ve gelenekselleşmiş bir cuma Müslümanlığı ile cennet arar. Halbuki miracı Mustafa’yadır. ona bir söz edecek olursan seni orada öldürür, konuşturmaz. Baba ise evladını evden kovar..

 

Görüleceği üzere İslam’ı yalnızca cami ve eve hapsedip devletten dışlamak tam bir küfür örneği. Siz sanıyorum Allah’a inandık demekle iş biter sanıyordunuz değil mi? Allah yücedir o yüksekte dursun ancak ben kendi işimi kendim yapayım diyordunuz değil mi? Yükselterek dışlama…

 

Yok öyle dava. O, bütün mülk benim demiyor mu? Benim hükmüm geçer demiyor mu?  “Mülkün ve bütün makamların sahibi ancak o’dur. … O kalplerdeki gizli ve açık olanların hepsini bilir” (AYET) Emrimi tutmayanlar  zalim, kafir demiyor mu? (Maide suresi) Peygamberime itaat edin demiyor  mu? Peygambere itaat eden bana itaat etmiştir demiyor mu? Peygamberi Medeine’de bir anayasa yapmadı mı? Bu devlet içinde dindar bir peygamberin siyaseti ve devlet kurması değil mi? Dindar ama komutan değil miydi? Savaşın içinde hem de toplu namaz kıldırmadı mı? Sonra ayette “sen atmadın O attı” deyip galibiyete sahip çıkmadı mı? Savaşın içine giren bir Allah ve siz Allah’sız (Laik) bir devlet istiyorsunuz.. Dindar ama devlet başkanı değil miydi? Din ve devletin ayrıldığını görebiliyor musunuz burada?

Cihad İslam’ın en büyük kozu. Bütün oyunlar bizi bu kozdan uzaklaştırmak üzerine oynanıyor fakat bizim safların haberi yok. Namaz kılarak bilinçle İslam için mücadele etmeyi göze alarak ümmet olmamış bir insan nasıl cihad edecek? Yanisi şu ki; bu cumhuriyetin bir amacı yok ki uğruna cihad etsin!!! İçi kokuşmuş laiklerle dolu. İman küfre dönmüş. İnsanlar Yaratanı bırakmış yaratılana tapar hale gelmiş. Modern Batı’dan şu üç tehlikesi ya da tuzağı ciğerimize saplanmış:

1-Allah dursun, insan öne çıksın (Kendine iyi bak!!)

2-Vahiy dursun, akıl öne çıksın (Akıl=Laiklik)

3-Din dursun, ilim öne çıksın  (Sosyoloji, determinizm, bir şey bir şeyin sebebidir, Allah’a gerek yoktur) 

 

Batı’nın küfrü kahrolası laiklik

Batı’da ortaçağda Hırıstiyanlık bozulunca kilise de güçlenince ilmi gelişmelere papazlar da karşı çıkınca bu bozuk dini insanlar terkettiler. Yani o dini terkettiler ve adına Laiklik dediler. Fakat bizim dinimiz bozulmadı ki onlara bakıp neden terkedelim?Laiklik adına dini terketmek KÜFÜRDÜR.

 

Ben size şimdi soruyorum. Laik misiniz? Müslüman mısınız? Siz diyeceksiniz ki “Ben hem Müslümanım hem laikim” değil mi? Yok öyle dava. Yok öyle üç kuruşa beş köfte… Yemezler aslanım..

 

Sonuç olarak Laiklik İslam’ı her yerden silmeye çalışan bir pisliktir. Rakiptir. Dinsizliktir. Ve Küfürdür. Devlet bizim dışımızdaki başka insanlar ya da olaylar neticesinde laik olmuş olabilir. Ancak siz laikim diye ortaya çıkarsanız bu küfürden yana olduğunuz ve İslamın heryerde uygulanması için bir çaba da göstermiyeceğiniz anlamına gelir ki bu en azından münafıklığın bir şubesi sayılır (Hadis)

 

Allah Kuran’ı Kerim de 4 ayrı kelime ile kendi askerlerini anlattı. Hizbullah, cundullah gibi. Demek ki onun da askerleri vardı. O da kendisi için savaşacak yürekli dostlarını arıyordu. Bu kardeşiniz iyi bir Allah askeridir. savaşlar kazanmıştır gülüm..

 

Eğer laikseniz doğrudan doğruya Mustafa Kemal’in askeri olmuş olmuyor musunuz? Mustafa Kemalin askeri iseniz laik olmuş olmuyor musunuz? Laik iseniz Küfür üzere olmuş olmuyor musunuz? Bu halinizi düzeltmeden giderseniz sizi bir ateş bekliyor olmasın?

 

Müslümansanız Allah’ın askeri olmuyor musunuz? Müslümanlığa rağmen hala Mustafa kemal’in askeri olmakta devam mı ediyorsunuz bre gafiller. Çünkü ülkeyi Allah değil o zat kurtardı değil mi? İki de tercüme yaptırdı o halde onu izleyebiliriz artık, velev ki o tercümeleri devlette uygulatmasa bile değil mi? Zaten siz de düşündüğünüzü yaşamıyordunuz değil mi? “Ben inanıyorum ya bu yeter. Mustafa’dan da ayrılmam Allah ayrılmam. onsuz yapamam. Zaten ben gördüğüme daha çok inanırım. Mustafa peşinci Allah veresiyeci!!!”

 

İşte çatlak burada sevgili okurlar.. Müslüman ım deyip de laik olmak. Öyle ki müslümanın düşünce tekniğini bile İslam’dan koparıp materyalist düşünce tekniğine getiriyor laiklik. İnsan DİNLİ olmaya yatkın yaratıldı. Laiklikte din olmayınca yerini materyalizm dolduruyor. Buna Müslümanlar da dahil. İlk yüzde yirmi beşe CHP laikliği desek. Geri kalan % 75′in üçte biri MHP içinde laiklik kontrolünde  desek. Ak Parti’ye oy verenler arasından da %25 desek.  Böylece bu ülkenin %75′i LAİK ya da sempatizan olabilir demektir. İşte hiç bir siyasetçinin göze alamadığı laik seçmen ihtiyacı bunu gösteriyor.

 

Konuşmanıza dikkat edin Tayyip Efendi. Diyanet İşleri Başkanı bile insanları kurtarmak adına “Laiklik İslam’da yoktur” diyemiyor. Çünkü canı tatlı Allah’ın belası. İnsanlar ateşe gitmiş önemli değil. Biz siyasi iktidarla uyum içinde çalışmalıyız diyor da İslam’a uymak zorunda olduğunu hatırlamıyor bile. Allah “Müminler kardeştir” dedi fakat “mümin olmayanlar kardeştir” demedi. Sen ise zorla herkesi kardeş yapmaya çalışıyorsun. Halbuki Müminin en önemli 10 özelliği ibadetler manzumesidir Müminun suresinde sayılır. Sen otur önce ibadet etmemenin cezasını gençlere bir anlat da biraz korksun ve fing atmaktan bir edep yoluna girsinler. İşte insanlar Allah’ın bu ayeti gereğince artık kardeş olurlar sen merak etme ciğerim…

 

Eğer bu laiklerin bir ayakları çukura girmeden akılları başlarına gelmezse  ahiretleri “yandı gitti gülüm keten helva” Onun için ben Laiklerin yaşlanmışını severim.

 

Doğruları bilmek ve doğruların yanında olmak rejimin reklamlarından sizi korur. İnsanlar doğruyu bildikleri halde gider yanlışla beraber olur. Şu bize Kırşehir yolunda Süha Turizm’de nasib olan şiire bakın..(kısaltılmıştır)

 

Kaside-i Felek Fi Mahbubu Kelek (Keleğin sevgilisi feleğin kasidesi)

 

Hakka kulluğa bir adım yazsaydı felek

Kullara kullukta bin adım kazdı felek

 

Kula tabiat kul ola riyadır felek

Zalim yabana kel dura revadır felek

 

Kına yakasın el uzat deccale felek

Seni yakasın el mehdi deccal ne felek

 

Kim ki deccalin en yakın dostudur felek

Lakin söylenir en düşman deccaldir felek

 

Kaçtır taptığın bir Allah vareste felek

Cümle ilahın bir senden habersiz felek

 

Ata kurtardı san iman yareler felek

Hakka garazdır bil şirke savrulur felek

 (bu beytin manası: Atatürk kurtardı ülkeyi sanıyorsan bu senin imanını yaralar,

Bu hareketin Allah’a garaz olup seni şirke savurur bunu bil )

 

Allah hakkıdır tüm, Sezar hak etmez felek

Sezar hakkına yaz diyen çarhetmez felek

 

Tevhid kaplasın bu ruhu “illa”dır felek

Felek yarandır bu nefse kaç “la”dır felek

 

Bilir insanlar kim doğru duruyor felek

Lakin toplaşır bin yanlış yerde “la” felek

(Bu beyt insanların doğruya rağmen eğrinin yanında

toplaştığını ifade eden sosyolojik bir tespittir.)

 

“la” yı bilip de bir “illa” demezsin felek

“İlla” imandır bir Allah demezsin felek

 

Ahi ahmedin tek derdi tevhiddir felek

Felek kulların tek aşkı şeytandır felek

 

Ya Rabb canımı al, yazma mihnette felek

İman yarimi sal cana cananla felek

 

Aksi halde: Adamın biri cennete gitmiş. fakat bir müddet sonra sıkılmaya başlamış. Yan taraftaki cehennemden de şarkılar türküler oyun havaları sesleri geliyormuş ve insanlar da oynuyormuş. Bunu duyup dururken meleğe demiş ki “ben öbür tarafa geçebilir miyim” deyince. Melek de bunu kabul ederek “yalnız geri dönemezsin” demiş. o da kabul edip yollanmışlar beri tarafa. fakat oraya varınca bir de ne görsünler. insanlar sacların üstünde yana yana bağıra bağıra zıplıyorlar. bizimki meleğe dönüp, ama benim gördüğüm başkaydı deyince. melek şöyle demiş. “O GÖRDÜĞÜN REKLAMLARDI”  

 

Şimdi nasıl üzülmezsin 16 yaşındeaki çocuklara da tanımadığı görmediği bir adamın askerliğinden dinsiz laikliğine, laiklikten gelecekteki toplu dinsizliğe…  Tepişen katır babalarını artık feda ettik gitti.  Siz kaybettiklerimizden olmayın. Bana gelin.. Ben iyi bir Allah askeriyim (hem de savaş kazanmış) sonra imamıyım sonra da aşığıyım, sonra kalemiyim: size feda edecek en değerli zenginliğim  GÖNLÜM VAR…buyurun… (Bizim irşadımız şiirlerimizledir. Okuyanlarını önce teskin eder, sonra imana yol açar. Hangisini okursanız okuyun Allah’ın izniyle bu böyledir inşaallah. Test edilmiştir)

 

 

5 Haziran 2013
Okunma
bosluk

Allah yoluna

Dostlarım gelin

Allah yoluna

Kurbanım gelin

Allah yoluna

 

Dünyanın sonu

Dutmaya kolu

Nicedir hali

Allah yoluna

 

İmanı kavi

Eyleye hemi

Süresi nazı

Allah yoluna

 

Karagün gele

Cümleyi çeke

Salasız güne

Allah yoluna

 

Kararır gözler

Büzülür tenler

Sen misin derler

Allah yoluna

 

 

Ağlarım eller

Güllerim kullar

Ümmetiz bizler

Allah yoluna

 

Sadakat eyle

Merhamet ele

Muhammed bile

Allah yoluna

 

Celalin dursun

Cemalin gülsün

Niyetin olsun

Allah yoluna

 

Dostunu seçer

Zoruna kızar

Amelsiz nider

Allah yoluna

 

Evvel kararmış

Gelen göçermiş

Sebep nidaymış

Allah yoluna

 

Kondu geldiğim

Anda öldüğüm

Ateş aldığım

Allah yoluna

 

Dünya mülkündü

Dostun canındı

Yitti anındı

Allah yoluna

 

Kararım kavi

Kardeşim ahi

Ümmetim dahi

Allah yoluna

 

Tevhiddir aşkım

Muhammed yolum

Şu soyha ölüm

Allah yoluna

 

Ağlar diriye

Kızar ikiye

Adım deliye

Allah yoluna

 

 

Kalbin pasını

Şirkin sazını

İman kazıdı

Allah yoluna

 

Ahi ahmedi

Öle kıymeti

Aşık eyledi

Allah yoluna

 

 

aşık ahi kul ahmede nasibdir

11 Temmuz 2012
Okunma
bosluk

TAKVA

Takva:
Kuran nazil olmazdan önce Arapça da Takva (fiil halinde ittika) insan veya hayvan gibi canlı varlığın dışardan gelebilecek tehlikeye karşı savunması anlamına geliyordu. Kuran-ı Kerim geldikten sonra bu kavramı genişletti ve maddi tehlikeden ziyade manevi azaptan ve buna götürecek kötü işlerden korunmak kaçınmak anlamlarını yükledi.

Örnek olarak;
- Şirkin her çeşidinden yüz çevirmek ( kurban bayramı süresince getirilen teşrik tekbirlerini bu anlamda değerlendirebiliriz .
- İslam’a girdikten sonra büyük ve küçük günahlardan kaçınmak
- Kalbi Allah’ı zikretmekten alıkoyacak her türlü meşguliyetten arındırmak
- Hayatın tümünü Allah için yaşamak

Ebu Hureyre (ra)nin rivayetine göre peygamber efendimize soruldu:
“İnsanları cennete en çok hangi amel sokar?”. Buyurdu ki
-“ Allah’tan ittika etmek ve güzel ahlak”
-“ İnsanları cehenneme en çok hangi şeyler götürür?” diye sordular.
Buyurdu ki;
– “Ağız ve edep yeri ( şehvet)”

Ebu Ümame (ra)nın rivayetine göre peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“ Müminin faydalandığı en iyi nimet Takvadır”

Takva sorumluluk bilinci oluşturulduğu zaman ancak gerçekleşir.
Bir miktar korku duygusu Takva’yı etkin hale getirir. Ancak karşı etki olarak ümit ve sevgi ise onun isteyerek yapılmasını sağlar ve derecesini yükseltir. Böylece imanın ümit ve korku arasında gerçekleşmesi sağlanmış olur.

Takva en hayırlı ve koruyucu elbise olarak tanımlanmaktadır Kuran-ı Kerimde

Rüyalarda da Takva bir cübbe olarak görülmektedir zaman zaman. Nitekim Hz Ömer rüyasında kendini uzun bir cübbe içinde görmüş ve ertesi gün bunu Hz peygambere sorduğunda o da “ Ya Ömer bu cübbe ve onun uzunluğu senin dininin (Takvanın) derecesidir” buyurmuştur.

“ Fücur dediğimiz şey ise bu Takva elbisesi yırtan şey olarak değerlendirilir ve kişinin nefsine aşırı derecede tabii olması anlamına gelir”

İman insandaki deruni (iç) yaşantıyı,
İslam ise Allah’nın kanununa teslim olarak yaşamayı,
Takva ise hem imanı hem de teslim olmayı (islam’ı) kapsar.
Nitekim Kuran’ı Kerim’in Bakara suresi 177. ayetinde “birr” (iyiliği) anlatırken imanın gönüllerde kök salmasını gerektiğinin ve zahiri davranışlarının tek başlarına yeterli olmayacağının altı çiziliyor.

Allah için kesilen kurbanların etlerinin değil, mü’minlerin Takvasıyla Allah’a ulaşılacağını Allah’ın ölçülerine uymanın da kalplerin Takvasında olduğu belirtiliyor. Kur’an, namaz, zekat, cihat gibi ibadetlerinin, kalbin takvasın olmadan birer mekanik hareketler olacağını tekrar tekrar vurguluyor

Takva imanı bir görevdir.
Allah’a karşı takvalı olmak gerekir.
Korkulmaya layık olan yalnızca Allah’dır.
Allah’a kulun ancak takvası ulaşır.
Takva Allah’ın açık emridir.
Allah’ın emirleri ve hükümleri ancak takva bilinciyle anlaşılır ve uygulanabilir.
Takva Hz peygamberin tavsiyesidir.
Bütün peygamberlerin ortak daveti takvadır.
Bütün selef takvaya önem vermiştir.
Bir kul gücü yettiği kadar takva üzere olmalıdır.
Takva en hayırlı azıktır.
En güzel elbise takva elbisesidir.
Takva kerametin sebebidir.
Müttakiler insanların en keremlisidirler.

Müslim isen zarar kılma komşuna
Mü’min olup güven eyle her kime
Müttaki dur sakındığın şüpheye
Dost bilip de Muhsin kulda sır ister

ahi kul ahmed
ahikirsehir.com

Mü’minler takva hususunda yardımlaşırlar.
Takvaya yeterli bir İslami bilgi ve bilinen şeyle amel etmek ulaştırır.
Takva; Allah’ın kuluna bir hediyesidir.
Takva bir miktar murakabe ile elde edilir.
Takva ma’siyet (günah) yollarını gösterir.
Takva nefsin hevasına uymamaktır.
Takva her insanda farklı farklı derecede gerçekleşir.
Allah’ın yeryüzünde ve gökyüzündeki ayetleri müttakiler içindir
Allah kalpleri takva bilinci ile sınar.

Takva Allah’ın Rabliğini idrak etme, şiarını yüceltme, Allah’ı hesaba katma, Allah hakkıyla ibadet, birr (iyilik) ile ilişkili, ihsandan beslenen, sabırla beraber gelişen, infak ile ilerleyen, af, sıdk ve adalet ile güzelleşen veli olmanın şartı, tebliğ vasfı ile kişiyi önder kılar.

İman, ibadet, ihsan, ancak ve ancak takva bilinci ile gerçekleşir. Dolayısıyla takvası zayıf olan bir Müslüman’ın imanı da zayıftır ve muhtemeldir ki beş vakit yerine Cuma namazıyla iktifa ediyor ve namazlarında ihsan seviyesini de büyük olasılıkla bulamıyor denilebilir. Yalnız beş vakit kılıp da takva eksikliği nedeniyle tadili erkânda bir bozukluk nedeniyle ihlâs ve ihsanda da eksiklikler olabilir.

*

ahi kul ahmed

26 Kasım 2011
Okunma
bosluk
kırşehir Son Yazılar FriendFeed

Dili Seç

cami alttan ısıtma
halı altı ısıtma
cami ısıtma
cami ısıtma