Aşıklık ve Ozanlık geleneği konusunda sıkça bazı sorular sorulmaktadır. burada size genel tanımlamalar bir süreç olarak anlatılmıştır. özel olarak kendi yetişme sürecimiz konusunda ileride üç beş şey söyleyebileceğimi umuyorum ömrüm vefa yeterse.
.
İslâmiyet öncesinde şiir yazan şairlere; “Şair” anlamında “Ozan ve Baksı” gibi adlar verilmiştir. İslâmiyet sonrası Anadolu’da; saz eşliğinde veya sazsız şiir yazan şairlere “Âşık” adı verilmiştir.
Şairler, Orta Asya Türk boyları arasında çeşitli adlar almışlardır. Şairlere: Oğuz Türkleri; “Baksı (Bahsı-Bahşi), Ozan”, Altay Türkleri; “Kam”, Yakut Türkleri; “Oyun”, Tonguz Türkleri; “Şaman” demişlerdir.
Ozan; dilimizde “şair” anlamında kullanılmış en eski bir sözdür. Hece vezni (ölçüsü) ile şiir yazan ve söyleyen şairlere, âşık (ozan) denir. Âşık (ozan), gerçekleri olduğu gibi yazan ve söyleyen şairlerdir. Saz ile söyleyen şairlere saz şairi, sazsız söyleyen şairlere de halk şairi denir.
Âşık; terim olarak, on ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda, Hoca Ahmet Yesevî ve Yunus Emre gibi şiir yazan ve ilâhi olarak şiir söyleyen Dinî-Tasavvuf mensuplarına denmekle ortaya çıkmıştır.
Âşıklar, usta – çırak ilişkisine bağlı olarak yetişirler. Özelliklerini, yetiştikleri ve yaşadıkları sosyal çevreden alırlar.
Âşıkların yetişme yerleri çok farklıdır. Köylerde, kasabalarda ve şehirlerde, tekkelerde, medreselerde, asker ocaklarında yetişen âşıklar vardır. Bunlar içinde geleneğe en bağlı olanlar köylerde yetişenlerdir. Bunlar saf şairlerdir. Saf halk şairleri; tabiatı ve gerçekleri olduğu gibi dile getirirler.
Âşıklar, diyar diyar dolaşarak; köy odalarında, kahvelerde ve meydanlarda, şiirlerini okurlar. Bu şekilde şiirlerinin geniş halk toplulukları tarafından duyulmasını sağlarlar.
Âşıklar; gezgin şairlerdir. İlden ile köyden köye gezmişlerdir. Semaî ve meydan kahvelerinde şiirler söylemişlerdir.
Âşıklar; gördüklerini ve yaşadıklarını dile getiren halk kahramanlarıdır.
Âşıklar; semaî, koşma, varsağı, destan, koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt gibi nazım biçimleri ve türleri ile tabiat, ayrılık, ölüm, kahramanlık, aşk ve toplumsal olaylar gibi konularda şiirler söylemişlerdir.
Sazlı saz şairleri ve sazsız halk şairleri, şiirlerini, “cönk” denen ve eni boyundan uzun olan, uzunlamasına açılan defterlere yazarlar. Cönk denen bu defterler Türk Halk Edebiyatı’nın temel kaynaklarını teşkil eder. Edebiyat tarihi bakımından değerleri çok büyüktür. Halk arasında “Cönk”ler, “danadili” diye de tanınır.
Âşıklar, Türklerin Orta- Asya’dan, Anadolu’ya gelişiyle burada da varlıklarını devam ettirmişlerdir. Âşıklara, Osmanlı İmparatorluğu döneminde büyük bir değer verilmiştir. Fatih Sultan Mehmet Han tarafından İstanbul’un alınmasından sonra, doğu ve güney bölgelerinden gelen Âşıkların, İstanbul saraylarında bile büyük ilgi gördükleri bilinmektedir. Âşıklar, Anadolu’nun değişik yörelerinde varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Bazı padişahlar, âşıklara özel ilgi göstermişlerdir. Bunların başında IV. Murat, IV. Mehmet, II. Mahmut ve Sultan Abdülaziz gelir. II. Mahmut devrinde İstanbul Tavuk Pazarında âşık kahvehaneleri vardı. Ün salmış âşıklar burada toplanır, çalıp söylerlerdi. Âşık fasıllarını idare edene “Reis-i Aşikâr” denir. Ve devletten maaş alırlardı. Birisine âşık denebilmesi için önce Tavuk Pazarındaki Âşık Cemiyetine “çerağ” olması gerekirdi. Kabiliyeti olan sonra kalfa, ardından “ehliyetname” alarak “âşık” olurdu. Bu âşıklar, ülkenin her tarafında hükümet adamlarından kolaylık görürlerdi.
Bugün de gerek saz şairleri gerekse halk şairleri, halk şiirinin yaşaması için gayret etmektedirler. Âşıklar; hece ölçüsü ile ve hece kalıplarının 11’li, 8’li ve 7’li ölçüleri ile şiirlerini yazmayı tercih ederler. Âşıklar, milli kültürümüzü, eserlerinde sade ve saf bir biçimde dile getirmektedirler. Âşıklar (ozanlar) gerek kendi dertlerini gerekse toplum dertlerini dile getiren şairlerdir.
Günümüzde Âşıklık geleneği Sivas, Kayseri, Ankara, Kırşehir, Yozgat, Adana, Osmaniye, Konya, Kars, İstanbul, Şanlıurfa, Erzurum, Toroslar ve Doğu Anadolu yörelerinde sürdürülmektedir.
Yunus Emre’den Ozan tanımı
“Ben bir usanmaz ozanım
Derdim vardır inilerim”
“Cümle şair dost bahçesinin bülbülü
Yunus Emre arada dürraclana”
Açıklama: “Şairlerin hepsi dost bağının bülbülüdür. Yunus Emre’de aralarında turaçlanır.” demiştir.
“Yunus gel âşık isen tövbe eyle
Nasûha tövbe ucu kutlu oldu”
Açıklama: “Yunus, eğer âşık isen gel tövbe et, nasihat vericiye tövbe sonu mübarek oldu” demiştir.
aşık ahi kul ahmed derledi.
—BÜTÜN CAHİLLER İYİLİK ETTİKLERİNİ DÜŞÜNÜRLER…
CAHİLİN DE CAHİLLİĞİN DE İLACI YOKTUR…CAHİLDEN SADECE KAÇILIR.. CAHİLLİĞİNİ BİLENLER ZATEN ALİM OLURLAR…HİÇ BİR ALİM CAHİLİN YANINDA DURMAZ VE İLMİNİ SIRRINI CAHİLE ASLA AÇMAZ DA AÇAMAZ DA… ÇÜNKÜ İZİN YOKTUR… ONLAR ZAYİ EDER İLMİ…İLMİN İSTEYENE VERİLMESİNİN SIRRI BUDUR…APTALLARA İLİM VERİLMEZ…
—ZENGİNLER FAKİR KALACAKLARINDAN KORKTUKLARI İÇİN CİMRİ OLURLAR..
ANCAK, CEHENNEMDEN KORKAN ZENGİNLER CÖMERT OLURLAR…
ALLAH C.C. FAKİRİN RIZKINI ZENGİNDEN VERMEZ…. ZENGİN, VERDİĞİ ZEKATI ALDIĞI İÇİN FAKİRE MÜTEŞEKKİR OLMALIDIR… TEŞEKKÜRÜN YÖNÜ BÖYLEDİR…ELDEN GELEN ÖĞÜN OLMAZ, O DA VAKTİNDE BULUNMAZ…İŞ ZENGİNLERE KALSAYDI BÜTÜN FAKİRLER AÇLIKTAN ÖLMÜŞTÜ. HALA AÇLIĞIN SÜRMESİNİN SUÇU ZENGİNLERİN DEĞİL DE YOĞA KILIÇ SALLAYAN AŞIK AHİ KUL AHMEDİN Mİ? ONUN CEBİ DEĞİL GÖNLÜ ZENGİNDİR DOSTLAR….(Büyük Çarşı’daki zenginler sormaya basşladı: “ben de var mıyım bu taşlamanın içinde” demeye. Biz cahilleri saydık ki kaçılacaklar bilinsin kimse zarar görmesin diye. Zenginleri ise saymadık ki hepsi de “ben de mi varım acaba?” diye sürekli ölünceye kadar korkarak kendine çeki düzen versin de iyi yolda olsun diye.
HADİS: zenginler cömert, yöneticiler adil, alimler cesaretli (doğruyu her yerde söylemekte) olduğunda yerin üstü yerin altından hayırlıdır. Zenginler cimri, yönetiler zalim ve alimler korkak olduğunda yerin altı yerin üstünden hayırlıdır…
ANKARA-Kızılay’daki Büyük Çarşı (3. katta) camiinde bir hafta önce ALLAH, zenginlerin sevgisini kalbimden çekip aldı. zira çok darda olan dul fakir ve sara hastası için yardım talebimi hepsi de reddetmişti. biz de zenginlerin dükkanlarını böylece terketmiş ve dükkanlarına uğramaktan uzaklaşmış idik ki. imam bu sırada umreye gittiği için kıraatı, bizimle fikren tartışamadığı için kasıtlı olarak zayıf birisine “sen imamlık yap” demesi, yanlış ve İslam’a aykırı bulunmakla, cemaatin namazının da sahih olmayabileceği için, biz de imam hatip mezunu ve İslam’i araştırmalar yaptığımız için acizane bir kaç vakit imamlık yaptık. Cenab-ı Hakk’ın İKRA=OKU emrini cemaat yerine getirmediği için biz zaten her namaz kıldırmamızın arkasına 2 veya 3 dakikalık bir sohbet ilave ediyor veya okuduğumuz aşır=Kuran’ın mealini aynen değil ve fakat genel manasını sohbet olarak kısaca veriyorduk. bu yöntem bizim asla fedakarlık yapmadığımız, terketmediğimiz bir İslam’a ve Müslümana sahip çıkma için İSLAM’i yöntemimizdir. anlamını aynen veya sohbet olarak vermediğimiz Kuran’ı okumayız.
bu camide de öyle yapıp namazdan sonra kısa bir sohbet yapınca, anılan caminin dernek yöneticileri olan üç garip şahıs bizi hem de caminin içinde haksız bir azar, el kol, tehditle “bu camiye gelmeyeceksin” “bu camideki namazı sen kıldırmayacaksın” “bu camide sohbet etmeyeceksin” benzeri sözlerle kendilerini çok üzdüler, bizi değil.
zenginlerin sevgisi kalbimizden alınınca bunun gereğini ALLAH cahillere yaptırdı böylece. Biz de artık yanıbaşımızdaki camiyi fitne çıkmasın diye bırakıp çok daha uzaklardaki camilere gitmek zorunda kaldık.. biz haber gönderip dedik ki “biz tek camiye gelmeyelim, lakin onlar Allah’ın evinden kovma günahına tövbe etsinler” biz isteriz ki cahil de ateşe girmesin, günah kazanmasın der “ya Rabbi onlar bilmiyorlar, onları affet” diye dua ediyoruz hepsine.. bundan önce de aynı cemaatten 4-5 kişi imama gidip bizim sürekli askıya takılı bıraktığımız cübbemiz için “biz de paltolarımızı sürekli bıraksak burası neye döner” demişler ve görevli imam da bize gelip “ahmet bey, 4-5 kişi bunları söylüyor cübbeni kaldır” demişti de, biz de “istiyor ve bu fikre destek veriyorsan sen kaldır demiştik” de, “senin kendinin kaldırmanı istiyorum” diye yapmak istediğini bize zorla yaptırmak istemişti. işte İslami bir namaz giyim-setr olup kuvvetli olan cübbe ve sarığa kendisi yapmadığı gibi, ben de cübbe koyarsam ne olur demiyor da palto koyarsam diyor ve doğrudan eleştirmemiş görünüp dolaylı olarak kullanımına imkan vermeyecek tilki gibi kurdun önüne bizi atıyorlardı. elbet bizim kararlılığımız çok kişinin kafasını kırar.
lakin yukarıdaki örnek tamamen farklı olup açık bir fitne olduğu için üzerine gitmek yanlış olur. bu yüzden geri çekilip uzaktan HİCİV=TAŞLAMA sanatıyla ezmeye çalışıyoruz. bu bile hatalı lakin dayanamıyorum, benim değil onların günaha girmesine katlanamıyorum DOSTLAR.. Allah hepimizi affetsin.. En doğrusunu ALLAH bilir…
(fitnenin yerilmesi-cahilin değil)
Büyük çarşı Büyük Çarşı
Büyüklüğün nerde kaldı
Müslümandan bağnaz olmaz
Fitne çıktı cehle yol ver
Emir geldi Hakk’tan ilme
Yere batıp kaybol hele
Çekti alim gel sen beru
Fitne kalsın cehle yol ver
İlim yapsan yaptı demez
Öldüm desen hayır yapmaz
Gönül yıkar adap bilmez
Fitne buydu cehle yol ver
İKRA’ dedim suça yazdı
İmam oldum cehli azdı
Safra döktü yüzüm üstü
Fitne şuydu cehle yol ver
Sala kıldı SELİM cehli
UFUK uydu buydu ilmi
Özer sağıyr fitne yoldu
Fitne ayan cehle yol ver
Fakir arlı açım demez
Kimselere derdim açmaz
Gariblere sorgu olmaz
Fitne beyan cehle yol ver
Allah yazdım Allah yazdım
Allah diye şarab içtim
Cahil ile niza düştüm
Fitne haklı cehle yol ver
Hakk yazıp da dağıtırım
Ümmet için çağırırım
Kul düşmekten öğünürüm
Fitne geldi cehle yol ver
Zengin zengin namaz kılar
Fakir görse kıçın döner
Utanmadan yoğa çalar
Fitne ziyan cehle yol ver
Yerde olan gökte olmaz
Göğe çıksa rahmet kılmaz
Üçe beşe dua etmez
Fitne düştü cehle yol ver
Kazanmak mı kaybetmek mi
Sabah akşam zaptetmek mi
Kazık atmak gerekmez mi
Fitne karlı cehle yol ver
Yazar elim söyler dilim
Baha kıldım dine canım
Sada etmem cehle halim
Fitne çıktı cehle yol ver
Zenginlerden bıktım bıktım
Fakirlikten korkar gördüm
Cehennemden korksa gülüm
Fitne yazar cehle yol ver
Bir alırım bir satarım
İki olur bir düşerim
Bir yoluna gül düzenim
Fitne bozar cehle yol ver
Eller bana ağu sunar
Aşım dahi zehre banar
Ağu bize arşa çeker
Fitne yazar cehle yol ver
Cahillerle derde düşmek
Ayı ile çuval girmek
Alim isem iyi ölmek
Fitne karar cehle yol ver
İlmi verir isteyene
Cahil yerde ulaşmaya
Aşkı yazar kul ahmede
Fitne bozar cehle yol ver
Üç cahille ne mi etsem
Elin öpüp sırtın yusam
Daha derse kıçın öpsem
Fitne gitsin cehle yol ver
Ey ilim yere bat yere
Ey alim gel hele yere
Ey cahiller baş ol hele
Fitne sapsın cehle yol ver
Cahiller sapıtır halkı
Cehennem düşürür ardı
Susan alim yansın hemi
Fitne çöğdü cehle yol ver
Dünya cehle teslim olmuş
Hapse düşmek ahdim olmuş
Kurtulursam ben’im ölmüş
Fitne sardı cehle yol ver
Dua edem sen cahile
Taş atıp da baş dileye
Cahil sevmek ot yemeğe
Fitne benzer cehle yol ver
Ahi ahmed ilim yapar
İKRA’ deyu ümmet arar
Bağ-ı irfan cehle yazar
Fitne buymuş cehle yol ver
ahi kul ahmede nasibdir
Muradım kardeşe
.
selam ile selam ile
selam düşer canan ile
yazıdaki oğlak bile
meler imiş selam benim
.
caglar murad selam etmez
yolu uzun gidem bitmez
havadaki turna ölmez
selam alır murad benim
.
bir selama bin harcarım
bir yoluna bin düşerim
kul deyip de çün ağlarım
kimse bilmez yaşım benim
.
sala saldım mana öldü
selam dahi kusur oldu
bakar isem nazar kıldı
kapıdaki zülüf benim
.
aşık isen çık karşıma
murad isen vah başıma
baha eylen yaz döşüme
elifdeki zülfe benim
.
yattın çıktın neler aldın
neler deyu kime dedun
üç beş kişi çala saydın
öğütteki kuran benim
.
bir ağlarım bir gülerim
bir yazarım çok düşerim
ne demişler gül verenim
kesretteki tevhid benim
.
murad kula selam olsun
selam ne ki ciğer satsın
bursadaki kadı sensin
bazardaki ciğer benim
…………
murat beye yazılan,
yazı kim anlatılan,
oğlak çobanı bilmiş,
yazı Bir anlaşılan
.
(İto Başkanı olup ciğerci murad’dır bu murad)
.
Emre kula
.
selam ile selam ile
selam verdim kelam ile
yazıdaki oğlak bile
selam alır “bela” ile
.
nazar etmiş Emre Has’mış
kerem etmiş bize düşmüş
ikram etmek Hakk’a şartmış
ahi kulum “bela” ile
.
gönül yapsam yaptı demez
şarab içsem sarhoş olmaz
bahar gelir güzel sevmez
aşık kulum “bela” ile
.
hızlı gitme yıkıl yıkıl
emre düştün naza çekil
bağu bahçe hiçe satıl
cahil kulum “bela” ile
.
gel hele gel bazarıma
kabut sattım nazarıma
girem dedim tabutuna
ben’li kulum “bela” ile
.
gidem gelem gidem gelem
handan âri makam bulam
üçe beşe gül mü satam
dertli kulum “bela” ile
.
yeter mi yeter mi Emrem
sala saldım kendim duyam
cahil derler cehli yuyam
güzel kulum “bela” ile
.
sen gel hele kendine gel
gel ki kendini ferşten gel
arşa çıktım dönerim gel
emre kulum “bela” ile
……………
laf satarım laf bilmezler,
şiir deyu öf demezler,
ben doğruya davut oldum,
dediğime gül demezler
.
emre has adlı genç görüşmek istemiş de bir ciğer tarifesi de ona gönderelim dedik….
lafızların manaları çoklu ve farklıdır. lütfen tekrar ve dikkatli okuyunuz.
.
aşık ahi kul ahmede nasibdirler
Selamün en güzel aleyküm sözünü,
bu sözün kıymetini bildiğini sandığım bir insana,
“ilmi isteyene verdi”ğini söyleyen VEDÜD’ün bu isteklilikten bir çok şeyi murad ederek ilahi sırları
adeta
-isteyene
-okuyana
-anlayana
-anlayışta yükselerek kendine yaklaşana
- ve peygamberine varis olacak seviyreye gelene vereceğini söylemesi,
ne kadar yerinde bir Rahmani tecelli ise,
öylesine bir sırla size söylemem,
karşılıklı muhabbetin en derin deryasına yelken açan iki deli yüzücü olmamızı ne kadar isterdim bilemezsiniz.
ancak bu isteğim konusunda sizin “akıllı davranmanız”; daima “ben bi şu suyun sıcaklığına ayağımı uzatıp bir bakayım ” demeye benzer diye düşünürüm.
vekil olanlar düşünmeden suya atlayanlar demek gerekirse,
vekil olmaya bile soyunamayıp düşünenler suyun soğukluğundan çekinenlerdir diye bir genel tanımlama yapabiliriz.
işte Allah;
(O benim biricik Rahmanımdır bırakmaz beni
/ susuz kalsam su ne ki, zatına kandırmaz beni
/ salsın dursun tecelli deyu gayrini tepemden
/gülşenim güller ile sadrıma sokturmaz ben’i )
suya bakmadan atlayan pervasız ve fedakar aşıklarını arar.
aramak ne kendi yazar.
yazınızda belirttiğiniz ihtiram sözlerine layık olmak yanında kılıçtan aldığımız yaralardan da ızdırabımızı şikayet maksadı olmaksızın söylemek ve ilacı olan üç günlük tövbe ile umarız ki kendi benliksiz halimize biraz yaklaşırız umudundayım.
işte her akıllı insan ilahi aşktan uzak kalabileceği gibi,
her farkında olan insan da daima yeni bir ilahi lütfa veya çileye karşı tavır alır ve yükselmesi de tehlikeye girer.
sonuç olarak kendi kendininin farkında olmamak gerekir ki bunun ayandaki adı resmen deliliktir. NE MUTLU ALLAH İÇİN DELİ OLANLARA….
işte sahabeye “onları görseydiniz deli zannederdiniz” onlar sizi görseydi “kafir zannederdi” diyen hatayda mukim evliyaullah adeta bizim için sabah veya akşam bir küfür hali olabileceğini uyarıyor denilebilir.
buradan bir anlam zorlaması yapalım dersek şu sonuç çıkmaz mı?
MÜSLÜMAN OLMAK İÇİN DELİ OLMAK GEREKİR
öyle zannederim ki cenab-ı hakkın aslında idrak ve aşk diye söylemek isteyip de söyleyemediği şey işte bu delilik denilebilir.
o zatan arayanlarını ya da bulanların arayanlar olduğunu zaten hissettirmiyor mu.
miraçta neden vuslat olmadı da kullukta kaldı ve durdu Hz. Peygamber? çünkü arama devam etmeli, aramöa için de aşk devam etmeliydi. çünkü vuslatta aşk bitiyordu. mecnun bile vuslatı arzu etmesine rağmen vuslat imkanı doğunca reddetmiş değil miydi?
SONUÇ
sevgili muradım kardeş,
-çok telaş etme
-bensiz beni, akıllı kılmaya çalışma
-deli olmazsam ben yazarım
-deli olursam Hak yazarım
Hakk’ın sözünü ahilikle bezerim o zaman.
-sen korkma, insan direksiyona geçince ehliyetin arabayı sürmediğini anlar ve direksiyonu kendisi tutmaya başlar.
-sorun sadece bu tutuştur ve gereken senin format deyip tutturduğun şey kendiliğinde ŞAK diye yerine oturur.
- demek ki örnek yazı gönderir misiniz diye bir laf etmemeli etrafınızdaki zatlar.
-özgeçmiş ve meslek ve üretilenler şakır şakır bağırıyor. bizim gibi insanlar asla ikinci sınıf muameleye tahammül etmezler. işimizde en iyiyiz ve bunu korumak için kıçımızı yırtmalıyız bizler. birinci sınıf bir insan ikinci sınıf utanacağı bir yazı da yazamaz zaten
-siz diyeceksiniz ki “GÖNDERİN BASALIM” bu iki kelimeyi sarsan her söz önce moralimizi bozar, sonra yazının kalitesini buna paralel olarak düşürür, delilik akıllılığa dönüşür, sizin formatlarınız sıktıkça sıkar ve kişi denetlendikçe ve üstünde bu konuyu kendinden daha az bilen insanları gördükçe aptallaşır..
-bu durum işin ehline verilmemesi anlamına da gelir ve çok tenkit alıp daralma ortaya çıkınca “BUYRUN SİZ YAZIN BEN İMZALAYAYIM” DEYİP İŞİ BIRAKIR. bu tür adamlarda zaten para asla önemli olmaz, o parayı aklına her geldiği için tövbe çeker.
-en nihai sonuç olarak bizler üstümüzde kimsenin hissettirilmesini istemeyiz.
-bu durum sizin yazıları hakeme göndermemek ya da hiç akla gelmeyecek şekilde insanları rahatsız edecek bir çift sözün geri dönülerek “acaba bunu çıkarsak ne dersiniz” gibi bir nezaketli sözle yaklaşmanızdan da asla rahatsız olmayız.
-zira bizler BEN kelimesini aşmak zorunda olan insanlarız.
-bizi kaliteye götürecek her sizden gelen uyarıya daima açığız elbette.
-demek istediğimiz şey diyeceğinizi gene deyin ancak yazıda işlenen uzmanlık konusunda son derece dikkat ve ilimle araştırılarak, kıç yırtılarak yazının ana fikrine müdahale olmamalı. bizler sadece ana fikirle vermek istediğimiz en önemli mesajı gözüm gibi takip ederiz.
-bu işte aklı başında deli, ve hedefi, ideali olan bir yazarın (veya aşığın) sadağındaki oklarının hedefidir… hedef saptığında ceren vurulmaz ve av kaçar.
-demek nki daima yazı hakkında bile diyalog kapıları açık olmalı ki sizi dinleyeyim (Başıma çıkmayın) siz de beni dinleyin (yerde süründürmeyin)
önümüzdeki günlerde makul, mantıklı, anlaşılabilir, araştırmaya dayanan, karakter sayısına uymaya .çalışan yazılar yayınlanmak üzere göndermeye çalışacağım.
farklı bir konuda da sipariş vererek araştırma yazıları gönderebilirim. bu yazıları başka bir tanıdığınız isimle de olsa yayınlayabilirsiniz veya mesleki bir araştırma olursa kendi orjinal mesleki ünvanı da kullanarak yazabilirim.
son bir ricam şu olabilir ki, lütfen ahiliği nasrettin hoca fıkraları ilave edin gibisinden bir talep gelmesin. her konunun farklı gelişimi olur ve varsa menkıbesi zaten ilave ederiz biz. bir yazıda bulunması gereken incelikjleri, yazar bilemiyorsa kaldırsın üsküdardan denize atsın kendini.
-ahilik bir yaşam tarzıdır ve bir okuyucunun hayat tarzını değiştirip daha düzgün hale getirmeyi amaçlamaktadır. bizim kimseyi hah hah diye güldürecek bir amacımız asla olamaz… bizim en temel yöntemimiz sorgulamadır. bu sorgulama ile kişiyi düşünmeye iter ve “bak böyle de olabilir, bu ilerisi için daha faydalı ve akıbetine yararlı bir kurtuluş olabilir KORKMA diyewrek bir anlayış değişikliği oluşturmak isteriz. bütün doğruları da vermeyiz ki biraz çaba göstersin ve araştırsınb ve onları kazansın ki kendine zerkedebilsin diye. işte bu yöntem yıllardır diğert gazetelerde yaptığım özgün bir yöntemimdir. bu yüzden aptallarla anlaşamam. okuyucunun da biraz akıllı olması gerekir ki okumakla düşüncenin harekete geçtiğini bitraz bilmnesi gerekir. İKRA sözünün namazdan önce gelmesi ve ilk emir olması boşuna değildir. senaryolar ise altyernatif düşünceyi öldürür ve teke indiri ve sadece benim gibi, düşünmek için benim filmnimi, seyret der şanssız bir şekilde. bu yüzden anadoluda menkıbe edebiyetının yaygın olması toplumda alternatif düşüncelerin gelişmesinde de çok etkili olmuştur denilebilir.
saat gece 10 ve hala dairedeyim. yoruldum. anlamak iki kişilik bir iştir ki Allahü alem daima iki taraftan da bir hüsnü niyet ve gayreti gerekli kılar. bunları biz söyledik, bunun gerisini de siz anlayın.. biz hiç kimdseyi ikramsız göndermeyiz. iki ay önce 8 kıtası yazılıp bir ay sonrasında da ilave 4 kıtası yazılan sonra her ikisi de ayrı ayrı kitap ve kağıtların arasında unutulan, tesadüfen farkedilip bugün yayına konan son şiirimizi size ithaf edelim isteriz. artık bir az olur BİR’i çok yapalım dedik ki kesretten tevhide de siz gidesiz diye.
selam sevgi saygı ve hayır dileklerimi yolluyorum değerli MURAD KARDEŞİM.
Aşık ahi kul ahmed
Benden selam olsun kara gözlüme
Selvi boylu uzar gider dalolur
Yardan ayrı kalan kara düşüne
Döner gider mahmur gözü elalır
Bir selamın alsam bahar dalına
On gardaşın gelse nice zoruna
Yenem dedim yenemedim göğnüme
Düşer gider zülfün teli bağolur
Allar geymiş harelere bürünmüş
Sarraf bilir altun akçe donanmış
Nazlı nazlı kaç yiğidi yıkarmış
Döşer gider yaram üzre derdolur
Dağlar çiçek açmış çiğdem zikreder
Yollar uzun yarden öçtüm pekuzar
Kurban olam senden esen rüzigar
Sarar gider yarden bana şalolur
Bir selamına kırk avrat boşasam
Kırkını da sana köle eylesem
Gönül kasrı padişahın kulolsam
Serer gider altun akçe zeb’lolur
Seher yeli yare yakın esersin
Gülden âri çav da gel yar kokarsın
Bahar dalı nazlı olur üşürsün
Açar gider çiçek yare başolur
Bazârımı kurdum adım bezirgan
Gönüllere erdim yoğum hazırdan
Varsa da yoksa da satam yareden
Satar gider varı yoğu aşkolur
Aşığam aşık aşka yar benolim
Aldırdım aklımı yare delolim
Yar ile sohbetim şeker balolim
İçer gider aşkın tadı nazolur
Aşk bu, bir iner bir çıkarmış arşa
Yar bu, bir şerbet bir ağuymuş ferşe
Bu bir hal imiş her seherle döşe
Yakar gider ehli hali cezbolur
Ahi kul ahmedim ağu aşımdır
Yar diye sardığım can-u kaşımdır
Kul ola dediğim haddi ben’imdir
Geçer gider ben’li eller zülolur
hare: kırmızı çizgili üzere alınan giyim
bezirgan: uzak yollarda ticaret yapan tüccar
arş: Allahın yücelerdeki arşı
ferş: yeryüzündeki simetriği
cezbolmak: ilahi aşkın cezbesine kapılmak
ağu : zehir
zülolmak : zelil olmak, ayağa düşmek, perişan olmak
Yollar uzun yarden öçtüm pekuzar : giderken aşkla gittiği için adeta içmiş. yarden ölçmek dönerken ölçmek olup zor olduğu zaman yönünden ağırlaştığı için uzuyor. uzun yol uzun saatte gidilir. uzun saat uzun yol demektir fiziki olarak aynı olsa bile. Einstain’in izafiyet teorisi de bu anlayışa dayanır. yol, hız, zaman arasında ters bir ilişki vardır. hızın azalması (isteksiz dönüş) yolu ve zamanı uzatır. hız artınca yol ve zaman kısalır. iki aynı yaştaki insanı birini dünyada bıraksak, diğerini uzay aracıyla daima süratle göndersek (hızlı hareket-isteklilik) dünyadakinin torunu olur, fakat uzaya giden daha evlenmemiş erken bir yaştadır. Allah ise zaman boyutundan müstağni =uzak= bağımsız olduğu için kemal sıfatlarla mücehhezdir ve değişmez. insanı değiştiren şey ise zamandır. bu kanuna tabi olanın hüsrana uğramaması için hareket etmesi gerekir. bu hareket ise = iman, salih amel, sabrı ve hakkı tavsiyedir ki yürüyen banta benzer. arabanın size emredilen civatasını sıkmazsanız bir daha ona dönemezsiniz ki “bunun adı hüsrandır” kurtuluş ise ASR suresindeki bu ifadelerdir. iman ve onun ispatı olan imana uygun gayret olan salih ameldir.
kul ola haddi ben’im: benliğin terbiye ile edebe ulaşmasıdır. en üst makamda ben olmaz.
ben’li ellerin zül olmas: günahı işleten ben’ dir. ben terbiye olmazsa günahkarlık artar ve ahiret zülolur= rezillik rüsvaylık olur= ateş de olabilir Allah muhafaza.
ahi kul ahmede nasibdir.
Aksiyon; öncelikli düşünce
Mebdee=basit düşünce
Münteha=mürekkep/alternatifleri de düşünebilmek
Ben benden kurtulucunda baktım ki ağyar kalmadı.
Şuhud- İmam-i Rabbani buyuruyor;
Vahdet-i vücud
ve
Panteizm
Cismaniyeti bırakarak kalp ve ruhun dereceyi efali üzerine çıkmak gerekiyor.
Başka şeyleri tanıtma zılli meseleler olarak görünüyor.
Hz. Peygamberi doğru tanıtmak, en asli görev olarak görünüyor.
Tefekkür ve şefkat arasında ki bağlantıyı mutlaka bilmemiz gerekiyor.
Allah’a ulaşan yollar mahlukatın solukları adedincedir.
Her mürşide el verme ki yolun dağlara sapar imiş.
Mürşidi kamile el ver ki yolunu aşan eder imiş.
Denize attığımız insan hala ıslanmıyorsa ortada bir problem var demektir. Heyecan, doğru kullanıldığı takdirde son derece kutsal bir görev ifa eder. Kendini aşarak başkası için yaşamak, yari ve zulfi yari incitmeden götürmek son derece önemlidir. ( akıllıca, Kuran mantığı ile ).
Nasıl bir bencilliktir ki insanları nasıl ateşe gönderirim ya da cennetten mahrum edebilirim demek hala taraftar bulabiliyor.
Halvetiye…………….İlahi hal ile hallenmek
Celvetiye ……………Halkın içinde Hakk’la beraber olmak
Kişi Allah ile olan münasebetlerini ve muhabbetini kavi tutmalı başkalarının sıkıntısından dolayı onun da burunlarının delikleri sızlamalıdır.
Şu hikaye çok ilginçtir. Bir gün Peygamber Efendimiz Kabe’de namaz kılarken sanıyorum Ebu Leheb olmalı gidip bir hayvan işkembesini pisliğiyle beraber getirir ve Peygamber Efendimiz secdedeyken üzerine atar. Yanında beklemekte olan kızı Fatîma ağlamaya başlar ve beddua edince Peygamber Efendimiz der ki: “korkma kızım Allah sevdiklerini terk etmeyecektir” işte bu bağlantının kavi olduğuna açık bir delildir.
Sizin bağlantınızın kavilik derecesi nasıl acaba?
ahi kul ahmede nasibdir.
Gelir giderim de kendi halımca
Bak göğnüme düşen güzel kaşına
Varır eğlerim de hani kendimce
Bak başıma gelen güzel nazına
Güzel ne gezersin bizim ellerde
Yok mudur dalın şu yaban ellerde
Maralı gözlerin dalar yollarda
Oy başıma gelen güzel salına
Severim de sever güzel severim
Ben de yelerim hem yoktan eserim
Bir güzel buldum da canı satarım
Vay başıma gelen güzel algına
Nazları pek zalım yıkar devirir
Al ipek hare giyinir körpedir
Bir soluk aldırmaz çare yumulur
Tüh başıma gelen güzel azgına
Bu güzeli sadrımda sarmaladım
Yağız ata vurdum da topukladım
Beş gardaşı varmış da kurşunladım
Hay başıma gelen güzel derdime
Dağlar soğuk koynum sıcak yapışır
Günü gelir canı cana katışır
Üçüz birden oğul diye çekilir
Hay başıma gelen güzel bahtıma
Nideyim ağalar halım nideyim
Güzelim güzel de halım yazayım
Eskittim berikini taze bakayım
Yaz başıma gelen güzel körpeye
Ben bu güzellerde görmedim hamlık
Yat dedim yattı da görmedim kemlik
Beş güzel daha da sararsam beylik
Yar başıma gelen güzel yaşına
Yenem derim de yenemem gönlümü
Her güzelden sekiz oğlan dölümü
Felek koyur benim kalan ömrümü
Ey başıma gelen güzel halıma
Bahar kışa çaldı gönül uslanmaz
Her güzele gönül düşer yaşlanmaz
“Var git emmi işine” der arlanmaz
Gör başıma gelen güzel sözüne
Ahi kul ahmed de güzel severmiş
Her güzele gönül verse dölekmiş
Güzel sevince Hakk huri yazarmış
Er başıma gelen güzel kalbime
ahi kul ahmede nasibdir
Başına sarar buğulu dumanı
Kaşına çekermiş karını dağlar
Döşüme söyler tövbesiz gümanı
Günaha yazarmış bahayı dağlar
.
Yörük yaylasında yar yaylakladım
Şart eyledi bey tuza çuvalladım
Ar eyledim elden can pazarladım
Canıma yazarmış bahayı dağlar
.
Yağmurun bitmezmiş ağıt sayarım
Yel estikçe rayihalar kokarım
Lale sümbül gül bülbülüm öterim
Derdime yazarmış bahayı dağlar
.
Yağız ata bindim vurdum dağlara
Çifte suna sardım çöğ kucağıma
On gardaşı mavzer saldı sırtıma
Kurşuna yazarmış bahayı dağlar
.
Bağlarını anam babam işlesin
Yaylalarda nazlı yarim boylasın
Bir cerene sadak saldım düşmesin
Nasibe yazarmış bahayı dağlar
.
Yükseğin erişilmez ne zalımsın
Eteğin yarime yurt hoş çemensin
Söylenir Kuran’da yürür kazıksın
Kelama yazarmış bahayı dağlar
.
Bağrında kimler yatar aşk neferi
Şirin için Ferhat deler dağları
İman olmasaydı naçar dağlayı
Allah’a yazarmış bahayı dağlar
.
Benden selam eylen kaşı kemane
Kaçıp kaçıp yüreğimi döyene
Yükseklerde otağ kurmuş gelele
Börüme yazarmış bahayı dağlar
.
Erenler söyleyin biz de bilelim
Gönül düşen yar el olmaz belalım
Kelamı kadim der güzel sevelim
Aşığa yazarmış bahayı dağlar
.
Kışın bürün yazın aç perçemini
Güzeller suyundan içer nazlarını
Koç yiğitler su başında sunasını
Kaşına yazarmış bahayı dağlar
.
Efelerin yurdu musun yüksekte
Kaç kızanla bekler oldun Belek’te
Haraç salmış zalimlere dölekte
Ödüne yazarmış bahayı dağlar
.
Gider de yol üstüne otururum
Şeytan’la bazar eyler bölüşürüm
Saf kulu Hakk’a çeler sekinetim
Kafire yazarmış bahayı dağlar
.
ahi kul ahmed de ölse ölünür
Sevda bir ateştir dağla ölçülür
Aşk-ı iman yeldirdiğim kaşıdır
Kalbime yazarmış bahayı dağlar
.
şart: yörükler kız isteyen yiğite ağır şartlar koşarlar.
tuza çuvallamak: tuz çuvalını ovadan yaylaya belli bir vakitte çıkaramadığı için çuvallamış, yani şartı yerine getirememiş oluyor.
ar eylemek: bu mahcubiyetten utanmak
can pazarlamak: şartı yapamayınca yayladan ayrılıp yarinin ve herkesin yanında ve yarinden umutsuz kaldığı için intihar edip canını karşılık olarak vermek. (bunun filmi yapıldı, Türkan Şoray oynadı-yer Toroslar- Yörük yaylaları genellikle oralardadır.- ayrıca annem de yörüktür)
mavzer: çanakkalede de kullanılan koldan sürmeli tek tek atan uzun harp silahı.
sadak: içinde 10 tane ok bulunan yuvarlak kutu.
-Dağların Kuran’da yürümesi ve yeryüzüne sağlamlık için kazık oldukları iki ayrı ayette yazılıdır (en doğruyu Allah bilir)
kelam: Kuran sözüne denir.
Ferhat gerçekten imanla dağları delmiştir. Kırşehirdeki kaleyi de bu kardeşiniz boydan boya delmişti – Batıdan doğuya doğru- Allahü alem- Bunun anlamını şöyle yorumladı bu fakir: zikir üç türlüdür. 1- dil ile zikir 2- Kalp ile zikir 3- Amele, işe, ahlaka, harekete dönüşmüş zikir.. işte bunlardan üçüncüsünü yapamazsanız düşman başınıza bombayı yağdırır durur. bu zikir her türlü ilerlemeyi ifade eder. işte bize iman gücümüzün çok güçlü olduğu bir dönemde (sanırım 1995′ten sonraydı) nasib edilen bu güzel olaydan, ”delmeyi” bir harekete dönüşmüş zikir, batıdan doğuya doğru olmasını ise Batı’nın tekniğini ele geçirmeyi, tekniğini almanın mesajı olarak algıladık. ancak bunun içinde laiklik ve benzeri sosyal kanunlar yoktu. sonuç ise: imanla bu iş olduğuna göre İSLAMLA BATININ TEKNİĞİNİ ALINIZ OLARAK ALGILADIK bu olağanüstü nasibi.
Aynı konuda Sultan I. Abdülmecid bir yabancı heykeltraşa bir heykel siparişi verir ve bunu yüksek bir kaide üzerinde İskenderun’a yönü Doğudan (arkası) Batıya (önü) olmak üzere planlamıştır. Yani Doğu olarak biz, siz Batı’yı aydınlattık demek istemiştir aslında..Fakat ömrü vefa yetmeyip de ölünce yarısı tamamlanıp parası da ödenmeyince heykeltraş tutar Amerika’lılarla anlaşır ve tamamlayıp onlara satar. heykel oldukça büyüktür ve gemi ile Amerika’ya, New York’a götürülüp Osmanlı’da I Abdülmecid’in düşüncesinin aksine, arkası Batıya önü doğuya olmak üzere dikilir. bunun anlamı Doğu bizi aydınlatmadı, biz batı olarak doğuyu aydınlattık demek istemişlerdir böylece. ve o heykel bugün New York’ta dikili olan HÜRRİYET HEYKELİDİR. bu heykel dava edilerek Amerika’dan alınabilir kanaatindeyim. itiraz edebilecek resmi veya özel şahıslara duyurulur…
-dağla ölçülür: sözünde iki anlam vardır. birici mana hakiki dağ olup, yüksekliğin verdiği zorlukla sevdanın ölçülmesi olduğu gibi ikinci manası: dağlamak, ateşle dağlamak kastedilmiştir.
ahi kul ahmede nasibdir
Kabe bilmez imiş sırrımız nihan
Tavaf eyler imiş varanlar cihan
Taş oladır anlamaya gönlümü
Helak mıdır döndü şerre sıdkımı
Ya Beytullah nerden aldı nurunu
Temiz olmuş pak eyler kim kulunu
Yemin kıldım perde yoktur Rahman’a
Baha kıldım candan olam sırrına
Celalimin şavkı Kabe mihengi
Ay tutulmadı hem gönül nirengi
Kim velidir adı varır divane
Kim delidir aklı satar meccane
Verir mi bir “siyah taş”a sırrını
Mahbub kılar mı bir öpmek aşkını
Zatın bilinmezdi derse ki “kesif”
Sıdkı sadıkların özlerdi “latif”
Bilmez cehlimiş kim kesfe meyleder
Bilse ehlimiş kim ”latif” lütfeder
Hem tanır hem eyler vakit yanında
Rahim, Rauf Allah dosttur canında
Kalkıp ayağa doğrulsa görülmez
Tavaftan tahrife zatın bilinmez
Benden bir müjdedir konuk canlara
Güven ve teminat O’ndan kullara
Kavuşmakla ferah kılar dostunu
Yaşar isem temiz kılar urbamı
Beytullah’ı tavaf eyler bilmezmiş
Şeriatın sırrı dahi gaybimiş
Daha nice var ki yasa, delildi
Onlar keşf gözüdür körlük zelildi
Ölmüşü dirinin tavafı züldür
Yoğ imiş diri gibi bilge haldir
Tecelliden bir nur zatı âliden
Melekten uzak insanı haliden
Anla ki bu iş bir gaybdir söylenen
Keşf ve tahkik diriydi hem görünen
ahi kul ahmed canın sır eylersin
Kabe midir taşa ayan eylersin
Mana gönlün taş mıdır varırsın sen
Taş gönlün yakut mudur ağlarsın sen
Ağladığın “latif”dir taştan âri
Ahdin “bela” kıl sen yakuttan âri
Açıklama:
-Nihan: gizli
-miheng: ölçü alınan
-nirengi: denge noktası
-meccane: bedava
mahbub:sevgili
-kesif:maddi ve yoğun
-latif:görülmeyen, tanımlanamayan, her tarafta bulunabilen, nurani (Allah Latif bir varlıktır)
-cehl:cahillik
-urba:elbise, şiirde urba din ve takva anlamında kullanılmıştır.
-keşf:kişinin mesafe alarak bazı olağanüstülüklere vakıf olması, farketmesi, sırrını anlaması,
-zül:aşağı olup adi sayılan,
-ahdin bela kılınması: kalü belada insanlar Allah’a söz vermeleri “Bela”dır. bu ahdini yeniden “bela” diyerek gerçekleştir deniyor.
ahi kul ahmede nasibdir
Memleket dedim de gettim ellere
Bacıyı gardaşı verdim ellere
Anayı babayı kodum bağlara
Burcu burcu hasret kokarmış sılam
Eller ile bir düştük ağ çuvala
Yollarımız er düştü yoğ bazara
Gurbetimiz zor yazdı yar nazara
Kara kara gözler beklermiş sılam
Şu gurbetin imanı yok imanı
Felek böyle yazmış yoğmuş gümanı
No’lur karın kardaş kesmen selamı
Dere depe yolun bitmezmiş sılam
Ben de yanmaz isem kimse yanmazmış
Gönül kuşu elden âri konmazmış
Canla yazdığımı yarim bilmezmiş
Saydım kırktır derdin bitmezmiş sılam
Güller açar bahçalarda bağlarda
Bülbül konar dallarına seherde
Ben yarimi yâd illere verdim de
Bayramlarda aranırım yar sılam
İkrar verdi deyu cehlim inandı
Ay parladı seher esti gelmedi
Meğer ele varmış kader yazmadı
Yanarım da yazgısına zor sılam
Yağmur yağsa gözyaşıma sayarım
Gün doğarsa çimenlere gülerim
Yar uğruna şu hasretlik azabım
Kuytularda ağıtlarım bil sılam
Dağlarında arıların çiçekmiş
Bağlarında kavakların uzarmış
İnek dana süt verip de yayılmış
Irmak boyu söğütlerin gül sılam
Karabacak çaydeğirmen baş gelir
Selafurnan Kurdocağı şan verir
Özbağ’ının adamı pek derdolur
Yollarında ademlerin var sılam
Okuduk da Ahi Evran kim dedik
Selçukluda şeyh hem alperen gördük
Moğolların zulmüne karşı kalktık
Bağrında çok yatırların var sılam
Çalışanları topladı başına
Yamak çırak kalfa usta sıraya
Sevgiyle itaat kıldı düzene
Sanatın pabuçta hatrı var sılam
devamı yazılacak inşaallah…..
ahi kul ahmede nasibdir