Adı iletişim denen fakat iletişimsizliğin yaşandığı bir dünya yaşıyoruz. İletişim araçları gerçekte çok gelişmiş ve yaygınlaşmış olmasına rağmen iletişimler mekanik düzeyden öteye geçmiyor. Bu kargaşa içerisinde insana “hakikati unutturuyor” ve ilave olarak “unutmayı da unutturuyor” ve
İnsan gittikçe yabancılaşıyor. Önce doğaya karşı sonra insana karşı bu yabancılık artıyor. Bu yabancılaşma insanı her şeye düşman hale getiriyor. Adeta bir istenmeyen yöne doğru sürüklenme söz konusudur denilebilir.
Hıristiyanlık değer olarak tüketilmiş bir din. İnsana bir değer katkısı yapamıyor. Ancak Ahilik ve onun dayandığı İslam, belki insanlara tabiatla ilgili veya insanla ilgili ve yaşadığımız evrenle ilgili bir şeyler fısıldayabilir belki. Böylece varlığa, tabiata dönmemiz mümkün olabilir. Sıkıntı olan şey “erdemi varlıktan gevşemiş olan bir insanda” aramakta yatıyor.
İnsan büyük iyiliklerle donandığı zaman bunu idrakine olağan şey olarak yerleştiriyor ve başkalarına anlatmıyor. Çünkü Ahiler için cömertlik çok önemli idi ve 50 000 liradan fazla servet biriktiren dağıtmadığı varsayılarak cimri addedilir ve kınanırdı. Bu cömertlik artık doğal olarak görülmeye başlanıyordu. İşte beklenen yapı bu olmalı. Cömertlik ve Tevazu..
Günümüz sinemasına göre eğer toplum gerçek anlamda bir aşk yaşamıyorsa sinemadaki aşk ütopik olarak kalacaktır. Bir diğer bakışla toplum ahlaki olarak çöküyorsa sinemanın buna yapacak bir şeyi yoktur ve anlamsız kalır. Bugünkü sinema batının iyi ve kötü bütün yönlerini barındırıyor. Ontolojik varlığı ters yüz yapan en ahlaksız program ise haber programlarıdır. Bunlar Darwinist bir hayat çizgisi sunar ve insanda travma yaratır. Bir bomba işitirsiniz fakat hergün şu kadar bomba patlıyor zannedersiniz. Bir hırsız veya habere konu olur fakat milyonların elini uzatmadığını düşünmezsiniz bile. Ya bir caninin bir ay habere konu olduğunu düşünün. Bütün toplum travmada denilebilir.. Medya, yaşayanı öldürerek parasını da alma operasyonu??
Ahilerde gıybetin zina ile eşdeğer olup sıfıra yaklaştığını düşündüğünüzde toplum nasıl korunmuş oluyor bir hesab edin??
İlk siyer kitabını İbn-i İshak diye biri Abbasi saraylarındaki Prenslerin anlayacağı şekle göre Hicret ve Hazreti Rasulüllah’ın savaşlarını öne çıkarmış ancak vahye çok az yer vermiştir. Halbuki vahiy daima Peygamber efendimizin hayatı ile birlikte yürümüştür. 10 yıllık Medine hayatında savaşta geçen süre sadece 53 gündür. Gerisi hayat ve vahiydir. İşte tarihçi anlayışlar herşeyi bitiriyor. Halbuki Hazreti Peygamber’in hayatını vahyin izdüşümü olarak okumak gerekiyor
Aynı olay bugün Ahi ve Ahilik kitaplarının başında. Sürekli tarihçiler ahi kitabı yazıyorlar. Savaştan kavgadan geçilmiyor. Bu yanlış değil lakin yarı yarıya eksik addedilmeli. Bizim çıkardığımız ahi kitabının adı “AHİLER; SANATI İNSAN OLAN SANATKARLAR” şeklinde ve yarı tarih, yarı sohbet, yarı sosyolojik ve psikolojik, ve canlı yaşamla günümüzde neler yapılabilirle birlikte bir değerlendirme şeklinde. İnşaallah bu kitabın ikinci baskısını 600 sahife olarak yaşam içinde yaşayan bir ahilik olarak çıkarmayı planlıyoruz.
Form geliştiremeyen toplumların norm’ları da bitmiş demektir. Adeta bir niceliğin egemenliği söz konusudur. Hollywood kültür aktarımında bir araç olarak kullanılıyor. Öyle ki temel argümanı eğlenceye hizmet etmek olarak görünse de Amerika’lılar olmayan kültürlerini kutsayarak Almanların üstün ırkını bunlar da üstün kültür olarak kabul ettirmek istiyorlar denilebilir. (Amerika’da Wanderbilt Üniversite’sinde iki filme gittik. Seyirci, düşen ve aciz kalan ve aldatılan kişiye kahkahalarla gülerken biz üzüntü duyuyorduk. Aşağılamaktan zevk almak bir hastalık değil mi?) Halbuki Batı sinemaları kısmen konu odaklı olduğu için biraz daha erdemli sağlayabilir.
İslam öncesi cahiliye döneminde şiiri bir form olarak nitelendirebiliriz. Batıda Rönesansta ise resim aynı görevi form olarak ifade eder. Ahilikte ise dürüst ve kaliteli üretim bir ideal olarak oluştu denilebilir. Bunun aksi ise pabucun dama atılması olarak simgeleşti.
160 yıldır modernlik bir kriz yaşıyor. Bu nedenle de 30-40 yıldır da postmodernizim’den bahsediyoruz. Modern sanatçılar gidilen noktanın insanlığı batağa götürdüğünü söylüyorlar aslında. İnsan kulluğu yitirince her şeyi tanrılaştırmaya başlıyor. Kulluğu anlayan bir insan ancak eşyayı da anlayabilir. Hz. Peygamber Efendimizin kulluğu elçiliğinden daha önce gelir. Önce Abduhu sonra veresüluhü.
Geçmiş dönemlerde felsefe vardı. İnsanlar doğrudan okuyor ve doğrudan düşünüyorlardı. Sinema onun yerini almaya başlayınca sinemanın içerdiği belli bir yüzde kurgu ve varsayımlarla doğruları sapıtır hale geldi.
Ahiler ise zaviyelerde yemekten sonra kuran, tefsir, hadis, alim kişi sohbeti, usta sohbeti, sazlı halk sanatçıları, yaran sohbetleri ve içindeki oynanan şaka ve hiciv ağırlıklı oyunlar tam bir aydınlanma ve edep dairesinde herkesi aktif olarak içine alan eğlencelerle toplum rahatlıyor ve bütünleşiyordu. Kulluk içinde eşyayı tanıyor ve “seyru sülüki afaki” dediğimiz “Türkmen’in kendi yaşadığı doğada eserden müessire” yöntemi ile Rabb’ini idrak ediyor ve ertesi gün nasıl cömert olabilirim diyebiliyordu. Demek ki insanı inşa etmeden ondan fedakarlık beklemek (ahlak beklemek) yanlış olmaz mı? Bugünün ahlak yazarlarının anlayamadığı şey bu işte.. Fukiyama dahi “önce iyilik sonra adalet” diyerek Kuran’ın “önce adalet sonra iyilik”(Nahl 90) fikrini okumadığını gösteriyordu.
Soruyorum size; işçinizin ücretini ödemeye ödemeye ondan güleryüz ve iyi çalışma veya iyilik bekleyebilir misiniz? Bir işçi bize “Şuna bir akis kestiremedim” diyordu?
Sünneti seniyeyi iyi anlayan bir insan kesinlikle doğru yolu bulur. Sünneti seniyenin temel kavramları;
- Kavil (söz) ………… Akıl…………… Bilmek…………. İlme-l yakin
- Fiil …………………… Göz…………… Görmek ……….. Ayne-l yakin
- İkrar ………………….. Öz…………….. Yaşamak ……… Hakke-l yakin’dir.
Bu unsurlar arasındaki kemale doğru giden tenasüp son derece önemlidir. Bu üçlü bağlamın beraber olarak kullanılması halinde gerçekten insanın inanç boyutu olsun veya başka bir iş boyutu olsun sağlıkla ele alması mümkün ve muhtemel en önemli sistemdir. Bu üçlü sistem daima birbirini destekleyen ve besleyen özellikler içerir. Adeta kişi bu bağlama uyarak kemale ulaşmanın yollarını bulur. Ve hiç bir işi el ucuyla artık tutması mümkün değildir. Durum böyle olunca düşünmede sağlık, görülene itibar ve kabul edilmiş gerçekleri yaşama cesaret, azim ve kararlılığı artık o şeyin kişinin kendisine mal olmasını sağlayacaktır. İşte Ahiler her zaviyede arı bir tarikatın usulleri ve adapları uygulansa da burada izah ettiğimiz kavramlar alevi veya sünni bütün zaviyelerde öğretilir ve işlenirdi. Artık yoldan gelmiş bir misafiri ağırlamak için birbirleri ile kavga ederlerdi. Güne bugünkü maddeci anlayışın yaptığı “kazanmak ya da kaybetmek korkusu” ile değil “haram ya da helal korkusu” ile güne başlarlardı. Bir selamı bile “selamün aleyküm ey ehli şeriat… tarikat.. hakikat…marifet..” şeklinde dörtlü olarak verirlerdi. Bir kişiye durarak dört defa selam vermek neredeyse kişileri akraba yapar diyebiliriz.
Formlar evrensel olmazlar. Öz ile form arasında daima bir ilişki vardır. İslam’da, İslam-i hakikatin ifade biçimidir form. Yunus’un bir şiiri 10 ciltle açıklanamaz fakat bir köylü çok rahatlıkla onu bilir ve anlar. Ahilikte ise fütüvvetnamelerle belirlenen usul ve adaplar tamamen ayet veya hadislere dayanırlar ve kısmen de icma dediğimiz halkın uygun yaşayışı kendini belli ederdi. Pabucu dama atmak da etkin bir form olarak düşünülebilir belki.
Avrupa da ki filmlerde daima bir umutsuzluk söz konusu olup kavramsal bir beslenme, din veya kültür olarak gelmediği için örneğin aşk filmlerinin sonu daima hüsranla biter.
Oysa Yusuf suresinde;
- Teveffeni müslimen ve el hikni bis salihin (Ya Rabbi bizi müslüman olarak canımızı al ve bizi salihler arasına kat- yani ölümden mutluluk beklemek)
Şeklindedir son ümitler.
Batıda kahramanlık önemli olduğu için güç kutsanır ve güçlü olan haklı çıkarılır.
Tasfiri hakikatte, varlık hesabından baktığı için ya ezer ya da tapar.
Kulluk meselesi öne çıkınca hakikatin kaynağı sünnet olarak görünüyor;
Rububiyet………………… Akıl
Ubudiyet………………….. Duygu ( göz)………. İdrak
Hilafet ……………………… Kalp
Vücut………………… Mekke
Vicdan………………. Medine
Vecd………………….. Mekke
İnsanca yaşanabilmesi için bu sıralamaların korunabilmesi zorunludur.
Enfüs…………………. Tekvini (önce) ayetler
Afak…………………… Tenzili (sonra) ayetler
İslam düşünce geleneği, kendi düşünce kodlarını koymuş ve yerleştirmiştir. Ruhi coşkunluk için oldukça zengin menkıbe kültürü bulunmaktadır. Ahilikte de zengin bir menkıbe kültürü vardır. Tarikat şeyhi aynı zamanda bir Ahibaba’dır. Halbuki sinemada sahicilik kayboluyor, bir sanallık ve gerçeklikten kopma baş gösteriyor ve senaryoyu teke indiriyor. Halbuki herkes okumakla farklı bir senaryo yapar zihninde. İslam’ın ilk emrinin OKU olması da boşuna değildir. Canım o zaman zaten sinema yoktu demek bu ilahi emri haksız yere küçümsemek anlamına gelir. Ahilerin zaviye muallimleri yoluyla talipten başlayarak daha işe başlamadan önce dini bir eğitimi, okuma eşliğinde vermesi oldukça manidardır.
Sinema ise bunu tek forma indirger. Bu amaçla olması gereken şey;
1- Hakikatle bağlantınız olmalı
2- Gerçeğin tasviri serbest olmalı
Sünnet olan selamda, kişiyi doğrudan karşıya almak sözlü=kültürel=diyolojiktir. Halbuki yalnızca yazılı olan kültür monolojik bir yapı sergiler. Kuran dili üzerinden dönüşüm tek düze değildir. Zira kıssaların dili “ahsenül kassas” (En güzel hikayeler) olarak nitelendirilir. Ve çok farklı olan bir çok şeyi bir arada söyler. Bu yöntem yaşayan gerçek bir hikayeyi söyleyeceklerinizi içine dahil ederek söyleme biçimidir. Amerikalı’lar buna “case study” diyorlar. Yani gerçek olaylarla örtüşük anlatma biçimi denilebilir. Bütün oradaki 3400 üniversite giriş reklamlarında öğretimlerinde bu yöntemi uygulayacaklarını belirterek öğrenci topluyorlar. Bizimkiler de uyanır da saçları dökülmüş hoca resimlerinden ilmi yöntem ve metedolojilere kayarlar inşaallah.
Eşyada ise yaşayan bir Kuran ve sünneti seniyye her zaman birlikte bir zenginlik olarak görülmesi gereken unsurlardır. Bu noktada yaşamış örnek olarak Hz Peygamber Efendimize birincil olarak çağdaş kılmamız gerektiği gibi bizi de ona çağdaş kılmamız gerekir.
Sonuç olarak bir şeyin örnek alınabilmesi için aynı düzlemde birimleri bir araya getirmek zorunludur. Bunun için aslını bozmadan örnek alınması gerektiği şeyin kodlarını günümüze uyarlamak zorunludur. Buna ilişkin bir varsayım belki şu olabilir. Örneğin; nasları açık olmayan şu konuda Peygamber Efendimiz olsaydı ne yapardı? denilebilir. Öyle ki bu varsayım usulü zaten iman içinde de gizlidir. Kişi aslında bu kadar büyük kainatın bir yaratıcısı olmalı diye bir varsayım yapmış ve Allah’a öyle inanmıştır. Onun teferruatını da zaten Peygamberler getirmiş olmaktadır. Böylece iman, bir varsayıma dayalı olarak oluşmuş olmaktadır. Yeryüzündeki varsayıma dayalı tek inanç yapan varlık insandır ve bu bir üst akıl ifade eder. Bir başka örnek vermek gerekirse, Einstein dahi ünlü izafiyet teorisini bulurken “haşa ben Allah’ın yerinde olsaydım kainatı nasıl yaratırdım” demiş ve bu varsayımdan yararlanarak izafiyet teorisini bulmuştur.
ahi kul ahmed’e nasib
Evvel bahar ermeyince
Evvel bahar ermeyince
Kırmızı gül açmaz imiş
Kırmızı gül açmayınca
Gonca diye kokmaz imiş
Bahar baçı güller imiş
Gül bahayı aşk eylemiş
Aşkın sazı bülbül ötmüş
Bülbül gülsüz yatmaz imiş
Bülbül güle aşık imiş
Aşık ne ki ölür imiş
Ölmeden evvel ölseymiş
İnsan oğlu ölmezmiş
Gül bahardan azad imiş
Evvel nazar gonca imiş
Gonca Hakk’ın fehmi imiş
Fehme eren yanmaz imiş
Kır çiçekli ala dağlar
Lale sümbül çiğdem eğler
Yazıdaki oğlak söyler
Cana bülbül ayvaz imiş
Er baharda bağım gülşen
Gül dedimse kastım aşktan
Bülbül kimmiş benim canan
Canın sunan ölmez imiş
* * *
Şahin olsam ne çıkar bundan
İlim arzu edenlerindir
Arzu etsem ne çıkar bundan
Alim arzu edenlerdir
Sazı olsam ne çıkar bundan
İlme gönül vermem veremem
Arzu diye gece ölemem
Ben bir arzu ile yaşarım
Canı olsam ne çıkar bundan
Mesaj alındı yaşlan beyim
Bilmez kimse hem arzu halim
Sohbetimiz var arzu canın
Canan olsam ne çıkar bundan
Bize şahın nazarı gerek
Karga değiliz sekecek
Taksam cırnamı can verilcek
Şahin olsam ne çıkar bundan
* * *
Bağlar başı
Bağlar başı yeller nazı
Çıka geldi ömrüm varı
Çala dursam ömrür sazı
Gönül çarhı ferman bilmez
Bağlar başı candan öte
Canan bekler candan geçe
Vara dursam neyden geçe
Gönül çarhı “ben”den bilmez
Bağlar başı sevda baçı
Etse eydür can niyazı
Gönül sazı canan nazı
Gönül çarhı eyvan bilmez
Bağlar başı dağlar kaşı
Yollar aşar dağdan âri
Benim yarim kimden eğri
Gönül çarhı zordan bilmez
Bağlar başı güller kârı
Aça dursa gonca gülü
Gülüm bilmez canan beni
Gönül çarhı candan bilmez
Bağlar başı eller kârı
Koka dursa gülüm zari
Bülbül güle yansa dahi
Gönül çarhı neyden bilmez
ahi kul ahmed’e nasib
Değerli Ahiler, Yarenler!
Cenab-ı Hak bir Hadis-i Kudsi’de bilinmeyi murad ettiğini (ahbeptu-muhabbet etmek) bunun için de kainatı yarattığını belirtiyor. Bu hadiste iki unsur göze çarpıyor. Birincisi muhabbet, yani aşk.. İkincisi ise bu aşkın hayat bulması için gereğini yaptığı yaratma fiili. Yani, iş..
İşte Cenab-ı Allah aşka uygun iş yaparken öylesine merhametli davrandı ki, suların tatlılığı, denizlerin orantısı, mevsimleri meydana getiren dünyanın eğimi gibi binlerce şeyi rahman sıfatı ile bezedi denilebilir. İşte bu Allah’ın merhameti ve yiğitliği sayılmalıdır. Bütün evrenin düzeninde büyük bir merhamet gizlidir ve mücadele diyenlerin aksine yardımlaşma mevcuttur mahlukat arasında. Dalgıçlık yaparken yaraladığım balığa diğer balığın gelip onu itikleyerek taşın altına sokmasını hiç unutmuyorum. Allah merhametle yarattığı dünyada insandan yine merhametli olmasını istemektedir aslında. Hadis’te bile “din merhamettir” buyrulmadı mı? Demek ki istediği yiğitliği dinin yani İslam’ın içine koydu ve bekledi.
İşte siz de sevdiğiniz birine bu sevgiyi bildirmek istediğinizde yapmanız gereken şey; fedakarlık ölçüsünde bir şey olmalıdır. Bir çiçek almak, yahut onun işine yardım etmek, fedakarlık derecesinde elbisesini temizlemek, çocuksa gece kalkıp ilgilenmek. Yani bir emek sarfetmek. Yani sevgi aslında bir emek denilemez mi?
İşte Ahi Evran-ı Veli’ye (1171-1261) atfedilen ancak onun bu sözü söylediğine dair bir kanıtın elimizde bulunmadığı “ALLAH DER ÇALIŞIRIZ” sözü aslında aşk ve iş kavramlarını bütünüyle barındırıyor denilebilir.
Konuya bu açıdan bakıldığında aşk kavramının kaynağının ilahi olduğu düşünülmelidir. Ancak insan Cenab-ı Hakk’a karşı saygı bazlı ve edepli bir sevgi duyabileceği gibi, insan olarak yahut eş olarak da, cinsiyet bazlı sevgiler duyabilir. İşte bu sevginin de üst seviyeye çıkabilmesi için “Allah için” kavramına dayanması ya da dayandırılması gerekir bir şekilde.. Aksi halde cinsi bir sevgiden öteye geçmez. İşte ilahi sevginin kaynağı, onun gönderdiği sınırlarla belirlenmiş bir dinin içinde onun istediği gibi olmalıdır.= din, yani İSLAM’dır.
Ortada, açıkta yanan bir ateş düşünün. Bu ateşin her an çevreye sıçraması ve ekinleri, evleri yakması mümkündür. Ama ahiler şöyle yaparlar. O ateşin etrafını küçük taşlarla çevirirler, üzerine iki demir atar ve bir toprak kap koyup içine de bir şeyler koyarak bir şeyler pişirirler. Bunun anlamı ilahi veya cinsi her ne ise sevginin taşlarla kontrol altına alınması ve üzerine konulan yemekle de yararlı hale getirilmesidir. Kontrolden mana edeptir. Hazreti Rasülüllah miraca çıktığında Cenab-ı Hakk’ın “yaklaş” nidasına karşılık yaklaşmış, ancak “bir yay aralığı” kalınca durmuştur. (Necm Suresi) İşte bu edeptir. Kulluktır. Arkasından verilen hediye ise 5 vakit namazdır. İşte bu üç şey olan aşk, kulluk, ve namaz, aynı anda ve aynı yerde miraçta, huzurda verilen ve üçü de birbiriyle bağlantılı ana unsurlardır.
Bunun arkasından Cenab-ı Allah’ın iş olarak kendine edinip altı günde yarattığı kainata insanı gönderişiyle ilgili olarak baktığımızda; insanın dünyaya gönderilişinde hanginizin daha iyi amel işleyeceğini sınamak olduğu belirtilir Mülk suresinde (2.ayet) Bunun anlamı şudur: Amel ederek sevginin ispatlanması sorgulanmak istenmektedir aslında. Şöyle de düşünebilirsiniz bunu: Birisi sizi sevdiğini söyleyip duruyor fakat bunu ispat edecek hiç bir şey yapmıyor. Ne dersiniz ona. “Defol başımdan” demez misiniz? Bir çocuğu seviyorum diyeceğinize onun yanına çömelmek ve elinden tutmak daha anlamlı bir sevgi aktarımı olmaz mı sizce? Ya da babasının yüzüne çıplak olarak yatıvermiş çocuk sevgiyi güveni nasıl hisseder? İngiliz oyun yazarı Sheaksper bir oyununda oyuncuyu şöyle konuşturur. “karının senin için yaptığı fedakarlığa bak” Burada sözkonusu olan fedakarlığın sevme fiiline dayandığıdır. Aşk ya da sevme fiili bir bütün olup parçalanamaz ve fiille de ispatlanması gerekir.
İşte insanlık binlerce yıldır iyi, güzel ve doğrunun peşinde koşmaktadır. Onu buna iten neden aslında Allah’ın yiğitlik ve merhamet ederek yarattığı kainatı insana halife olarak vererek aynı yiğitlik ve merhameti insandan beklemesidir. Bu beklemenin anlamı, insanın Allah’a ilahi aşk duymasının beklenmesi ve bunu da eyleme geçerek ispat etmesini istemesidir. Kuran ayetlerinde önce imandan ve hemen sonrasında da salih amel’den bahsedilmesi boşuna değildir. Salih amel adeta bir ispat vesilesidir denilebilir.
İşte insanlık bu çizgiden her sapışında kendisi de mutlu olamamış ve ahlaki ve çalışma ile ilgili sorunları beraber yaşamıştır. İşte ahirette Allah’ın kendisini ödüllendirmeyeceği bir insan canını neden feda etsin ki? Demek ki Ahlak’ın merkezinde doğru inanç (İslam) var olmalıdır. Batı “ben eğitirim“ dedi lakin suç oranları düşmüyor. Bütün dünya küresel bir vicdan sorunu demek istemem lakin inanç sorunu yaşıyor aslında. İnsanlar ahlaklı ol ya da vicdanlı demekle vicdanlı olmazlar. İşte Ahiliğin temelinde sağlam bir inanç, doğru kurallar, iktisadi denge ve doğru ahlak dediğimiz vahyin ahlak anlayışı vardır.
Uluslararası piyasalardaki 2007 mali krizi ile petrol ve diğer emtia fiatlarındaki aşırı artışların kaynağındaki nedenlere şöyle bir bakalım. Ortak yönlerinin önce kuralların yanlışlığını (K), sonra da ahlak eksikliğini (A) kendiniz görün:
Düşük faizle de olsa ortaya çıkan kontrolsüz serseri para, fazla emisyon, hedge ve emeklilik fonlarından oluşmuş, nereyi yıkacağı belli olmayan aşırı likit seli (K)
Banka ve fon yöneticilerinin daha fazla prim kazanmak için, aşırı hırs ve risk alma iştahı (A)
Spekülasyondan para kazanmaya çalışılması (K)
Muhasebede bilanço makyaj ve maskeleri (A)
Tasarruf yerine devlet ve halkın borçlanarak tüketime (ve bütçe açıklarına) teşvik edilmesi (K)
Emtia fiatlarının, beklentilerin ve olmayan para ve olmayan malın alınıp satıldığı borsa’nın future piyasalarında belirlenmesi (K)
Küreselleşmenin kuralsızlık olarak algılanması (A)
Merak etmeyin herşey kendi kendine düzelir diyen saf Adam Smith’in “gizli el”inin hiç bir şeyi düzeltemeyip kumarhane kapitalizmine dönüşmesi (K)
Derecelendirme kuruluşlarının ülkelere verdiği taraflı raporlar? (A)
Bunlar meselenin yalnızca ahlak olmadığını kuralların da doğru olması gerektiğini göstermiyor mu? Yorum yok..
ahi kul ahmed’e nasib
Ben bir yavru şahin olsam
Kapsam kaldırsam ne dersin
Gökler benim, şahı olsam
Ferman saldırsam ne dersin
Ben bir beyaz angut olsam
Seyfe gölün mekan tutsam
Yazlı kışlı selam dursam
Ferman duyursam ne dersin
Ben bir allı turna olsam
Cızgı cızgı uça dursam
Seyfe deyu rüya görsem
Ferman uçursam ne dersin
Ben bir ak güvercin olsam
Kanadımı aşka çırpsam
Mazlumlara haber olsam
Ferman çırparsam ne dersin
Ben bir ala karga olsam
Seke seke hem sekdirsem
Ahi ahmede av olsam
Ferman bozdursam ne dersin
Kara kara karga olsam
Akıl bende kelam etsem
Düşman için örnek olsam
Ferman okutsam ne dersin
Kara sığırcık ben olsam
Bahçalarda dallar ağsam
Avcı vursa pilav olsam
Ferman bozdursam ne dersin
Ben bir küçük serçe olsam
Kanadımı kırsa adem
Süleymana dava kılsam
Ferman çıkartsam ne dersin
Ben bir sarı bülbül olsam
Diyarımda hazan bilmem
Gülüm gülşenim şen benim
Ferman okusam ne dersin
Ben bir garib adem desem
Rasul için türab olsam
Dertsiz bülbül seni vursam
Ferman buyursam ne dersin
Ben bir zalim avcı olsam
Şahinimle yaylaklasam
Güvercine yaman salsam
Ferman yırttırsam ne dersin
Ben bir iki keklik olsam
Kayalarda öte dursam
Zalim avcı, sese kansam
Ferman şakısam ne dersin
Ben bir ahi dülger olsam
Kekliğime kafes yapsam
Şöyle bir yol aça dursam
Ferman bıraksam ne dersin
Yeşil başlı ördek olsam
Ağşam sulara saalsam
Avcı duya öte dursam
Ferman vurulsam ne dersin
Ben bir cahil avcı olsam
Avlaklara kulak versem
Yeşil başa çifte salsam
Ferman vurursam ne dersin
Ben bir yavru ceylan olsam
Avcı vura yitse canım
Üşüşürler etim içun
Ferman neyleyim ne dersin
Ben bir yaban domuz olsam
Onbeş yavru ile varsam
Bahçaları talan etsem
Ferman rızıktır ne dersin
Sen bir yaban domuz olsan
Bahçaları talan etsen
Ben bir sürek avcı olsam
Ferman çiftedir ne dersin
Ben bir hacı hoca olsam
Hüküm diye kitab açsam
Avcıları yaka dursam
Ferman buyursam ne dersin
Ben bir dünya yaratsam
Avcıyı yaylakda yazsam
Çorbasına geven koysam
Ferman içirsem ne dersin
Ben bir Rahman ola dursam
Kurtlar kuşlar bir uçursam
Avcıyı yemlerken görsem
Ferman sevdirsem ne dersin
Merkez Efendi ben idim
Hocam dese Rahman benim
“Aynısı aynısı”desem
Ferman değişmez ne dersin
ahi kul ahmed’e nasib
Yine gönül kuşu eyledi pervaz
Her bir demden söyledi bir ahi naz
Her seher bad-ı saba hem gül-i naz
Bir bahar yad-ı aşkın neşvesi saz
Kim gönül çarhını savursa felek
Cevr-u cefa bahadır ona niyaz
“ben” ile başım dertte eydür felek
Her “ben” ile iki düştüm dem poyraz
Arşu âlâda kapı vurduk felek
Lakin “kim” dedi “ben”e eyler firaz
Kulluk eyle bahadır aşkın felek
Kim söyler kuldur sefadır aşkı naz
“fezkurullah kesiran” dedi Hakk’ın
Zikreyleyip ağlar iken güldü yaz
Cemalini aşıklara vaad kıldın
Aşk yolunda bir Allah için can raz
Kavi aşkı Allah sevdi “kulum” der
Ara yolda kalmaya canan pervaz
Yalancılar cemalim görmez dedi
Aşk kapısında sağlam duran yanmaz
Kabirler yetmez mi akıllı ol sen
Ben de şunlar gibi olmam de biraz
“Mutua kabl-el temutu” eyle sen
Ölmeden evvel ölmeğe kül biraz
“Felizehu kalilen” haber verir
“Veleyebku kesiran” der gül biraz
Amel yoğ ise güler şen yürürmüş
Fermana boyun veren gamla firaz
Kim “kul” oldum gece gündüz gözyaşı
Katrem derya özler mutmain olmaz
Nefsden geçen aşıklar Allah derler
Seherde dört dövünüp esti poyraz
Rahmeyledi Rahman özüm nazar
Taşdı derya ondan gayri şehnaz
Zalim nefs bırakmaz ateşe yanar
Vücudum yandıkça yandı gel aymaz
Müşrikin imanını şeytan alır
Euzu-bismillah deyip gül biraz
Münafığa cehennem yeter yanar
İman eden halis kul yanıp şehnaz
İmansızlar evvel ahir yanarlar
Allah’tan iman dile namaz niyaz
Nefsim heva kıldı da tafta şaşar
Başın alıp pir-i Kamil’e varmaz
Ahi kul ahmed ötelerden aşar
Kuş olup uçup la mekan’a ayvaz
ahi kul ahmed’e nasib
Gönül gözü ışımadan ibadet düşmez
La mekanda makbul olmaz dergahım işte
Hakikat bu sözleri öğrenmemek olmaz
La mekanda makbul olur kitabım işte
Ders aldım Hakk’tan perdeler açıp sırrından
Zorluk, cefa, sıkıntı gitmezmiş kulundan
Melamet, ihanet, ile geçmez hoşluktan
La mekanda kabul olur duaım işte
Aşk bir beladır başa düşe ağıt ister
Aklı giderir şaşkın kalır gömlek giyer
Gönül gözü açılınca bilmeği diler
La mekanda Mecnun olur leylaım işte
Seher vakti ağlar olsam nida eyleye
Cemalini göstermeğe Hüda söz vere
Aklım başımdan gitti, şaşkın kul neyleye
La mekanda Halil olur dostluğum işte
Burda cefa çekti isen Cemali Hakk’tır
Mahşerde bağışlar “kul”a celali yoktur
Aşığa ahdeyler yaratmış iken sözdür
La mekanda cemal olur gördüğüm işte
Halktan bezen, çöller aşar sorar aşkını
Kul olan Hakk’tan korkar ve dahi ağlayı
Cemal dileyen cefaya hazır olmalı
La mekanda celal olur yandığım işte
Yad etmeye gözlerimden kanlı yaşlarla
Yüz bin bela versen düşmeyem feryada
Hasta gönlüm korkar senden hem şad olmaya
La mekanda delil olur hastayım işte
Hakk’a aşık olmak altın gümüş gerekmez
Pir-i Kamil’de toprak ol kibir bulunmaz
Hakk yolunun kullarına derman gerekmez
La mekanda derman olur dertliyim işte
Aşk derdine deva yoktur bilin yarenler
Diri iken aşk defteri bitmez aşıklar
Dar mekanda kemik ayrık olmaz yatırlar
La mekanda nurun olur kulunum işte
Aşk kâdir, aşık fakir neyleyim acizdir
Hakk’tan fehim olmadıkça kelamı nacizdir
Hakk öğüdü haram kılar dünya hacizdir
La mekanda kulun olur aşığım işte
Kul ahi ahmed altıda Mesnevi okur
Onunda aşk şarabın Mevlana’dan alır
Ondörtte tasasız Hakk’a yürür keşf n’olur
La mekanda aşık olur yanarım işte
ahi kul ahmed’e nasib
Bu dünyaya gelenlerin
Gitmeyeni kalmaz imiş
Yükü ağır çekenlerin
Ahir işi onmaz imiş
Önce gelen ademleri
Yer altına girenleri
Hallerine erenleri
Burda olan bilmez imiş
Vara vara vardım sine
Haber sordum hepisine
Cevap vermez eyisi de
Bu dil orda geçmez imiş
Kamusu hem ölüdürler
Eller dahi bağlıdırlar
Mü’min olmam diler bunlar
Mü’min olan ölmez imiş
Kafir ile münafığın
Yandığını gördüm aman
Cehennemde yatar galan
Hiç de soluk almaz imiş
Dilince söyler garibler
Hallerini bildirirler
Halil olmağı öğütler
Halil olan yanmaz imiş
Can bedende bir kuş imiş
Uçmadan “bir yana” imiş
Ahir illerde uçsa hoş
Gayri kazanç olmaz imiş
Ne amelin varsa söyle
Getirdiğin kâra geçe
Burda gafil olan kimse
Orda azad olmaz imiş
Bağım bahçem viran olur
Oğul uşak yalan olur
Malım mülküm talan olur
Altın gümüş geçmez imiş
İki kapılı handır bu
Gelen gider kervandır bu
Mü’min kula seyrandır bu
Kafir olan kanmaz imiş
İşte geldim gidiyorum
Gözüm açtım göçüyorum
Altı metre biçiyorum
Biçmem diyen gülmez imiş
Bugün geldim yarın yokum
Ateş aldım aç mı tokum
Ben bu işten ne anladım
Gitmem diyen olmaz imiş
Ağlar isen aşka ağla
Aşka düşen ümmet kula
Kulu isen rahmet kıla
Aşkda yanan solmaz imiş
Ahi ahmed söyler durur
Okuduğun erler tuttur
Zalim kullar alim midir
Hakk’da rahmet kılmaz imiş
ahi kul ahmed
Ecel oku erdi cana
Canan yayı gergin dostlar
Gafil oldum kaldım yaya
Canan yayı girgin dostlar
Unut Hakk’ı oldur sultan
Eğri doğru vardan yoktan
Emanetti aldı candan
Canan hayyı solgun dostlar
Can boğaza kement ata
Elif iken ba’ya koşa
Yokuş geldi gevher döke
Canan deyu yoklar dostlar
Nazlı nazlı yürür idin
Kamu alem sürür idin
Kara defter yazar idin
Canan yazdı kara dostlar
Adın kazırlar defterden
Canın çekerler teninden
Kara düzenler ölümden
Canan der ki canın dostlar
Kabir sıka dört bir yandan
Amel getir bana senden
Yoksa yiye çıyan kurttan
Canan sordu kavi dostlar
Mü’min kullar hoşluk ile
Cevap vere güller ile
Huri gılman hizmet ede
Canan nuru bize dostlar
Münafıklar şaşkın ola
Rabbim kim ki diye haşa
Kulak topuz yiye anda
Canan vurdu çifte dostlar
Kafir ise zoka yermiş
Sorgu sual bilmez imiş
İmdat için iman etmiş
Canan bunu neyler dostlar
Bağ-ı bahçen viran olur
Beden dahi çeker durur
Cümle dostlar koşar gelir
Canan bolca toprak dostlar
Evlat uşak suyun döker
Üç beş adım döner gider
Varsa aşkın gelir söyler
Canan aşkı candan dostlar
Gülüm dalında mı kaldı
Elim ah uzandı düştü
Dünya sandım benim oldu
Canan n’ola kaydı dostlar
Gaflet ile geçti ömür
Namaz niyaz kaldı “devir”
Canım nitsin sorgu ağır
Canan diye imdat dostlar
Halik yarattı doğum ölüm
Alnıma çaktı hem mührüm
Hiç bilmedim ne var yarın
Canan dahi heyhat dostlar
Ahi ahmed kuldur paşa
Zabah ağşam aşka düşe
Ağlar ise ümmet uça
Canan sırrı ”kul”dur dostlar
ahi kul ahmede nasib
Ağlar isem yane yane
Şol gözümü silen kimdir
Bağlar isem kuşak hare
Şol belimi saran kimdir
*
Ağu içsem dost elinden
Ağıt yaksa yüreğinden
Çeke dursam şol dilinden
Bu derdimi salan kimdir
*
Güller ağlar nazı içun
Nazlı eyler başım içun
Başım feda Rahim içun
Bu fetayı yapan kimdir
*
Sağlar yadı çekmez hali
Beyler karı onmaz düşü
Fakir neyler Karun varı
Bu metaı veren kimdir
*
Çağlar isem coşa coşa
Katrem düşe derya naza
Bağı bostan güle yaza
Bu gülşeni açan kimdir
*
Eyler isem gülşen yası
Bağı irfan cehlin sazı
Umut olmaz ilmin yüzü
Bu sebebi soran kimdir
*
Saflar düşer doğru yolda
Ağlar durur gözü yarda
Güle dursun nazlı şurda
Bu niyazı eden kimdir
*
Benim dosttan dosta koşan
Dost başına “bela” kılan
Ümmet içun sala veren
Bu nidayı salan kimdir
*
Yaran ile yaran ile
Kul bahasın taat ile
Gül yeşerir toprak ile
Bu safayı süren kimdir
*
Selam saldım sarı güle
Gül bahası yare çile
Ben yanarım dünü güne
Bu cefayı eden kimdir
*
Bahar desem yaza çalar
Yaza ersem kışa döner
Mehil vermez ömür biter
Bu zamanı içen kimdir
*
Ben söylerim Hakk’ı evvel
Aşka düşem vakti evvel
Can pazarı canan evvel
Bu canımı yakan kimdir
*
Aşkı yakin cevr-u cefa
Yana dursun can-ı vefa
Kim yanmazmış nefsi heva
Bu hevesi eden kimdir
*
Sen söyle aşk ile daim
Bir eyler şevk ile kaim
Gül pahasın dertle hoşum
Bu bedeli koyan kimdir
*
Ahi kulsun ahmed ağa
Baş gelmeğe kimse sana
İki gözü çağlar Hakk’a
Bu selleri akan kimdir
*
*
ahi kul ahmede nasib
Şol dünyada ademlere
Gün gele tamam diyeler
Bağu bostan harab ola
Oy gele yaman diyeler
*
Malın mülkün evlad eşin
Taat gayri döner hepsin
Sorgusu kavidir dostun
Bil hele yaman soralar
*
Münker nekir sual eyler
Topuz vurur kulak neyler
Bilmez isen Rabbin kimler
Gel hele yaman vuralar
*
Nefis ile eylen haram
Varı yoğa uçkur tamam
Helal haram dursun ağam
Var hele yaman edeler
*
Günah çeki katır yükü
Bunca bela ahır seki
Tövbe yoksa satır ne ki
Vay hele yaman keseler
*
Yakasız donlar biçeler
Etünden yemler yapalar
Kurtlara bayram sunalar
Uy hele yaman yiyeler
*
Dünya tatlı şeker kaymak
Ölüm uzak yaşam sıcak
Bağrı açık duşa girmek
Vay hele yaman diyeler
*
Yığdım ettim neslim içun
Sattı beni nefsi uçun
Taat dahi işim içun
Hey hele yaman yazalar
*
Ülkem dedim gazap saçtım
..çilik deyu üstün gördüm
İslam deyu Cuma bildim
Vay hele yaman kızalar
*
Benim param benim malım
Uyku tutmaz Karun benim
Divan dura beş bin kulum
Vay hele yaman yiteler
*
Bağım bahçem gülşen idi
Güller bana sırdaş idi
Gözler dizler çekti şimdi
Vay hele yaman kokalar
*
ahi kul ahmed tozutur
Baş olup adil konuşur
Dost aşkına bin kez ölür
Vay hele yaman yuyalar
*
ahi kul ahmed