Vahyin eğitim anlayışının temelleri Kuran’ı Kerim’in Alak Suresinin ilk 5 ayetinde saklıdır. Bu ayetler Cebrail Aleyhisselam’ın hira mağarasında getirdiği ilk ayetlerdir:
Yaratan Rabbinin adıyla oku.
O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.
Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir.
O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti.
İnsana bilmedikleri şeyi öğretti.(Alak 1-5)
Okuma yazma bilmeyen bir peygambere “oku” emrinin verilmesi dikkat çekicidir. “İkra=oku”
birleştir, parçalar arasındaki bağı keşfet, bul, (icma = ) dağılmışı topla, anla ve anlamlandır anlamlarına geliyor. Muhammed Esed, “Kuran Mesajı” adlı meal tefsirinde bunu “telaffuz etmek-dile getirmek-mesajı anlamak ve zihne yerleştirmek olarak ifade ediyor. Bazı tefsirler ise bunun “tebliğ et”anlamına işaret ediyorlar. İkra ile alaka aynı şeyi gösterir. Parçaları birleştir, keşfet.
Rab = Terbiye eden, eğiten demek. Burada “Rab” sıfatının kullanılması ilginçtir. “İlah” geçmiyor, “Rab” geçiyor, “Senin Rabbin”. Bir şefkat var. Kuran’ı Kerim’de 2500 civarında “Allah” lafza-i celali varken 900 defada “Rab” sıfatı geçiyor!
Allah yarattı ve terbiye etti. Yaratan ve senin nasıl eğitileceğini bilen O. Seni senden iyi bilen Rabbindir. Tasarrufta bulunduğun isim Allah olsun.
Ahz – Keşf
Ahzetme – Gizli olanı keşfetme
Veren – Alan
Verileni al – Saklama
Dirayete – Rivayete
Eğitimin maksadı bilgi ve ahlakın birlikteliği…
İlim yürekten alınır. Temel unsurdur. Ahlakıyla beraber alınır, dizden alınır. Aksi halde malumat olurdu. Bilgi ahlakı, bilginin olmazsa olmazıdır.
İkra = Üret ve ilet…
Ve Rabbukel Ekrem = Senin Rabbin en büyük ikram sahibidir.
Bu büyük ikram = Öğrenebilme yeteneğininin verilmesidir.
Talimu-l esma = Eşyaya isim verme yeteneğini verdi ki, meleklere secde ettiren de buydu.
Allah Hz.Adem’e eşyanın varlığını onu nasıl isimlendireceğini öğretti. Allah’ın isminin üzerinde tecelli ettiği şeyler. Örn.yeme içme, Allah’ın Rezzak sıfatının bir tecellisi. Merhametli olması Rahman veya Rahim sıfatının bir tecellisi.v.s. Bilgiyi işleme; anlama ve anlamlandırma özelliği. Bu aynı zamanda bilgisayardan da ayıran özellik. İyi – kötü, güzel – çirkin v.s
Melekte muhakeme var, alimi var –şeytan alim idi-, bilgiyi biriktiriyor ve karşı çıkıyor. Yeryüzünde kan dökecek günah işleyecek birini mi yaratacaksın diyor. Melekte günah işleme yok.
Diğer taraftan insanın iradesi ile tercih yapabilme özelliği var. Melekte olmayan, tercih etme, günah işleme özelliği. İyi – kötü, güzel – çirkin ayrımında tercih yaparak en güzel amel yoluyla meleği geçmesi. Veya inkar ile hayvandan da aşağı düşmesi- esfeli safilin-
Esmaü-l Hüsna’nın tecellisinin eşyaya yansıması.
Kulli iradeden bir irade.
Külli şefkatten bir şefkat.
Külli merhametten bir merhamet.
Fail Allah, mef’ul Adem.
Eğitimin ilahi bir ikram ve şefkat olduğunu belirtti.
Eğitilebilir olmak yetmez. Müfredatın da iyi olması gerek = Munbit toprak.
Hem de öğreteceklerini de bildirmiş.
Rububiyetin tecellisi insanda eğitim olarak tecelli eder.
Bilginin kaynağı Allah’tır. Kutsaldır.
Hümaniter Eğitim Düşüncesi
Humaniter düşünce insana bilgi elde et, güçlenirsin diye emreder = bilgi “put” olur.
Batıda bilgi çalınmıştır = Saklar, karşı kullanır.
Bizde ise bilgi verilmiştir. Allah vermiştir. Teşekkür gerekir.
Bizde bilgi arttıkça tevazu artar. Bilgi tefekkürdür, teşekkürdür.
Batıda ise; bilgi arttıkça kibir artar.
İnternetten de öğrenebilir. CD, hafızadır. Bilginin işlenmesi ve anlamlandırılması gerekir. İnsan ile bilgisayarı ayıran da budur. Ama insan olunca, ilm ile veli arasındaki bu farkı fark eder.
İlim irtibat kurmaktır. Akıl bağdır. Eşyayı anlamlı bir bütün halinde görmedir. Vahyin ilim ve insan tasavvurunun iyi anlaşılması gerekir.
Peygamberler bütünü, tevhidi temsil ederler. Bu bağı kurmaya hikmet denir.
Peygamber efendimiz Eba Zer’e güneşin batışını seyredelim diyor ve soruyor: Güneş nereye gitti ya Eba Zer? Allah ve Rasulü daha iyi bilir. Cevap verir: “Güneş, Allah’a secde etmeye gitti”. İlmin konusu bütün kainattır.
“Ve nnecmu ve şşeceru yescudan” = yıldızlar ve ağaçlar secde ederler. (Rahman 55)
Yani Allahın verdiği görevi yapmaya gidiyor = yörüngeye uyuyor. Adeta bir tavaf. Onun Allah’ı zikri bu. Ağaçlar kökleri ile secdede, eşya gölgesi ile secdede, hayvanlar ön ayakları ile rukuda, dağlar dimdik ayakta durarak kıyamda. İnsan ise bu üçünü de yapacak kabiliyette = namazda.
Peygamberin öğretme nesnesi bütün kainattır. Kainat öğrenmeye konudur. Ayat = Mucize demektir. O zaman kainatta mucize olmayan şey yok demektir. O halde öğrenilen her şey mucizedir. Vahyin Penceresi budur.
Kuran içinde barındırdığı kevni ayetlerle bilim dünyasına yol gösteriyordu. Amerikan Uzay Dairesi NASA, sürekli olarak her yeni buluş ya da keşfin arkasından Kuran’ı tekrar tercüme ve tefsir ettiriyordu. Örneğin “Yasin” suresinde güneş ve ay için “her biri bir felekte (yörüngede) yüzmektedirler” (Yasin 40) buyurulur. Evrenin sürekli genişletildiği ayetle sabittir. Allah bir ayette “yıldızların yerine yemin eder”. Bugün yıdızların yerinin son derece önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Yine kainatın “yoktan varedildiği” belirtilirken batı, “maddenin ezeli” olduğunu düşünüyordu. Bugün maddenin karadeliklerde zeval bulması onları maddenin kalıcı olmadığı fikrine getirdi ve şaşırdılar. Fikirlerinin temelleri sarsıldı. “Evrenin sürekli genişlediğinin” ortaya konması onları “bunun bir başlangıcının olması gerektiği” fikrine ve “Big-Bang” denen “Büyük Patlama” fikrine götürdü. “Sıfır hacimde sonsuz bir enerjinin bir patlama ile bu günkü evreni 13,7 milyar yıl önce meydana getirdiği” fikri onları “peki buna kim karar verdi ve bu düzeni kim meydana getirdi” fikrine cevap aramaya itti. Ortada bir düzen vardı ve bunu birisi irade etmiş olmalıydı. Bunun nasıl olduğu bilinmiyordu. Bunun için Tanrıya başvurulmalıydı. Materyalist alimler de artık bir üstün güce inanmaya başlamışlardı. (Daha geniş bilgi için bknz. Taşkın Tuna, Uzayın Sırları, Boğaziçi Yay; Zamanın Kısa Tarihi, Taşkın Tuna; Kara Delik Evrenin Sonu mu?, John Taylor; Karadelikler ve Bebek Evrenler, Stephans Hawkings)
Batı ortaçağda dünyayı düz zannederken İslam dünyası gezegenlerle ilgili çok şey biliyordu. İslam alimlerinin batı dillerine tercüme edilen kitapları onlar için dayanak oldu. Kilise engizisyon mahkemelerinde alimlerini yargılarken İslam bilimi teşvik ediyordu. Ancak İslam ülkelerinde İslam’ın doğru anlaşılmaması, daha çok uhrevi ilimlere önem verilmesi, yasakçı bir yönetim anlayışının hür düşünceyi öldürmesi ilmi geriletti, alim yetişmedi, ilim “Allah’ın işine karışmak” olarak algılandı, toplum öldü. Fakat batı gerek fikri ve gerekse fiziki pisliğin içinden yaptığı önemli keşiflerle ilmi hem ilerletti ve hem de yaygınlaştırarak kullanıma sundu. Şüphesiz bunun karşılığını da aldı. “Biz başarıyı (medeniyeti) gezdirir dururuz”(ayet) emrine uygun bir gelişmeydi. Başarı oraya verilmişti. Yan ürün ise, zaten yanlış olan, ilme de karşı çıkan dinin dışlanmasıydı = laiklik. İlim bugün başdöndürücü bir hızla ilerlemektedir. “İlmin sonsuz” olduğunu idrak edenler her an yeni bir buluşun onları piyasadan sileceği korkusu içinde ar-ge araştırmalarına büyük paralar harcamaktadırlar. Adeta var olma yarışı.
Bu, ilim ve teknolojinin ticari boyutuydu. Yukarıda bahsettiğimiz ilmin felsefi boyutu ise önce bir Allah kavramını ve arkasından ilme yol gösteren İslam’ı (Kuran’ı) işaret ediyordu.
İlmin Hayata, Alime, Talebeye Yansıması
Bilmenin bir tevhid eylemi olduğu, bilginin ahlaktan ayrılmaması gerektiği, bunun amacının ahlak olduğu, bunun da Allah’ı işaret ettiği söylenebilir.
İlmin işlev olarak faydalı da olması gerekir. Hz. Rasulüllah “fayda vermeyen ilimden ya Rabbi sana sığınırım” buyurdu. Özünde faydasız, sahibine faydasız ilimden uzak durmak gerek. İlmin kişiyi bir şekilde Allah’a ulaştırması ya da fayda sağlaması gerek.
Hammadde bilgi ise, mamul ahlak olacak. Yoksa faydasız bilgi oluyor.
Eskiden ilim Allah rızası için yapılırdı. Şimdi maaşa talip olanlar, ilme talip oluyorlar. Belki bugün nüfusun artması, ilim ve teknolojinin ilerlemesi, bir meslek için ilim yapmayı gerekli kıldı, standartlar yükseldi. Ancak ilim yuvası sayılan üniversitelerin de makam ve maaş saikinden uzak olmasını dilerken devletin “marifet iltifata tabidir” kuralı gereğince onları geçim derdinde bırakmaması gerekir. Bir asistan 1 300 lira maaş alıyor? Bu adama nasıl ilim yaptırırsın?
Peygamber ve Raşit halifelerden sonra bilgide bozulma başladı. Bu, ahlaka yansıdı. Yerel kültürlerin İslam’ın içine akması bütüncül sistemi bozdu. Müslümanların bağrına sızdı. İslam’a değil. “Sakınan korunur” kuralına uyulmadı. İnsanlar terbiyeden geçmeden İslam’a girdi. Hz. Ömer devrinde Mısır ve İran süratle fethedilince, oralar irfan ve hikmet ile doldurulamayınca felsefe ve mistisizm geldi doldurdu.
Modern Eğitimin Üç Ana Zaafı
Modern eğitim;
- Bilgi ile bilgi ahlakının arasını ayırdı.
Akılla kalbin,
Duygu ile düşüncenin,
Eylemle bilginin arasını ayırdı.
- Bilenle bilginin arasını ayırdı.
Bu, bilginin üstadsız aşırılabileceğini,
Bilgi ile bilenin arasındaki bağı kopardı.
- Alim ile ahlakın arasını ayırdı.
Alim; ahlak ile bilgiyi sindirmiş olana denir.
Hayata uygulayandan alınır = İlmi ile amil olmak.
Bizde, ilmin soyu, babası vardı. Eskiden hangi okulu bitirdin sorusu yanlışken bugün iyi bir okul tercih nedeni. “Kimin tedrisatından geçtin?” denmelidir. Ancak maddi ilimlerde teknolojinin ilerleyerek branşlaşmanın artması çok sayıda uzman kişiler marifetiyle eğitimi gündeme getirdi. Bilgi amele dönüşmüyor!. İlim, ilim halkasından, rahle-i tedrisatla öğrenilir. Üstadla öğrenci arasındaki fark ontolojik değildir, derece farkı yoktur. Halka halindedir = eşittir.. Özgürlükçüdür, tartışır, fikir sorar.
İmam-ı Azam’ın ilim halkasına yaklaşık 60 kişi katılırdı. İmam-ı Azam önce konuyu anlatır, sonra teker teker sorar, önemli gördüklerini not alır ve en sonunda da kendi görüşünü söylerdi.
Günümüzde ilim insanları tesviyeye tabi tutuyor = soykırım. Bir manipülasyon aleti. İnsanın şahsiyeti biçilince geriye hiçbir şeyi kalmaz. Mühendislik olarak bakılıyor. İnsana saygı duymuyor.
Ulus devlet, tek tedrisat uyguluyor. Edirne’den Şırnak’a aynı. Coğrafi ve demografik şartlar gözönünde bulundurulmuyor. Fırsat eşitliği yok.
Sınav
Böyle eğitime böyle sınav sistemi. Talebeyi kumarbaz yerine koyuyor. Standart zekalara hitab ediyor.= Rakamsal zeka.
Analitik zeka, sanatsal zeka ve diğer zeka türleri dikkate alınmıyor. Bu bir entelektüel soykırımdır. 1 800 000 çocuk sınava giriyor, 600 000 içeri, geri kalan dışarı. Okumuş, ancak becerisiz ve dolayısıyla işsiz. Meslek lisesi yerine genel lise.
Sınavın ölçüm sonucu, “başarılı” dediğimiz “başarılı” “başarısız” dediğimiz “başarısız mı?” Kral çıplak!
Alim, ilmiyle amil olmalı. Yani taşıyıcı.
İlmi ahlakından koparıp malumata çevirmiş = Kes, kopyala yapıştırla ortaya çıkan şey…
Başarıya Kilitlenmek
Başarının putlaştırılması, şartlı refleks (Pavlov)’un köpeklere yaptığını insana yapmak…
Başarı güzel bir şey. “Ameller sonuçlarına göredir” (hadis). Başarı ağacın meyvası gibidir.. Kötü olan başarı değil, başarıya odaklanmaktır = Sonuca kilitlenmek.
Başarı odaklı sistem bir hayat tasavvuru halini alıyor. Hayata, ticarete yansıyor. Nasıl kazandığına bakmıyor. Ne kadar kazandığına bakıyor. Hile yaparak vergi rekortmeni olunabilir. Yahut gayri ahlaki bir iş kolundan çok kazanç elde edebilirsiniz.
Mekkeli müşrikler Yemen ile Suriye cennetleri arasında ticaretin kaymağını yiyorlardı. Başarılıyız diyorlardı. Fakat Peygamber efendimiz tekere çomak soktu. Düzenlerini bozdu. Asıl kabul edilemez olan buydu. Onun için de karşı çıkmışlardı.
Başarı odaklı eğitim – sorumluluk odaklı eğitimle karşı karşıya. Başarı odaklı eğitimde insan tasavvuru = sorumsuz ama başarılı olmalı. Ahlaksız olabilir. Hakeme göstermeden serbest. Roma’nın yakalanmayan hırsızı ödüllendirmesi ile aynı.
Başarı odaklı eğitim sürdürülebilir değildir. Ezici, sürü psikolojisi içinde başar ama sisteme takılma. Bu ahlaksızdır.
Uluslararası güçlerin yaptığı da başarıdır. 600.000. kişinin üstüne bomba atmak da başarıdır. IMF’nin borç verdim diye önerdiği; kalkınmayı durdur, sıkı para politikası izle, bütçe fazlası ver ve paramı geri öde; işsizlik artabilir, ticaret sekteye uğrayabilir, iflaslar ve intiharlar olağandır demesi de bir başarı. Tefeci… Ya insan ne olacak? İşte faiz bunun için yasak ve ahlakı, merhameti yok! Aklı, kabiliyeti, zekayı dışlayan, başarıya odaklı bir sistem… Bu sistemde başarılı olanlar, hayatta başarısız oluyor: Kendisi ile, ailesi ile, arkadaşları ile.. Ona armağan olarak verilen yetenekleri ona ket vurur hale geliyor.
Kendi seçmiyor mesleğini. Siz seçiyorsunuz. Tekrar sınava giriyor. Kabiliyet katilliğine dönüşüyor. Çocuk kendisi ile savaşıyor. Her şeye rağmen kazanılmış olan, fetişleştirilen, putlaştırılan, başarıdır. Neye, niçin, nasıl, kaça maloldu diye sormuyor. Başarısızlık halinde doğan psikolojik sıkıntıların ve intiharların özünde başarı odaklı eğitim var desem abartı olur mu? Başardığı zaman da “ben başardım”diye kibirleniyor, yetki aldığında da hizmet yerine menfaatini düşünüyor, zulmediyor. Karun da “bu serveti yeteneğim sayesinde elde ettim” dedi. Ve yerin dibini boyladı. Bir sahabe peygamberden ısrarla istediği dünyalık bir duanın ardından 6-7 sene içinde büyük bir koyun sürüsüne sahip oldu ve zekat memurlarını “peygamber benimle ortak mı kazandı” diye tersleyerek isyan etti. Başarıyı yani rızkı kendinden bildi. Verildiğini düşünmedi. Daha sonra pişman olarak zekatını vermek istedi ise de gerek Hz. Peygamber ve gerekse Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer onun zekatını almadılar.
Bilgi ile aranan; dünyevileşme, güç, makam, kariyer, maaş, hakimiyet. Halbuki gayret bizden muvaffakiyet Allah’tandır. İlmi verilmiş bilmek gerekir.
Başarı odaklı bir sınavla öğrenci hayatın tek yönüne hazırlanıyor. Hayatın sürprizlerine hazır değiller. “İnsan için çalıştığının karşılığı var” (ayet). Ancak yalnız hayat bu değil.
Hayatı mühendislik olarak görmek yanlıştır. Doğal hayat tabiri, karmaşıktır.
Başarıya odaklı sistem insan tasavvurunu yanıltıyor. Anne baba başarılı olan çocuğunu erdemli olana tercih ediyor. İyi – kötü’nün yerini, başarılı – başarısız ayrımı alıyor. Çocuk fırsatını bulunca kopya çekiyor. Mekanik eksenli insan, erdemli insana karşı bir Truva atı. Hitler Berlin’i bombalayın diyor. Karşı çıkılınca, “düşman karşısında başarısız olursa ölmeyi de hak ederler diyor = başarısızın yaşamaya da hakkı yok!
Nuh başarısız mıydı? Hayır! Tevhid uğrunda ölen insanlar başarısız mı?
Başarı odaklı eğitim, çocukları dengesiz yapıyor. Hayatta; sosyal ilişkiler, davranış uyumu, toplum ve kendisi ile barışık yaşama, Allah’la olan ilişkisi, sıkıntılara göğüs germede dayanıklılık.. Bunlar hayata uyum sağlamada önemli şeyler.
Erdem ve sorumluluk odaklı eğitimin yerini başarı odaklı eğitim alıyor.
Allah’tan, erdemden, faziletten yırttığını başarıya yamıyor.
Hayat denizinde fırtınanın ne zaman kopacağı belli olmaz. “Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten ailenizi koruyun”(ayet).
“Amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır”(hadis). Bununla sürdürülebilir olana işaret var. Halbuki başarı odaklı eğitim veya davranışlar, bir yerde ya diğer insanlarla ya da sistemle çatışır. Devamlı sürdürülemez.
Başarılı olan mutlu mudur?
Mutluluk ile haz, keyif alma ayrıdır. Doğrudan orantı kurmak yanlıştır. Başarı ile mutluluk arasında bağ yoktur. Hiçbir şeyi eksik olmayan insanlar mutlu mu? Doğrudan bağ kuran vahyi unutmuştur. Gelir ve maddi tatmin düzeyi yüksek toplumların mutsuzluğundan; içki, çok yemek(obozite), seks ve uyuşturucuya mübtela olduklarından bahsediliyor. Yapılan araştırmalar gelir düzeyi çok düşük bir Afrika ülkesinin en mutlu insanlara sahip olduğunu gösteriyor. İsyan ettirecek fakirliğin bir mutsuzluk kaynağı olabileceğini de unutmamak gerekiyor. Bir hadiste “İsyan ettirecek fakirlikten ve şımarttıracak zenginlikten ya Rabbi sana sığınırım” buyuruldu. Genel olarak insanın dünyevi şeylerle tatmin için yaratılmadığını söyleyebiliriz. İnsan “Allah’ın zikri” ile mutmain olmak üzere yaratılmış (ayet). Bir namazın arkasından duyulan ferahlamayı neyle izah edebiliriz? Nefsin gıdası maddi rızıklardır ve eksikliği vücutta otomatiğe bağlanmıştır. Acıkanın karnı ağrır v.s. Ancak ruhun ihtiyacı ilahi rahmettir. Fakat bunun için otomatik bir isteklilik sözkonusu değildir. İnsanın hür iradesine bağlanmıştır. İşte cennet – cehennem bunun için vardır. Dilerse inanır ilahi rahmete kavuşur iki cihanda mutlu olur. Dilerse inkar eder, ilahi rahmet ona dünyada bir şeyler verir ve yaşatır, ancak korkunç bir akıbet ise onu bekler…
Tevekkül
Sınavdan çıkmışsanız ve başaramamışsanız, kendinizle de barışık iseniz, bu başarısızlık bir bitiş olmaz. Bir sorgulama yapıp insanın kabiliyetini keşfetmesi güzeldir. Bir müslüman bir meslek sahibi olacak. Bunun için çalışacak. Buna fiili dua diyoruz. Sonrası tevekkül. Her şeye rağmen kazanamamışsa, “bir kapı kapanınca başka bir kapının açılacağına” da inanacak. Umutsuzluk yok. Gayrete devam ve sebeplere riayet. Ve her daim dua. Sağlam bir kalp. Allah, verirken de dener, alırken de dener. Asıl sınav; her değişiklikte kalbin neye meylettiği, şükür ve sabır ikileminde sebepleri aşarak onu Rabb’inden bilip bilmediği, Rabbini unutup unutmadığıdır. Hayatta başarı kadar başarısızlıklar da mutlaka vardır. Müslümanlar uhut harbinde yenilgiye uğradılar. Bu bir başarısızlıktı ve başa geldi. İki nedenle olaylar başa gelir. Birincisi insanın elleriyle yaptığından dolayı, ki; buna rağmen çoğu affedilir. Diğeri de deneme için. Kulum ne diyecek? Peygamberlerin başına bunlara ilave olarak bir de örnek olması için gelir ki, onların işi daha zor.
Test yöntemi; feylesof, mütefekkir çıkarmıyor. İnciyi kırarsanız kum çıkar. Onun için inciyi kırmamak gerek.
Sivil toplum kuruluşları, hayır kurumları, kısmen ticaret maksadıyla kurulan kurumlar parelel bir eğitim sergilemeye çalışıyorlar. Bunların desteklenmesi uygun olabilir. İçlerinde bu işi bir gönül meselesi haline getirip, fedakarlık yaparak, kendini sevdirerek başarılı olanlar olduğu gibi başarısız olanlar da var. Özelleştirmeyi kesin bir başarı olarak düşünmemek ancak, bir katkı olarak düşünmek gerek.
Amerika’da paralel eğitim home school’lar yoluyla evde yapılıyor. Devlet, “nasıl olsa yapacağım masrafı üzerimden aldın” diye ona para veriyor. Bizde devletin yakın gelecekteki planlamasında özel okullara öğrenci başına belli bir miktar ödeme yaparak bir çeşit özelleştirme düşünülüyor. Birisi çıkıp da “alt gelir guruplarından elde edilen vergiler zenginlerin finansmanına harcanıyor” diyebilir!
Eğitim Metedolojisi
Peygamber efendimiz bir esiri 10 öğrenciyi okutması karşılığında serbest bıraktı. Cahil bir toplumdan ilahi rahmetin de tesiriyle Kuran’ın eğitici vasfıyla “Her biri bir yıldızdır. Hangisine tabi olursanız kurtulursunuz” dediği bir “Sahabi” çıkardı.
Öğrenci sayısı çok önemli. 54 öğrencili bir sınıfta öğretmenin yapabileceği pek bir şey yok. Sabancı Üniversitesi’nde sınıfların 6 kişiden oluştuğu ve hayattan alınan örneklerle yerine giderek ders işlendiği söyleniyor. Kuran’ın eğitim metodolojisi de öyle. Kuran’da yaşanmış bir hikaye anlatılır. Bu sırada da çok şeyler söylenir. Bu şekilde hafızaya da güzelce yerleşmesi sağlanır. Amerikan özel üniversiteleri her yıl ilanlarında nasıl bir eğitim metodolojisi izleyeceklerini belirtiyorlar. Tipik olan şu: “case study” = hayatın içinden canlı örnekler üzerinden tartışmalı anlatımları sürdürmek. Örneğin; bir finansal analiz yapacaksanız bunu bir şirketin fiili bilançosu üzerinden yürütmek. Ya da “yerinde görerek” eğitim.
Okul insani ilişkilerin geliştirildiği bir çevre olmalı. Okulda mahşeri bir yalnızlık yaşanıyor. Otobüste kulaklık kullanıp kimse ile ilgilenmeyen birisi gibi. İnsani yalnızlaştırıyor. Dersane = parası olmayan ölsün. Varoşlardaki okulların rehbercilikleri ile dersaneye gidemeyen çocukların psikolojilerini konuşmak gerek…
Dersanelerin ilk kuruluş maksadı derslere takviye idi. Şimdi ise kast sistemine dönüştü. En parlak öğrenci üste para verilerek alınıyor. Öğrenciyi tasnif ediyor. Kime nereyi kazandırdı ise onun reklamı yapılıyor. Ölçü; okul kazandırmak. Erdem yok, insan yok. Dersane başarı odaklı eğitimi destekliyor. Hastalar artsın diye dua ediliyor. Milli Eğitim sınav sayısını artırdıkça hastalar artıyor ve onlara ekmek kapısı açılıyor. İşin içine küçücük beyinler de dahil ediliyor.
Paradoks yanlış, konsept yanlış, strateji yanlış.
Allah’ın gör dediği yerden baksınlar ve Allah’ın gör dediğini görsünler. Malzeme insan olunca, ona insanca muamele gerek, merhametle muamele gerek
Sürekli eğitim
Milli Eğitim Bakanlığı’nın düşündüğü ve fakat bir türlü uygulamaya koyamadığı ömür boyu öğrenmeyi amaçlayan her yaştaki insanı meslek sahibi yapma adı altında bir çalışma var. Bunu yalnız meslek edinme olarak düşünmemek gerekiyor. İnsan kabiliyetinin ortaya çıkarılması ve moral değer olarak meşguliyet… Hiç bir iş yapmayan, hobi olarak bile bir şeyle uğraşmayan bir insanın neler yaşadıklarını düşünebiliyormusunuz? “İşe yaramak” “ben varım” ile eş anlamlı. Ne iş yaparsanız yapın ama bir şeyler yapın. Eh, faydalı olursa daha güzel tabii. Askerde çukuru kazdırırlar ve arkasından aynı çukuru tekrar kapattırırlar. Amaç boş durarak düşüncede meydana gelebilecek sapmayı meşguliyetle önlemektir. Erken emeklilikle boş gezen yığınları bir düşünsenize. Halkı meşgul etmek zorundasınız. Cami, namaz ve cami arkadaşlıkları kısmen bir meşguliyet ve sohbet ortamı sağlar. Namaz kılmıyorsa gideceği yer kahvehanedir. Saatlerce oyun ve zararlı düşünceler. Batı bu sorunu hobi, spor ve bazı çalışma kulüpleri üyeliği ile çözmeye çalışıyor. Amaç meşguliyet ve işe yararlılık sağlayarak psikolojik sorunlardan kurtulmak. Bu anlamda spor, bütün dalları ile takım tutma anlamında seyirlik değil, uygulanır halde. Milyonlarca lisanslı oyuncu. Ama hiç biri meşhur olmak derdinde değil. Belki çok azı.
Öğrenmede okumak da çok önemli. Bu ülke okumuyor. Buna kısa dönemde yapılacak pek bir şey yok. Çok yazık… Seyrediyor. O halde bu seyretme fiilini değiştiremeyeceğimize göre bunu kullanmalıyız. Proğram içeriklerini eğlenceden, öğrenecek bir şeylere çevirmeliyiz. RTÜK biraz daha aktif olabilir. Yasal düzenlemelerle öğretici proğram mecburiyeti getirilebilir. Eğlence proğramları azaltılabilir. Eğitim kanalları olabilir.
Bu çalışma konusunda Bakanlık tereddütler yaşıyor. Belediyeler de işin içinde olmalı. Bize göre harika bir şey. Bakanlığa moral vermek gerekiyor…
————————————————–
Not: Her kim bu sitede yer alan islami bir emirle amel ederse; o kişiye duamız vacip olmuştur. Şifa bulur veya işi olur ve imanla göçer ve ahirette şefaatimiz vacip olur bi iznillah. Bu bir dua’dır. İlgili yazıyı okuyunuz lütfen (Derdi olan, imanla ahirete göçmek isteyen, ahirette bi iznillah şefaat duası talep eden her kim var ise; bu yazıyı okuya,) yazısı..
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur.
N’ola tacum gibi başumda götürsem daim
Kademi resmini ol hazret-i şah-ı resulün
Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmeda durma yüzün sür kademine o gülün
Sultan I. Ahmed
Bu kıta şiir Sultan 1. Ahmedin kendi şiiri olup İstanbul Sultan Ahmed meydanındaki türbe kabristanının giriş kısmının üst içe bakan tarafında beyaz mermer üzerine altuni renkte yazılı olan kıtadır. kendisi 14 yaşında tahta çıkmış, 14 sene tahtta kalıp hastalık nedeniyle vefat etmiş, 12. padişah olup 14. sırada (önceki iki defa tahta çıkış dolayısıyla) tahta çıktığı için 14 şerefeli Sultan Ahmed Camii’ni yaptırmış ve açılış ikindi namazına denk gelince cemaate dönüp “ey cemaat, içinizde ikindi namazının sünnetini ömründe hiç terketmeyen her kim var ise gelsin bu namazı kıldırsın” diye nida etmiş, bir süre bekledikten sonra etrafındaki mollalar da dahil olmak üzere hiç kimseden ses çıkmadığını görünce öne geçip ” Elhamdülillah biz ömrümüz boyunca bu sünneti de hiç terketmedik” deyip imamete geçmiştir. Sultanın bir türlü namaza başlamadığını gören alimler mollalar sultana “Sultanım cemaat bekleyip duruyor, huzursuzlaştı, biraz acele edin” deyince Sultan Ahmed’in cevabı şöyle olur. “Bre Molla, siz benim kabeyi görmeden namaza duracağımızı mı sandınız” der. bir müddet sonra da namaz eda edilir. bu cami bir ihtiyaçtan ziyada Ayasofya Camii’ne kinaye olarak üstünlüğümüzü ilan etmek için onun tam karşısına yapılmıştır. kubbesi Ayasofyadan bir karış da olsa geniştir. ayasofyanın hantallılığına göre daha zariftir. konumu daha isabetli ve görünür bir yerdedir. iç direkleri de aynı şekilde zarif ve içi çini kaplama olup yabancılar “mavi cami” olarak anarlar.
Bu fakir geçtiğimiz ramazandan üç gün önce Temmuz 2011’de İstanbul’da idi ve hem eserini hem eser sahibini ziyaret edince (muhabbeti bir başka oldu mübareğin) ve yukarıdaki şiiri de görünce hemen onu not edip İstabnul-Ankara yolunda aşağıdaki mersiyyeyi kaleme almak nasib oldu. yazdırana hamdolsun.
NO’LA MUHAMMEDÎ
(Hz. Peygambere Aşık Ahi Kul Ahmedin Mersiyyesi=Naat)
N’ola başım gibi seni de taşısam
Beni hardan alan nuru Muhammedî
Gülşeninim güllerim seninle koksam
Ahmedî kul üzre yüzün Muhammedî
N’ola canım gibi seni de sevseydim
Beni hare sokan narı Muhammedî
Didarımın bağları seninle gülsem
Ahmedî kul üzre gülün Muhammedî
N’ola sözüm gibi seni de bilseydim
Beni senden alan nuru Muhammedî
Cennetimin köşkleri görüp bilseydim
Ahmedî kul üzre sözün Muhammedî
N’ola yarim gibi seni de sarsaydım
Beni candan eden canı Muhammedî
Cananımsın köşkleri verince gülsem
Ahmedî kul üzre köşkün Muhammedî
N’ola halim gibi seni de ağlatsam
Beni kuldan eden birr’i Muhammedî
Resulüsün ümmeti verince gülsem
Ahmedî kul üzre gül sen Muhammedî
N’ola gülüm gibi seni de dileseydim
Beni bülbül kılan gülü Muhammedî
Türkülerin neşvesi kârınca yağsam
Ahmedî kul üzre türkün Muhammedî
N’ola yıllar gibi seni de içseydim
Beni yorgun kılan ahı Muhammedî
Gözlerimin yaşları tövbede Hakşen
Ahmedî kul üzre makam Muhammedî
N’ola zikrim gibi seni de ansaydım
Beni cezbe salan şah’ı Muhammedî
Döndüğümün nirengi yıkılsa yansam
Ahmedî kul üzre ölsem Muhammedî
N’ola aşkım gibi senide yar saydım
Beni derde koyan aşk’ı Muhammedî
Sadıkınım mihengim yıkılsa düşsem
Ahmedî kul üzre kalksam Muhammedî
N’ola bilgin gibi seni de çözseydim
Beni bir de bulan dahi Muhammedî
Sorulanın şifresi verilse çözsem
Ahmedî kul üzre bilsem Muhammedî
N’ola halim gibi seni de sorsaydım
Beni hapse koyan hakkı Muhammedî
Mahpusların kapısı açılsa kalsam
Ahmedî kul üzre assam Muhammedî
N’ola cahil gibi seni de sorsaydım
Beni ilme iten “oku, Muhammedî”
Alimlerin imamı olup kıldırsam
Ahmedî kul üzre ezan Muhammedî
N’ola sırrım gibi seni de açsaydım
Beni ele veren yad-ı Muhammedî
Gizlerinin çırası yansa da görsem
Ahmedî kul üzre gizin Muhammedî
N’ola dişim gibi seni de sıksaydım
Beni sünnete koşan şer’i Muhammedî
Tarikatının yolunu söyle de bilsem
Ahmedî kul üzre erin Muhammedî
N’ola elim gibi seni de tutsaydım
Beni biat eden nebi Muhammedî
Hakikatının hükmünü bildir de ölsem
Ahmedî kul üzre hakkın Muhammedî
N’olaydı da n’olaydı hükmüm n’olaydı
Yedi düvel hükümranım hal olaydı
Resulü Zişan hükmüne ram olaydı
Ahmedî kul üzre şahın Muhammedî
Kul ahmed’im sultanın kim Ahmet midir
İki cihan üzre şahın gül gülşen midir
Bu adaşların Rahman’ı Rahim midir
Ümmetî kul üzre şaf’i Muhammedî
aşık ahi kul ahmede nasibdir.
Estetik İslam’da ibadetle başlamış görünüyor. Ancak estetik fıtridir. Kişi yetişkin olunca ya gelişir ya das üstü örtülür. Bir ayette “..her şeyi en güzel yaratan Allah’tır” buyuruldu. Sanat felsefesi ahlakın bir parçasıdır. Ahlak da değer olarak norm oluşturur.
Buradaki tartışma estetiğin Allah’ın zatından mı, yoksa, insanlar mı atfediyor tartışmasıdır.
Allah insanı bir sanat eseri gibi yarattı.
Allah ademi kendi suretinde yarattı =bu benzetme esmai Hüsna açısındandır.
Tevhid = Bu noktada Hakk ile mahluku ayırmak gerek. Benzetmemek gerek.
Tenzih = Allah ve peygamberi birbirine benzetme yapılmamalı. Görevleri ayrışmalı ve peygamberin sınırı belirlenmeli.
Helal-haram dairesinde Müslümanlar ölçüye dikkat ettiler. Örneğin sinemada tiyatroda, hat sanatında.
Cibril hadisinde temel üç soru var.
İman nedir?
İslam nedir?
İhsan nedir? = Allah’ı görüyor gibi ibadet etmendir…..
İbadetteki bu tavrı günlük hayatın içinde de düşünmeliyiz. Bir şeyi güzel yapmak da bir ihsan şuurudur.
İyi = yapma
= olma
= duyma
= muamele ‘nin hepsi ihsan şuurunu oluşturuyor denilebilir.
Kötü davranışta da ihsan şuuru gerek. Amele yağmelü. Öyle iş yapın ki Allah görüyor, peygamber görüyor, ümmet görüyor.=İYİ
İTKAN=sapasağlam.
Peygamber efendimiz oğlu ibrahimi kaybedince mezara bir sahabe iniyor. Efendimiz şu deliği düzelt deyince “bunun ölüye bir zararı yok ya Rasulüllah” diye cevap alınca “hayır, göze hoş gelsin” buyuruyor. Arkasından da “Allah, kulunun yaptığı işi iyi ve güzel yapmasından hoşnut olur” hadisini buyuruyorlar.
Bazı haller var ki onun da estetiğine dikkat edilmesi gerekir. Örneğin “ameli başa kakmayın ki bir estetiği olsun” “sağ elinin verdiğini sol el görmemeli ” “başkasının aldığını görmemesi” bunlar birer ihsan şuuru.
Gazali
1- Kusursuzluk (onlar semaya bakmıyorlar mı? ….. düzensizlik görebiliyorlar mı?
Çatı gök
Sergi yer
Lamba yıldız
Mavi
Yıldız
(Turkuaz) mavi …..teskiye
yeşil ….telkin
2-Amaç olacak (biz yeri ve göğü boşuna yaratmadık,…-insan başıboş yaratılmadı..)
3-Uyum olacak. (ölçülülük olacak.. insan,varlık,otlar, simetri)
4- Nizam olacak.(andolsun saf saf duranlara, lezzetül ayn=gözlerin hoşlandığı)
Bu dört unsur olmazsa güzellik değişken olur. Estetik tecrübeden yararlanmak da mümkündür.
Bir Türkün Alman hapisanesinde HAT çalıştığını düşünün.
Sıdık ve Salihler kusurları an aza indirilmiş insan en faydalı insandır. Ruh güzelliği yüsektir ve ahseni takvim olarak adlandırılır bu kişiler.
Aristoya göre duyuların algısı anlamındadır. Halbuki asıl olan ahlak güzelliğidir.
“Allah güzeldir, güzel olanı sever”
Bir adam saçı sakalı karışmış fakat yediği haram, içtiği haramdır. Nasıl kabul olur bunun duası….
Güzellik hem maddi ve hem de manevi olmalıdır. Güzellik güçtür, etkiler. Estetik islama davet aracıdır= giyim, çevre, hareket…
Gaye için var olmak, insan-ı kamil’de estetik var.
Kusurlar bile söylenirken estetik olmalı. Kırmadan dökmeden.
Peygamber efendimiz kusuru umuma söylerdi.
Müslümanın namazı estetik olmalı, yem yer gibi olursa rahatsız eder. Yani tadili erkan üzere olmalı.
Ahlaki davranışlarımız da estetik olmalı. İlişki, alış-veriş, aile hayatı = estetik olmalı.
İslam savaşa bile kadın, yaşlı, çocuk, ağaç, ekinler yakılmamalı, eli eziyet etmemeli, burnu, kulağı kesmemeli…
İyi bir söz sadaka verip başa kakmadan iyidir.
Sözü süz de söyle
Yaz da söyle kışta söyle
Ağzını büz de söyle
Gazali
Tenzih
İbadet
Hukuk
İman
İbadet
Ahlak
Azaların güzelleştirilmesi
Çatal, kab, bedesten, camii
Hem kullanışlı hem göz zevkine uygun olmalı
Sanatın büyüleyiciliği
Estetik –sevgi var –bilmek de gerek
İlim, bilirse – muhabbet hasıl olur
Hal üzre olmak- değer bilmek
Rabbena ma halekteha batıla = sen boşa yaratmadın ya Rabbi
Camiler Allah’la ilişkileri olumlu etkiliyor.
Osmanlı = mabed medeniyeti
Taşların duası,
Allah’ın celal sıfatı camilerdir. İçinde ise Cemal sıfatı müşahhas hale getirilmiş.
Hadis:”Kuran’ı sesinizle süsleyiniz” Kuran’ın özel ciltlerle ciltlenmesi ve tezhib le süsleme yapılması estetiktir.
İstanbul beyefendisi” tavırların estetiğini güzelliğini hatırlatır.
Her Müslüman İslam’ın temsilcisidir. Yaşamında estetik olmazsa kaba saba olur ve tebliğ mesajı veremez.
Hat çalışan bir öğrenci yaptığını kendinden bilmemeli, Allah’ın güzelliğini hatta aksettiriyorum” demeli. Okuyan kişi , Allah’ın lütfuyla okudum demeli. Hazır bulup kullanan ses tellerini kendi yaratmadı elbette.
BATI’ya göre ne kadar tanrıya isyan ederse o kadar iyi sanatkar olur.
Tecelligah, lütuf, aktarıyorsa, yansıma olarak aktarır
Ayet “Allah yaratanların en güzeli değil midir?”
Burada Halıkla Mahluka dikkat edip karıştırmamak gerek.
Oruç : “size biri kötü söz söylerse “ben oruçluyum” desin” == estetik var.
Hacc: “Hacc yapan kötü söz söylemesin, incitmesin== ahlaki dönüşüm var.
Malkom X: (Amerikalı Müslüman Lider olup Hacc yapınca gerçek İslamı anlalıyor. 36 sene beyaz düşmanlığı yapıyor şeyhinin etkisiyle. Hacc yapıp ciddeye gelince herkesin kendini kucakladığını görüyor ve evrensel bir din olduğunu anlayınca dönüşte şeyhini terk ediyor. Mısırda sabah ezanları okunurken firavunların sesinin kesildiğini görüyor. Müthiş bir sahne müthiş.. –Bu filmi bu fakir de izledi–
Camideki namazın hidayete vesile olması: “soyut bir varlığın karşısında bir sesle birlikte hareket ediyorlar. Bundan çok etkilendim” diyor bir batılı yazar.
Oruç tutup da gereğini yapmayanlar için efendimiz: “yanına sadece açlık ve susuzluk kalır” diyor.
Mevlana ise denizi kullanır ve der ki:
Bu denizde ölmek yok
Bu denizde muhabbet var
.
aşık ahi kul ahmede nasibdir
Benden selam olsun Haçça geline
Sarsam belin ince deyu incinir
Yenem dedim yenemedim göğnüme
Sarsam koynum nazlı deyu incinir
Yari güzel olan döner fırlanır
Derdi nazar olan bana eğlenir
Benim yarim eller ile sohranır
Sorsam kelin nice deyu incinir
Al giydim allar giydim de hareli
Yar koynumda yanarmış biçareli
O yar hasta olmuş ister pekmezi
Katsam karın nice deyu incinir
Ararım yar arar sevda ararım
Oturdum bahçaya zülfün tararım
Yollarda yitirdim yarim sorarım
Örsem belik kına deyu incinir
Arap atına da yol mu dayanır
Yari güzel olana el dalaşır
Ben bir güzel sevdim inci mercandır
Bilsem için nice deyu incinir
Pazar eyleyemem yar ile yaran
Denk düşemedim cilve ile nazdan
Mehlem eylesin ballı sözle sazdan
Sorsam sözün nice deyu incinir
Varmayınca kaptırdımdı Haççayı
Heba ettim onca altun akçayı
Dolanı dolanı öldüm bahçayı
Sorsam ahdin nice deyu incinir
Ahi kul ahmedim yanar yakından
Bir selam geldi de Haçça gelinden
Eğer ölür isem ben bu yareden
Ölsem sorgun nice deyu incinir
aşık ahi kul ahmede nasibdir
Gene bir sevda geldi er başıma
Komazlar ki gidem kendi yoluma
Değmen benim nazlı gonca gülüme
Allı turnam seher yeli esti mi
Yiğitler sarar Kırşehir bağında
Soğuk sulu Kervansaray dağında
Güzelleri yeter kendi halınca
Allı turnam sevme vakti geldi mi
Yağız atlar yarışır yamacında
İlme meftun var ahi evranında
Terme suyu şifadır başucunda
Allı turnam şifa vakti geldi mi
Yaz bahar ayları erer mi acep
Kaç güzele çiçek versem hiç sebep
Kovulur beşinden kimine türab
Allı turnam selamımı dedin mi
Yarimden ayrı hay düştüm düşeli
Turnalarla dertleştim dertleşeli
Siyah zülfün ak gerdana döşeli
Allı turnam yavukluma yazdın mı
Yar elinden ben bir kadeh içmişem
Genç yaşımda taze çıtır sevmişem
Sabah vakti su yolunda öpmüşem
Allı turnam on binlerin uçtu mu
Ben yarimi ahvalinden bilirim
Gonca gülden renk alırken tanırım
Yad ile görüşme gülüm ölürüm
Allı turnam yavruların yetti mi
Yar sende insaf bende yoktur derman
Kaşların ömrüme biçiyor ferman
Zülüfün süngüdür vuruyor candan
Allı turnam göçün vakti geldi mi
Ahi kul ahmedim Hakk’tan yanayım
Yar içun seyfeyi bel’me takayım
Önden sona altı metre biçeyim
Allı turnam sala vakti geldi mi
seyfe: kılıç
altı metre biçmek: kefen boyu 6 metredir
on binlerin uçması : seyfe gölünden (kırşehirde) yaklaşık on bin allı turna soğukların
gelmesine bir hafta kala sezgiyle erkenden göç etmiştir.
turnanın yazması: uçarken dizilerek yaptıkları çızılarıdır.
Yağız atlar: kırşehirde kervansaray dağı eteklerinin yamacında at yarışları yapılırdı.
ahi evranında: ahi evran üniversitesi kastedildi.
aşık ahi kul ahmede nasibdir.
Asi oldum cafi oldum vardım dergahına
Doğru yola sen ilet Ya Vedüd-ü Ya Allah
Kadir-i Mutlak kudreti cevlan seyranına
Fak’ri cana sen yetir Ya Halık-ı Ya Allah
Seherleri tatlı buldum şeytan benden yana
Duaları kalpten sildim arzum kuldan cana
Sevdaları sözden aldım bahtım elden yaza
Emr-i cana sen setret Ya Rahman-u Ya Allah
Pişman olmaz tövbe kılmaz ağlamazsın zalim
Yolsuz yerde ne ararsın bilmez elden alim
Bilmeye derdinden ne dediğinden hemhalim
Derd-i cana sen düşür Ya Kayyum-u Ya Allah
Kimse bilmez cehle açmaz yoktur makul sebep
Rahman’a sorsam söylemez sırra makul cevap
Haya mıdır günahından artan makul sevap
Can-ı cana sen yandır Ya Ehad-ü Ya Allah
Hayadan mıdır yoksa günahtan mıdır korkun
Zatından mıdır yoksa hakkından mıdır affın
Bu dergahta yok mudur çare mahsun aşıkın
Yad-ı cana sen kandır Ya Samed-ü Ya Allah
Mah-ı Cemal aşkına ağlayıp niyaz ettim
Mah-ı Sultan cevrine eğleyip nurla doldum
Mah-ı Sübhan zikrine koşturup yoğa göçtüm
Erdi cana sen duyur Ya Melik-i Ya Allah
Günahım katır yükü kantar çekmez neyleyim
Yolunu kaybetmiş bir ite bezendi feleğim
Muhal ile nasıl cemaline er durayım
Serdi cana sen yandır Ya Selam-ü Ya Allah
El ayağım sıkı tutsam günahım azalmaz
Günah ile muhabbetten sevabım dayanmaz
Rahmetin bir kurtuluştur makamım yetişmez
Canı cana sen duyur Ya Mü’min-ü Ya Allah
Ol günahım hazan olmaz seni tabip kıldım
Severim seni dermanım sendedir sevgilim
Yollarım sana çıkar Allah’ım yaz hicretim
Canı cana sen göçür Ya Alîm-u Ya Allah
Rahmetinden nasıl ümitsiz olurum, aymaz
Kim bu facir ve fasiki yola koyar bilmez
Her müşkilim sanadır başka kapı çalınmaz
Seyr-u sülüki ruhan Ya Kerîm-u Ya Allah
Kadir-i Mutlak sensin kimseye kudret vermem
Şüphem yoktur kavi ahdim şeytan şahit tutmam
Vahidü-l Ehad seni her yerde canım gördüm
Canı cana sen uçur Ya Rahim-u Ya Allah
Bu baş vahiy yolunda fedadır sana ya Rabb
Baş ne ki yüz bin beden fedadır sana ya Rabb
Derdi derman eyledin lütfundur bana ya Rabb
Canı cana sen sevdir Ya Baki-i Ya Allah
AÇIKLAMA:
Şiirin ayaklarında yer alan Esma-i Hüsna tecelli sırasına göre zikredilmiştir.
-VEDÜD, sevgili demektir ki Allah önce bilinmeye aşk duymuştur.(Hadiste Allah bilinmeye -aşk duydu–murad etti- ve Kainatı ve insanı yarattı” diye geçer. Ahbeptu= Aşk duymak demektir doğru tercemesi itibariyle. Yanlış bir terceme ile “İstedi” kelimesi yanlış ve zayıf düşer. İşte aynı aşkı da insandan kendisi için istedi. İşte iman ve ibadetler aşk ile olursa fedakarlık boyutuna isteyerek yükselir ve makbul olur )
-Sonra bu aşkın aşıklarını bulup ortaya çıkarmak ve ispat etmelerini sağlamak için bir İŞ yapmıştır ki o da kainatın ve insanın yaratılmasıdır: HALIK.
-Bu yaratılışı merhamet ederek yaratmıştır ki o da : RAHMAN..
-Bu düzenin uzun yıllar bozulmadan ayakta kalmasını KAYYUM sıfatı ile yapmıştır.
-Artık onun bir olduğunun anlaşılması gerekir ki kainat bozulmadığı için bir irade olmalı o da EHAD..
-Varlıklar ihtiyaçlarını Allah’tan karşılarlar. Bu SAMED dir.
-Bu düzene bir hakim gerek o da MELİK. Aksi halde çok ortakçı müşrik bu işe talip olunca yolunun kesilmesi ve kendi mülkünde kendi hükümranlığının ilan edilmesi gerekir.
-Melik sıfatı bir korku da yaratabileceği için insan ruhi ve maddi yapısının yumuşatılması ve İslam olarak teslim olanların esenliğe kavuşturulması gerekti ki o da SELAM sıfatının tecellisidir.
-Bu esenliğe kavuşanların iman ve amellerini (10 amel, namaz dahil- Mümin suresi ilk 10 ayette yazılıdır) tanımlayarak kulluğu tanımladı ki en yüce makamdır ve biz önce peygamberimiz için ABDUHÜ (Kulu) deriz. Demek ki kulluk mümin olunca olabiliyor…
-Sonra bu iman ve amelin İLİMLE techiz ve desteklenmesi ilerleme için de İKRA (oku) emrinin yerine getirilmesiyle bunun olabileceğini de anlamak gerekiyor. Okumak daima düşünceyi harekete geçiren en önemli araçtır. Senaryolar daima hikayelerin sağladığı farklı farklı düşünmeyi TEK’e indirir ve çoğulcu düşünceyi öldürür ve sakattır. Bu yüzden seyretmek yerine lütfen okuyunuz ve kişinin kendi kitabını okuyunuz. Başkasını başkasının anlatımlarını okumayınız.
-İnsan bu dünyada ya da öbür dünyada kazandıkları kadar karşılık görseydi kesinlikle hiçbir şey kazanamazdı. İşte burada KERİM sıfatı ile Cenab-ı Hakk devreye girer ve insanlardan dilediklerine hak etmedikleri halde büyük ikramlarda bulunur. Ahrette “GÜNAHLARIN SEVAPLARA ÇEVRİLMESİ” de kerim sıfatındandır. Ayrıca örneğin 40 yıl namaz kılmamış bir Müslüman bu 40 yıllık namazları asla tamamen kaza edemez. İşte Cenab-ı Hakk’ın KERİM sıfatı burada da devreye girer ve o kişinin kışlamadığı namazlar ve günahlar için bir NASUH TÖVBE (yürekten tövbe) yapması yeterlidir. Önceki zaman alimleri bu görüştedirler ve son bir haftalık kaza namazı dışında uzun yılları kaza etmeye dinen gerek olmadığı görüşündedirler. Şüphesiz biz de bu görüşteyiz. Ancak son dönem alimlerinin bazıları bu 40 yıllık namazın nasıl kılınacağından ve ALLAH’ın merhametinden uzaklaştırarak kişiyi dinden de soğutmaktadırlar. Bu tür zor durumda olan kardeşlerimizin bu tür kolaylık öneren alimlerin yolundan gitmelerini ve bundan böyle vakit namazlarını daha dikkatli kılmalarını öneririz…
-RAHİM sıfatı ise ahrette ALLAH’ın Müslümanlara merhameti olarak görünmekle beraber bu dünyada da mahlukata rahim sıfatından merhametini dağıtmıştır.
-En sona kalan ve devam edecek olan ALLAH’tır ve O BAKİ’dir, SONSUZDUR.. (En doğrusunu ALLAH bilir)
aşık ahi kul ahmede nasibdir
Cemaline yatarmış elest şarabı içenler
Nur eyleye Rahman’ım, mürşid elinden dikenler
Ak yüze kara yüze çoğ idi görünür devran
Kim himmet eyleye ol köpekten görünür seyran
Ne şüphe İbrahim’e, yok ateşi suzan güle
İnanmağa gel, gör, bilip ateşi canan güle
Kim şeytan yoluna girmiş ahmede taş atarmış
Toprak altında defn’ola tek başına yatarmış
Dünyasından geçenler kim evliyaya erenler
Halk içinde ihlaslı kul muradına yetenler
Aşk derdine deva yoktur, çare gerekmez aşka
Viran eyler gider imiş çare yazılmaz cana
Canım incinsin gözyaşım akıp aklım yitsin hay
Ey dostlar aşk derdinden zor bela geledursun hay
Yandı canım alır aşkın ateşini tenim köz
Kandı canım aşk belasın kim dumanlı gönlüm köz
Bağrım paramparça, kalmaz bütün kim sevda vardır
Yaralarım görünmez kim halka zahiren ardır
Ahi ahmed özünü bil günahını hazır kim
Yatmayasın gaflet ile şeytan kaçsın senden kim
aşık ahi kul ahmede nasibdir.
Er olamadım cemalin görmeğe çün dünya
Gece gündüz dinebilmez arzuya çün vera
Kim yolundadır, gönlünde Hakk fehmi çün vefa
Her nereyedir gittiğin kanatlanır çün arşa
Her daim yadımla olsam keşkedir çün hala
Bir bakışın yüzbin kulu azaddır çün nura
Bu gönlü marifet meydanında çün şad eyle sen
Terk-i diyar et dünyadan çün Hakk ile sevda sen
Her kim halkada yer alır çün arif düşer aşık
Kim yardım diler mürşidden çün kalkan ola eşik
Hoş mudur hoşca mıdır ki çün Rahman’ın işleri
Kimini bülbül eyleye çün ahraz kıl kimleri
Çok cefa kılsan dünyaya çün gör ki kıymetini
Gel gör ki sonunda demi çün yeksan ola yeni
Ol cemale talip ol ki çün gece gündüz ağla
Gönlünü saf eyle bir gün çün maksada er dura
Ahi kul ahmed yürüyüp çün gönüller avla sen
Gönül ehli isen dertli çün gönüller eyle sen
aşık ahi kul ahmede nasibdir.
Varlığına birliğine hoş kudret eylersin
Boyun vermez kafirine zor şiddet peylersin
Muhammedi vahyin kaşı nur kuldan seçersin
Şafi ümmet kim eydür Ya Gaffar-ı Ya Allah
Kaç sehere ağıt yazdım kan düşer döşümden
İncinmeyen gönül ölsün can düşer kelamdan
Kudretinden şüphe eden yan düşer sözünden
Sıdkı cana sen düşür Ya Bari-i Ya Allah
Sorularım sorgularım bir dua sazından
Söyle derdini kastını kim perde hicabdan
Furatun açadur rahmet bir gülden topraktan
Baksı cana sen çaldır Ya Latif-i Ya Allah
Hiç ulaşmadı mı sana feryadım yürekten
Yerler ve gökler kalem çaldı ah-ı canımdan
Mahşerim bir azaldık mıdır can-ı halimden
Şah-ı cana sen duyur Ya Rezzak-u Ya Allah
Kul olam kul zikr ile elimden tutar imiş
Tozuttukça tozuttum hay yola koyar imiş
Seherlerde ağla rahmet ile güler imiş
Gül-i Şeyda sen kokar Ya Sübhan-ı Ya Allah
Hay zikrine can olup da kim dermana geldim
Dertlere derman mı şad olup da seyrana geldim
Nazar kıl fakrime rahmine veraya geldim
Ruhu cefa sen yetir Ya Hayy-u Ya Allah
Dil ile, kalp ile, ahlak ile zikrindeyim
Cahiller zahir dilde cehlim yur mahındayım
Su ve toprakta benim diyen şeyh mücrimeyim
Zatı vefa sen yetir Ya Mutmainnu Ya Allah
Hakkın zikri uludur vird eyle kalbi kırık
Söyle virdsiz şeyh bulan ateşe canı yanık
Pazar eyle Rahman’la tarikat yolu çarık
Baha kıla sen yetir Ya Settar-u Ya Allah
Nefsin elinden perişan oldum kadim dostlar
İsyan ile yüklendim büküldü belim dostlar
Bu acize ne desen neylesen öldüm dostlar
Cefa kıla sen yetir Ya Adil-u Ya Allah
Ahi kul ahmed bilmez nefisten büyük bela
Küfürden çaldım yol üstü serdim toprak cefa
En sonunda doymaz buldum yer ve gökten daha
Vera kıla sen yetir Ya Zülcelal Ya Allah
——————————————–
Not: Her kim bu sitede yer alan islami bir emirle amel ederse; o kişiye duamız vacip olmuştur. Şifa bulur veya işi olur ve imanla göçer ve ahirette şefaatimiz vacip olur bi iznillah. Bu bir dua’dır. İlgili yazıyı okuyunuz lütfen (Derdi olan, imanla ahirete göçmek isteyen, ahirette bi iznillah şefaat duası talep eden her kim var ise; bu yazıyı okuya,) yazısı..
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur.
Al hare giyer de yeşil gözlerin
Beni derde salan gozel has gelin
Bir çare düşerde sesil nazların
Beni derde koyan gozel has gelin
Yeşil başlı gövel ördek süzülür
Süzülür de kirik ilen düzülür
Üzme beni gelin yaram deşilir
Beni darda koyan gozel baş gelin
Yeşil gözler yeşillenmiş çemen mi
Dağlar kaşı çeker gönül yuman mı
Bağda gozel alıp kaçsam gelmen mi
Beni dağda gören gozel koş gelin
Bir nazına bin sözümü yiyeyim
Domurcuklar terler imiş sıkayım
Helal güller bahar eyler açayım
Beni canda gören gozel hoş gelin
Söyler dilim ağlar özüm bilmezler
Sözüm beştir O’nu çalar duymazlar
Aşkı güle yazdım kokar gülmezler
Beni bağda gören gozel gül gelin
Yiğitler dizilir sıra daşına
Sunalar doluşur pınar başına
Üçgül açmış çemenlerde aşığa
Beni yarda goren gozel güç gelin
ahi kulum ahmedim gozel içun
gozel deyu ömür yidim aşk içun
on güzelden bire düştüm sıdk içun
beni zorda goren gozel gül gelin
aşık ahi kul ahmede nasibdir