a)Kale efsanesi
Asırlar önce Kırşehir’de bir bey yaşarmış. Beyliği konusunda kesin bilgiler yok, ama tüm babalar gibi evlat düşkünü bir babaymış. Allah, ona bir tek oğul ve bir beylik vermiş, Beyliği Kırşehir’de, babalığı evinde hüküm sürermiş. Allah’ın verdiği evladın iyisi, kötüsü, çirkini, güzeli olmaz. Eğer bir babanın, bir tek çocuğu olursa, tüm sevgileri ve ilgisi de elbette onun üzerine olur.
Aradan yıllar geçmiş. Bey’in oğlu gelişip büyürken, Bey ihtiyarlamışlığına, kocamışlığına, ölümün yaklaşmışlığına bile aldırış etmez, “nasıl olsa aslan gibi oğium var. Yerime o geçer, ocağımı tüttürür, Beyliğimi sürdürür, adımı yaşatır, neslimi devam ettirir” der, gönlünü rahat tutarmış.
Bey’in, bu düşüncelerini koruduğu günlerden birinde, oğlan, her zaman yaptığı gibi atına binip dağ, dere, tepe demeden, kırların güzelim kokusunu çekmiş burnuna. Doldurmuş ciğerine o temiz havayı. Av avlamış, oturmuş bir suyun başına. Avladığı hayvanların taze, leziz etlerinden doya doya yemiş. Artantnı da almış yanına tekrar çıkmış yola. Hava kararıncaya kadar rüzgarla ya-rışmış, kuşlarla gakımış, doğayla haşır neşir olmuş. Akşam yaklaşırken, tutmuş evinin yolunu. “Annem beni bekler, babam merak eder” diye koşturmuş atmı. Tam kente yaklaşıp, baba ocağını görmeye başladığı yerde birden atının ayaklan bataklığa saplanmış. Çırpındıkça batmış, battfkça çırptınmış. Atın ayaklan iyiden iyiye gömülmüş balçığa. Yüzîerce binlerce kez çırpınmiş kurtulmak için. Her çırpınışı, her telaşı, onu biraz daha çekmiş balçığın içine. Beyin biricik oğlu, bağıra bağıra ölümün koynuna gitmiş.
Acı haber tez duyulur. Oğlunun acı sonu da Bey’e hemen ulaşmış. Zavalh Bey, ne yapsın, ne etsin. Çaresizlik içindeki Bey, gözyaşlannı içine akıta akıta başını kaldirmış, etrafındakilere donuk gözlerle bakmış. Hiç olmazsa, gelecek nesiller, böyle felaketler yaşamasın diye açıklamış emrini:
“Tüm bölgeye tez haber salın. Herkes atını, arabasını, öküzünü, kağnısını koşsun. İçine kuru yerlerden, kuru topraklar doldursun, bataklığa boşaltsın. Şu sözüm bir emir oiarak herkese duyulsun. Buyruğuma uymayanın başı vurulsun. Bu bataklığın yerinde bir kale yükselsin ki, bir daha kimse boğulup ölmesin. Benim yüreğim yandı, başka babaların yanmasın. Başka yiğitler ölmesin.”
Tüm ihtişamıyla bugün Kırgehir’in ortasında yükseten Kale’ye bakarsanız ya da üzerinden §ehri seyrederseniz, bu öyküyü anımsar, Kale’nin oluşmasından sonra Bey’in oğlu gibi yiğitlerin 0 alandaki bataklığa saplanıp, yürekler yanmadiğı için Bey’i rahmetle anarsınız,
b) Kurbağaların Ötmeyişi Efsanesi
Hacı Bektaş»ı Veli, Ahi Evran-ı Velİ ve Kaya Şeyhi aynı dönemlerde yaşamış bilim adamlarıdır. Özellikle Hacı Bektaş ve Ahi Evran, yaşadıkîan dönemde hep önder olmuş, yönetim kademesînde bulunmuş, Anadoiu’nun Türkleşmesinde çok önemli katkılari oimuştur. Gerek Hacıbektaş’ta, gerekse Kırşehir’de zaman zaman bir araya gelip, görüş alışverişinde buiunup, kararlar aldıklan rivayet edilmektedir.
Yine böyle bir günde, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahİ Evran-ı Veli ve Kaya Şeyhi Eferıdi, Ahi Evran Mahallesi’nde, Kılıçözü ırmağı kenarmda ağaçlık, yeşillik bir alanda sohbet ederler. Bir ara ırmakta o kadar çok kurbağa öter ki, konuşulanlar anlaşılmaz duruma gelir. Bir rivayete göre Ahi Evran, başka bir rivayete göre Hacı Bektaş, ırmağa dönerek elini kaldırır ve ”Susun ya mübarekler, ya sîz konuşun biz susalım, ya biz konuşahm siz susun” demesi üzerine kurbağa sesi kesilir ve bir daha da ötmez,
Halen ırmağın tamamında kurbağalar ötmesine rağmen, inanışa göre bu bölgede kurbağa ötmez
aşık ahi kul ahmede derlemek nasib olmuştur.
Kırşehir’in Obrukdağ’ında batıya bakan yüzünde bir mağara vardır. Yöre halkı, bu mağaraya ilişkin çeşitli efsaneler anlatır.
a) Efsaneye göre, mağaranın içinde ikiye ayrılan yolun birînde bir erkek, lüründe bir kadın nöbet tutmaktadır. Yol uçsuz bucaksızdır. Kimse sonuna varamaz. Mağara suyla doludur. Bir taş atılsa sular taşıp Kırşehir’i basacaktır. oraya giren, havasızlıktan boğulur. Bu yüzden kimse bu mağaraya girmeye cesaret edemez. “Suyu taşar da Kırşehir’i basar” diye mağaraya ufacık bir taş bile atılmaz.
Mağarada büyülü bir giysi vardır. Ele alınca dağılıp dökülür, toplanıp yerine konursa eski haline döner.
Mağaranın demir kapısı ardında, durup dinlenmeden birbirine sürtünüp bilenen iki kılıç vardır. Günün birinde bir yiğît bu kapjyı açacaktır. O yiğit, bu kılııçlara başını kaptırmadan geçerse, içindeki her şey onun olacaktır.
b) Bir başka efsaneye göreyse; bir zamanlar mağaradaki yollardan bîrisi, bir tt uzaklıktaki Karıncalı Köyü’ne çıkmaktadır. Mağaranın köye açılan ucuna kanlar, gördükleri bir top ışıkîa büyülenir, ardına düşerler. Onlar kovalar, o kaçar, ışığın ardına düşüp de dönen olmamıştir.
Günün birinde mağaranın ağzı örümcek ağıyla kapamr. Öyle korkunç görünümü vardır ki, kimse buradan geçmeye cesaret edemez. Bir zaman buralara bir kuş, bu örümcek ağına yuva yapar. Örümcek ona dokunmaz. Kuşun yavruları olur, büyümeye başlar. Bir gün kocaman bir yılan, yavruları yemek isteyince örümcek onu ağına çeker, yutuverir. Bu yüzden örümcek Ksrşehir’de sal sayihr. Mağara ağzında “Obruuuk” diye bağırılır “Obruuuk” diye cevap gelir. İnanışa göre, bu cevabı verenler cin tayfasıdır.
c) Terme Efsanesi
Kırşehir’in şehir merkezinde Terme Kaplıcası vardır. Efsaneye göre, bir kişi Ahi Evran buradan geçerken abdest almak ister. Ahİ Evran ve dervişleri aramalara karşın çevrede bir avuç su bulamazlar. Zemheride sular donmuş, ırmaklar kaskatı buz kesilmiştir o gün. Abdest almak için su bulunamadıklarını Ahi Evran’a söyîedikleri zaman:
“Hiç merak etmeyin. Biz kendimize de, başkalarına da yetecek kadar su buluruz” diyerek asasını üç kez yere vurur.
Kısa bir süre sonra onlarca metre yükseklikte sıcak sular ftşkırır Hünkar Ahi’ın asasını vurduğu yerden. Abdestini alır bu kaynaktan. Sonunda burasını kaplıca yaptırır.
aşık ahi kul ahmede nasib oldu derlemek
Kırgehir’de tarihi, turistik özellikleriyie, şifalı suyuyla bir Karakurt Kaplıcası vardır.
Efsaneye göre, Kırşehir Beyinin oğlu amansız bir hastahğa tutuiur, her tarafı yara bere içinde, akar-kokar duruma gelir. Hekimler ne yapalarsa çare bulamaziar.
Oğlan, beyin gözleri önünde günden güne erir, biter. Bey’in umudu kesilir. Kâhyasını çağırır; “Oğlanı alp uzak bir yere götürüp bırakın. Orada ölsün. Gözümün önünde eriyip gitmektense, hiç olmazsa gözüm görmesin. Göz görmezse, gönül katlanır” der.
Oğlanı alırlar, Kırşehir’in battsmda, 15 Km. kadar mesafede oian Emirburnu Dağı’nın eteklerinde bulunan bir bataklığın yakınına bırakıp dönerier. Batakhğa çok miktarda kurt-kuş geldiğinden oğlanı parçalarlar, bir an evvel ölüp bu illetten kurtulur diye düşünürler.
Oğlan orada yapayalnız, çaresiz, el-ayak tutmaz bir vaziyette kalır. Akşama doğru bataklığa kara bir kurt gelir. Kurt; hastalıklı, uyuzdan tüyleri dökülmüş, halsiz bir vaziyettedir. Bataklığın içindeki çamura yatar, yuvarlanır, kaynak suyundan içer, uzun bir süre kaldıktan sonra gider. Ertesİ gün tekrar gelir, aynı işiemi tekrarlar. Oğlan iyice halsiz düşmüş bir vaziyette kurdun hareketlerini izler. Üçüncü gün kurt daha dinç, iyileşmiş bir vaziyette tekrar gelir, aynı işlemi tekrarlar.
Kurdun her hareketini takip eden oğlan, “bu çamurda bir keramet var” diye düşünür ve sürünerek bataklığa girer, çamura batar çıkar, sudan içer. Bir müddet sonra kendinde bir iyileşme hisseder. Bir gün, iki gün derken iyileşir, ayağa kalkar, yürür, Kırşehir’e döner, babasının kapısını çalar.
Görenler şaşırır, hayret içinde kalırlar. Oğlan babasına o!up biteni anlatır. Bey hemen harekete geçer, bataklığın olduğu yere bir hamam yaptınr, üzerine bir kubbe koydurur, bir de mescit yaptırır ve hizmete açar. O günden sonra buranın adı Karakurt Kaplıcası olarak kalır.
Kaplıca halen aynı ismi taşıyan köyde olup, dört mevsim hastaların gelip şifa buldukları bir yer olarak hizmet vermektedir. Birçok hastalığa, özeitîkle cilt hastalıkiarı ve romatiznal hastalıklara İyi geldiği bilinmektedir.
aşık ahi kul ahmede derlemek nasib oldu
-Cep telefonu kullanımında Avrupa’da üçüncüyüz. Neden?
-Namazın ve haccın insan davranışlarında meydana getirdiği davranış değişikliği sizce nedir?
-İnanan ve inanmayan neden farklı düşünür?
-Çok tüketmek size göre mutluluk getirir mi?
-Bilgi, güç ya da servet bir üstünlük sağlar mı? Siz de dayatmacılık yapıyor musunuz, yoksa gerçekten eşitlikçi misiniz? Toplumda eşitlik fikrinin yaygın olarak uygulanması barış getirir mi? Yetkili olsaydınız akraba ya da hemşehrilerinize torpil yapar mıydınız? Üstün olması gereken şey sizce nedir? Makul kelimesinden ne anlıyorsunuz?
-İlimde uzmanlık mı önemli, yoksa genel bilgi mi? Maddi ilimler yanında manevi ilimler verilmeli mi? Bunun yararı nedir?
-Sanatkarın işi yapıp yapmadığı mı önemli yoksa meşgul olduğu için parayı hakeder mi?
-Canınınzı sıkan bir tavırla karşılaştığınızda bile hala güler yüzlü olmaya devam edebiliyor musunuz?
-Menfaatinizle çatışma olduğunda yalana başvurduğunuz oluyor mu? Sizce yalan gerekli mi?
-Sizce inanmak mı kolay yoksa inanmamak mı? Somut ve soyut ayrımında ne düşünüyorsunuz? Fıtrat diye bir şey var mı? Komünizmin ve Kapitalizmin insan tanımı yanlış mıydı?
-Tüketicinin aklının ifsat olduğu doğru mu, yoksa tanıtım mı, gelişme için gerekli mi?
-İnsana mı, olaylara mı yoksa fikirlerin kaynağına mı bakmalı? Neden örnekler hep aranır?
-Ötekileştirme bir idare etme yöntemi olarak doğrumu? Şeytan niye var?
-Neden Mu’tezile Eşariye yenik düştü? Akıl mı nakil mi sizce daha önemli. İslam akli bir din olarak da düşünülemez mi? Aristo, Eflatun ve Sokrat’ın aklı ile İslam’ın fıtri aklı farklı şeyler midir?
-İslam’ın bilimle çelişmediği bilindiği halde neden 12. yüzyılda gelişmeler durdu?
-Size göre sebepler sonuçları belirler mi? İbni Haldün’ü ne kadar tanıyorsunuz? O bir materyalist mi acaba? İnsan inanırken de şirke düşemez mi? Ne kadar inşallah’cısınız?Bilim ideoloji ayrımını nasıl yapacaksınız?
-“Ümmetim yanlışta birleşmez(ittifak etmez)” –hadis- bundan ne anlıyorsunuz?
-Anlamak, sevmek, özenmek ve uymak bir formül olabilir mi? Allah ve Rasülü, Kuran ve Sünnet sevişmesinde siz neredesiniz? Sünnet uymamak dalga geçmek sayılabilir mi?
-Musa gibi konuşup Firavun gibi davranmak ne demek?
-Müslüman kendinden nefret eden bir toplumla geçinebilir mi? Her şeye rağmen müslüman etkili olmaya devam edebilir mi? Neden Hz. Peygamber İbrahim a.s. gibi putları kırmadı? “Kıyametin kopacağını da görseniz elinizdeki fidanı dikiniz” hadisinden ne anlıyorsunuz?
-622 medine sözleşmesi hakkında ne biliyorsunuz? Günümüze ışık tutabilir mi? Çoğulcu toplum ne demek? Sabır ve geçinme- vefa ve uyumlu olma- yardımlaşma-adaletli davranma- bu dört evre size neyi hatırlatıyor?
-Hz. Peygamber neden münafıkları açığa çıkarmadı?
-Farklı yaşam farklı düşünceye yol açar mı? Düşüncenin güzelleşmesi için damdan düşmek gerekir mi?
-Bela umumi gelir, içimizdeki beyinsizler, dilsiz şeytan sözünden ne anlıyorsunuz?
-Dinsiz ahlak olabilir mi? Ahlakın kaynağı nedir? Bireysel mi olmalı yoksa yaygınlaşmalı mı? İyiliği emretmek demokrasi ve bireysel hürriyetlerle çelişmez mi? Diğergam olmak ne demek? Sahabe muhacir ilişkisi nasıldı?
-Sizce önce iyilik sonra adalet mi olmalı yoksa önce adalet sonra iyilik mi olmalı? Erdemleri kazanmada dervişvari hareket ne demek? Etkili olur mu?
-İslamın ekonomik bir model olarak görülmesi sizce yanlış mı? “Din açısından meşruiyeti sağlayan yöntem değil sonuçlarıdır” sözü sizce doğru mu?
-Değişmek mi değiştirmek mi? Hırs kazancı artırır mı? Hırsı ne azaltır?
-Allah der döneriz, Allah der bir daha dönmeyiz, ve Allah der çalışırız kimlerin sözüdür ve nasıl bir anlayışı ifade eder?
aşık ahi kul ahmede sormak nasib olmuştur.
Hadis : “camiye gelirken acele etmeden vakarla geliniz. Yetiştiğiniz yerden katılınız. Kılamadığınız kısmı tamamlayınız”
Hadis: “ilk gelenler ön safa, sonra gelenler onların yanına ve arkada kalan diğerlerini rahatsız edip öne geçmesin – boşluk arkada kalsın-”
Hadis :“Allah Teala’nın yardımı, koruması ve rahmeti cemaat üzerindedir” Tirmizi
Hadis : Bir beldede üç kişi farz bir namazı ayrı ayrı kılarlar da bir araya gelmeyip cemaat olmazlarsa, şeytan onlara galip gelir” Müsned,
Hadis: “Sizden üç kişi namaz için bir araya geldiğinizde içinizden birisi imam olsun” Tirmizi
Mü’minler birbirlerine muhabbet, merhamet ve şefkat gösterme hususunda tek bir vücud gibidirler” Müslim, birr
Hem kendinize hem başkasına merhamet etmek için mutlaka cemaat olmaya gayret ediniz.
Farz ile sünnet çakıştığı zaman kesinlikle sünneti ya tehir ediniz ya da terk ediniz ve farza katılınız.
İmam olmak için asgari şart; okuduğu Kuran’ı manayı bozmayacak şekilde doğru okumak yeterlidir. İmam “niyet ettim Allah Rızası için bugünkü …….. namazının farzını kıldırmaya, arkamdaki cemaate imam olmaya” şeklinde niyet eder. Alimler iki kişi de olsa cemaat olunabileceğini bildirmektedirler. İmamlık için sadece Kuran ezber miktarınızı karşılaştırmanız yeterlidir. Bu takva için bir ölçüdür.
“ Tek başınıza kıldığınız namazlar sizi kurtarmaz” diyen alimler vardır. Çünkü sevapların bir kısmı kul borcu ve kul hakkına gidecektir. Hadis’teki İflas eden Müslüman konumuna düşmemek için hem kul haklarından sakınmalı ve hem de cemaatin 27’ şer sevabıyle sermayeyi artırmalıdır. Benim tek başına kıldığım namaz daha önemli diyen kişi hem Müslüman kardeşine güvenmemiş, ümmet bütünlüğünü bozmuş ve hem de Allah’ın verdiği 27 kat ikramı küçük görmüş olur.
Ayakkabılarınızı kilitli çekmeceye koymak size sakın ha Allah’ı unutturmasın. Yine “Ya Rabbi sana emanet” diyerek tevekkülünüzü dua ederek bildiriniz.
-cumaya erken ve gusul abdesti alarak gelmek sünnettir.
-ezan bitince sünnete kişinin kendisi kalkmalıdır. müezzinin salavat okumasını beklemesi bidattır.
-cumanın hutbesini dinlemek farzdır.
-imamın okuduğu çoğu ayetleri okumak da bidattır. son ayet ve meali de bidattır.
-imamın “allahım islama ve müslümanlara yardım et…..” diye balayan duayı cemaate yaptırması da bidattır. bu dua devlet zoruyla milliyetçilik duyguları için kabul edilmiş bir duadır .
-farzdan sonra camiyi terketmek uygun olmaz. zira son sünnet vardır. bu 4 rekatı rasulüllah kıldığı için kılınması gerekir.
-zuhru ahir ve 2 rekatlık son sünnet tamamiyle bidattır. cumamız kabul olmayacaksa o zaman vaktin farzını kılalım der gibi saçma sapan bir korkunun üstüne inşa edilmiş fikirdir. halbuki rasulüllah “ibadetlerinizi kabulüne inanarak ibadet adiniz” diye buyurmuştur. bir namaz için bir namaz daha asla doğru olmaz. düşüncesizler de ben bu vakitte kaza namazı kılıyorum diyorlar. bu da asla doğru olmaz. zira vakit mekruh bir vakit olmamakla beraber yanında onu görenler kılınan namazı kaza olarak bilmeyip cuma namazı olarak düşünür ve uzun bulduğu için de tümüyle terkederler. işte bu yanlış anlamamaya meydan vermemek için kişinin 4 rekatlik son sünneti kılıp camiyi terketmesi gerekir.
-cumanın son sünneti ile ilgili olarak “riyazussalihin” adlı hadis kitabında iki hadis gördüm. birinci hadise göre 1bir kimse cumadan sonra nafile (sünnet) kılacaksa ve bunu mescidde yapacaksa 4 rekat kılsın” bu hadisin arkasından gelen beş hadisten sonra konu ile ilgili bir hadis daha var ki o da “bir kimse cumadan sonra bir nafile (sünnet) kılacaksa ve bunu evinde veya işyerinde yapacaksa 2 rekat olarak kılsın” buyuruyor. düşünsenize, kendi mescidinde 1000 kıymette olan namazın yerine evindeki 2 rekatı eşitliyor!!!! bu müthiş bir şey..
-namaz bitince müezzin talimatıyla -subhanallah, elhamdülillah, allahü ekber – tesbihaqtı yapmak bidattır. cemaatin kendisi ferdi olarak yapmalıdır. haz. rasulüllah önce fakirlere söyledi bu tesbihatı. zenginler de onlardan öğrendi. rasulüllah zamanında birlikte tesbihat asla olmadı.
bazı sahabiler camide bu tesbihatı çember oluşturup taş dağıtarak yapmak isteyince ibn-i mesud hazretleri üzerlerine geldi ve dedi ki -siz ne yapıyorsunuz? -hz. peygamber demedi mi, subhanallah, elhamdülillah ve allahü ekber diyoruz. deyince. Allah’ın Rasülü bilmiyor muydu toplu ve taşlı beraber olup olmayacağını bilmiyor muydu? derhal kalkın ve bu işi bırakıp ayrılın burdan dedi ve toplu zikri yasakladı. uzun süre bu durum devam etti. ancak emeviler saltanata karşı olan sahabi ve toplumun diğer kesimlerini adam etmek için toplu tesbihata bidatı hasene dediler ve “camiler allahın zikri içindir” diyerek camilerin işlevini sadece namazla sınırlandırdılar. bu ise direnişin camiden çıkmasını önleyen çok önemli olumsuz gelişmedir. Bugün de durum çok farklı değildir. halbuki peygamber efendimiz nikahı, davayı, ilmi, sohbeti, herşeyi camide yaptı. 400 kişilik ehli suffa camide ilim yapıp yattı uyudu. ya şimdi????
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur
Sevgili Yarenler!
Cenab-ı Hak bir Hadis-i Kudsi’de bilinmeyi murad ettiğini (ahbeptu-muhabbet etmek) bunun için de kainatı yarattığını belirtiyor. Bu hadiste iki unsur göze çarpıyor. Birincisi muhabbet, yani aşk.. İkincisi ise bu aşkın hayat bulması için gereğini yaptığı yaratma fiili. Yani, iş..
İşte Cenab-ı Allah aşka uygun iş yaparken öylesine merhametli davrandı ki, suların tatlılığı, denizlerin orantısı, mevsimleri meydana getiren dünyanın eğimi gibi binlerce şeyi rahman sıfatı ile bezedi denilebilir. İşte bu Allah’ın merhameti ve yiğitliği sayılmalıdır. Bütün evrenin düzeninde büyük bir merhamet gizlidir ve mücadele diyenlerin aksine yardımlaşma mevcuttur mahlukat arasında. Dalgıçlık yaparken yaraladığım balığa diğer balığın gelip onu itikleyerek taşın altına sokmasını hiç unutmuyorum. Allah merhametle yarattığı dünyada insandan yine merhametli olmasını istemektedir aslında. Hadis’te bile “din merhamettir” buyrulmadı mı? Demek ki istediği yiğitliği dinin yani İslam’ın içine koydu ve bekledi.
İşte siz de sevdiğiniz birine bu sevgiyi bildirmek istediğinizde yapmanız gereken şey; fedakarlık ölçüsünde bir şey olmalıdır. Bir çiçek almak, yahut onun işine yardım etmek, fedakarlık derecesinde elbisesini temizlemek, çocuksa gece kalkıp ilgilenmek. Yani bir emek sarfetmek. Yani sevgi aslında bir emek denilemez mi?
İşte Ahi Evran-ı Veli’ye (1171-1261) atfedilen ancak onun bu sözü söylediğine dair bir kanıtın elimizde bulunmadığı “ALLAH DER ÇALIŞIRIZ” sözü aslında aşk ve iş kavramlarını bütünüyle barındırıyor denilebilir.
Konuya bu açıdan bakıldığında aşk kavramının kaynağının ilahi olduğu düşünülmelidir. Ancak insan Cenab-ı Hakk’a karşı saygı bazlı ve edepli bir sevgi duyabileceği gibi, insan olarak yahut eş olarak da, cinsiyet bazlı sevgiler duyabilir. İşte bu sevginin de üst seviyeye çıkabilmesi için “Allah için” kavramına dayanması ya da dayandırılması gerekir bir şekilde.. Aksi halde cinsi bir sevgiden öteye geçmez. İşte ilahi sevginin kaynağı, onun gönderdiği sınırlarla belirlenmiş bir dinin içinde onun istediği gibi olmalıdır.= din, yani İSLAM’dır.
Ortada, açıkta yanan bir ateş düşünün. Bu ateşin her an çevreye sıçraması ve ekinleri, evleri yakması mümkündür. Ama ahiler şöyle yaparlar. O ateşin etrafını küçük taşlarla çevirirler, üzerine iki demir atar ve bir toprak kap koyup içine de bir şeyler koyarak bir şeyler pişirirler. Bunun anlamı ilahi veya cinsi her ne ise sevginin taşlarla kontrol altına alınması ve üzerine konulan yemekle de yararlı hale getirilmesidir. Kontrolden mana edeptir. Hazreti Rasülüllah miraca çıktığında Cenab-ı Hakk’ın “yaklaş” nidasına karşılık yaklaşmış, ancak “bir yay aralığı” kalınca durmuştur. (Necm Suresi) İşte bu edeptir. Kulluktır. Arkasından verilen hediye ise 5 vakit namazdır. İşte bu üç şey olan aşk, kulluk, ve namaz, aynı anda ve aynı yerde miraçta, huzurda verilen ve üçü de birbiriyle bağlantılı ana unsurlardır.
Bunun arkasından Cenab-ı Allah’ın iş olarak kendine edinip altı günde yarattığı kainata insanı gönderişiyle ilgili olarak baktığımızda; insanın dünyaya gönderilişinde ilgili olarak “ibadet etmek” (Zariyat 56) ve hanginizin daha iyi amel işleyeceğini sınamak olduğu da Mülk suresinde (2.ayet) de belirtilir. Bunun anlamı şudur: Amel ederek sevginin ispatlanması sorgulanmak istenmektedir aslında. Şöyle de düşünebilirsiniz bunu: Birisi sizi sevdiğini söyleyip duruyor fakat bunu ispat edecek hiç bir şey yapmıyor. Ne dersiniz ona. “Defol başımdan” demez misiniz? Bir çocuğu seviyorum diyeceğinize onun yanına çömelmek ve elinden tutmak daha anlamlı bir sevgi aktarımı olmaz mı sizce? Ya da babasının yüzüne çıplak olarak yatıvermiş çocuk sevgiyi güveni nasıl hisseder? İngiliz oyun yazarı Sheaksper bir oyununda oyuncuyu şöyle konuşturur. “karının senin için yaptığı fedakarlığa bak” Burada sözkonusu olan fedakarlığın sevme fiiline dayandığıdır. Aşk ya da sevme fiili bir bütün olup parçalanamaz ve fiille de ispatlanması gerekir.
İşte insanlık binlerce yıldır iyi, güzel ve doğrunun peşinde koşmaktadır. Onu buna iten neden aslında Allah’ın yiğitlik ve merhamet ederek yarattığı kainatı insana halife olarak vererek aynı yiğitlik ve merhameti insandan beklemesidir. Bu beklemenin anlamı, insanın Allah’a ilahi aşk duymasının beklenmesi ve bunu da eyleme geçerek ispat etmesini istemesidir. Kuran ayetlerinde önce imandan ve hemen sonrasında da salih amel’den bahsedilmesi boşuna değildir. Salih amel adeta bir ispat vesilesidir denilebilir.
İşte insanlık bu çizgiden her sapışında kendisi de mutlu olamamış ve ahlaki ve çalışma ile ilgili sorunları beraber yaşamıştır. İşte ahirette Allah’ın kendisini ödüllendirmeyeceği bir insan canını neden feda etsin ki? Demek ki Ahlak’ın merkezinde doğru inanç (İslam) var olmalıdır. Batı “ben eğitirim“ dedi lakin suç oranları düşmüyor. Bütün dünya küresel bir vicdan sorunu demek istemem lakin inanç sorunu yaşıyor aslında. İnsanlar ahlaklı ol ya da vicdanlı demekle vicdanlı olmazlar. İşte Ahiliğin temelinde sağlam bir İslam inancı, doğru kurallar, iktisadi denge ve doğru ahlak dediğimiz vahyin ahlak anlayışı vardır. Bu ahlakı da Hz. Peygamber temsil eder.
———————————
Not: Her kim bu sitede yer alan islami bir şeyle amel ederse; o kişiye duamız vacip olmuştur, şifa bulur veya işi olur veya şefaatimiz vacip olur bi iznillah.
aşık ahi kul ahmet aşk duydu ve aşk için iş yaptı ve bu yazıyı yazdı….
Benden selam edin selvi boyluma
İnce belli al yanaklı canıma
Yenem derim de yenemem kalbime
O yarimin dengini bulamadım
Elimden kaptırdım canım Haççayı
Okur gezer idi bağı bahçayı
Çaplı dibi kuytu idi sarmayı
O canımın bendini aşamadım
Bir yağız atla Haçça’yı kaçırsam
Mavzer sala gardaşları yumulsam
Kış ortası düğün dernek dökülsem
O zalımın çarhını kıramadım
Allar geymiş harelere bürünmüş
Asbap düzüp düğünlerde sürürmüş
Benden âri kaç yiğide kaş atmış
O kahpenin punduna çökemedim
Dağlar çiçek açmış çiğdem nazınan
Çekmiş perçemini kardan yazınan
Selam etsem turnalarla sazınan
O incenin belini saramadım
Seher yeli yarden âri çavda gel
Güle dedim benle harda olda gel
Benden geçtim candan âlâ yanda gel
O belanın şem’ine yanamadım
Göz göz olmuş sinemdeki yareler
Çare olmaz Haçça’deki gamzeler
Bazar kurdum bezirganım güzeller
O vefasız aşka kandıramadım
Bir selamı geldi elden alemden
Melhem olmaz yürekteki yareden
Eğer ölür isem ben bu nazardan
O yagazın lebini ememedim
Nideyim ağalar beyler nideyim
Ben bu Haçça’yla kader mi bozayım
Hakka ruz eyleyip can mı vereyim
O maralın canını çözemedim
Haçça’nın lebleri bellidir belli
Zülfünün telleri topuktan sallı
Kararım kavidir yazgımın cevri
O garazkar tavrını yıkamadım
Güller açar Haçça gelmez bahçadan
Yakut desem mana çalar Haçça’dan
Diller nider gözde mizan karardan
O Haççanın bağını bozamadım
Haçça’nın şalı ipekten ipekten
Mevlam sabır versin darın düşenden
Bir gül olsam beni hara çekenden
O selvi boyu yaylaklayamadım
Ahi kul ahmedim Haçça’dır aşkım
Haçça’yla döner dünyam lakin zalım
Aldığım her nefes Haçça’dan yazgım
O algını levhe yazdıramadım
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur
Yar elinden bade içtim sorulmaz
Ela göze sürme çeker aldırmaz
Ben bu yare niza etsem alınmaz
Bir zülfü siyaha sözüm var benim
Ak ellere al kınalar yakışır
Sırma kola altun akçe takışır
İnce belden al kuşaklar çözülür
Bir yavru ceylana zülfem var benim
Ahmed kumaşın burada satılmaz
Okka okka günah döksen azalmaz
Güzel ile sohbet kârı nico’lmaz
Bir gökçe geline kastım var benim
Yiğit olan sabır küpün kırdırmaz
Güzel olan gökçe olur söyletmez
Muhanete çanak tutmak yaraşmaz
Bir kaşı kemane yazgım var benim
Severim de göğnüm geçmez güzelden
Bahasıdır candan geçmek tezelden
Seni benden beni senden çalandan
Bir sevi kuluna canım var benim
Ak memeler domur domur başlanır
Zülfünü salma gel gönlüm hoşlanır
Bu garibe kuyu kazma darlanır
Bir güzel nazına katlim var benim
Al yanağın helal düşer allanır
Gonca gülün deste deste koklanır
İnce beller usul boylar şartlanır
Bir avaz saza yaylağım var benim
Gül dalında har mı olur yakmağa
Geyme dedim geydin allar nitmeğe
Sorsam bilmez kimler ile dostluğa
Bir teni tazeye canım var benim
Güzel seni sevmek alem cevridir
Candan geçmek ola derviş sırrıdır
Can verip de canan sevmek aşkıdır
Bir yari ahmede zühdüm var benim
Yar senin menendin yok şu alemde
Kaç yiğit kırıldı canan diyende
Sen beni darıldı kanda yazanda
Bir lebi zalime tutkum var benim
Dost bahçasının bülbülü ötermiş
Bülbül kim gülü sırlayan ahmedmiş
Aşka düşmek candan âlâ belaymış
Bir canı ziyana kanım var benim
Yaşar oldum yazgı diye kaderden
Naçar kaldım canım ister tenimden
Dara düştüm nazlı diye ölekten
Bir canı kudrete dehrim var benim
Ahi kul ahmedim yoktur zararım
Uğrun uğrun güzel sevmek sanatım
Canı verdim yetmez dedi cananım
Bir gönül mahına sorgum var benim
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur
Bir güzelin hatırına nazına
Ağu içmek şeker şerbet bal olur
Bir sevişir bir gücenir yarine
Ağu içmek şeker şerbet bal olur
Güzel seni sevmek değer cihana
Kavi durmak gerek aşkı imana
Varsa da yoksa da sebepsiz cana
Aşık olmak ballı kaymak tad olur
Bahar gelir güller açar ben alır
Gonca için bülbül şakır naz alır
Benim yarim baha ister can alır
Canı vermek körpe kızda hal olur
Güzel ile sohbet etmek güzeldir
Güzel ise ölçer biçer nazendir
Yiğit bekler kola yatar sazendir
Bene dönmek geçmez akçe pul olur
Kara kaştan sürme gözden sorulmaz
İnce belle usul boydan geçilmez
Tatlı dille güzel huya doyulmaz
Gökçe olmak gelin kıza gül olur
Zaman kötü ahir oldu zahirden
Kadın erkek bilmez oldu cinsinden
Hakkım diyen zırlar oldu zalimden
Görev bilmek İslam üzre derc olur
Bir ahi ahmed var idi zararsız
Bir canan için can verdi ağusuz
Aşk ve sevda yavan kaldı çaresiz
Canı için canan diyen zül olur
(kim ki can içun cananı sevdi, canın sevdi / kim ki canan içun canın sevdi, cananı sevdi= Mevlana k.s. )
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur
Onüçünde bir yar sevdim
İnce uzun sala benzer
On dördünde ballı kaymak
Helal düşmüş güle benzer
Onbeşinde naza düşer
Domur domur göğüs sıkar
Gerdanına zülfün salar
Tel tel olmuş saza benzer
Onaltıda boyu atar
Selvi boylu dala döner
Al yeşilli fistan giyer
Algın esen yele benzer
On yedide kalem çalar
On yiğide çalım satar
Bahçalarda güle söyler
Hüsnü aşkı yaza benzer
Onsekizde kendin bilir
Sevdiğine cilve dürür
Öper sever azgın olur
Çağlayacak suya benzer
Ondokuzda isyan eder
Ana avrat dümdüz gider
Pantul giyip erkek olur
Emir veren beye benzer
Yirmisinde derya deniz
Hayal kurar boylu ikiz
Sala verir pek çaresiz
Yeli inmiş dula benzer
Yirmibirde gelen giden
Boylu boysuz alan veren
Bekler daim selvi boylun
Satılacak mala benzer
Yirmikide olur hasta
Türlü türlü yemek pasta
Zülüfleri tevir deste
Yaresine cana benzer
Yirmiüçte allar giyer
Çıkmaz cana mani düzer
Aşka kitab gönül bezer
Vakti geçmiş yaza benzer
Yirmidörtte kader düzer
Felek deyu ağlar sızlar
Komşulara haber salar
Geçmez akçe pula benzer
Yirmibeşte gülü solar
Turnalarla haber salar
Onmaz yare kucak açar
Niyaz eyler kula benzer
Yirmialtıda candan geçer
Kalbur tutup kurşun döker
Şallar geyip sürme çeker
Çula girmiş saya benzer
Yirmiyedi zülfün teli
Var gereydi yarin sazı
Dul göründü kader yazı
Boyun bükmüş kaşa benzer
Ahi ahmed sever nazı
Onbeşinde sarar kızı
Bu kaçıncı yarin âhı
Çotaklamış şaha benzer
aşık ahi kul ahmede yazmak nasib olmuştur