BENİMLE ÇALIŞ dediler
Bu olaydan sonra ‘dan ayrılır. “Gittim, gidişatları benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. ‘Bizimle beraber çalış’ dediler. Dedim: Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor. Sizinle beraber çalışamaz.” diyerek Van’a doğru yola çıkar..
Ölümü satırlardan değil sadırlardan konuşalım.
- Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz. (ENBİYA/35)
- Resulullah (sav) buyurdular ki: “Sizden biri ölünce, kendisine akşam ve sabah (cennet veya cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş ehlinin (yeridir). Kendisine: “Allah seni kıyamet günü diriltinceye kadar senin yerin işte budur!” denilir.
Resulullah (sav) buyurdular ki: “Ölüyü, (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri baki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle baki kalır.”
Ne demişler; “Sen geldiğinde sen ağlarken eller gülsün, sen öldüğünde sen gülerken eller ağlasın”
Bir gün bir bedevi kabilesinin lideri adamını göndererek Hz. Peygamberden bir sahabenin vaiz olarak kendilerine gönderilmesini ister. Hz. Peygamber der ki; “sizin kabilenizde hiç ölen yok mu?” “var”‘ denilince “o size vaiz olarak yeter”‘ der adamı eli boş gönderir.
Hz. Ömer bir adam tutar ve her işinde “ya Ömer ölüm var” demesini ister. Aradan zaman geçer ve bir gün adamın işine son verir. Sorulduğunda der ki; Rabbim benim saçlarımı ağartmakla bana ölümü hatırlatıyor. Artık ona ihtiyacım kalmadı”
Cenab-ı Hak, insan topluluklarının koyuna benzemeleri nedeniyle hemen hemen bütün peygamberlere bir müddet çobanlık yaptırmış ve böylece onlara insanları nasıl idare edeceklerini talim ettirmiştir.
İnsanlar gerçekten koyuna benzer. İki tane koyun alıp birini diğerinin yanında kessen diğeri anlamaz. İşte bu özellik yüzünden insan kendi arkadaşını, akrabasını, hemşehrisini defneder, üstüne toprak atar, dua eder ve döner gelir aynı hayata devam eder. Ders almaz.
Ölüm Psikolojisi
Ölüm varoluşun ayrılmaz bir parçasıdır. Mademki doğdunuz o halde öleceksiniz de. Ölüme ilişkin sorgulama, yaşamın anlamlandırılmasında önemlidir. Ölümün düşünülmesi ve araştırılması manevi değerlerin oluşturulmasında da oldukça etkili olabilmektedir. .
Stoacılar “İyi yaşamayı öğrenmek, aynı zamanda iyi ölmeyi öğrenmek veya iyi ölmeyi öğrenmek iyi yaşamayı öğrenmektif di-yerekölümüyaşamınmerkezine, Çağdaş VaroluşçulardanKarl Jasper ise “Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir” diyerek Stoa-cılarınölümeilişkin bakış açılarınıbiradımdahaöteye taşımıştır.
Heidegger’e göre ölüm, fiziksel olarak yok edicidir ancak ölüm düşüncesi kurtarıcıdır.
Ölüm, insanların içinde bulunduğu en büyük ikilemdir. İnsanda ölümsüzlük duygusu baskın bir gendir. Ancak ölüm bunu kesintiye uğratmaktadır. İşte ölümden sonraki yaşama inanma isteği, kendisinin ölümsüzleşmesi ile eşdeğerdir denilebilir. Ölüm korkusunu azaltmada ise dinlerin önemli bir görevi vardır. Kişinin uğradığı haksızlıkların tam karşılığını alamaması veya çözemediği veya gücünün yetmediği olaylarda ahiretteki ilahi adalet duygusunun varlığı kişiyi rahatlatır ve kişisel ve toplumsal bir uzlaşı oluşturur. Ancak ilahi mahkeme ve cehennem korkusu da tedirgin eder. Bu duygunun teslimiyet çerçevesine sokulması ve canlı tutulması kişinin dünya hayatında dikkatli olmasını sağlayan ve onu sürekli kontrol eden en etkili yöntemdir.
İslamiyet ölümü, “Allah’tan gelen varlığın yine O’na dönmesi olarak” kabul ederken Hristiyanlıkta bazı düşünürler -Aziz Augustine başta olmak üzere- insana verilmiş bir ceza olarak görürler. Onlara göre Hz. Adem’in işlediği günah, insanoğluna ölümü getirmiştir. Yeni doğmuş çocuğun vaftiz edilerek yıkanmasının nedeni budur: Suçluluktan yıkanmak. Halbuki İslam insanın temiz ve İslam fıtratı üzere doğduğunu söyler.
Ahilerin ölümü hoş bakmalarının nedeni..
Ahiler ölüme karşı son derece olağan bir olay olarak bakıyorlardı. Tevekkülleri çok yüksekti. Hali hazırda çalışılan bir işin olması ve bunun devamlılık göstermesi dünya kazancı konusunda onları makul kardan tutun sınırsız cömertliğe kadar götürüp hatta para toplam yüksekliği bugünkü parayla 50 000 lirayı geçmezdi. Zaten her işletmede bir usta çalıştırılır ve ilave bir mal üretimine ihtiyaç olursa yeni bir atölye açılmasına izin verilirdi. Bu tekelleşmeyi, ve kitle üretimini ve aşırı zengin olmayı engelliyordu. İşte bu durum kişiyi dünyaya yönelmekten alıkoyuyordu otomatik olarak. Zaten kefenleri başlarının üstünde sarık olarak da sarılı idi ki bu ölümü hiç unutmamayı gerektiriyordu. Her gün zaviyelerde dini eğitim ve sohbetlerin de olduğunu düşünürseniz hem dini bilgi, namaz, yukarıda anlatılan dünya garantileri istenen sonucu sağlıyordu denilebilir…
Bugünkü kitle üretime Ahilik uygun değil diyen birisine ahiliğin kooperatif sistemleri geliştirdiğini ticaret kanununa küçük ortak paylarına ilişkin daha fazla garanti verilerek ortaklık ve vakıf anlayışının birleştirilmesiyle çok modern anlayışlar aynı fikrin içinden geliştirilebilir diye düşünüyoruz.
Ölümle İlgili Ritüeller
Ölüm sırasında kişiye “la ilahe illallah” zikrini ona söyletmeye çalışmak hadisle tavsiye edilmiştir. Kişi terler, bu yüzden dudaklarına biraz su değdirmek yararlı olur. Hadisle Yasin suresinin ölümü kolaylaştırdığı ifade edilmiştir.
Ben imamlık yaptığım zaman cemaate dua ettirerek “sağımızda Kuran, göğsümüzde iman, karşımızda rasulüllah olduğu halde buyrun “kelimeyi şahadet…” okuyarak çene kapamayı nasip eyle ya Rabbi” diye söyletirim. Muhabbetiniz varsa Peygamberiniz size duaya gelecektir.
Ölümün tadı, kişinin Allah’a yakınlık derecesine göre değişir. Normal olarak bir çalının yünün içinden yırtarak çıkması gibidir ve zordur. Alim, cihad ve muhabbet ehli iseniz iki kişinin gelip kolunuzdan tutarak sizi bahçeye çıkarması gibidir(İmamı Gazali böyle olmuş)
Kabir azabı konusu alimlerce tartışmalıdır. Ancak mümine seyrettirilen cennet bahçelerinden bir bahçe, kafire seyrettirilen cehennem çukurlarında bir çukurdur.
Kabirde ruh tekrar bedene yaklaşır ve sual başlar. Rabbin kim, Peygamberin kim.. diye sorulur. Hoca talkın verdiğinde onu duyar ve bu, onun cevabına yardımcı olur. Ancak esas olan yaşayıştır ve son nefes çok önemlidir. Ben, Aşıkpaşada Tekke sokağında oturur, deli Kadir’in karısı rahmetli Kezban halanın öleceğini iki gün önce rüyada görmüş ve talkınını bir de ben vereyim demiştim. Usul bilmiyordum ve dedim ki “Kezban Hala la ilahe illallah” de diye içimden söyledim. Başka yerdeymiş kabre geldi ve “te hey, ben cuvabı verdim, la ilahe illallah, muhammedür resulüllah dedim” dedi ve ben bunu hem gördüm hem işittim.
Bundan sonraki sorgu namazdır. Namazın cevabı verilebilirse diğerleri kolaylaşır, aksi halde Allah
yardım etsin..
Ölü, kendi ailesinin düğün, hastalık gibi durumlarda yakınlarını görmeye gelir. Rahmetli Erhan Kendirli eniştem vardı. Onu çıplak gözle on metre yakınımda gördüm ve oğlu mustafaya dua istedi. Avukat Osman Dağtekin’in eşi rahmetli Ayten yengeyi oğlunun düğününü seyrederken görmüştüm. Rahmetli Albay Ali Kendirli ve eşini, eşi öldüğünde evlerinde namaz kılarken karşımda tavanda iki kuş olup evlerinde namaz kılındığı için sevinirken görmüş, ancak önümde durmayın diye küşelemiştim. Etlikte cemaatten bir abinin eşi ölmüş ve evde kırkında ilahi okunuyordu. Kadın gelmiş odada ilahi dinliyordu ben onu o beni gözlüyordu.
Modern Hayat Ölümü Öldürüyor
Modern insan ölümü öldürmek istiyor. Onu teğet geçiyor. Ölümle iç içe geçmiyor. Köyde ölen birisine geleneksel insan “ömrü bu kadarmış” deyip geçebiliyor. İnsana bu hayatta ölüm hissettirilebilirse diğergamlık gündeme gelebilir’. Çamaşır ma-kinasının kullanımı ile insanın tevazusu, bir sosyal sorumluluk projesinde yer alması, şükrü, yardım etmesi aynı anlamı taşır. Halbuki elde kalan sadece bencillik ve dini şeyleri de bencillik içinde izah etmeye çalışıyoruz. İnsanın basitliklerini, hatalarını düşünmesi bir tamir vesilesi olabilir.
Modern kültür haset üretiyor.(Reklamlar) Eskiden evler hep birbirine benzer ve konakla dam yanyanaydı ve içine girmeden zengin mi fakir mi anlayamıyordun. Biri alıyor, biri alamıyor ve böylece haset kültürü ve sui zan oluşuyor. İnternet ise kötülük üretiyor. İnsanlar sui zanla “Tunus ve Mısır’lılarda internet vardı, Yemende yok o halde orada devrim olmaz” diyerek sebeplere gereğinden fazla önem verebiliyor.
Telefon kullananların vücut dili şiddete yöneliyor. Birisi çarpınca “görmemiştir” veya “Allah’a havale” yerine iki misli cevaba dönüşüyor.
Siyasette ise önemli memleket sorunu yerine “kim kime ne dedi” ya da spor konuşuluyor.
Bizim toplumumuz gününü sürekli ayakta geçiriyor. Halbuki Akdeniz geleneğinde öğle uykusu denen bir şey var. Araplar-da Yunanlı’larda öğle uykusu var. İslam’da da gece namazına kalkmak isteyenler öğleyin bir miktar uyurlar. Sürekli uyanık kalmak ve geç yatışlar vücutta gerginlik ve tavırlarda sertliğe neden oluyor. Amerikalılar ise öğleyin sırayla atıştırıyorlar ve saat 3,5′ta işi bitirip hemen partilere, eğlencelere koşuyorlar. Onlar için çok yemek ve bunu boşaltacak günlük bir sevgili bulup saatli bir otelde beraber olmak ya da kızın evine bir haftalığına yerleşmek olağan işlerden. Malum sorun ise obezlik ve aids.
Bir yazar, ekranla bütünleşmiş ve başparmağıyla sürekli mesaj yazan, toplumdan kopmuş gençler için “başparmağı büyük nesil” diyor.
Hüsnü zan için zamanı yavaşlatmak zorundayız. Hastalıkta tevekkül, teslimiyet ve eski günlerdeki iyi zamanları hatırlayarak şükretmek yerine “niye ben” diyor.
Eskiden seyahatte yanınızdakiyle güzel güzel konuşmak vardı. Şimdi TV ekranı sobeti, diyalogu kesiyor. MP dinlemekten karşıdan karşıya geçerken arabayı görmüyor.
Ölümü konuşabilmeli ve kabullenebilmeliyiz. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” hadisinin anlamı: İnsan şuur altına göre yaşar ve şuur altına göre dirilir demektir. Böylece zamanın ruhunu kavrayarak bir nasihat dili oluşturmak gerek. Şu hadise bakınız: “ölmeden önce ölünüz” bunun anlamı da ölümü öldürmek değil, ölümü diriltmek demektir. Ölümle içli dışlı olabilmek, onu sevecen görebilmek bir olgunluk ve kemal isteyen bir şey. Ölüm sonrasından da olumlu sinyaller alabilmeli insan. Fakat bunları neden konuşamıyoruz? Çünkü hep başkası ölecek diye bekliyoruz. Yani barışık değiliz. Mevlana ölümü “şeb’i aruz” -düğün gecesi- olarak laf olsun diye demiyor herhalde.
Bunu bir dudak servisi ya da ağız kalabalığı olarak görmemeli, yettiğince uyarmalı. İnsanlarda ibret almalı. Benimle alakası yok anlayışı tam bir felaket.
Modern hayat nasibi “koparıp aldığındır” diye tarif edip risk alma üzerine davranış kurgusu yapıyor. Böylece “rızık” ile “risk” yer değiştiriyor. Halbuki rızık yaratmayla yaratılır. Kul çabayla verilene ulaşmaya çalışır. İş, kazanmak istiyorsan risk alacaksınla eşdeğer olunca hayat bütünüyle risk alarak yürür hale geliyor ve kazanılan yetmemeye başlıyor. Risk alın işinizi büyütün, büyümezse rızık olmaz” mesajı veriliyor. Daha fazla kazanmak, daha fazla başarmak, çocuklarına “benim çocuğum” diyerek marka yaratmak ve onları da erdemlerine göre değil başarılarına göre değerlemek ve buna uygun materyalist tavır geliştirmek yoluna gidiyor. Başarı halinde “ben başardım” deyip Allah’ı unutuyor, kibirleniyor ve cimrileşiyor, kaybettiklerinde önce sebeplere küfrediyor ya da kurtlaşıp zorla almaya ya da tilkileşip ayak oyunu çekme yoluna gidiyor.
Nasib düşüncesini çocuklarımıza da veremiyoruz. Sınavda midesi bulanıp çıkan bir çocuğa “bunda da bir hayır var”mı diyoruz yoksa “dı, dı, dı “mı diyoruz.
Böbreğini satanları, zor durumda olanları düşünmek gerek. “Allah’ım bu günümüzü aratma” duası ve “camiye gelebiliyo-rum, kimseye de muhtaç değilim elhamdülillah” duaları çok önemli. Nasibi küstürme kavramı da önemli. Birbirine ters iki eşin yıllar geçirdiğini bir düşünün. Sorulduğunda “nasibimiz buymuş, geçindik gittik” diyor eskiler. Ama şimdikiler başkalarına anlatılabilir ve gösterebilir bir eş istiyor. Halbuki “ya bu olmasaydı” demeli. “ev, ekmek, suyumuz var elhamdülillah” diyebilmek ne kadar önemli.
Ahireti düşünmek, oradaki Allah’ın yanındaki nimetleri düşünmek insanda umudu artırıyor. Nasib ise şükre çıkıyor. Bu çalışmayıp “nasıl olsa nasibim gelir” anlamında bir tembellik değil. Ancak sebeplere sarılıp çalışmayla verilen nasibi birleştirme ve elde etme olarak doğru anlaşılması gereken ince bir husustur.
Bu fakir bir gün özel sektöre ayrılacaktı da, holdingin müşavirini şirketleri birbirine birleştirirken yönetimdeki iki ortağın diğer ortaklara kazık attığını, işçi şirketini kasten zarar ettirip işçilerin elinden hisse senetlerini yok pahasına aldığını görünce “aman ahiretimizi yakmayalım burası bize yaramaz” diye 13 milyarlık maaşı reddetmişti.
Allah hayırlı uzun ömürler versin hepinize efendim…
aşık ahi kul ahmet
Benden selam olsun gül yüzlü yare
Güzelliğin gülden sorulur olsun
Kıymatın bilinsin el düşe nara
Güzelliğin elden sorulur olsun
Kız, aklımı aldın divane kıldın
Kara kaşlarını nazara yazdın
Bir gün yatıp on gün yabana saydın
Vefalığın halden sorulur olsun
Dağlar açmış perçemini kaşına
Güller açmış goncasını dalına
Güzel çekmiş çadırını halına
Hatırların boy’dan sorulur olsun
Güzel gel seninle kiraz yolalım
Ayva nar hemi de pazar edelim
Beşe alıp üçe sattık nidelim
Kazançların baçtan sorulur olsun
Güzel gel bir gececik sarılalım
Ağu içir ölüncek bakışalım
Ha şöylece canları verişelim
Bahaların candan sorulur olsun
Ben bu güzelle ne etsem neylesem
Üç gün atlı beş gün yaya yürüsem
Yörük yaylasında niza eylesem
Güzellerin bey’den sorulur olsun
Bu güzele benzer yar bulamadım
Alı al moru mor gül deremedim
Sevdim de kıymatını bilemedim
Cilvelerin benden sorulur olsun
Güzel aldın beni cilveyle nazla
Melhem olman mı bir ballıca sözle
Ak ellerle yaram sarsan ha şöyle
Şifaların yarden sorulur olsun
Güzel, bir ah çeksem dağlar başına
Zülfün peçe çekmiş zalım kaşına
Sende bu güzellik anan soyuna
Cefaların nazdan sorulur olsun
Bu yar ile pazar eyledik baştan
Sinene çek dedi dertlerim halden
Çeker oldum bitmedi yazdan kıştan
Salaların kaştan sorulur olsun
Ahi kul ahmedim sevmek işimdir
Güzeller hatırı baha canımdır
Bu güzele yanmak iman düşümdür
Yazgıların Hakk’tan sorulur olsun
Baç: Pazar vergisi
Boy: ırk boyu
Baha:bedel
Bey:Yörük beyi
Zülf:saç
aşık ahi kul ahmede nasibdir
öğrenci sayısındaki artışa rağmen belli standartları tutturmak elbette mümkün. ülkemizde ideolojik nedenlerle akademik kadrolar laik düşüncelerle elde tutulmak isteniyor ilginç bir şekilde. bu durum kadroların kontrollü, yetkili ve dar tutulmasına bilinçli olarak sebep olan çevreler var. önce bunun aşılması gerekir. ve bunlar verimsiz kadrolar. koca üniversiteden uluslararası dergilerde yayınlanan makale dsayısı üçü beşi geçmiyor. dolayısıyla sorun idrak, ahlak ve kalite boyutlarında felaket adeta.
osmanlıda ortalama sınıftaki öğrenci sayısı 18 idi. bazı özellikli derslerde 6 kişiye bir hoca düşerdi. bunu bugün sabancı üniversitesi sınıfa 6 kişi koyarak kaliteye önem veriyor. öğrencilere şayet fakirse veriliyordu. büyük selçukluda siyesetname yazarı nizamül mülkün teklifi üzerine yurt ve burs sağlandı öğrencilere. fakir olan imamı gazali de bu yurt ve bursla okuyup büyük alim oldu.
osmanlıda beşeri sermaye ücretlerin yüksekliği nedeniyle çoktu ve güçlü idi. ilme ve alime itibarı ücretlerinden anlıyoruz. örneğin bir müderrisin (profesör) ders saati ücreti 14 akçe idi. hat hocası ise 15 akçe idi. derse yardımcıları giriyorsa dersin önemine göre 4 ila 8 akçe idi.bunlar oldukça yüksek ücretler denilebilir. bir keçiden alınan yıllık verginin 3 akçe olduğunu düşünün.
osmanlı ile selçuklu arasında eğitim ve devlet anlayışı ve idaresi farklı anlayışlarda olduğu doğrudur. selçuklu toplumu dinamik bir toplumdur ve sürekli türkmenler orta asyadan anadoluya göç etmektedir. hoca ahmet yesevinin selçukludan bütün türk dünyasına tarifi imkansız dini olumlu katkıları vardır. 99 000 müridini orta asyadan balkanlara kadar salmıştır. 1205 te ahi evranı veli ortaya çıkmış ve bütün çalışanları toparlayarak önce ahlaki bir terbiyeye tabi tutmuştur. hemen arkasından gelen moğol istilası uzun yıllar acılar yaşatmış ve taht kavgaları sürmüştür.
bütün bunlara rağmen anadolunun imarına çok emek vermişlerdir. ustalar icazetli ve ücretleri yüksek idi. bir hat hocası 15 yıldan önce icazet alamazdı. dolayısıyla tam bu acıların yaşandığı sırada bir de mevlana çıktı. arkasından yunus emreyi görüyoruz. bunun anlamı moğol işgalini hafifletici insanların allah tarafından bir nefes almak için gönderilmesi denilebilir belki. I alaattin keykubat gibi ilme ve ahiliğe önem veren şahları da düşünürseniz. buna irandan gelen bürokratik kadfrolar da ilave edilince serbest bir tartışma ortamı oluştu denilebilir.
osmanlıya gelince ilk kuruluş yıllarında fatihe kadar rahattı. osman, orhan ve ı murat ahi kuşağı kuşandılar. fakat fatihten sonra emperyal bir politikaya döndü ve yerli halktan saraya adam alırsa onun kendi halkına taraflı davranacağını düşündü ve devşirmelere yöneldi. bu durum osmanlı ayakta iken yararlı oldu, osmanlı düşerken zararları çok oldu. fetihler sürekli artınca ADALET VE İTAAT VE DÜŞÜK VERGİLER le yönetmek istedi. toplumu kitlesel eğitim ı abdülmecide kadar yapılmadı. KURANI DAHİ meal tefsir yazdırmadı. 16 kavmi egemenliğine almasına rağmen onların diline de çevirmedi. osmanlıda en önemli kitap MIZRAKLI İLMİHALDİ. MUHAMMEDİYELER KURAN GİBİ OKUNURDU. bu davranışlartın altında yatan korku öyle her şeyi herkesin bilmesi işi karıştırır idi. İTAAT ETMESİ İÇİN TOPLUMUN BİLGİSİZ OLMASI VE DOĞRUNUN NE OLDUĞUNU SINIRLI SAYIDAKİ SARAY MÜDERRİSLERİ SÖYLERDİ (Benim babamın öz dayısı da okumuş ve saray müderrisi olmuş. adı: ama hafızın hakkı imiş.) fakat cumhuriyette kaybetmişler. allah rahmet etsin
osmanlıda teknik ilerleme selçukluya göre çok cılızdır. hatta küçük bazı şeylerin dışında yok denecek kadar azdır. çünkü sistem buna müsait değildir.
islam dünyasındaki eşari mezhebi ile mu tezile mücadelesi 1200 lerde eşarini lehine sonuçlanmıştır ve mu tezile AKLIN önemini işaret ederken eşari NAKİL önemlidir demektedir. aklı bir kenara attığınızda dünyevi bir çok ilim önemsiz süfli uğraşmaya değmez ilan ediliyordu. artık ilim üretmek şeyhlerin keşfine kalıyordu enteresan bir şekildi. ve söyledikleri de kurandan bir parça gibi saygı görür hale geliyordu fakat kimsede onun yanlışlığını söyleyemezdi . zira tarikatlarda da kesin itaat mecburiyeti vardı. bilsen bile susman gerekiyordu. hazerfan ahmet çelebi bile üsküdara uçtuktan sonra padişaha, padişahim bu birgün topkapıyı da uçup gelip yakar deyince çelebi kelleden oluyordu.
yani bu ortam sürekli korkuya dayalı hale geliyordu ve korkulan hemen temizlenmeliydi.
peygasmber efendimiz zamanındaki bir elin parmaklasrı kadar olan salavatların sayısı 300 leri geçer hale geldi. bunun anlamı allahın yerine peygamberin konması ve her ne istenecekse ondan istenir hale gelmesiydi. kuran yerine de muhammediyeler, enverül aşıkınlar, ahmediyeler, mızraklı ilmihal yeterli,liğinde DÜŞÜNMEYEN, DÜŞÜNMEDEN İTAAT EDEN BİR TOPLUM İSTENİLEREK OLUŞTURULMASINDAN KAYNAKLANIYORDU. zaten islamın en parlak yıllarında insanlar kütüphanelerindeki ciltlerin sayısı ile iddialaşırken 8-12 yüzyıllar idi. bu sorun yalnız osmanlının sorunu demek de kısmen yanlış olabilir. bütün islam toplumunda bir gerileme de zaten vardı demekte mahsur yok. ama herkesin bacağı da ayrı.
hayırlarla kalınız efendim
aşık ahi kul ahmed söyledi. Doğrusunu Allah bilir.