CUMA SOHBETİ -3 (Ahi Evran-ı Veli ve Hacı Bektaş-ı Veliden Tutulası Öğütler )

aşağıdaki öğütler her iki velinin karma öğütleri olarak tarafımızdan oluşturulmuştur.

 

OKU (her yerde her şeyi, hep oku sonuç çıkar, ne okuduğunu anla. Allah aptalları sevmez, onun için akıllı ol. akıllı olmak için okuyarak cehalet pisliğini gider. akıl, uzak olan ahireti düşününce ancak güzel davranır. ahiret imanı olmayanın güzel ahlaklı olması zordur. şehit bile karşılığında huri ister. karşılıksız güzelliği sadece havvaslar yapar )

 

BİLDİKLERİNLE AMEL ET (Bilmediğini bırak, ama öğrenmeye devam et, atalarının dinini bırak. dine yeni gelmiş gibi, Kuran  yeni inmiş gibi, Allah konuşuyor gibi, Cebrail söylüyor gibi, Muhammed as uyguluyor gibibir aşık Allah’a aşık olmuş gibi Kuran dinle, sakın ölü gibi olma, amelinin niyetini sevaba değil Allahın muhabbet ve rızasına yönelt.) 

 

 

İNSAN OL, SAMİMİ OL, ADİL OL (iyilikten önce adalet ediniz. Örneğin  yarı yola kadar oturup daha sonra ayağa kalkmak adalettir. Siz önce bir kalkın. Yaşlıya yer vermeğe gerek kalmaz o zaman)

 

SIR TUT (Özelinizi paylaşmayın. En önemli sır budur.ve kötü zamanda karşınıza çıkar, günahlarınızı da anlatmayın affolmuşken tekrar yüklenirsiniz)

 

SU-İ ZAN DA İSABET EDECEĞİNE, HÜSN-Ü  ZAN DA  YANIL (bilmediğin bir şeyde iyi niyetli tahmin yapmak zorundasın. Veya bilmiyorum de.   Bu sizi kırk beladan kurtarır)

 

ELİN KAPIN SOFRAN AÇIK OLSUN (Biraz ahlaklı AHİ ol ki ahretin mamur olsun)

 

DİLİNE SAHİP OL (belanın büyüğü buradan gelir, sahip olmak daha önce nefsi hastalıkları ıslah etmeye bakar, riyakar bir adamın dilini tutması asla mümkün olmaz. Edep te susma kapısından konuşma kapısına geçilir.)

 

İNCİNSENDE İNCİTME

 

Aşık der incidenden

İncinme incidenden

Kemalde noksan imiş

İncinen incidenden (Alvarlı efe)

 

HER NE ARARSAN KENDİNDE ARA (hazineyi de kabahati de kendinde ara. Kadere TAŞ ATMA. Allaha değer sonra. )

 

DAĞITAN DEĞİL, TOPARLAYAN OL (Kalabalıklara iltifat etme, sadıklar sakin yerlerde olur. Onları nezih yerlerde ara. Onların yanında toplayan olabilirsin)

 

DENGE VE DÜZEN TUTTURAN OL (Allahın koyduğu mizanı bozma. Her şey bir denge ve düzen üzerine yaratıldı. İnsanın taşıyacağı şeyler bellidir. Bunu aşma. Düzen bir kurgudur.  Bunu güzellik üzerine kur. O zaman ayakta durur

 

BOŞA DEĞİL, DOLUYA BAK (insanlarda kusur arama, kusur arayan Allah’ta da kusur arar. Bu Kuran’da da Allah’ın  emri budur. Bu tavır size sevgi akışınıda sağlar. İnsanlar boşa bakanları sevmez)

 

GÜLER YÜZLÜ, TATLI DİLLİ OL (işin özü güzel ahlaklı ol. Bu peygamber ahlakıdır. Bir de bizim –aşık- ahlakımızdır.

 

DAİMA HAK SÖYLE, GÜZEL AHLAKLI OL (hakk söylemiyorsanız bari SUSUNUZ. Güzel ahlak sahibi olanlar cennette Allah rızası  üzere en iyi yerde Muhammed’e as komşu olurlar.

 

AFFEDİCİ OL, SABIRLI OL, TEVAZU SAHİBİ OL (Affetmek bir kişiliktir. Edinmeyen yapamaz. İnsanlıktır. Allah’ım çok merhametli olma babam namaz kılmayacak sonra.  Sabır kanaatle beraber yürür. Kanaatsizlerin sabrettiği görülmemiştir. Tevazu da kanaatle  yürür. Yokluğa sabır kişiyi tevazuya iter. fakirin kibrini Allah sevmez.)

 

 

31 Aralık 2013
Okunma
bosluk

Çağın ruh hastalığı “kibir”

Böbürlenme, kendini beğenme ve çok defa bir fâikiyet mülâhazası içinde bulunma diyebileceğimiz kibir, kişinin, bir kısım farklı özellikleri varmış gibi davranması, oturuşu-kalkışı, nefes alıp verişi, el-ayak hareketleri ve mimikleriyle hep bir farklılık peşinde bulunması, farklılık soluklanması, üstün bir karakter olduğunu ifade etmeye çalışması.. gibi tavırlarla bencilliğini (egoizm) dışa vurması sayılan bir çeşit cinnet ve ruhî bir rahatsızlıktır.
Böyle bir hasta her zaman kendini olağanüstü görmenin yanında çok defa, başkalarını, hususiyle de meslek, meşrep, yol-yöntem açısından kendine/kendilerine rakip saydığı kimseleri küçük görür ve gösterir; onlara karşı sürekli fâikiyet hezeyanları yaşar; başkalarına ait fazilet ve meziyetleri duymaya asla tahammül edemez; edemez ve duydukça öfkeden çatlayacak hâle gelir.

Böyle bir hasta, sürekli “ben” mülâhaza-larıyla soluklanır, her zaman tafralarla köpürür durur; kendinin değerler atlasında bulunmayan hiçbir düşünce ve davranışa iltifat etmez ve karşısında vahy-i semavî dahi olsa şahsî yorumlarına öncelik tanıyarak yine kendini ifade peşinde koşar.. ve ne yapar yapar hemen her mülâhazayı evirir-çevirir kutsal(!) saydığı kendi düşünce ve istinbatlarına bağlar.

İşte böyle bir aldanmış, zamanla daha da ileri giderek çevresindekileri halâyık görmeye başlar.. horlar ve hafife alır herkesi.. umulmadık beklentilere girer; beklediklerini bulamayınca da kırar-geçirir en sâdık kapıkullarını; bezdirir candan takdirkârlarını ve kaçırır en vefalı yâranlarını; kaçırır zira böyle biri mukaddeslere saygısızlık yapanları affetse de, bağışlamaz şahsına hürmet, tâzim, ihtiram ve saygıda kusur edenleri; ademe mahkûm eder hayalinde kendisine tasarladığı makam, mansıp ve pâyeleri şöyle-böyle sağda solda seslendirmeyenleri.
Bu hasta tip, başkalarının büyüklük ve meziyetlerine tahammül edemese de, yine de kendilerinden bir şey umduğu kimselerle aynı karelerde bulunmayı asla kaçırmaz; dünyevîlerin arkasından koşturur durur ve düz insanlarla bir arada bulunmayı, aynı kareye düşmeyi kendine zül sayar. Bu insanlar anası-babası, amcası-dayısı bile olsa kat’iyen onlarla anılmayı istemez.

Tevazuu hiç düşünmemiştir; hikmetten tamamen habersizdir; bazı şeyleri okumuş gibi görünse de bilgisi sırf bir gümandan ibarettir. Görünme, bilinme, söze-sohbete konu olma, öldüren bir hırs ölçüsünde onun en büyük arzusudur. Konuşmaların dönüp dolaşıp kendisine dayanmasını, muhâverelerin onun meziyetleri etrafında cereyan etmesini, hatta hayatının romanlara konu olmasını bekler; bütün bunlar olmayınca da hırçınlaşır, çevresini vefasızlıkla suçlar, “kadir vefasızlık,kuran,melun, lanet,karun,servet,firavun,lüks,zavallı,nemrut,bilmez nankörler, gerçeği görmez aymazlar, densizler, dirayetsizler” der; kibrini nefrete, öfkeye çevirir; patlamaya hazır bir gayz küpü hâline gelir.

KİBİRİN ÇEŞİTLERİ

Mütekebbirin hiçbir fikri, hiçbir işi, hiçbir tavrı normal değildir; düşünürken her şeyi kendini beğenmeye, ucbe bina eder. Hareket ve davranışlarında hep çalımlıdır. Sürekli fâikiyet mülâhazalarıyla oturur-kalkar. Onun evi mutlaka lüks, arabası son model, yalısı tam deniz kenarında ve rıhtımda da yatı olmalıdır. Aslında bütün bunlar onu zavallı bir lüks, bir fantezi tutsağı hâline getirmiştir ama, o bunun farkında bile değildir; farkında değildir ve kibrini, gururunu okşayan bu şeylere ulaşma uğrunda ölür ölür dirilir; akla-hayale gelmedik sefilliklere girer; yerinde el-etek öper, yerinde zulmeder, can yakar, hânümanlar yıkar, dahası bütün bu çılgınlıklarını “ahvâl-i âdiye”den hâdiselermiş gibi görür.

Mütekebbirler arasında Karun gibi servetle büyüklük taslayıp “Bu imkânlara ben ilmim ve irfanım sayesinde kavuştum.” Kasas Sûresi, 28/78, diyen, sonra da yerin dibine batırılanlar olduğu gibi, İblis edasıyla, “Ben ondan hayırlıyım…” A’raf Sûresi, 7/12, diyenler, daha da küstahlaşıp “Ben de öldürür ve diriltirim.” Bakara Sûresi, 2/258, şeklinde mırıldananlar, bütün bütün şirazeden çıkarak, “Ben sizin yüce Rabb’inizim.” Nâziat Sûresi, 79/24, hezeyanına girenler de olmuştur.

Eski çağların Firavun ve Nemrut… gibi tiranları, modern devirlerin Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini.. gibi zorbaları ve “Ben yarattım, ben yaptım, her şey bizim eserimiz…” türünden sözlerle çılgınlıklarını haykırıp duranlar hiçbir dönemde eksik olmamışlardır. Bunların yanında, kibrine dinî bir kisve giydirerek kendisinin müçtehid, müceddid, kutup, gavs, hatta Mehdi ve Mesih olduğunu iddia eden aldanmış delilerin sayısı da az değildir.

Bunların hemen hepsinin ortak yanı, kendilerini olağanüstü varlıklar ve çevrelerindeki kimseleri de sıradan yaratıklar görmenin yanında, başkalarına ait fazilet ve meziyetlere tahammül edememe, bütün iyilikleri ve güzellikleri kendilerinden bilme, her türlü kötülüğü ve olumsuzluğu da mümkünse halâyık saydıkları kimselere fatura etme gibi bir gayretlerinin bulunmasıdır. Bunlar, şöyle-böyle tasarruf daireleri içinde meydana gelen her güzel şeyin kendilerine mal edilmesini isterler; başkalarının eliyle ortaya konulan olumlu işleri de ya gasp edilmiş hakları gibi görür, kendilerine mal etme yollarını araştırırlar ya da ciddî bir kıskançlık hissiyle en nadide şeyleri dahi çirkin göstermeye çalışırlar. Ülkeyi alıp ilerilere götürme, toplumu çağın en seviyeli milleti hâline getirme, insanların ufkunu açıp yaşadıkları asrı iyi okumalarını sağlama, hatta topluma çağ atlatıp onu bütün milletlerin önüne geçirme gibi çok önemli ve hayatî hizmetleri, şayet kendileri o işin içinde yok iseler, mel’un sayarlar; lânet okurlar olup bitenlere ve bu önemli faaliyetlerin kahramanlarına.

Bu marazî ruh haletinin arkasında bazen soyluluk, bazen zenginlik, bazen maddî-mânevî pâye ve mansıp, bazen saf yığınların ölçüsüz takdir ve şımartması, bazen güç ve kuvveti elinde bulundurma, bazen de siyasî, içtimaî ve idarî statü farklılığı.. gibi şeyler bulunmaktadır. Bu tür hastalar, şayet iyi bir eğitim ve rehabilitasyonla gerçek insanî değerlere, kalb ve ruh ufkuna yönlendirilmezlerse, toplum içindeki konumları ve kültür ortamları itibarıyla bazılarının Firavunlaşması, bazılarının Nemrutlaşması, bazılarının Karunlaşması, bazılarının da Mehdilik ya da Mesihlik iddialarına kalkışması kaçınılmaz olur. Görmezler hakikati.. doğru okuyamazlar gördükleri şeyleri.. yanlıştır bakış zaviyeleri.. çarpıktır değerlendirmeleri. Çünkü onlar küstahlaşmış ve Zât-ı Ulûhiyet’e mahsus büyüklüğü “kibir” unvanıyla O’nunla paylaşmaya kalkışmışlardır. O da, “Dünyada büyüklük taslayanlara, âyet ve işaretlerimi doğru okuyup doğru anlama imkânını vermem.” A’raf Sûresi, 7/146, Fermanı gereğince onları korkunç bir mahrumiyete mahkûm etmiştir.

Kibir, imana giden yolda insanın önünü kesen bir set, “Kalbinde zerre kadar büyüklük hissi bulunan kimse Cennet’e giremez.” mazmununca da ebedî saadet yolunda aşılmaz bir engeldir. Bu maraz, bir kalbe yerleşmeyedursun, onun ötelere nâzır bütün ışıklarını söndürür ve onu başkalarına ait her türlü fazilet ve meziyetlere karşı bir tepki yumağı hâline getirir. Böyle bir hasta oturur-kalkar benlikle homurdanır, çevresinden saygı ve hürmet beklemeye koyulur. Zamanla bulduklarıyla yetinmez de “daha” der durur. Umduklarını bulamayınca da hafakandan hafakana girer. Sık sık çevresini kadirnâşinaslıkla suçlar. Bazen bütün bütün kendini hezeyanlara salıp, yer yer soyundan-sopundan bahisler açarak, zaman zaman ilm ü irfanından dem vurarak veya başarılarından söz ederek, hatta mâneviyata açık bir ortamın çocuğuysa veya hakkında öyle bir kabul söz konusu ise evliyâ, asfiyâ ve ebrârdan olduğuna imâ, işaret ve –cinnetinin derecesine göre– açık beyanda bulunarak kutbiyet ve gavsiyetini seslendirir ve evirir-çevirir ifadelerini şöyle-böyle kendi fâikiyetiyle noktalar.

Kibrin, Allah ve Peygamber tanımazlık şeklindeki en kabacasını, “İblis dışında bütün melekler Âdem’e secde ettiler; o kibrine yediremedi “ııh..!” dedi ve küfrü seçenlerden oldu.” Bakara Sûresi, 2/34, beyanında da görüldüğü gibi şeytan ortaya koydu. Kendilerine kitap verilenlerin bir kısmı da “Demek size ne zaman nefislerinizin hoşlanmadığı bir kısım mesajlarla peygamber geliverse, böbürlenecek, ona kafa tutacak, sonra da kiminiz onu yalan sayacak, kiminiz de öldürmeye kalkacaksınız.” Bakara Sûresi, 2/87, beyanında görüldüğü gibi şeytanı takip ettiler. “Büyüklük tasladı ve mücrimler gürûhundan oldular.” A’raf Sûresi, 7/133,
mazmunu etrafında şeref-nüzul olmuş âyetler âdeta bu türden devrilmiş pek çok kavmin kara yazısı gibidir. “Kibre girdiler, zira onlar kendilerini fâik ve yüce görüyorlardı.” Mü’minun Sûresi, 23/46, ifadesi de bu konuda ayrı bir talihsizliğin şahidi. “Biz; Karun, Firavun ve Hâmân’ı da helâk ettik, zira Musa (aleyhisselâm) onlara apaçık mucizelerle gelmişti ama, bu (mütekebbirler)o yerde büyüklük tasladılar ve (inanmadılar) ama başlarına gelecek şeyin de önüne geçemediler.” Ankebut Sûresi, 29/39, beyan-ı sübhânîsiyle sunulanlar ise tarihî bahtı karalardan sadece birkaçı.

Kur’ân âyetlerinin ışığında bu türden lânetlenmiş daha pek çok tiran zikredilebilir ama, biz o konuyu mevzu ile alâkalı hazırlanmış ve hazırlanacak olan ansiklopedilere havale edip geçmek istiyoruz. İşin özü, kibirli insan hakka kapalı, insanlara kapalı, hikmete kapalı, İlâhî mârifete kapalı; şeytana açık, küfre açık, halk nazarında menfur, riyâ, süm’a, hıkd u haset gibi İblis kaynaklı mesâvî ile kirlenmiş –üzerinde durulabilir– bir bahtsızdır. Bu tür bahtsızlardan şimdiye kadar iflâh olan görülmemiştir. Aksine, hayatını kibir ve gurur zeminine bina edenlerin âkıbetleri hep küfürle noktalanmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in, “Allah, mütekebbir ve kaba kuvvet temsilcisi cebbarların kalbini işte böyle mühürler.” Mü’min Sûresi, 40/35 fermanı konuyla alâkalı ne ürpertici bir tehdittir!

*

doğruluk iyiliğe, iyilik cennete götürür.

kibir kötülüğe, kötülük cehenneme götürür.

kibir Allah’ın rıdasıdır. kim onunla cedelleşirse Allah ona gazap eder.

*

ahi kul ahmed

14 Aralık 2011
Okunma
bosluk
kırşehir Son Yazılar FriendFeed

Dili Seç

cami alttan ısıtma
halı altı ısıtma
cami ısıtma
cami ısıtma