Bir Yunus Çocuk Hikayesi

Yunus, Sarıköy’de dikkat çeken biriydi. Güzel ahlakı ile göz dolduruyordu. Hem zeki hem inançlı bir çocuk bulmak bu devirde zordu. O boş konuşmayan edepli bir kişiliğe sahipti. Kimse onun küfür ettiğini duymamıştı. Hakkına kanaatkardı.

 

İnsanlar arkasından gıpta edilecek sözler söylerlerdi. Herkes de çok severdi onu doğrusu. O da insanları sevmede kusur etmezdi. Hayvanlara da çok müşfikti. Onun bu sevgisi ilahi olmalı derdi insanlar.

 

Onun babası çiftçi idi. Onsuz yapamazdı. Onun sağ koluydu. Tarladan başka yirmi kadar koyun ve bir de inekleri vardı. Bunların hepsine de çobanlık yapardı. Bunu yaparken onları sevdiğini de hissettirirdi. Onlarda çok süt verirlerdi. Ailesine karşı duyduğu bu sorumluluk gıpta ile izlenirdi. 

 

Yunus’un öğrenim çağı gelince köyün hocasından ders aldı. Öğrendikleri ile kendi dağarcıklarındakini birleştirince insanı ve diğer mahlükatı sevmesi gerektiğini iyice anladı. Büyükleri saymanın küçükleri sevmenin önemini, toplumun böyle huzur içinde olabileceğini düşündü.

 

Arta kalan zamanlarında evlerinin yakınındaki ceviz ağacının altında oturur ve kuşların cıvıltısını dinler, karşıdaki yüksek dağlara ve gece olunca da yıldızlara bakar kainatın yaratılışını temaşa ederdi. Bazen de Sakarya ırmağının kıyısına kadar iner ırmağın gürültülü akışını insan nefsinin çırpınışına benzetirdi.

 

Bahar mevsimi ona daha hoş gelirdi. Çiçekler, çiçekler üzerinde uçuşan yağız delikanlı, Moğolların kelebekler, çalışan arılar, karıncalar, öncesinde eriyen karlar, doğanlar, ölenler, mezarlar, ay ve güneş… Bunlar üzerinde düşünülmesi gereken şeylerdi.  

 

Günler aylar yıllar su gibi aktı. Yunus yağız bir delikanlı olmuştu. Artık evin bütün işleri onun sorumluluğundaydı.

 

Güzel düşünceli olduğu için her şeye sevgi ile bakmasını biliyor ve kendisi de mutlu oluyordu.

 

Delikanlı yunus bir akşam üstü tarladan dönerken köylüleri üzgün gördü. Varıp soruşturdu. Tek kelimeyle Moğollar geliyordu. Devlet otoritesi kalkınca önce yerli eşkıya geldi, ardından Moğollar.

 

Dirlik düzen bitti. Güçlü olan haklı oldu. Zulüm garipleri buldu. Ağıt figan dünyayı tuttu. Bu kara günler sürerken bir de kuraklık baş gösteriverdi. Aylarca yağmur yağmadı. Bir bulut bile görünmedi.

 

O bereketli topraklar susuzluktan yarıldı. Artık vermez oldu. Kıştan çıkalı çok olmasına rağmen bir türlü bahar görünmedi. Bütün Anadolu gibi Sarıköy’de kara kara düşünmeye başlar olmuştu. 

 

Devamı var…

 

yunusum

ahi yunusum

sizleri çok özlerim

yanımda hep

bir yunus beklerim

ben hep

hakka yunus dererim

ahilerim

canlarım

bir yunus güllerim

 

aşık ahi kul ahmete nasib oldu yazmak.

7 Eylül 2013
Okunma
bosluk

Eskimeyen bir haber; Said-i Nursi TBMM’de Atatürk’e bağırmıştı; “Paşa! Paşa! İslamiyette imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur (= dinden çıkmış) ”

Said-i Nursi TBMM’de Atatürk’e bağırmıştı

Erdoğan’ın açılım konuşmasında andığı SAİD NURSİ, TBMM’de Atatürk’e bağırmıştı: PAŞA PAŞA namaz kılmayan haindir..

05.10.2009 – 22: 00

 

ENSONHABER.com / ÖZEL Başbakan , 3. Olağan Kurultayı’nda yaptığı birlik konuşmasında,Nazım’lı, Ahmet Kaya’lı, Said -i Nursi’li birlik mesajı verdi.SAİD-İ NURSİ’SİZ TÜRKİYE’NİN MANEVİYATI NOKSAN KALIR
Erdoğan, “Bu ülkenin tarihinden, Ahmet Yesevi’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Pir Sultan’ı, Hacı Bayram Veli’yi çıkartmaya kalkarsanız, onları görmezden gelirseniz, onları yok sayarsanız bu ülke öksüz, yetim, köksüz kalır. Yunus Emre’siz bir Türkiye dilsiz kalır. Mevlana’sız bir Türkiye ruhsuz kalır. Sabahat Akkiraz’a kulak vermeyen, dinlemeyen bir Türkiye türküsüz kalır. Tatsoy Efendi’yi yok sayan Türkiye’nin besteleri yarım kalır. Cem Karaca bu ülkenin hasretini çektiği kadar, bu ülke de Cem Karaca’nın hasretini çekti. ‘Hoşçakalın İki Gözüm’ diyen Ahmet Kaya’ya vefa göstermeyen bir Türkiye’nin şarkıları eksik kalır. Nasıl Mehmet Akif’siz bir Türkiye tahayyül edilemezse, Nazım Hikmet’siz bir Türkiye eksik sayılır. Seversiniz, sevmezsiniz, beğenirsiniz, beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz, etmezsiniz Ama Ahmedi Hani’siz, Bitlisli Said-i Nursi’siz bir Türkiye’nin maneviyatı noksan kalır. Biz bu ülkenin tüm renkleriyle, bütün çiçekleriyle, bütün kokularıyla, dağları, taşları, ırmaklarıyla Türkiye’yiz. ” dedi.
ATATÜRK’E BAĞIRDI: PAŞA PAŞA
Peki Erdoğan’ın açılım konuşmasında adını andığı isimlerden biri olan Bitlisli Said-i Nursi kimdi? 1876 yılında Bitlis’in Nurs köyünde dünyaya gelen Said-i Nursi’nin Atatürkle yaptığı konuşma Türk siyasal hayatına damga vuracak cinstendir. Said-i Nursi Atatürk tarafında ‘ya davet edildi. 1922′de ‘ya giden Said Nursi için Millet Meclisi’nde ‘hoş geldiniz’ töreni yapıldı. M. Kemal Atatürk çok sayıda Milletvekilinin hazır olduğu bir ortamda Said-i Nursi’ye dönerek “Sizin gibi kahraman bir hoca bize lazımdır. Sizi yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz” der. Onun bu sözlerine karşı Bediüzzaman, daha şiddetli ve daha kararlı bir ses tonuyla şu cevabı verir: “Paşa! Paşa! İslamiyette , imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.”
MUSTAFA KEMAL ODASINA ÇAĞIRIR
Pek çok şahidin huzurunda M. Kemal’in bilahere onu odasına çağırması ve orada üstadın ona üç saat nasihat etmesiyle münakaşa son bulur. Bu ders ve özür olayını Said-i Nursi şöyle anlatır: “Bir zaman dünyanın büyük bir makamını işgal eden bir küçük adama bu dersi verdim. Fakat ben enaniyetten nefsimi kurtaramadığım içindir ki, çok sarstı; fakat intibaha gelmedi. Mektubattaki Desise-i şeytaniyeyi ona ders vermiş, konuşmamız üç saatten fazla sürmüştür. Bana ilişemedi ve tarziye vermeye mecbur kaldı..”

 

BENİMLE ÇALIŞ dediler
Bu olaydan sonra ‘dan ayrılır. “Gittim, gidişatları benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. ‘Bizimle beraber çalış’ dediler. Dedim: Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor. Sizinle beraber çalışamaz.” diyerek Van’a doğru yola çıkar..

 

30 Mayıs 2012
Okunma
bosluk

Aşıklık Geleneği Hakkında Bilgi

Aşıklık ve Ozanlık geleneği konusunda sıkça bazı sorular sorulmaktadır. burada size genel tanımlamalar bir süreç olarak anlatılmıştır. özel olarak kendi yetişme sürecimiz konusunda ileride üç beş şey söyleyebileceğimi umuyorum ömrüm vefa yeterse.

.
İslâmiyet öncesinde şiir yazan şairlere; “Şair” anlamında “Ozan ve Baksı” gibi adlar verilmiştir. İslâmiyet sonrası Anadolu’da; saz eşliğinde veya sazsız şiir yazan şairlere “Âşık” adı verilmiştir.

Şairler, Orta Asya Türk boyları arasında çeşitli adlar almışlardır. Şairlere: Oğuz Türkleri; “Baksı (Bahsı-Bahşi), Ozan”, Altay Türkleri; “Kam”, Yakut Türkleri; “Oyun”, Tonguz Türkleri; “Şaman” demişlerdir.

Ozan; dilimizde “şair” anlamında kullanılmış en eski bir sözdür. Hece vezni (ölçüsü) ile şiir yazan ve söyleyen şairlere, âşık (ozan) denir. Âşık (ozan), gerçekleri olduğu gibi yazan ve söyleyen şairlerdir. Saz ile söyleyen şairlere saz şairi, sazsız söyleyen şairlere de halk şairi denir.

Âşık; terim olarak, on ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda, Hoca Ahmet Yesevî ve Yunus Emre gibi şiir yazan ve ilâhi olarak şiir söyleyen Dinî-Tasavvuf mensuplarına denmekle ortaya çıkmıştır.

Âşıklar, usta – çırak ilişkisine bağlı olarak yetişirler. Özelliklerini, yetiştikleri ve yaşadıkları sosyal çevreden alırlar.

Âşıkların yetişme yerleri çok farklıdır. Köylerde, kasabalarda ve şehirlerde, tekkelerde, medreselerde, asker ocaklarında yetişen âşıklar vardır. Bunlar içinde geleneğe en bağlı olanlar köylerde yetişenlerdir. Bunlar saf şairlerdir. Saf halk şairleri; tabiatı ve gerçekleri olduğu gibi dile getirirler.

Âşıklar, diyar diyar dolaşarak; köy odalarında, kahvelerde ve meydanlarda, şiirlerini okurlar. Bu şekilde şiirlerinin geniş halk toplulukları tarafından duyulmasını sağlarlar.

Âşıklar; gezgin şairlerdir. İlden ile köyden köye gezmişlerdir. Semaî ve meydan kahvelerinde şiirler söylemişlerdir.

Âşıklar; gördüklerini ve yaşadıklarını dile getiren halk kahramanlarıdır.

Âşıklar; semaî, koşma, varsağı, destan, koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt gibi nazım biçimleri ve türleri ile tabiat, ayrılık, ölüm, kahramanlık, aşk ve toplumsal olaylar gibi konularda şiirler söylemişlerdir.

Sazlı saz şairleri ve sazsız halk şairleri, şiirlerini, “cönk” denen ve eni boyundan uzun olan, uzunlamasına açılan defterlere yazarlar. Cönk denen bu defterler Türk Halk Edebiyatı’nın temel kaynaklarını teşkil eder. Edebiyat tarihi bakımından değerleri çok büyüktür. Halk arasında “Cönk”ler, “danadili” diye de tanınır.

Âşıklar, Türklerin Orta- Asya’dan, Anadolu’ya gelişiyle burada da varlıklarını devam ettirmişlerdir. Âşıklara, Osmanlı İmparatorluğu döneminde büyük bir değer verilmiştir. Fatih Sultan Mehmet Han tarafından İstanbul’un alınmasından sonra, doğu ve güney bölgelerinden gelen Âşıkların, İstanbul saraylarında bile büyük ilgi gördükleri bilinmektedir. Âşıklar, Anadolu’nun değişik yörelerinde varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Bazı padişahlar, âşıklara özel ilgi göstermişlerdir. Bunların başında IV. Murat, IV. Mehmet, II. Mahmut ve Sultan Abdülaziz gelir. II. Mahmut devrinde İstanbul Tavuk Pazarında âşık kahvehaneleri vardı. Ün salmış âşıklar burada toplanır, çalıp söylerlerdi. Âşık fasıllarını idare edene “Reis-i Aşikâr” denir. Ve devletten maaş alırlardı. Birisine âşık denebilmesi için önce Tavuk Pazarındaki Âşık Cemiyetine “çerağ” olması gerekirdi. Kabiliyeti olan sonra kalfa, ardından “ehliyetname” alarak “âşık” olurdu. Bu âşıklar, ülkenin her tarafında hükümet adamlarından kolaylık görürlerdi.

Bugün de gerek saz şairleri gerekse halk şairleri, halk şiirinin yaşaması için gayret etmektedirler. Âşıklar; hece ölçüsü ile ve hece kalıplarının 11’li, 8’li ve 7’li ölçüleri ile şiirlerini yazmayı tercih ederler. Âşıklar, milli kültürümüzü, eserlerinde sade ve saf bir biçimde dile getirmektedirler. Âşıklar (ozanlar) gerek kendi dertlerini gerekse toplum dertlerini dile getiren şairlerdir.

Günümüzde Âşıklık geleneği Sivas, Kayseri, Ankara, Kırşehir, Yozgat, Adana, Osmaniye, Konya, Kars, İstanbul, Şanlıurfa, Erzurum, Toroslar ve Doğu Anadolu yörelerinde sürdürülmektedir.

Yunus Emre’den Ozan tanımı

“Ben bir usanmaz ozanım
Derdim vardır inilerim”

“Cümle şair dost bahçesinin bülbülü
Yunus Emre arada dürraclana”

Açıklama: “Şairlerin hepsi dost bağının bülbülüdür. Yunus Emre’de aralarında turaçlanır.” demiştir.

“Yunus gel âşık isen tövbe eyle
Nasûha tövbe ucu kutlu oldu”

Açıklama: “Yunus, eğer âşık isen gel tövbe et, nasihat vericiye tövbe sonu mübarek oldu” demiştir.

 

 

aşık ahi kul ahmed derledi.

29 Şubat 2012
Okunma
bosluk
kırşehir Son Yazılar FriendFeed

Dili Seç

cami alttan ısıtma
halı altı ısıtma
cami ısıtma
cami ısıtma