GÜZEL VE GÜZELİM SÖZLER (Tecrübe yakut kadar kıymetli olduğu halde hiç de o kadar pahalıya satılmaz.. işte ayağınıza döktük binlercesini ve bedavaya..)

Sevgili okurlarım, Kuşkusuz bu sözler kıymetli, tecrübe ve üstün zekalara dayanmakla beraber vahiy falan değildir. Bu yüzden içlerinden birini kullanmak istediğinizde ya İmamı Gazali’nin yaptığı gibi bir soru sorarak onun sağlamlık derecesini ölçünüz, ya da Lokman Hekim’in yaptığı gibi körler gibi deneyerek, yoklayarak küçük bir tecrübeden sonra kabul ediniz. aslında hayatı gülü bülbülden tanımak gibi bir yol hiç de iyi sayılmaz. bu aciz kardeşiniz hiç bir zaman gülü bülbülden tanımak istemez biliyor musunuz?

bülbülün en doğru besteyi yapması için en doğru yerden görevli ve en doğru besteyi okuması, şakıması gerekir. bunun anlamı örnek alınması gerekenin ancak peygamber olabileceği gerçeğidir. bir ülkede peygamber dururken atalar, akifler, emreler, mevlanalar daha çok meşhur ediliyor ve izlenip örnek alınıyorsa “illa” larda sakat bir yönelim var demektir. insanlara sorsanız “la” nedir diye hemen söylerler. hadi “illa”ya gidelim desen gitmezler. yani 5 vakit namaz olmadan cennete gidilmeyeceğini o da bilir fakat hadi 5 vakit kılalım desen cuma yeter der kılmaz. işte “illa” yok demiştir şimdi. “illa”ya yöneldiğini iddia eden de Allah ve Rasülü yerine bu yukarda saydıklarıma yönelip onların sözünü baş tacı ediyor, “o olmasaydı kurtulamazdık” diyor, ve bilmem ne sözünü örnek alıyor, rozet ve bilmem nesini taşıyor ise “HAKKA GARAZDIR ŞİRKE SAVRULUR FELEK” FElek şiirimizi bir okusun..illa yı Allah yerine kimi koyduğunu bir görsün.. allah muhafaza..

buradaki yazıları kuran’a ve sünnete kıyaslamadan kabul etmeyiniz ve bir söz söyledi diye kafir birini sevmeye kalkmayınız inşaallah efendim olmaz mı? (ahi kul ahmed)

Anaların öğüdü,öğütlerin anasıdır. A.S.

Ömür kısa,sanat uzun, fırsat geçici, görgü ve deneyim aldatıcı, yargı güçtür. Hipokrat.

Dağ ne kadar yüce olsa da, yol üstünden aşar. A.S.

Madem ki yaşam kısa; o halde boşa zaman kaybetme… A.S.

Yaşamak oyundur, oynamayı bil.Yaşamak hüzündür aşmayı bil. Theresa.

İnsanların sorunlarını çözebilecek en vefalı dostu düşünceleridir. William Warner

Hayallerimiz bir gün gerçekleşebilir. Zaten gerçekleşmiş bazı olaylar da bir zamanlar
hayaldi. Alfred Nobel

Su …misali olmak hayattan akıp giderken, arkanda kendinden damlalar bırakabilmelisin…

Kuru duayı bırak; Ağaç isteyen tohum eker… Hz.Mevlana

İnsan işi ile büyümez. Belki iş insan ile büyür.. Ramazan Aydın

İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkulur.
A.S.

Alim unutmuş kalem unutmamış. A.S.

Balık tutmakla salak gibi kıyıda durmak arasında ince bir çizgi vardır….?????

Başkalarına mutluluk sağlayabilen adam mutludur. Diderot

Gerçek sevgi hiçbir zaman unutulmayan…olandır… ?????

Ümit inatçıdır; beklemeyi ancak o bilir. Comtesse Dyan

Dost’tur çöp değildir. Onu kırma… Mevlana

Balın varsa sineğin bol olur. Cervantes

Aç uyumak borca batmaktan iyidir. Piatiere

Deniz gibi mal kazan, ama sen üzerinde gemi ol.. Mevlana

Yazı yazan eli görmeyen, onu kalem yazıyor sanır. ???

Kimde bir güzellik varsa, bilsin ki ödünçtür. Yunus emre

Bu dünyada ilerleyen kişiler, kollarını sıvayıp istedikleri ortamı arayan ,

bulamayınca yaratan kişilerdir. Bernard Shaw

Hiç kimse başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır. J.Keth Moorhead

Bütün başarılarımı işlerimi vaktinden önce yapmış olmama borçluyum. Nelson

İnsanın üç sadık arkadaşı vardır; Yaşlı karısı, yaşlı köpeği ve hazır (birikmiş)
parası Benjamin Franklin

Başkalarını azarlar gibi kendini azarla, kendini affeder gibi başkalarını affet…

Çin atasözü

Bildiğimizi zannetmemiz öğrenmemizin en büyük düşmanıdır. Dr.C.Bernard

Küçük şeylere önem verenler, ellerinden büyük şeyler gelmeyenlerdir. Eflatun

Zamana verdiğimiz değer, başarı veya başarısızlığımızı belirler. Malcolm X

Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar. G.Dumant

Su balıksız olur, balık susuz olmaz. Arif Nihat Asya

İnsan ancak anladığı şeyleri duyar. Goethe

İçinizde en kötü olanlar; hata ve mazeret kabul etmeyenler, kusurları bağışlamayanlardır. Hz.Muhammed S.A.S

Alimin ölümü alemin ölümü gibidir. Hz.Muhammed S.A.S

Ayakta ölmek diz üstü yaşamaktan daha iyidir. F.D.Roosevelt

Hepimizde başkalarına katlanacak güç vardır. La Roche Foncauld

Temiz elleri olanlarında kirli düşünceleri vardır. S. Le

Görev; Büyük şey yapmak değil, gerekeni yapmaktır. Dr. A. Carrel

Çevrelerine uymak için kendilerini yontanlar tükenüp giderler . R. Hull

Anneler çocuklarının aklından tutacakları yerde ellerinden tutarlar. Duponloup

Yıldızlar ateş böceği sanılmaktan korkmazlar. Tagore

Bilgili bir adam toprak gibidir, eğer ekilmezse onu yabani otlar bürür. Franklin

Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak da korkudan kurtarır. Conficius

Bilginin efendisi olmak için çalışmanın kölesi olmak lazımdır. Balzac

Şahsiyeti olmayanın hiçbir şeyi yoktur. N.F.Kısakürek

Aç insan kolay kandırılır. Katherine Mansfield

Kargalar ötmeye başlayınca bülbüller susar. Mevlana

İnsan mezardan dönemez ama hatadan dönebilir. Soljenistin

Yaşlanmadan akıllanmayı çok isterdim. B.Shaw

Ok; düz olmasaydı doğru gitmezdi. Yusuf Has Hacıp

Dikkat! Hiç’i her şeye dönüştürür. Goethe

Uzağı düşünmeyen üzüntüye yakındır. Conficius

Sormaz ki bilsin, bilmez ki sorsun . A.S.

Ölümün bizi nerede beklediği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim. Montaigne

Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir. A.S.

Başkalarına imrenme, çok kimseler var ki senin hayatına imreniyorlar.Mevlana

Kalp ne ile doluysa dudaklardan dökülür gider. Goethe

Duvarda gedik açmak için bir taşın eksilmesi yeter. Arif Nihat Asya

Bütün ırmaklar denize akar ama deniz taşmaz… Çin A.S.

Eğer bir yerde küçük insanların gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batıyor demektir. Çin A.S.

Kişinin kendini beğenmesi aklının zayıf olduğuna delalettir. Hz.Ali

Yükümüz ne kadar ağır ve zahmetli olursa, ruhumuzu o oranda eğitir ve
yüceltir. A.Gide

Kitaplar da dost gibidir; Az fakat iyi seçilmiş olmalıdır. S.J.Harris

Sonuçları değil başlangıçları değiştirmek gerekir. Alain

Kalabalıkların başı çok, beyni yoktur. Pivarol

Bir işe girişmemiz için iyi bir gerekçemiz yoksa ona başlamamak için iyi bir neden var demektir. ????

Hiçbir zaman çıktığın kapıyı hızlı çarpma, geri dönmek isteyebilirsin. ????

İş; Bir kere geri kalırsa hiçbir vakit ilerleyemez. Hz.Ömer R.A.

Barışı korumanın en iyi yolu savaşa hazır olmaktır. ?

İnsanlar başaklara benzerler. İçleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler. Montaigne

Hayat kısa, vazife ağır, fırsatlar geçicidir. Socrat

Hayatı ölü geçmeyenler, ölümleriyle de hayat verirler. Akif Cemil

Taklit edecek örneği olmayanlar nadiren gelişirler. ?

Yerinde sayanlar yürüyenlerden daha çok gürültü çıkarırlar. Oscar Wilde

İstediğini söyleyen, istemediğini işitir. …..

İki şey akıl kıtlığını gösterir, söyleyecek yerde susmak, susacak yerde
söylemek.
SADİ…

İki şey akla uymaz: Birincisi söyleyecek yerde susmak, diğeri ise susacak yerde
söylemektir. W.Churchill

İyi görüneceğine iyi ol. A.S.

Övünerek yaşayanlar dövünerek ölürler. Ali Suad

Bilgi zenginlikten üstündür, çünkü; Zenginliği sen korursun, bilgi ise seni
korur. Hz.Ali

Gurur arttıkça fırsatlar azalır. Benjamin Franklin

Bilgili bir adam toprak gibidir, eğer ekilmezse onu yabani otlar bürür. Benjamin Franklin

Bazen sesini duyabilmen için susman gerekir. S.Lec

İnsan aç olduğu için değil hırsız olduğu için çalar. W.S.Maugham

Tohum ekin vermezse toprak utansın. N.F.Kısakürek

Moda denilen şey o kadar çirkindir ki onu altı ayda bir değiştirirler. Oscar Wilde

Bir yanı dinlemeden karar veren, doğru karar verse bile adaletsizlik etmiş olur. Seneca

Bir aile ile bir krallığı idare etmek arasında pek fark yoktur. Montaigne

sık sık oradan oraya taşınmaz. İkisinin de toprağa kök salması
gerekir. B.Franklin

Bilgiyi içinde bulunduğu kabın şekline bakmadan alınız. Hz. Muhammed s.a.s.

Parasını kaybeden bir şeyini, (şerefini) Namusunu kaybeden çok şeyini,

Cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir. Goethe

En büyük senet akıldır. Hz. Ali

Aklı kıt olan dilini tutamaz. Chaucar

Alçak gönüllü bir insan kendini hiç söz konusu etmez. La Bruyere

Övülmek isterseniz alçak gönüllülüğü yem olarak kullanabilirsiniz. C.Şehabettin

Alışkanlık; Anahtarı kaybedilmiş bir kelepçedir. Amos Paris

Her alışkanlık elimizi daha becerikli, aklımızı ise daha beceriksiz hale sokar. ???

Bana okuduğum kitapların hangisinin en güzel olduğunu sorsalar, hiç duraksamadan ANNEM
derdim. Abraham Lincoln

Gençler yaşlıları aptal sanır. Fakat, yaşlılar gençlerin aptal olduğunu bilir. George Chapman

Aşkın gelişi, aklın gidişidir. Antine Bret

Ana babamızı kader, arkadaşlarımızı biz seçeriz. Jaques Delile

Aşkın üzerindeki tek zafer; kaçıştır. Napolyon

Yoksulluk kapıdan girince aşk kapıdan çıkar. Oscar Wilde

Başarılı bir hayat , her gün keman çalmaya benzer. Her gün düzenli olarak üzerinde çalışmak
gerekir. Jakson Brown

Bazıları büyük doğar, bazısı sonradan büyüklük kazanır, bazılarını da zorla büyük
yaparlar. William Shakesper

Atak ve cesur ol. Bir gün geriye baktığında yaptıklarından çok yapmadıklarından pişman olacaksın. Jakson Brown

Cimriler çok iyi insanlardır, ölmelerini isteyenler için para biriktirirler.

S.Leszeynski

Deha; İyi bir işe başlamak için gereklidir, ancak, o işi bitirmek için çalışmak
şarttır. Joseph Joubert

Bütün yeni buluşların yüzde doksanı ter, yüzde onu hünerdir. Edison

Bu günü kullanış şekli yarının sizi nasıl kullanacağını gösterir. Latin A.S.

Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası,

Dostunun yüz karası düşmanının maskarası. M. Akif

Çalışmak bizi şu üç beladan kurtarır;

Can sıkıntısı, yoksulluk, kötü alışkanlık. Voltarie

Kişiye günah olarak her duyduğunu konuşmak yeter. Hz. Muhammed

Üç şey kalbi öldürür.Çok yemek, çok uyumak, çok konuşmak. Fudayl B. İyaz

Az konuşmaktan pek az, çok konuşmaktan sık sık pişman olunur. Confucius

İtimat edilmek sevilmekten daha büyük bir iltifattır. George Mc Donald

Deha; % 1 İlham ise % 99 Alın teridir. Adisson

Deha; Sebatla çalışmaktan başka bir şey değildir. Dwight

Başkalarının başaramadığını yapmak ustalıktır. Ustaların başaramadığını dehalar
tamamlar.. H.J.Auirel

Yalnızca ders almak için geriye bakılmalıdır. Jakson Brown

Bir şeyin nasıl yapılacağını bilmek, onu yapmaktan kolaydır. Çin A.S.

Ölürken erkeğin son duran organı kalbi. Kadınınki ise dilidir. B.Franklin

Her şeyin hayırlısı yenisidir, fakat DOST’un hayırlısı eski olanıdır. Hz. Ali

İnsanın dostlarını tanıması çok tehlikeli bir şeydir. Oscar Wilde

Olgun birini dost edinmek isterseniz eleştirin, basit bir kimseyi dost edinmek isterseniz
övün… Nelson

İyi dost iyi günde çağrıldığında, kötü günde ise çağrılmadan gelendir.Hz. Ömer r.a.

İnsan ihtiyarlayıp bedeni arıklaşsa da kalbi iki şeye genç kalır ; Dünya sevgisi ve mal hırsı Hz. Muhammed
s.a.s.

Dünya bir fotoğraf makinasıdır , lütfen karşısında gülümseyiniz. Amerikan A.S.

Parayı kazandın tut, düşmanı kazandın güt. Türk A.S.

Uzun düşünmek insana çok kez fırsat kaçırtır. Puplius Syrus

Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse fazla bir şey düşünmüyor demektir. Walter Lipmann

Bir iş ehil olmayana verildi mi, kıyameti bekleyin. Hz. Muhammed

Bir insanı layık olmadığı yere koymak zulümdür. Hz. Ali

Güzel bir kıyafet iyi bir tavsiye mektubudur. C.Şahabettin

Elbisede bir yırtık kötü, fakat bir leke felakettir. H.De Balzac

Altın ateşle, kadın altınla, erkek de kadınla erir. Pytagore

Kadın kocasını az sevmeli fakat daha çok anlamalı, erkek karısını daha çok sevmeli fakat anlamaya
çalışmamalıdır. Oscar Wilde

Fırsatlar çıkmadıkça yetenekler pek az işe yarar. Napoleon

Kadınlar fırsattan çabuk yararlanmaya kalkan erkeği bağışlar, ama fırsatı kaçıranı
bağışlamazlar. Talleyrand

En büyük işlerde fırsat kollamaktan çok, önüne çıkan fırsatlardan yararlanmak
gerekir. La Roch foucould

Güneş bir günde iki defa doğmaz. Alman A.S.

Çok gülmek kalbi öldürür ve yoksulluğa sebep olur. Hz. Muhammed

Gençleri bırakınız dünyayı hayal ettikleri gibi görsünler, büyüyünce nasıl olsa olduğu gibi
göreceklerdir. Voltarie

Gerçeğe ancak tek yoldan gidilir, ama ondan uzaklaştıran binlerce yol vardır.

La Bruyere

Tanrı size bir yüz vermiş, bir tane de siz eklemeyin. William Shakespeare

Gülerek günah işleyen ağlayarak cehenneme girer. Hz. Muhammed

Günahtan sakınmak tövbe ile uğraşmaktan daha kolaydır. Hz. Ömer

Güzellik müthiş bir kudret, gülümseme ise onun kılıcıdır. Charles Reade

Güzelle iyinin arasında bir fark vardır. İyinin ispatlanmaya ihtiyacı vardır.Güzel ise
güzeldir. Ninon De Lenclas

Ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız önemlidir. Balliers

Uzun bir hayat yeteri kadar iyi olmayabilir. Ama iyi bir hayat yeteri kadar
uzundur. Benjamin Franklin

Hayattan yakınanlar; ondan olmayacak şeyleri isteyenlerdir. Ernest Renan

Aranızda hediyeleşin, hediye alıp vermek dostlukları güçlendirir

Hz. muhammed

Hediye; hikmet sahibinin bile gözünü kör eder. Hz. Muhammed

İyi geçinmek iki kişinin kusursuz olmalarıyla değil, karşılıklı birbirlerinin kusurlarını hoş görmekle
olur. A.Toqueville

İnsan dışı ile karşılanır, içi ile uğurlanır. Çin A.S.

İftira kurşunu her zırhı deler. T. Sait Hamlan

Dünya egemenliği bir hükümdar için fazladır, iki hükümdara ise yetmez.

Y.Sultan selim

Büyük ve üstün insan daima memnun ve rahattır, küçük insan ise daima telaş ve üzüntü
içindedir. Confucius

İyi kalpli insan başkalarını haset ettirmemek için kendisinde birkaç kusur
bırakır. B.Franklin

Olgun insan güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceklerini söyleyen
adamdır. Confucius

Okuyabilirseniz; her insan bir kitaptır. W.Ellis Channing

Adam var adamların nakşıdır, adam var, hayvan ondan yahşıdır. Türk A.S.

Gönlünün her çektiğini yemek istemen savurganlığının bir işaretidir.

Hz. Muhammed

Savurgan adam üç yanlışı tekrarlar;

Kendine lazım olmayanı alır,

Kendine ait olmayanı giyer,

Kendine layık olmayanı yer. Vehb bin Münebbih

Bu günkü işini yarına bırakan büyük zarara uğramıştır. Hz. Muhammed

İşinin yapılmasını istiyorsan kendin git, istemiyorsan başkasını gönder. Long Fellow

İş adamı adama bakmaz, işe bakar. C.Şehabettin

Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.

Ziya paşa

İyilik yaptığın adamın efendisisin!

İyilik gördüğün adamın uşağısın;

İyilik beklemediğin adama eşitsin. Hz. Ali

İnsanlara iyi davranmamızın hiçbir maliyeti yoktur. Jakson Brown

Bir kimse ile bir mirası bölüştüğünü görmeden o kimsenin iyi olduğunu, o kimseyi iyi tanıdığını
söyleme. Lavater

İyilik; Üç şeyle amacına ulaşır: Acele etmek, gizli tutmak, küçük göstermek. Hz. Muhammed

Kadın, sevilmek için yaratılmıştır, anlaşılmak için değil. Oscar Wilde

Kadını güzel yapan Tanrı, sevimli yapan şeytandır. Victor Hugo

Güzel kadın göze, iyi kadın kalbe hitap eder. Birincisi pırlanta, ikincisi
hazinedir. Napoleon

Güzel, iyi ve zeki bir kadın arayan, gerçekte üç kadın arıyordur.

Oscar Wilde

Dünyanın hiçbir mutfağı iki kadın alacak kadar geniş değildir. Sudan A.S.

Kalp kör olduktan sonra gözlerin görmesinde hiç bir faide yoktur. Hz. Ali

Kanaat tükenmez bir hazinedir. Hz. Muhammed

Ne kadar yoksul ve aç olursa olsun kanaat sahibi zengindir. Hz. Ali

Kıskanç zeka bütün güzelliklerin arasından kusurları bulur çıkartır. B. Franklin

Korkacağımız tek şey korku olmalıdır. F.D.Roosevelt

Ne mutlu o kimseye ki, kendi kusurları ile uğraşmaktan başkalarının kusurlarını araştırmaktan alıkoyar. Hz. Muhammed

Her hangi bir alanda iyi liderlik yapabilmenin sırrı altınızdakilere bırakabileceğiniz hiçbir işle vakit
kaybetmemektir. Bernard Shaw

Her ümmetin bir sapıklık konusu vardır. Benim ümmetimin sapıklık konusu da MAL
dır. Hz. Muhammed

Merhamette güneş gibi ol, cömertlikte akarsu gibi ol, tevazu da toprak gibi ol, ayıpları, kusurları örtmekte gece
gibi ol. Mevlana

ALLAH’ın ( kuluna ) merhameti, şefkatli bir annenin çocuğuna merhametinden daha
fazladır. Hz. Muhammed

Mutlu olmanın iki yolu vardır. İstekleri azalt, imkanları çoğalt. B.Franklin

Düşmanlarımıza beslediğimiz nefret, onların mutluluğuna bizimki kadar zarar
vermez. J.Pewtit Seny

Öfke zekanın alevini söndüren büyük bir rüzgardır. Andre Gide

Sirkenin balı bozduğu gibi, öfke de imanı bozar. Hz. Muhammed

Öğrencisini etkilemeden öğretmeye kalkanlar, soğuk demiri boşuna döverler.

Horace Mann

Öğretmek iki kez öğrenmektir. ????

Nasihat; (tecrübe) dünyanın en pahalı mücevheri kadar değerli olduğu halde, genelde çok ucuza
satılır. Hz. Ali

Diliyle öğüt verene değil, davranışı ile örnek olana uymalıdır.

Muhammed B. Halit

Hiçbir zaman öğüt verirken olduğu kadar cömert değilizdir. La Roche Foucauld

İçinizde en akıllı olan, ölümü en fazla düşünen, en kuvvetli olan da ölüme hazırlıklı bulunandır. Hz. Muhammed

Ölümü unutmak, kalbin paslanmasındandır. Hz. Ali

Ölüm hiçbir şeydir. Asıl yenilmiş şerefsiz olarak yaşamak her gün ölmektir.

Napoleon

Ayakta ölmek, diz üstü yaşamaktan iyidir. Roosevelt

Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi, müşkül odur ki, ölmeden ölür kişi.

Y.Kemal

Para iyi bir köle, kötü bir efendidir. A.Dumas Fils

Aşk çok şeyi, para her şeyi yapar. Lao Tse

Parada vefa olsaydı hiç elden ele dolaşırmıydı İran A.S

Sabır ve sebat sevincin anahtarıdır. Hz. Muhammed

Hiç kimse kendisine sabır verilen kimse kadar Tanrı’nın lütfuna uğramamıştır.

Hz. Ali

Kraliyet tacı baş ağrısını dindirmez. B.Franklin

Sağlık istersen çok yeme, saygı istersen çok deme. Türk A.S.

Sanat ekmek peşinde koşarsa alçalır. Aristo Fares

Elleriyle çalışan adam işçi, elleri ve kafasıyla çalışan adam usta, elleri, kafası ve kalbiyle (yüreği) ile çalışan
adam sanatkardır. Goethe

Bir tek düşmanla sık sık dövüşmemelisin, çünkü ona tüm savaş sanatını
öğretirsin. Napoleon

Bir şeyi çok sevmek insanı o şeye karşı kör ve sağır yapar. Hz. Muhammed

Sırrın senin tutsağındır, onu açığa vurduğun zaman sen onun tutsağı olursun.

Hz. Ali

Cins kedi ölüsünü göstermez. Türk A.S.

Küheylan at çul içinde de bellidir. Türk A.S.

Sözünü tutmanın en iyi çaresi, söz vermemektir. Napoleon

Ne yumruktan ne kırbaçtan iz kalır, insan ölür, arkasında söz kalır.

Yusuf Has Hacib

Uzun sözü maksadını anlatamayan söyler. Mevlana

Susmak insanı ele vermeyen sadık bir arkadaştır. Confucius

Çok defa en güçlü eleştiri; ses çıkarmamaktır. Charles Buslon

Konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak bir sanattır. Goethe

Konuştuğuna pişman olanlar çoktur, ama sustuğuna pişman olan yoktur.

Plutarch

Esenlikte olmak isteyen dilini tutsun. Hz. Muhammed

İki şet akla uymaz. Biri söyleyecek yerde susmak, diğeri susacak yerde
söylemek. Ş. Sadi

Şeref; limansız bir adadır. Bir bırakırsan bir daha dönemezsin ????

Şeref, namusun gölgesidir. Çicero

Bütün insanlar seni tanısın ama hiç kimse tam olarak tanımasın. İnsanlar sığ yerini gördüklerinde dereyi
rahatça geçerler. B. Franklin

Çok yaşamak önemli (elimizde) değil ama namımızı çok yaşatmak elimizdedir.

C. Şehabettin

Unun çok olacağına ünün çok olsun. Türk A.S.

Uzun bir tartışma her iki tarafında haksız olduğunun belirtisidir.

Voltarie

Herkes benim düşünceme katılırsa yanılmış olmaktan korkarım.

Oscar Wilde

Yılanın başını düşmanın eli ile ez. Ş.Sadi

Akıllı insan bütün yumurtalarını bir tek sepete koymaz. Cervantes

Çok tedbirli olanlar pek az şey yapabilirler. ??

Ne derin suya gir ne de hızırı çağır. Türk A.S.

İşten evvel tedbir pişmanlığa yer bırakmaz.

Hz. Ali

Türkler öldürülebilir fakat yenilgiye uğratılamazlar. Napoleon

Umudunu yitirmiş olanın başka yitirecek hiçbir şeyi yoktur. Baise

En iğrenç yalan gözyaşı haline girendir C.Şehabettin

İyilik için söylenen yalan fesat çıkaran doğrudan iyidir. Hz. Muhammed

Yanılmak insanca, bağışlamak kutsalca bir iştir. Alexandare Pope

Hiç yanlışlık yapmayan bir kimse hiçbir iş yapmamış demektir. ??

Uşağım bile olsa yanlışlarımı düzelten efendim olur. Goethe

Sizin içinizde en kötüler; yanlış ve mazereti kabul etmeyenler, kusurları
bağışlamayanlardı Hz. Muhammed

Yaşlanmanın yüzümüzden çok aklımızda buruşukluklar yaratmasından
korkarım. Montaigne

Yenilgi bir umutsuzluk değil taze bir başlangıç olmalıdır. Scuth

Bazı yenilgiler zaferden üstündür. Montaigne

Yoksulluk hiçbir zaman iyi bir pazarlığa imkan vermez.

B.Franklin

Aza sahip olan değil çoğu isteyen yoksuldur. Seneca

Tanrım! Senden başka hiçbir şeyi olmayan ben, senden başka her şeyi olanlara
acırım. Confucius.

Kendi kendini yenmek zaferlerin en büyüğüdür. Epictetos

İnsan hayatı, şeref, namus, dostluk, fırsat ve zaman; kaybettikten sonra aramaya
çalışma. (Birisi)

İki günü birbirine eşit olan insan zarardadır. Hz. Muhammed

Zengin yaşamak zengin ölmekten iyidir. Samuel Jhonson

Gerçek zenginlik mal çokluğu değil gönül tokluğudur. Hz. Muhammed

İmkansız; Yalnız sersemlerin sözlüğünde bulunan bir kelimedir. Napoleon

Eşyanın fiyatını bilmek değil kıymetini bilmek mühimdir. M. Fethullah Gülen

Sakın! Her önüne gelene hikmeti söyleme ki, sana yalancıdır

demesinler. Erzurumlu. İbrahim Hakkı

Ayarı bozuk olanın tartısına güven olmaz. Hakim sinani

Bana benden olur her ne olursa. Başım rahat olur dilim durursa… A.S.

Konuştuğuma çok kere pişman oldum.Fakat, sustuğuma asla… Publis Syrus

Yarım doktor candan yarım hoca dinden eder. Öylesine söylemişler…

Korkak: Tehlikeye düşünce ayaklarıyla düşünendir. Bierce

Ağılda oğlak doğunca derede otu biter… Kaşgarlı Mahmut

Ne kadar geriye bakarsanız o kadar ileriyi görürsünüz W. Churchill

Bakmakla usta olunsaydı köpekler kasap olurdu… A.S.

İlkel insan taştan tahtadan putlara tapar, uygar insan etten kemikten putlara.

Bernard Shaw

İnsan her söylediğini bilmeli fakat, her bildiğini söylememeli. Namık Kemal

Boş zaman yoktur, boşa geçen zaman vardır. A. Guiterman

Kusuru kendine söylenmeyen adam ayıbını hüner sanır. Ş. Sadi Şirazı

İyi bir başlangıç yarı yarıya başarı demektir. Andre Gide

Elmas yontulmadan insan da yanılmadan mükemmelleşmez. Confucius

İşin güç kısmı adam olmak değil adam kalmaktır. Andre Mazerelles

Tesadüf: İnançsızların kadere taktıkları isimdir. Andre Suares

Adaletin bulunmadığı bir ülkede herkes suçludur. Düverger

Sevilmeyen yol kalabalıkta bile ıssızdır. Tagore

İnsana en güzel sıfatı F A N İ diyen vermiştir. Cenap Şahabbeddin

Körler memleketinde tek gözlüler kral olur. Erasmus

Silginiz kaleminizden önce bitiyorsa yanlışınız çok demektir. J. Jenkins

İnsanlar anlamadıkları işlerle meşgul olmasalar, dünya büyük bir sessizliğe
bürünürdü İngiliz atasözü

……………………..
Bu kıymetli sözleri değerli dostum Erciyes Kuyumcusu Kayserili Gümüşcü Hacı Ahmet Erciyes (büyük çarşı- ANKARA) toplamış ve bize ikram etmiştir. Biz de sizin bilgilerinize sunduk.

12 Kasım 2011
Okunma
bosluk

İslam’ın (tevhid-ibadet) ilmi çalışmaya (ve sınavlara da) faydasına yönelik ilmi bir deney var mı? sorusuna cevap…

Sevgili Süleyman Kayacı Beyefendi,

bu yazının mihengi sizin de anladığınız gibi Önce Çalışma sonra Tevekkül etme, bunu yaparken sağlam bir ALLAHA iman ile birlikte yaşama, rızkın ve nasib’in ALLAH’tan verileceğine olan bilinçli bir iman ile mücehhez olmayı gerektirir.

böyle düşünmek sınav psikolojisi üzerinde kişiyi rahatlatıcı en önemli unsurdur.
öğrenciye sakin ol demekle öğrenci sakin olmaz. malzeme insansa onun özelliğine göre hareket etmek gerekir. insanı ALLAH yarattığına göre ona inanmak da insanı rahatlatır şüphesiz. ruhu madde tatmin etmez ALLAHI hatırlamak tatmin eder.
belirsizlik insanı tedirgin eder. öğrenci belirsizlikten dolayı heyecenlanır. halbuki NASİB’E, RIZKA; TEVEKKÜLE KAZA’YA İMAN İLE SONUCU ALLAH’IN VERECEĞİNİ VE BUNU HALİHAZIRDA YAZDIĞINI BİLMEK insanı engin bir sukünet ve tevazu ile çalışmaya ve itimada getirir. bu insanın kendi kendine vucüdünün doğal iletişimidir.
buna ilave olarak Cenabı ALLAH da kulunun kendisini hatırlamasından hoşnut olur ve sınavda dimağını açar, anlaması kolaylaşır ve çözüm yolları bir bir önüne serilir. böylelikle diğer ortama göre 5 veya on soru daha fazla yapar ki bunun adı ilahi ikramdır.
imam hatiplerin diğer okullara göre başarılı olmalarını nasıl açıklayacaksınız?

Amerikada bir okulda sabahleyin okula gelen öğrencilere birer lokum verirler. sonra derler ki, eğer 15 dakika daha sabredip beklersen 3 lokum daha vereceğiz derler. bazı çocuklar beklemez bazıları ise 3 lokum daha almak için beklerler. bu çocukları ayrı ayrı 20 yıl boyunca takip ettiklerinde görülür ki, sabredip tahammül gösterenler, sabretmeyenlere göre % 20 daha zeki olmuşlardır.

teekkül,küfür,sünnetullah,kibir,

İSLAM sabrı ve suküneti durduk yere değil, ALLAHIN KADERİNE güvendirerek sağlar. yani bir mekanizma var.. sabırlı ol, sakin ol demekle insan sakin olmaz..

Yalnız bütün bu anlatılanların sıkı demeyim ama “yeterli” bir gayret ve çabanın üstüne olduğunu unutmayınız. En önemli emir ÇALIŞMADIR. TEVEKKÜL ONUN ÜSTÜNDEKİ KAYMAĞIDIR: Çalışma olmazsa tevekkül teekküle (Ekmek yiyiciliğine )döner..

İSLAMDA ALLAHA iman demek onun kudretini de kabul etmek demektir. kişi eğer “ben yalnız başıma çalışır sınavı kazanırım, sonucu alırım, param var binayı dikerim, v.s derse bu KÜFÜRDÜR. ALLAHI UNUTMAKTIR.

fakat allah böyleyken de affeder ve kişiye istediğini (Çalışmasının karşılığını, apartmanı dikmesini v.s. verir.

koyduğu kanunun adı SÜNNETULLAH’dır. Fiziki kanunlar buna göre çalışır.

Çalışmaya güvenmek küfür ve kibri artırır. başarınca “ben kazandım” der fiatım da şudur der ve her gelen hastadan 300 kağıt alır sonra 15 gün sonra gel der bir 300 kağıt daha.. işte sonuç zulme gider..

halbuki çalıştım ama ALLAH kazandırıp NASİP etti elhamdülillah dese, o ilmi “allahtan verilmiştir” diye bilecek ona teşekkür edecek sonra dönecek halka o bilgiyi paylaşacak dağıtacak ve insanlara merhamet etmeye başlayacak. her şeyi para olarak görmediği için parası olmayanın ücretini almayacağı gibi üzerine otel parası ve yiyecek parasıda verir artık..

işte kendini aşma budur ve bu imanın hayatın her anına nüfuz etmesiyle sağlanır..

Amerikadaki hürriyet heykelini I. abdülmecit yaptırmıştır önce İskanderuna konulmak üzerte fakat ömrü yetmez heykel yarım kalır, yönünü sırtı doğuya önünü batıya tasarlamıştı. ölünce heykeltraş onu tamamlayıp amerikalılara sattı. onlar da newyorka yönü doguya sırtı batıya olarak diktiler. tersine yani. anlamışsınızdır.

medeniyetler daima yer değiştirir. allah bununla insanları dener (KURAN AYETİ) bu yüzden müslümanlık toplumları geri bırakmaz. kuran rehberdir. toplumlar önce kuranı bırakır, sonra ahlaken çöker sonra da yıkılırlar.

kuran da her millete bir ömür biçildiği belirtilir. yani yıkılma ve geri kalmada ilahi ve sosyolojik etkenler var. insanlar bunu anlamıyor sonra dine saldırıyor. halbuki kendine kabahat bulması gerekir.

ALLAHSIZ İLİM KÜFRE GİDER: İLİM ALLAHI İŞARET ETMELİDİR: MÜSLÜMAN BİR ÖĞRENCİ DE ALLAH İLA BERABER SINAVA GİRMELİDİR: VESSELAM. SELAMÜN ALEYKÜM. sevgilerimle…

*
ahi kul ahmed
*
Süleyman Kayacı: ben bilimsel bir deney var mı demiştim?

*
CEVAP II – (ahi kul ahmedin yeni cevabı)

Sevgili Süleyman Kayacı Beyefendi,

imam hatipler diğer okullara göre başarılıdırlar. Danıştayın ve eski YÖK’ün katsayı getirmesinin nedeni budur. Bir ara siyasalın %39 unun işgal etmişlerdi.

Amerikada bir okulda sabahleyin okula gelen öğrencilere birer lokum verirler. sonra derler ki, eğer 15 dakika daha sabredip beklersen 3 lokum daha vereceğiz derler. bazı çocuklar beklemez bazıları ise 3 lokum daha almak için beklerler. bu çocukları ayrı ayrı 20 yıl boyunca takip ettiklerinde görülür ki, sabredip tahammül gösterenler, sabretmeyenlere göre % 20 daha zeki olmuşlardır.

Filistinde son yıllarda lise bitirme sınavlarında öne çıkan ilk on kişi bir yılda puan eşitliğinden 28 kişinin hepsi hafız. (Filistinli yeni misafirimiz “ahmet kardeş” söyledi)

Biz imam hatipin ilk üç yılını okuyup 4. yılını okumadan gittik Cacabey ortaokulunu sadece eylül sınavlarına girerek birinci olduk. O tarihde de namaz kılıyorduk.

İSLAM sabrı ve suküneti durduk yere değil, ALLAHIN KADERİNE güvendirerek sağlar. yani bir mekanizma var.. sabırlı ol, sakin ol demekle insan sakin olmaz..

her şeye gücü yeten bir yaratıcının varlığına inanmak beyindeki mutlulukla ilgili alanı aktif hale getirir ve serotonin ve endorfin gibi mutlulukla ilgili kimyasallar salgılanırken stres hormonu salgısı azalır. Bu faaliyet inanç konusunda beyinde genetik bir tanımlama olup protein ürettiğini yani duygunun biyolojik temeli olduğunu gösterir.

Einstain rol model olarak Allah’ı seçmiş “Eğer ben Allah’ın yerinde olsaydım bu evreni nasıl yaratırdım” diye sorarak izafiyet teorisini bulmuştur.

İlkel beyin gördüğü ile hareket eder. Daha gelişmişi taklit eder. En gelişmişi görülmeyeni görür. Yani tanrıyı bulur. Gaybi iman budur. Varsayıma dayalı öğrenme sedece insanda vardır ve genetikdir. Biyolojiye göre gaybi iman en gelişmiş beyni ifade eder.

Duygusdal zeka çalışmalarının temelinde dinin emrettiği başkasını düşünebilme, duygulu olabilme, empati, organize olabilme, sezgiyi de katma, gibi değerler var. Bunu yapan kararlı, sebatlı, niyetli kendini aşan bir mümin sayılıyor. Bunu uzun vadeli düşünmek kısa vadeden kaçınmak gerekiyor. Böylece sezgileri gelişiyor. Bu ilham işte.

Bir yerde (koridorda yürürken) “sessiz yürüyün” diye duvarda yazıyorken adam inadına bağırıyormuş… biraz ilerde “Ayağınızdan ses çıkarmayın” diye yazıyormuş, fakat adam yine ayağını sürterek ses çıkarıyormuş… Fakat öyle bir yere gelmiş ki “geçerken kafanızı eğin “diye yazıyormuş bu kez… ve adam başını eğmiş.. eğmiş..eğiyor… Yani karşı çıkmanın bir faydasının olmadığı yere geldiğini anlıyor bu kez..(Yani imamın kayığı-Tabut)…. Eğer bir gün çok çalıştığın halde beceremezsen benim ne dediğimi anlarsın.

Her çalışanın başarılı olacağı şarta bağlı bir DETERMİNİZMDİR. Buna daha çalışmadan kesin başarılı olursun demek de fatalizm dir. Bunların hepsi ŞİRKTİR.

EDEP şu işi yapacağım demez. İNŞALLAH der. Heyırlıysa der. Sebeplere sarılmıştır ancak allah dilerse, fırsat verirse. Her zengin mutlaka çalışmıştır. Ama her zengin zengin olamamıştır.

Tabipler odası din- ilim ilişkisine ilişkin açıklamalara dava açarak laik bir mücadele sürdürüyor. Bu yüzden insan fıtratı ve doğası üzerinde bazı şeyler söyleyebiliyoruz.

Üniversite sınavında dua ve Kuran okuduk. Üç soru oğluma verildi. İnanmak serbest..

Uzun lafın kısası sana ne kadar da delil getirsek sen inanmazsın. İslamda gaybe iman olduğu için bilimsel deney islamın öngördüğü bir şey değildir. Sen korkarım Allah’ı da bilimsel deneyle ispat et diyeceksin. Bir önceki “ilim aşka düştü” yazımızı bir oku. Önce Allah sana iman nasip etsin değerli kardeşim.

İSLAMDA “ben yalnız başıma çalışır sınavı kazanırım, sonucu alırım, param var binayı dikerim, v.s” derse bu KÜFÜRDÜR. ALLAHI UNUTMAKTIR.

ALLAHSIZ İLİM KÜFRE GİDER.

*
ahi kul ahmed

12 Kasım 2011
Okunma
bosluk

GENÇLERLE SOHBET = APTALLAR VE AKILLILAR

Sevgili Gençler, bu milletin geleceği sizlersiniz. Sizlere güvenebilmemiz için sizleri bedenen ve ruh olarak çok iyi yetiştirmemiz gerekir. Peygamber efendimiz 7 yaşında namaza, 10 yaşında oruca alıştırınız, 12 yaşından sonra “onlara danışınız” buyuruyor. Biliyorum sizlere hiç danışmıyoruz. “Bizim doğrularımız size de yetmez mi!” Çünkü özgüveninizi sağlayamadık. Kişilikleriniz her gün darbe alıyor. Söz büyüğün diye öğrettik. Düzene sadakat adına 1 700 000 kişiyi antilopların Afrika’da nehir kıyısında yığıldığı gibi sizleri üniversite kapılarına yığdık, birbirinize kırdırıyoruz hala. Çıtayı geçeninizi becerdi saydık, diğerlerinize aptal dedik. Halbuki herkesi, en az bir mesleği yapabilecek kabiliyette yaratmıştı Allah.

Anneleriniz babalarınız dersane ücretlerini öderken yemeden içmeden kesildi. Bu ücreti veremeyenlerin psikolojisi allak bullak iken fakirlerin eğitim hakkı mı vardı. Ya zengin olacaksın ya da zengin gibi davranacaksın.

Her gün bin kişi, yılda 360 bin kişi liseyi bırakıp vasıfsız işçi olarak sokağa çıkıyor. Meslek lisesi yerine sopa zoruyla zorunlu eğitimi dayatmayla getirdik ve “meslek yok, okudukça oku bakim” dedik. Aç yaşanır fakat kültürsüz asla!

Toplumda şiddeti körükledik (ama istemeden), yardımlaşmayı kestik (ama fakirlik HAK’tan değil tembelliktendir) dedik, merhameti öldürdük (Kanunlar var, ekonomi var dedik) adaleti kovduk (Kanunların adaleti yerine, polisin mahkemenin ideolojik adaleti dedik) Saygı sevgi ve edebin yerini “demokrasi var, özgürlük var” şarkıları aldı. “Sen de ona aynısını yap” diye kadınlarımıza kızlarımıza feminist öğütler verdik ve boşanmaları böylece artırdık. Mahkemeler artık bunlara bakıyor, avukatlar bundan para kazanıyor. İddia oynatanların sayısı on binleri buldu. Oynayanların %80’i 18 yaşın altındaki gençlerdi. Onlara çalışarak “helal ettirmeyi” değil de tuturarak “helal olsun” dedirtmeyi öğrettik. Bayramlarda büyükleri bırakıp tatile giderek turizme katkıda bulunduk.

Oğlum ahirette azaba düçar olur mu, şöyle sabah namazına yüzüne su serpeyim demek yerine “yatsın, oğlumun okulu var” dedik. Dünya ahirete ağır bastı. Hasılı kelam ne dünyanı sağlayabildik ne de seni ahirete hazırlayabildik. Çevreye bir Kızılderi’linin sevgi ve sadakatini gösteremedik. Şehirleşme sonradan geliştiği halde şehirlerimizi yeşilliklerin arasına değil, üç beş yeşilliği betonların arasına zor sıkıştırdık. Labirent gibi şehirler kişiliğimizi aldı götürdü. Ruhumuzu ezdi. Bu yüzden şairler çıkmıyor aramızdan. Mütefekkirler de.

Oluşturduğumuz sınav sistemi başkasının seçeneğinden en kestirmeden en üçkağıtla en doğruyu nasıl buluruma endekslenince, en üçkağıtçımız en başarılı sayıldı. Bu yüzden en çok parayı hangi meslekte, en üçkağıtla ve sadece nota ihtiyacım kadar çalışarak şartlı reflekse (Pavlov’un köpekleri) güdülediğimiz için öyle fazla düşünmelerine gerek kalmadı. Bilim, kitap yazmak karın doyurmuyor. Kısa yoldan en kolayı varken zorluğa ne hacet. Gelsin kızlar oynasın sazlar. Baba “para veren adam” anne yemek yapan hizmetçi” son model cep telefonu alınmalı, çünkü bu bir ihtiyaç, bilgisayar, geogle hazretleri ile saatlerce gezinti, facebook, twitter, mesajlarda “oynama şıkıdım şıkıdım” “a acaibsin” hayat bu, başka türlü çekilir mi. Sınava bir daha, bir daha girelim, şansımızı deniyelim. “Dersanede ne acaip kızlar var ama, üç tanesini aynı anda idare ediyorum biliyor musun” Saldım çayıra Mevlam kayıra..

Fiili dualar bitti. Sözlü duayı tekrar etmekten başka şansımız kalmadı. Mesleğini sana Allah versin çünkü hükümet sadece okul bitittiriyor. İşe de Allah yerleştirsin KPSS zor zenaat. Sonra bir de güzel bir kız versin. Uçtu uçtu kuş uçtu. Haydi Allah rastgetirsin..

Ey bu memleket için durduk yerde kendini feda eden aptallar. Geceleri uyumayıp düşman bekliyen safdirikler. Çanakkale’de bombanın şiddetinden ölen 29 000 üstü başı yırtık okumasız cahiller. O askere cepheye koşmadan on dakika önce sanki çok lazım gibi vaaz edip şehitlik tapusu veren sarıklı imamlar. Bu sarıklılar bile yönetseydi bu savaşı gene alırdık bre bre. Arkadan türküler dizip maniler döktüren yavuklular. Teheccüt namazında gözyaşıyla en yaklaştığı yer olan secdede Rabbine, biraz yalvarıp biraz çatan dedeler, nineler. “Bir de benim başımı mı açtıracaksın küffara” diye Rabbi ile kavga eden teyzeler halalar. Yüreğinden ılgıt ılgıt sızan yağlarıyla eridikçe eriyen, gönderirken saçına kına yakıp “şehit olasın oğlum korkma, namusumuzu küffara çiğnetme, kaçarsan sütümü helal etmem” diyen, rüyalarıyla oğlunu adım adım takip eden vefakar, cefakar, yangın yürekli, bağrına taş basan anneler. Askeriyle sarmaş dolaş olmuş, onu sevip okşayan, cephede aynı acıyı çekmiş, bir saldırıda bir günde 16 000 yavrusunu kaybeden anne gibi oturup ağlamış (Aşıkpaşa’da Cingi’nin Rahmetli Mehmet amca anlatmış) vefakar komutanlar. Çanakkale’nin camilerinin külahını düşman topçusu ölçü almasın diye siyaha boyayan imamlar.

Hasılı kelam öl, öl, öl. Ölmekle kazanılmadı bu savaşlar. Ne gerek vardı bunca adamı öldürmeye. Şehitlikmiş, o da neymiş öyle. Ey gözyaşı döken nineler ve dedeler, ey yüreği yangılı oğlunun şehitlik haberine sevinmiş ağlamış anneler. Ey şehadeti anlatıp şehadet şerbetini içemediğine kıvranan imamlar ve komutanlar.

Siz boş yere ölüp gittiniz. Biz sizi ne anladık ne de yeni nesillere anlatabildik. Bakın görün işte. Sizi en modern tarafından inkar ediyoruz.

Sizi anlasaydık birbirimize sevgi ile bakardık. Zinhar tanımadığımıza selam vermeyiz. Komşumuzu sormayız ki açlığını bilelim. Yardımlaşma ve sadakayı sokakta sürünen çingeneye verdiğimiz 50 kuruşla anlarız. En iyimiz ayağına olmayan ayakkabıyı, rengini beğenmediği pantolonu, boğazını sıkan gömleği, eskimiş “daha kullanılır” dediği kanepeyi “gelsin alsın” edasıyla “veren el alan elden üstündür” mahlasıyla kibirlenerek, elini üstün tutarak, “ne büyük hayır yaptım” edasıyla fakire yamamaya çalışırız.

Siyaset ise İlayı Kelimetullah’ı üstün tutmakdan, kalplere, ahlaka hizmetten; midelere, ulvileşen parasal çıkarlara hizmetle iktifaya dönüştü. Anlayacağınız Allah’ımız değişti. Kağıtların krallığı hakim oldu hem de ruhlarımıza kadar. Antalya’da denize daldığım bir gün, balıkların kağıt 20 lirayla ilgilenmediklerini görünce balıkların mı yoksa benim mi aptal olduğumu şöyle bir sorgulayacaktım.

İşletmeler insanların ihtiyacını “en kaliteden en ucuza hayırla karşılarım”dan, yönetim kurulu başkanlarının fiatları artırmada anlaşarak en çok karı nasıl sağladığı bir başka şirketleşmeye dönüştü. Bangır bangır bağıran TV reklamları “senin ihtiyacın bu” diyerek beni şartlandırıyor ve borç taksidi ödemekten hayır yapmaya para kalmıyor. İsraf diz boyu. Tüketerek mutlu olacağım ya..

Mal geldi, mutluluk gelmedi. Şeytan geldi Allah gelmedi. Namaz niyaz hak getire. Varsa bir Cuma o da yeter sayıla. Fakir bir gün uyana. Fakat geç olmaya. Mezara kalmaya.. Ben bu yazıyı yazarken ağlamadıysam, siz şöyle bir nereye gidiyoruz ya hu demediyseniz size de bana da yuf olsun.

Selamlarımı sunarken bu memlekete bir tuğla dikmiş her kişiye ve canını veren er kişiye bağrımın taaaaa içinden en halisane şükranlarımı sunuyor, huzuru ilahide ellerinden defalarca öpüyor ve o muhterem, nadide müslüman insanlarımızı, Cenabı Hakk’ın ikramların en güzeliyle ikramlandırmasını diliyorum.

Er ve can kardeşiniz

*

ahi kul ahmed

12 Kasım 2011
Okunma
bosluk

GENÇLERLE SINAV YARENLİĞİ

Uzun soluklu bir yarışın savaşcıları, bir meslek edinmek için ilim yapmaya yola çıkmış ilim askerleri, sabırla inatla kitapların sırlarını çözmeye çalışan fikir gazileri, sınav hedefine kilitlenmiş kararlı pilotlar, kendi fikrini söylemek yerine başkasının seçeneklerinde en doğruyu bulmanın cambazları (sizin suçunuz değil), onlara kendi maaşından, yiyeceğinden keserek dersane parası ödemeğe mecbur bırakılan, zengin olmadığı halde zengin davranmak zorunda bırakılan, geceleyin kalkıp oğluna kızına başarılı olması için dua eden, fedakar anne babalar, hepinizin gazası mübarek olsun!

Devleti yönetenlerin sizi getirdiği nokta 1 692 000 öğrenciyi üniversite kapısına getirerek yığmak ve birbirine kırdırmak. Meslek yerine “kültürsüz asla yaşanmaz” diyen ideoloji aptalları. Ve bunu hala kıramayan yöneticiler. Bu sonuç sizlere günah olarak yeter de artar bile.

Bildiğiniz üzere zeka çeşitleri 8 türlüdür. Matematiksel zeka, sanatsal zeka v.s. Sınavın ikiye çıkması ve puanına güvenenin istediği tercihi yapabilmesi kısmen bir iyilik getirdi denilebilir. Siz stres ikiye çıktı diye düşünmeyin lütfen. Yeni üniversitelerin açılması ve kontenjanların artırılması da bir iyileştirme sayılmalıdır. Fakat her zeka türüne göre ayrı bir soru hazırlanması ne kadar adaletli olurdu! Neden olmasın? Torpil olmasın diye merkezi sınav yapıp adaletli olmaya çalışırken, bu sefer zeka farklılıklarına göre davranılmadığı için başka bir adaletsizlik olmuyor mu? 

Sevgili öğrenci kardeşlerim, gittiğiniz dersanelerdeki rehberlikçi öğretmenlerin söyledikleri düşünce ve davranış öğütlerine uyun. Onlar inancı pek katmadıkları için laik öğüt daima eksik kalır. İlave olarak ben de size acizane şunları söyleyebilirim.

İMAN VE TEVEKKÜL SINAVI KOLAYLAŞTIRIR

Kuşkusuz sizler de inançlı insanlarsınız. İnançlı bir ülkede hep birlikte imanla yaşıyoruz. Ancak inancımızı sadece ihtiyacımızın arttığı bir anda mı hatırlıyoruz acaba? Ama olsun, bu bile gene bir şey sayılmalıdır. Sınavdan önce sabahleyin kalktığınızda bir abdest alıp iki rekat bir kaza namazı kılmanız ve “Ya Rabbi sınavda zihnimi aç, anlamamı kolaylaştır ve beni muvaffak eyle, sınavımı da hayırlara vesile kıl” demeniz ne kadar önemlidir.

İtikad noktasında ise şöyle düşünmelisiniz. “Benim sınavda kaç soru yapacağımı, kaç puan alacağımı, hangi mesleğe gireceğimi, kaç para kazanacağımı, kiminle evleneceğimi Cenab-ı Allah biliyor”diyebilmelisiniz. Onun ilminden şüpheniz mi var? O halde sizin yapacağınız önceden bilinen bir şeyin gerçekleştirilmesi için emredilen çalışma (Fiili dua diyoruz) ve sınava girip gayret etmeyi en iyi şekilde yapmaktan ibarettir. Yani ALLAH’a sağlam iman ve güven duymak. SONUÇLARI ona bırakmak. İşte TEVEKKÜL dediğimiz hadise ana hatlarıyla budur. Buna inanan kişi hiç telaş etmez. Sadece emredileni yapar. Bu iman ve idrak ise sizin sınavda daha rahat olmanızı ve idrakinizin açıklığı ile sorulara daha rahat nüfuz etmenizi sağlar. Keşke beş vakit namazınızı kılabilseniz. Çünkü güven vesilesiz olmaz ve vesile ibadettir az da olsa. Ne kadar güzel olurdu. Ders çalışmak zorundayım, “zamanım yok” diye sakın bahane bulmayın. Savaşta namaz kılan sahabeyi hatırlayın. Her bahane kuyruklu bir yalandır.

İlmin kaynağı ilahidir ve Allah’tandır. “Verilmiştir” diye bilmek gerekir. Böyle bilirseniz tevazuya gider ve meslekte halka hizmet edersiniz. Eğer “ben okudum elde ettim” derseniz kibirlenirsiniz ve acısını halktan çıkararak “onlar da bedelini ödesinler” der ve merhamet etmezsiniz. Bir hadiste “bir şeyde merhamet olursa ne güzeldir. Merhamet çıkarılıp alınırsa ne kadar çirkinleşir” buyruldu. Bu yüzden meslek hayatına geçtiğinizde muhakkak merhametli olmaya gayret ediniz. İşte bu “insan olmak” demektir. Yani mesleğinizi küçümsemek yerine onunla insan olmanın yollarını arayın. İşte ahiret de artık yanı başınızdadır.

Sınavda heyecan yapmayınız. Bildiğiniz bir duayı okuyabilirsiniz ve güzel olur. Allah’ın yardımını isteyiniz. Sınavdan çıkınca “şu kadar yapabildim” diyebilirsiniz. Ancak “yaptım” diyerek kibirlilik göstermeyiniz. Sonuçlar konusunda iyi bir sonuç bekleniyorsa “güzel bir sonuç bekliyorum inşallah” diyerek Allah’ı unutmayınız. “Ben dersanede zaten birinci geliyorum” diyen bir çocuk sınavı panikleyip terketmişti…

“GAYRET”İN ÜZERİNE “İNŞALLAH” DEMEK SINAV KAZANDIRIR. KAYMAKTIR.

Değerli anne babalar. Sizler de çocuklarınızı artık büyümüş kabul edin ve onları ders çalışması konusunda rahat bırakın. Onları “ben koparıp alırım, sınavı kazanırım” gibi rızık ve nasibi inkar eden konuşmalardan sakındırıcı güzel öğütler verebilirsiniz. Yalnız dua yeterli olmaz. İdrakin de Allah’a teslimiyetle bezenmesi gerekir. Onlara “inşallah yapabilirim, inşallah şu kadar soru çözebilirim, inşallah iyi bir sonuç bekliyorum, aldığım  puan inşallah hayırlara vesile olur, inşallah hayırlı bir okula girebilirim, inşallah hayırlı bir meslekte insanlara hizmet edebilirim” gibi sözlere ve ulvi amaçlara onları alıştırınız. Bu düşünce çocuğu başardığında kibirden, başarısızlığa uğradığında da psikolojik çöküntüye uğramaktan, isyandan korur ve teskin eder. Öğrencilerin yarısına sınav kaybettiriliyorsa kaybedenler geri zekalı mı? Elbette değil. Sistemin bu çocukları getirdiği nokta bu.. Bu yüzden kaybedenlerin pek öyle üzülmemeleri gerekiyor. Siyasilerin günah hanesi çok dolu.

Çocuğunuz başarısız olduğunda ne dedikodu yapıp çocuğa yüklenerek aşağılayın ne de “canın sağolsun sen varsın ya” deyin. Gel bakalım neden bu sonuç doğdu diye oturup usturupluca konuşabilmelisiniz. Çünkü hatalarını anlaması ve ders çıkarması bir daha ki sefere onları yapmaması gerekir. Elbette bir sınavı kaybetmek dünyanın sonu da değil. Çocuğa erdeminden dolayı taltif edin. Ödül, ahlakla başarmaya, ve kaybedene de ahlakla çalıştığı halde kısmet olmadığı için ders alıp sabrına verilmelidir. Ahlak olunca ödülsüz insan olmaz.. Ahlaksız başarı kibre gidip zulme başlar, ahlaksız kaybeden de isyan ve küfre gider.. Bu yüzden ilim ahlaksız olmaz. Ahlak ilmin FAYDASIDIR. Faydasız ilimden ALLAH’a peygamber sığınmamış mıydı?

GENÇLERLE YARENLİK

Bir hikaye Aisopos’tan: Katırın biri arpa yemekten şişmanlamış. Başlamış “Ben at dayıma benziyorum, her şeyim ona  çekmiş…” diye hava atmaya ama bir gün  katırı koşturmuşlar. Koşu bitince suratını asmış ve eşek babası aklına gelmiş….

Aynı yazar “atın haline imrenen eşek” masalında diyor ki: “At bol bol yiyip geziyor, ben ise çalışıp aç kalıyorum!”diyen eşek, atın haline imreniyormuş… bir gün savaş çıkmış ve çiftlik sahibiyle at savaşta ölmüş. Eşek olanlara tanık olunca haline şükredip bir daha ağzını açmadan hep çalışmış.

Evet. Masalların dediği gibi aslımızı, yeteneklerimizi, kim olduğumuzu unutursak bir gün bize hatırlatırlar, o zaman var olan kıymetimiz de gider.

“Tilki bir gün boyuna posuna hayran olduğu aslanın yanına o uyurken uzanıp kendini onunla ölçmeye çalışıyormuş ki, aslan birden uyanmış ve tilkiyi yemiş….” aslında böyle bir hikaye yok ben uydurdum. Eğer bunu uydurmasaydım kaz gibi yumurtlamaya çalışan tavuğun acıklı hikayesini anlatacaktım. Ne bileyim utandım işte…

Bir nasihat: Dikkat edin, farklı düşünmek, çok çalışmak, ahlaklı olmak, başkalarına değil kendi işine odaklanmak, ısrarcı olmak, çok danışmak, sonunda başarıyı getirir.

En büyük tehlikelerden biri, kendinizi hafife almaktır. Söylemek istediğimiz, kendinizi yüceltmeniz, bulunmaz hint kumaşı gibi görmeniz değildir. Kişilik ve davranış olarak oldukça mütevazi fakat iş ve uğraş konusunda yüksek bir uygulamayı hedeflemelisiniz. Siz canlı bir hazinesiniz. Fiziksel yetenekler, soyut zekanız, ruhsal yeteneklerinizin bir tanesini kaybettiğinizi bir düşünün ve varken de değerini anlayarak gücünüz yettiğince “elhamdülillah” deyiniz. Ve onları da hakkın rızasının dışında kullanmayınız. Şükür budur.

Yusuf Has Hacip “bilgisizlik tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır” diyor. Mutlu olmak istiyorsan bilgisizlik hastalığını tedavi ettir.

Ahi Fütüvvetnamelerinde bilgisizlik “hiç bir şeydir” diye yazar. Yani insan bilgisiz hiç oluyor. Ne kadar ilginç değil mi? Bağdat’ta insanlar evlerindeki kitap ciltlerinin sayısı ile öğünürlermiş. Japonya’da bir kişiye 24 kitap düşerken bizde 6 kişiye bir kitap düşüyor. İşte aptal toplum diye buna derler…

Nasrettin hoca “yüzüğümü kaybettim” diye feryat etmiş. Tüm köylü seferber olmuş. Köyün her tarafı taranmış, ama yüzük yok. Nihayet yüzüğü aramaktan yorgun düşmüşler. Ahaliden biri sormuş: “hocam yüzüğünü dışarıda kayıp ettiğinden emin misin?” hoca şöyle demiş: “yüzüğümü evde düşürdüm ama içerisi karanlık olduğundan dışarıda aramak daha kolay”

Yani kusuru: derslerin ağırlığında, öğretmende, eğitim sisteminde, evde, ya da kaderde, Allah’da, şansızlıkta, fakirlikte, geri zekalılıkta aramayın. Kendinizde arayın. İşinize gelmeyen konuları bilinçaltına atmayın, yani halının altına. Suçu başkasında aramayın, edebiyat yapmayın. Ve kendinizi sorgulayın. Tamam mı? Sorgulayan gayrete sarılır. Sorgulamayan tembelliğe ve aptallığa devam eder. Aptallık da karın doyurmaz…

Bir gün meşe ağaçları Zeus’a “bizim kadar balta yiyen ağaç yok” demişler. Zeus da onlara :”başınıza belayı siz getiriyorsunuz. Keresteniz çok iyi ve bu yüzden bütün baltaların sapı sizden yapılıyor” demiş. Yani, inançlarımız, duygularımızın ve arzularımızın kurbanı oluyor. Maddi istekler ahlak ile techiz edilmeyince baltayı yine aynı insanlar yiyor sonuçta. Çünkü ahlak, sistemi kontrol eder. Kontrol olmayınca sınırsızlık sekste, tüketimde, kadında, makamda, siyasette azgın bir boğaya dönüşür. Ahlak ona “OHA” der. Oha denmeyince öküz buğday tarlasına dalar mecburen.

Sevgili öğrenciler hepinize sınavda önce tevekkül sonra başarılar diliyorum. Sınava Allah ile girin. Lakin çıkınca işim bitti diye onu atmayın. Allah muvaffak eylesin ve sonucunu hayırlı kılsın İNŞALLAH.

İlim (gayretiniz) ve ahlakı (iman ve inşallah ve tevekkül ve şükür ve sabır) birlikte size sunan imanlı mühendis abiniz AHİ Sezgin Atik sakin bir sınavı Allah’tan diliyor.   ahikirsehir.com

3 Kasım 2011
Okunma
bosluk

YGS’YE GİRECEK SEVGİLİ ÖĞRENCİ KARDEŞLERİM

Uzun soluklu bir yarışın savaşcıları, bir meslek edinmek için ilim yapmaya yola çıkmış ilim askerleri, sabırla inatla kitapların sırlarını çözmeye çalışan fikir gazileri, sınav hedefine kilitlenmiş kararlı pilotlar, kendi fikrini söylemek yerine başkasının seçeneklerinde en doğruyu bulmanın cambazları (sizin suçunuz değil), onlara kendi maaşından, yiyeceğinden keserek dersane parası ödemeğe mecbur bırakılan, geceleyin kalkıp oğluna kızına başarılı olması için dua eden fedakar anne babalar, hepinizin gazası mübarek olsun!

Devleti yönetenlerin sizi getirdiği nokta 1 692 000 öğrenciyi üniversite kapısına getirerek yığmak ve birbirine kırdırmak. Bu sonuç onlara günah olarak yeter de artar bile.

Bildiğiniz üzere zeka çeşitleri 8 türlüdür. Matematiksel zeka, sanatsal zeka v.s. Sınavın ikiye çıkması ve puanına güvenenin istediği tercihi yapabilmesi kısmen bir iyilik getirdi denilebilir. Siz stres ikiye çıktı diye düşünmeyin lütfen. Yeni üniversitelerin açılması ve kontenjanların artırılması da bir iyileştirme sayılmalıdır. Fakat her zeka türüne göre ayrı bir soru hazırlanması ne kadar adaletli olurdu! Zaten her öğrenciye kitapçığını ayrı ayrı hazırlıyorsun. Neden olmasın? Torpil olmasın diye merkezi sınav yapıp adaletli olmaya çalışırken bu sefer zeka farklılıklarına göre davranılmadığı için başka bir adaletsizlik olmuyor mu? 

Sevgili öğrenci kardeşlerim, sınav öncesi yeteri kadar çalışmış olmalısınız. Sınava beş kala çalışmak uygun olmaz. Gittiğiniz dersanelerdeki rehberlikçi öğretmenlerin söyledikleri düşünce ve davranış öğütlerine uyun. İlave olarak ben de size acizane şunları söyleyebilirim.

Kuşkusuz sizler de inançlı insanlarsınız. İnançlı bir ülkede hep birlikte imanla yaşıyoruz. Ancak inancımızı sadece ihtiyacımızın arttığı bir anda mı hatırlıyoruz acaba? Ama olsun, bu bile gene bir şey sayılmalıdır. Sınavdan önce sabahleyin kalktığınızda bir abdest alıp iki rekat bir kaza namazı kılmanız ve “Ya Rabbi sınavda zihnimi aç, anlamamı kolaylaştır ve beni muvaffak eyle, sınavımı da hayırlara vesile kıl” demeniz ne kadar önemlidir.

İtikad noktasında ise şöyle düşünmelisiniz. “Benim sınavda kaç soru yapacağımı, kaç puan alacağımı, hangi mesleğe gireceğimi, kaç para kazanacağımı, kiminle evleneceğimi Cenab-ı Allah biliyor”diyebilmelisiniz. Onun ilminden şüpheniz mi var? O halde sizin yapacağınız önceden bilinen bir şeyin gerçekleştirilmesi için emredilen çalışma (Fiili dua diyoruz) ve sınava girip gayret etmeyi en iyi şekilde yapmaktan ibarettir. İşte NASİP dediğimiz hadise ana hatlarıyla budur. Buna inanan kişi hiç telaş etmez. Sadece emredileni yapar. Bu iman ve idrak ise sizin sınavda daha rahat olmanızı ve idrakinizin açıklığı ile sorulara daha rahat nüfuz etmenizi sağlar. Keşke beş vakit namazınızı kılabilseniz. Ne kadar güzel olurdu. Ders çalışmak için zamanım yok diye sakın bahane bulmayın. Savaşta namaz kılanları hatırlayın.

Değerli anne babalar. Sizler de çocuklarınızı artık büyümüş kabul edin ve onları ders çalışması konusunda rahat bırakın. Onları “ben koparıp alırım, sınavı kazanırım” gibi rızık ve nasibi inkar eden konuşmalardan sakındırıcı güzel öğütler verebilirsiniz. Yalnız dua yeterli olmaz. İdrakin de Allah’a teslimiyetle bezenmesi gerekir. Onlara “inşallah yapabilirim, inşallah şu kadar soru çözebilirim, inşallah iyi bir sonuç bekliyorum, aldığım  puan inşallah hayırlara vesile olur, inşallah hayırlı bir okula girebilirim, inşallah hayırlı bir meslekte insanlara hizmet edebilirim” gibi sözlere ve ulvi amaçlara onları alıştırınız. Bu düşünce çocuğu başardığında kibirden, başarısızlığa uğradığında da psikolojik çöküntüye uğramaktan korur ve teskin eder. Öğrencilerin yarısına sınav kaybettiriliyorsa kaybedenler geri zekalı mı? Elbette değil. Sistemin bu çocukları getirdiği nokta bu.. Bu yüzden kaybedenlerin pek öyle üzülmemeleri gerekiyor.

Çocuğunuz başarısız olduğunda ne dedikodu yapıp çocuğa yüklenerek aşağılayın ne de “canın sağolsun sen varsın ya” deyin. Gel bakalım neden bu sonuç doğdu diye oturup usturupluca konuşabilmelisiniz. Çünkü hatalarını anlaması ve ders çıkarması bir daha ki sefere onları yapmaması gerekir. Elbette bir sınavı kaybetmek dünyanın sonu da değil.

Sevgili öğrenciler hepinize sınavda önce tevekkül sonra başarılar diliyorum. Allah muvaffak eylesin ve sonucunu hayırlı kılsın İNŞALLAH.

3 Kasım 2011
Okunma
bosluk

NAMAZA DAVET MEKTUBU

Sevgili Recep, değerli kardeşim.

Yukarıda bazı çalışmalarımızı bulacaksın. Bilgiler “verilmiştir” diye insan düşünürse “hamde” gider, paylaşır, tevazuya dönüşür, hizmete vesile olur. Eh bizim de böyle düşündüğümüzü 50 gramlık bir ahilik yapmaya çalıştığımızı varsayabilirsin. Senin eleştirilerin bizim zenginliğimiz olur.

Önümüzdeki temmuz ayında yapılacak sempozyuma “ahiliğin iktisadi görüşü ve günümüze nasıl uyarlanabileceği” konulu (bu başlık konuşularak içerikle değişebilir şüphesiz) bir tebliğ sunmak isterim. Bu konudaki girişimi senden rica edebilirim sanıyorum. Gerekirse Fatih hocayla sen ilk teması kurduktan sonra benim de doğrudan bir hiç olmazsa telefon konuşması yapmam uygun olur. Daha  sonra onun telefon numarasını senden alabilir miyim?

Son yapılan sempozyumda yapılan konuşmalardan tuttuğum notlar ile kendi bilgi beceri  araştırma ve tecrübelerimden oluşan karma bir ahilik konulu yazdığım bir makale ulusal düzeyde yayınlanan mali dergilerde bu ay yayınlanacak. Bunu küçük bir katkı olarak yayın hayatına sunmak bana gurur verecek.

Bizler uzmanlaşmış kişiler olduğumuz için körlerin yeni gelmiş bir fili anlamaya çalışmalarına benziyoruz. Eskiler her konuda yetiştiriyorlardı kendilerini. Hem dünyevi bütün dersler ve hem de dini dersler birlikte veriliyordu ve amelle mücehhez hale geliyordu. Örneğin müctehit imamlar bütün konularda kendilerini yetiştirdiği için Kuran’ı tefsir ya da hukuk oluştururken zorlanmıyorlardı. Çünkü Kuran da herşey var. İktisat, sosyoloji, tıp, astronomi, edebiyat, v.s. ancak ben bu sorunu şöyle aşabileceğimizi düşünüyorum. Eğer ben yalnızca filin bacağının boru gibi olduğunu, siz kulağının yelpazeye benzediğini, bir başkası kuyruklu olduğunu söyleyebilir ve biz akıllıca bunları işleyebilir ve biraraya getirebilirsek bu fili tam olarak resmedebiliriz. İşte aranan da budur.

Üç tane Japon Amerika’ya gider ve Amerikalı’lar yeni yaptıkları bir makina üzerinde Japonları seyrettirirler, alay ederler yapamazsınız diye ve fotoğraf çekmelerine izin vermezler. Onlar şöyle yapar. Üçüde farklı açılardan o makinayı üç saat boyunca seyreder ve otele gidince herkes gördüğü resmi çizer ve sonrasında onları birleştirirler, bir bütünü ifade eden yeni bir resim yaparlar. Bütün ortaya çıkmıştır! Artık bunu taklit edip kullanabilirler.

İşte bizim ki de böyle olmak zorunda. Örneğin ben Arapça okuyorum fakat Osmanlıca’yı tam bilemiyorum. Birisinin fütüvvetnameleri,  şecereleri, kitabeleri ve diğer bütün dökümanları okuyup yeni dile çevirmesi gerek. İlk yapılacak iş bu. Sonra bizler üzerinde işleyebiliriz.

İşte işleyen kişilerle ilişkin bir sorun da şudur diye düşünürüm. Örneğin namaz kılmayan bir doktorun hastasına “sen namaz kılmayabilirsin” demesi bana göre yanlıştır. Çünkü hastalığı biliyor fakat namazın önemini bilmiyor. Bu bir eksikliktir. Oruç niye var? Açın halinden anla diye değil mi? Onun gibi yine bir doktor yine hastasına kendi oruç tutmuyorsa o da ona “oruç tutma” diyemez. Bana hasta olduğunu oruç tutamayacağını söyleyip kolaydan icazet almak isteyen kişilere, onları namazsa namaz kılan, oruçsa oruç tutan bir doktora  gitmelerini tavsiye ediyordum. Dini ben biliyorum fakat ben de namaz kılan doktor değilim.

Her neyse, senin de Cuma dışında namaz kılmadığını babandan öğrendim. O söylemedi fakat ben sordum. Ben hem okumuş hem namaz kılanları çok severim. Namaz kılanlar iyi yerlere gelmedikleri sürece İslam’ın ve Müslümanın bir yere gelmesi mümkün değil. Bir yere gelenlerin de namaz kılmamaları halinde hizmet etmeleri imkansız değil, fakat biraz zor. Yani konu yalnız kişisel değil. Mutlaka namaz onun bakış açısına yansır. Dedik ya doktorun namaz kılanı. Aynı hesap. Sen namaz kılmıyorsun fakat ahiliğe hizmet etmeye kalkıyorsun. Şüphesiz bu reddedilmez. Adalette kaldığın sürece bir anlam ifade edebilir, fakat bundan recep şöyle insan, şöyle hoca laflarından nefsini koruman gittikçe zorlaşır. Yorumlarında da hata etme olasılığın yükselir.

Ben sana göre bir adım önde olduğumu söylememe lütfen izin ver. Benim yıllar yılı hiç bir namazım asla aksamamıştır. Bunu riya olsun diye değil, örnek olsun diye söylüyorum. Ancak hedefte yine namaz değil Allah’a olan muhabbet yatar. İşte bu muhabbet bize namazı kıldırır, aksattırmaz. Onsuz hayat yaşayamayız biz. Sevap ticareti de yapmayız. Fakat ilahi rıza talebi bizi ihlasa da iter götürür. İşte riya kaybolmuştur. İhlas ise, işte kul ile Allah arasında izah edilemeyen bir ilişkidir.

Kabe de namaz kılan Hz. Peygamberin üstüne namazda işkembe atıldığında kızı ağlıyor. Ona dönerek diyor ki “ ağlama kızım, Allah sevdiklerini terketmeyecektir.”  İşte önemli olan ilişkileri KAVİ tutabilmektir.

Fakat insan garib bir yaratıktır. Koyun gibidir. İki koyun alıp birini yanında kessen diğeri anlamaz. Kişi arkadaşını toprağa verir üzerine toprak atar, dua okur, döner gelir aynı hayata devam eder. Ders almaz.

İşte temel sorun düşüncesizliktir. Kişi düşünmemektedir. Düşünmesi gerektiği gibi yaşamadığı için yaşadığı  gibi düşünmeye başlamakta ve sorgulamamaktadır. İşte kişinin aklı selimine hitab ederken bu gerçeğe dikkat edilmeli ve onu düşünmeye sorgulamaya davet eden ortamların oluşması kadar (örneğin geziye gitmek düşünsel bir ortam sağlayabilir. Bilimde düşünme kuralı bir şeyin etkisini anlamak istiyorsanız onu sistemden çıkarırsınız ve değişiklikleri gözleyerek onun önceki etkisini anlarsınız. Bu da onun gibi. Gezide kişi sistemden çıkmıştır, uyarıcılardan oyalayıcılardan uzaklaşmıştır. İçki kadın ve eğlenceye dalmamışsa aklı selim ifsad olmamış demektir ve bu kişinin biraz olsun düşünebileceği varsayılabilir.- aynı şekilde i’tikaf da aynı etkiyi yapar. Yani ibadet niyetiyle camide belli bir süre inziva aklı başında kişiyi sistemden uzaklaştırmıştır ve  düşünebileceği bir ortam oluşmuştur. – son olarak HAC da öyledir. O da akıllı, bilgili, ve ihlaslı kişilerde gerçek bir müslüman bilincine yönelmelerine yol açar. Örneğin Amerikalı Malkom X, kendi şeyhinin Amerika’da İslamı siyahların eğemenliğinin mücadelesi  olarak algılamış olmasına rağmen o haccca gittikten sonra bunun yanlışlığını, İslam’ın bütün insanların bir tevhit mücadelesi içinde olması ve hak ve çıkarlarını bu düzlemde araması gerektiğini idrak etmiş ve Amerika’ya dönüşünde ondan yollarını ayırmıştır. Filmini belki seyretmişsindir.)

İşte bu düşüncelerin hepsi birer ortamın eseridir. Fakat yine namaz da vardır. Namaz kılmayanın sorunları idrak edebilecek seviyeye gelmesi beklenemez. Çünkü bunun arkasından bir de fikir için mücadele gerekecektir. Yani bilinen anlamıyla cihad.

Sen çok sevmezsen benim için nasıl fedakarlık yapabilirsin ki? Oğlan kızı seviyor ve onun için yapmayacağı fadakarlık yok. Yani sevgi arttıkça harekete, fedakarlığa dönüşebiliyor. İşte bunun birinci ayağı namazdır. O zaman sorun ne kadar sevdiğinizde yatıyor demektir. Suya atlamadan önce ayağımızı suya değdirip “aman bu su soğukmuş” deyip geri mi çekileceğiz, yoksa “ya Allah” deyip kimseden korkmadan balıklama atlayıp dalacak mıyız?

Sen birincisini yapıyorsun. Yalnız cumaya gitmekle ihtiyacın için denizden bir tas su alan insan gibisin. Halbuki bir tasla yıkanamazsın. Denize mutlaka girmen gerekir. kıyıya gelmişsin ve sadece bakıyorsun. O zaten güzel. Ona bir şey olmaz. Sensin ihtiyacı olan. İşte bu temizlik bu arınma, denize girmek namazdır. İnsanı arıtır. Günde beş defa arınan birini düşünsene. Onda hiç kirden eser kalır mı?(hadis)

Aşıkpaşa mezarlığını niye yol üstüne yapmışlar? Herkes görüp ibret alsın diye. Ama kimseyi hiç ibret alır görüyor musun?

Hazreti peygamber akıllı insanı şöyle tarif ediyor: “ akıllı insan ölümü çok düşünen ve ölümden sonrası için çalışan insandır” diyor.

Neden devlet adamları diğer insanlardan farklıdır. Çünkü onlar ileriyi gören insanlardır. Normal olarak da okuyan insanların da biraz ileriyi görmeleri beklenmelidir. Sadece sistematik düşünme yeteneğini geliştirip, sorunların nerelere varacağını hesaplayıp kendi sonunun nereye varacağını düşünmemek ne anlama geliyorsa onun adını sen koy istersen.

Benim lafım bitmez. Ben Allah’a aşığım. Onun dinine hizmet etmekten dolayı ben hep ücretimi alırım zaten. Fakat bunu öne almam. Ben bal yiyorsam sen kuru ekmek yiyorsan bak gel sen de bal ye demekten öte nedir ki? Yani sevgiden dolayı bir davet var sana anlarsan. Ben oturur budistlere, şirke düştükleri için Hırıstiyanlara da üzülürüm ve onlara da dua ederim. Kim olursa olsun bir kişiyi kar sayarım. Gider papazlarla insanları şirke düşürdünüz diye kavga ederim. Benim imanım KAVİdir. Sarsılmaz. Sen de öyle ol. Ucundan tutma, dişlerinle tam ıssır, ve bırakma. Ya da balıklama atla. İhtiyaç kadar müslümanlık da neymiş? Kimden korkuyorsun? Şeytan mı seni ayartıyor? İlahi dinlere ilk inananlar zayıflar, köleler, işçiler fakirler olmuştur. Çünkü onların adalete ihtiyaçları vardı. Ve din de adalet getiriryordu. Sen de onlar gibisin.= İhtiyaç için müslümanlık.

Bu düşüncesizliği bırakmanı dilerim. İstersen Aşıkpaşadan kendine bir yer hazırlattır. O seni daha çok İslama yaklaştırır. Ağır oldu değil mi? Dostlar acı söyler. Sürprizler her zaman iyi netice vermez. Sende sürpriz görme diye bu hafta sonunda bu kadar yazıyı sana döşedim. Teşekkür etmene gerek yok. Baban iyi insan fakat seni namaza zorlamıyor. Onu da uyardım. Ben her namazda çocuklarımı uyarırım. Oğlum namazını kıl diye. Yalnız namaz için telefon ettiğim olur. Asla yılmam. Çünkü bilirim ki ateş var. Müminlerle ilgili bakara suresinin ilk beş ayetinde “müminler ki onlar ahirete de yakinen inanırlar” diye geçer. İşte ben ahireti görür gibi yaşarım. Diğer insanlar da namazını kılsın iyi insan olsun diye kıçımı yırtarım. Sana da kıçımı yırtmış olmuyor muyum.?

Selam ve sevgilerimi yollar çalışmalarının önce adaleti sonra HAKK’ı göstermesini dilerim. Uygun bir zamanda haber bekliyorum.

Not:

-Ahilik dosyası son sempozyuma sen katılmadığın için yararlı olabilir. Genede eleştirilerini almalıyım.

-Yönetimle ilgili yazılar da umarım yararlı olur. Senin de yönettiğin insanlar var, işe yaramalı.

-Namaz yazısı sana çok şey anlatmalı diye düşünürüm. Ben taşı atarım kuşun önüne, kuş gelir kendi çarpar taşa inşallah,

Allah’a emanet ol. Hep onunla yaşa. Hep hatırla. Haftada da bir hatırlayanlara küsmez ama cennet sözünü 5 vakit kılana söz vermiştir. 5 vakit kılmayana sözü yoktur. dilerde azap eder, dilerse bağışlar. (hadis). Yani %50 risk taşıyorsun…

Kal sağlıcakla.

Ahmet atik

3 Kasım 2011
Okunma
bosluk

EVLİLİKTE ÖĞRENECEKLERİMİZ -I

Sistemleri ayakta tutacak genç nüfusun azalması, hükümetlerin etkisinin yatak odalarına girmemesi sosyal politikacıları düşündürüyor.

Nasıl bir gelecek istiyoruz? İnsanın konforunda aileyi ihmal etmek doğru mu? Bireyselleşirken bencilleşmeyi nasıl önleyebiliriz? Bencilleşmenin aile içinde birlikte yaşama biçimine zarar vermesine nasıl çözüm üretebiliriz?

En önemli psikososyal sorunların başında, yaşlıların yalnızlığı ve tek ebeveynli aileler gelmekte.

İnsanların gelecek endişesi azalmak bir yana arttığı için, çocuk yapmamayı tercih eden aileler çoğalıyor. Doğum oranları düşüyor.

Suçun, şiddetin, intiharın, uyuşturucu kullanımının artırması, “Ataerkil aileye dönelim mi?” sorusunu dahi uyandırdı.

Peki, bu durumda ne yapmalıyız? Evlilik kurumunu, buradaki rollerimizi yeniden gözden geçirmemizde fayda var. Yeni evliliklerin yaralanmadan yol alması için kritik öneriler sunma, sarsıntı geçiren evliliklere ise yaralarını saracak ipuçları vermek için bu kapıdan girmek gerek.

Evliliğin temelleri

Evliliğin sağlıklı yürüyebilmesi için de daima beslenmesi, yatırım yapılması, gayret gösterilmesi icap eder. Söz konusu yatırım, kadın erkek psikolojisi, eşler arası iletişim, çocuk ve ergen psikolojisi vs. gibi konularda bilgi sahibi olarak kendini geliştirmesiyle gerçekleşebilir. Bu sınırlar iyi öğrenildiği zaman, evlilik de iyi yürür. Kadın erkek ilişkilerinde, erkek, aşk verir, cinsellik ister; kadın da cinsellik verir, aşk ve sevgi ister. Kadınlar psikolojik doğaları gereği cinselliği ikinci planda tutarlar. Çünkü kadın sevilmeyi, değer verilmeyi duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasını daha çok önemser.

Evlilikteki standartları, kültürler kadar, insanın kişiliğinde bulunan iletişi stili (communication style) ve sorun çözme tarzı (coping style), düşünce biçimi (cognitive style) de belirler. Bu unsur, sosyal bir kurum olan evliliği iki tarafın karşılık uzlaşısına dayalı işleyen bir birliktelik haline getirir.

Dinin aileye bakışı

Bu birliktelikte dini bir inanışa sahib olan bireyler de dinin öngördüğü prensipler dahilinde evliliklerini götürmeye çalışırken sünnet, ve sevap günah bağlamında davranışlarına yön verir ve kul hakkı ile bunun ödeneceği yer olan ahiret inancı ve dolayısıyla Allah korkusu davranışının mihengini oluşturur. Bu yüzden din; eş seçiminden geçime, çocukların terbiyesinden boşanmaya kadar bir çok hüküm serdeder. Laik bir düzende bunun tamamına uyulmasa bile, genel olarak eşleri birbirine hoşgörü ve sabra davet etmesi, başkasını mutlu etmeyi yine bir mutluluk vesilesi sayması aile bütünlüğüne hizmet olarak algılanmalıdır. Çünkü Allah insanı bir nefisten, sonra ondan eşini yaratmış ve birbirinin arasına eş olabilecek bir sevgi var etmiştir, bu ise Allah’ın kudretinin delillerindendir.

              Eş seçiminde hadiste, güzelliğin onları helak edeceği, mallarının onları azdıracağı ifade edilir ve dindar olanın daha faziletli olacağı, bereket getireceği vurgulanır. Eşlerin birbirlerini görmeleri sünnettir. Hz. Peygamber kızı fatma’ya seni Ali’ye vereceğim sen ne diyorsun demiş ve susmasını evet olarak yorumlamıştır. Bugün bazı taikatlarda şeyhler “kızını filana verdim, git kızını al gel” demektedir. Bu dinen sünnete aykırıdır ve bir sapmayı ifade eder.

              Erkek helal kazanıp yedirmekten ve ailenin namaz ve terbiyesinden sorumludur. Ahirette erkeğin yakasına ilk yapışıp namaz ve terbiye vermemesi ile haram lokma yedirmesinden kısas isteyecek olanlar eş ve evlatlarıdır.

Eşlerin birbirine sabretmeleri, bir huyunu beğenmiyorsa beğendiği başke bir huyunun bulunduğuna dikkat çekilmesi yine Allah’ın buyruklarındandır. Kuran’a göre eş ve evlatlar birer imtihandır ve Allah’ın emrinin geldiği yerde onlar geri kalmalıdır. Yani ailenin kişiye Allah’ı unutturmasına izin yoktur. Erkek dinde aile reisidir ve bu gücünü hem fiziki güçlülüğünden ve hem de aileyi geçindirme sorumluluğundan alır. Bu ona ayrıca kadına karşı ilave bir kul hakkı da sağlar. Dolayısıyla ailede görevler bellidir, erkek dışarı işinde kadın ise ev ve çocuk bakımında görevlidir. Günümüzde kadının da çalışması/zorunda kalması bu görev paylaşımını da zedelemiş, kadının ekonomik özgürlüğü onu karşı çıkmanın/boşanmanın zeminine oturtmuştur.

Evlenmek kuvvetli bir sünnettir. Sahabe-i Kiram ölüm döşeğinde bile nikah yaparak ahirete evli yani bir sünnete uyarak gitmek istemişlerdir. Bu yüzden eşleri ölenlerin çok zaman geçirmeden evlenmeleri uygun olur.

İslam’da tek eşlilik esastır. Peygamber efendimiz uzun yılları tek eşle geçirmiş (55 yaşına kadar) daha sonra 5 yıl dul yaşamış, ancak dinin emirlerinin kadınlara da ulaşması için ayşe validemiz hariç (o da çok zeki idi ve hafıza ve zekası ile İslam’a hizmet etti.) diğer eşleri çocuklu dul kadınlar idi. Yani bir koruma amacı da vardı. Eskiden erkekler yanında yetiştirdiği yetimleri fuhuşa zorlarlardı. Canab-ı Hak onları fuhuşa zorlayacağınıza dışarıdan ikişer üçer dörder alabilirsiniz dedi, ve güc yetirmeyi ve adaleti şart koştu. Yani çok eşlilik olabilir ancak bu şartları belli bir ruhsattır. Teşvik değildir. 

Boşanma bilinen bir konudur. Nikah erketedir ve iki defa “boş ol” demeye izin var fakat üçüncüde başka bir evlilik yapılmadan tekrar dönüş yoktur. Bu bir cezalandırmadır.

Dini temellere dayanan evlilikler ayrılıkla sonuçlanmaz mı? Elbette olabilir. Ancak önce bir gayret ve sabra davet vardır, şayet olmayacaksa “Allah’ın sevmediği tek helal boşanmadır”(hadis)

               Modern çağın aileye bakışı

Kadın ve erkek rollerindeki değişim, beklentilerin yükselmesi ve yoğun stres altında yaşama gibi modern hayata eşlik eden problemler, ailenin kendine ait psikolojik ve sosyal sınırlarını zorlamaktadır.

Modern hayat, tüketim ekonomisi ve rekabetin her alanda teşvik edilmesi yönündeki tutumlar, bireylerin beklenti seviyesini yükseltti. Bu da küçük şeylerden mutlu olmayan, sahip oldukları şeylerin kıymetini bilmeyen insanlardan oluşan toplumları ortaya çıkardı. İstatistiklere göre Batı toplumlarında alanında en iyi olan on kişiden ancak üçü kendisini “mutlu” hissediyor, geri kalan yedi kişi ise “mutsuz” olduğunu söylüyor. Materyalist düşünce ile birlikte maddi hedeflerin ön plana çıkması ise, insanların sadece kendilerini düşünmelerine, sadece kendilerini mutlu etmeye çalışmalarına yol açtı. Bu durum genel anlamda sosyal sorunlara neden olurken, aile kurumunu da temelden sarstı. Kapitalist sistem, aile kurumunu, erkek hâkimiyeti-kadın hâkimiyeti çatışması üzerine kurulan bir mücadele alanına sürükledi. Adeta, özgürleşme ve bireyselleşme adına aile kurumu kurban edildi. 1960′larda tüm dünyada başlayan nikâh karşıtı akımlar, evlilik dışı beraber yaşamayı teşvik etti ve “aile kurumuna ihtiyaç yok” düşüncesini yaygınlaştırdı. Batı, bu düşüncenin karşılığını toplumsal dejenerasyon şeklinde ödedi; hâlâ da ödüyor. İnsanlık tarihinde, bu çağdaki kadar çok boşanmanın yaşandığı bir dönem görülmemiştir. Batıda her iki evlilikten birisi boşanmayla sonuçlanırken, Türkiye’de de boşanma oranları her geçen yıl artıyor. Boşanmaların bedelini ise daha çok çocuklar ve toplum ödüyor.

Batı’da çocuğunu duygusal yalnızlığa iten anne baba, ileri yaşlarda yalnız kalıyor. Bunun önüne geçecek tek şey, aile bağları ve aile içi iletişimdir. Batı, aile kurumunun çökmesiyle toplumda meydana gelen dejenerasyonu önleyebilme ve bireylerin yetişmesi için aile kurumuna yatırım yapılması gerektiği artık iyice açıklık kazandı.

Ülkemizde aile kurumunun güçlü gelenekler üzerine kurulu olması, inanç sistemimizdeki “başkasını mutlu et, kendini de mutlu etmiş olursun” yaklaşımı sevap – günah çizgisi modern hayatın aile kurumuna yaptığı tahribata bir dereceye kadar engel olmaktadır. Bununla beraber, ülkemizde de boşanma oranlarının her geçen yıl artması, aile facialarının sıradan hale gelmesi, evlilik dışı beraberliklerin artması modern hayatın aile kurumuna zarar verdiğini göstermektedir. İlkokulda 22 kişilik sınıfta 6 aile sorun yaşıyor.

Evlilikten beklentiler

Eşler arasındaki uyumun belirleyicilerinden en önemlisi, evlilikten ne beklendiğidir. Beklentilerin gerçekçi olup olmadığı ve kadın ile erkeğin beklentilerinin birbirleriyle örtüşüp örtüşmediği evlilikteki uyumun kalitesini belirler. Beklentiler birbirine ne kadar yakın olursa, uyum da o kadar kolay gerçekleşir.

Evlilikte tarafların beklentileri farklıysa; örneğin erkek çocuk düşünüyor ama kadın istemiyorsa ya da eşlerden bir daha romantik bir ilişki bekliyor, diğeri ise romantizmden hoşlanmıyorsa sorunların yaşanılması kaçınılmazdır.

Evlilik ortak bir projedir

Eşler evliliği ortak beklentiler üzerine kurmalı ve ortak bir proje haline getirmelidir. Bunun yerine, iki taraf da kendi gemisinin kaptanı olmaya çalışırsa evlilikte sorunlar yaşanır.

Kişilikler mi uyumlu olmalı, beklentiler mi?

Evlilikte çiftlerin kişiliğinin uyumlu olması sanıldığı kadar önemli değildir.  Bu nedenle evlenmeyi düşünen biri, kendine “Evlilikten n bekliyorum ve ne yapmalıyım?” diye sormalıdır. İnsan alışveriş yaparken bile düşünür, ölçüp biçer.

İyi eş olmak için kariyer yeterli mi?

Günümüzde özellikle gençler tozpembe hayallerle gerçekçi olmayan beklentilerle evliliğe adım atıyorlar. Evlilik kararında, karşılarındaki insanın karakterinden, evlilikten ne beklediğinden, yaşam felsefesinden vs. daha çok, cüzdanına, kariyerine ya da fiziki görünümüne bakıyorlar. Hâlbuki gerçekçi beklentilerin üzerine kurulan evliliklerde temel sağlam olduğu için, sorunlar yaşansa bile yeniden toparlanılır.

Evlilik uzun yolculuğa çıkmaktır

Evlilikten beklenti seviyesinin yüksek olması, eşler arasında yaşanan sorunların en önemli nedenlerindendir. Çünkü yüksek beklentilerin karşılanmaması, kişinin hayal kırıklığı yaşamasına neden olur. Bu yüzden evlilik, uzun bir yolculuğa çıkmak gibi düşünülmeli, iyi ve kötü zamanların da olabileceği hesap edilmelidir. Önemli olan evliliğin paylaşım noktasında nasıl yaşanabileceğinin bilinmesi ve ortak değerlere sahip olmaktır. Bununla beraber, evlilik kararında her şeyin insanın kontrolünde olması ve yüzde yüz uyum bulmak mümkün değildir. Kişiler, beklentileri ve amaçlarının % 70-80 birbirine uyduğunu, birbirlerini tanıma konusunda da yeterli bilgi sahibi olduklarını düşünüyorlarsa evlilik kararı alabilirler.

Ortak amaçlar ve beklentiler, eşlerden birinin diğerini tahakkümü altına almasına neden olmamalıdır, iki taraf da kendini özgür hissetmeli, kişiliğini yaşamalıdır.

Olaylara iki kişilik bakmak

Kadın ve erkek birbirlerini “Çocuğuma iyi bir model olabilir mi?” diye tartmalıdır. Kadın evleneceği kişinin karakter sahibi, babalık yapacak ve hayatı tek başına göğüsleyecek biri olmasını ister. Erkek ise, eşinden çocuğuna ve evine sahip çıkmasını bekler.

Ortak amaçlar ve beklentiler, eşlerden birinin diğerini tahakkümü altına almasına neden olmamalıdır, iki taraf da kendini özgür hissetmeli, kişiliğini yaşamalıdır. Eşler ortak beklentiler ve amaçlar için enerji harcarken, olaylara ve ilişkilere iki kişilik bakmayı becerebilmelidir.

Farklılıklarda uzlaşma mümkün mü?

Geleneksel aile yapısında farklı kültürlerden bireylerin birbirleriyle evlenmesine pek rastlanmazdı. Özellikle internetin yaygınlaşmasıyla farklı hatta zıt kültürel değerlere sahipinsanların evliliklerine tanık olmaya başladık.

  Eşlerin ana konularda denk olması, evlilik için ideal olandır. Olaylara, durumlara, insanlara aynı gözle bakabilmek; aynı olmasa bile benzer kültürel değerlere sahip olmak sağlıklı bir ilişki için gereklidir.

Evlilikle ‘altın orta nokta’ denilen bir kural vardır. Her iki taraf da alışkanlıklarından taviz vererek birer adım atıp orta noktada buluşursa, kültürel farklılıklar evliliği pek fazla, etkilemez.

Farklı kültürlerden kişilerin evlenmesi aslında bir bakıma zora talip olmaktır; çünkü kültürel farklılıklar eşlerin paylaşım alanlarını da azaltır. Hayata materyalist düşünceyle bakan biri ile maneviyatçı gözle bakan birinin sohbet edebilecek ortak bir alan bulması zordur.

Değişime açık olmak

Farklı kültürden kişilerin evliliklerinde göz önünde bulundurulması gereken nokta, kültürlerin birbirinden ne kadar farklı olduğu değil, tarafların değişime açık olup olmadığıdır. Bir taraf ‘ben böyleyim değişmem’ diyorsa, karşı taraf zor durumda kalır. Evlilikle ‘altın orta nokta’ dediğimiz bir kural vardır. Her iki taraf da alışkanlıklarından taviz vererek birer adım atıp orta noktada buluşursa, kültürel farklılıklar evliliği pek fazla etkilemez. Farklı kültürlere sahip kişiler, değişime açıksalar, ortaya mükemmel evlilikler çıkabilir.

Erkeğin eğitim seviyesi düşükse

Çiftler evlenmeden önce de eğitimdeki seviye farkını açık açık konuşmalıdır. Tartışma anında ya da bir gerginlikte eğitim durumunu ön plana çıkarmama konusunda sözleşmek gerekir. Çünkü insanın psikolojik olgunluğunu, aldığı diploma belirlemez.

Diploma ambalajdır

Büyüklük duygusu taşıyan kişilerle yaşamak zordur, insan eşya alırken bile sadece dış görünüşüne bakmaz, sağlamlığına, hangi malzemeden yapıldığına bakar. Diploma bir ambalajdır, ambalaja bakıp da öze önem vermeyen insanlarla yapılan evlilikler yürümez. Üstelik üniversite, eğitim değil, öğretim verir; yani insanın kişiliğini, ahlakını, alışkanlıklarını, davranışlarını daha iyi hale getirmez, sadece bilgi verir ve sistematik düşünmeyi öğretir. Kişi bunları kendi kendine de yapabilir, ilkokul mezunu olup da herkesin istifade ettiği çok insan vardır toplumumuzda. Bununla birlikte üniversite bitirmiş ama hayata tutunamamış ve kendisini geliştirememiş örneklere de çokça rastlarız.

Psikolojik olgunluk ve yaş farkı

Evlenecek kişilerin psikolojik özelliklerini belirleyen biyolojik yaş değil, yetişme tarzı, eğitim durumu, yetiştiği aile vs. gibi unsurlardır. Bu nedenle evlilikte                      önemli olan kişilerin biyolojik değil, psikolojik yaşlarıdır. Aynı yaşta olup da eşlerden birinin çocuk karakterli, diğerinin ise olgun bir kişiliğe sahip olması mümkündür.

Evlilikte ideal olan, yaş farkının az olması ya da erkeğin en fazla dört beş yaş büyük olmasıdır. Çünkü her yaşın psikolojik ihtiyaçları, beklentileri farklıdır.

Farklılıklar ve ortak noktalar

Evlenmeye hazırlanan çiftlerin, kültür, eğitim, yaş, hayata bakış açısı, ekonomik durum gibi farklılıkların ileride sorun olmaması için birbirini olduğu gibi kabul etmesi, farklılıklar yerine ortak noktaları ön plana çıkarması gerekir. Çünkü eş seçiminde insanın yüzde yüz kendisine uyan birini bulması mümkün değildir. Önemli olan, benzerliklerin yani artıların fazla olmasıdır. Yalnız iki tarafın, söz konusu farklılıkların uzun vadede sorun olmayacağı konusunda uzlaşması gerekir. Evlilik birbirini seven iki kişinin bir araya gelmesi demek değildir. Uzun bir yolculuğa çıkmak ve bu yolculukta ortaya çıkan farklılıkları bir noktada uzlaştırmaktır. Özetle, önemli olan, evlenecek kişilerin birbirini tamamlayabilmesidir.

 Evlilik öncesi kendini tanıma

İnsanın hedef piramidinin en tepesinde soyut hedefler olmalıdır. Maddi hedeflerinse ikinci veya üçüncü planda yer alması gerekir, inançlı birisinin soyut hedefi, Yaratıcısının rızası ve memnuniyetidir. Hatta kariyer koçları bu hedefi şöyle verirler: “Hayatının sonuna geldiğinde nasıl anılmak istiyorsan, mezar taşına ne yazılmasını istiyorsan, idealin bu olmalı.” Evlenilecek kişinin ideallerinin ne olduğu mutlaka dikkate alınmalıdır.

Ben kimim?

Evlenecek kişiler genelde karşı tarafın nasıl biri olduğu üzerinde durur; ancak kendilerini analiz etmedikleri için onunla anlaşıp anlaşamayacaklarının cevabını sağlıklı veremezler. Dolayısıyla evlilikte kişinin kendisini tanıması, evleneceği kişiyi tanımasından önce gelir.

Kendimizi nasıl sorgulamalıyız?

Özbilincimizi güçlendirmek için kendimizi sorgulamada acımasız olmalı, başkalarına karşı ise daha fedakâr, esnek ve hata yapma hakkı tanıyacak tarzda davranmalıyız. Tasavvuftaki nefis terbiyesi de özbilinci yani kendini tanımayı hedefler. Hatta bununla ilgili ilginç bir örnek de vardır: Hz. Ömer bir gün sırtında su tulumu taşırken oğluyla karşılaşıyor. Oğlu diyor ki ona, “Baba niye kendini halk arasında küçük düşülüyorsun, sen koskoca bir halifesin.” Hz. Ömer de, “Nefsim hâlâ içimde. Onu ezmeye çalışıyorum” diye karşılık veriyor. Hz. Ömer gibi biri bile böyle bir yola başvurduğuna göre biz de nefsimizi/kendimizi terbiye konusunda acımasız olmalıyız.

Benlik saygısı

Bazı insanların nasıl bir kişiliği var ki karşılarına çıkan fırsatı değerlendirebiliyorlar sorusunun cevabı için yapılan bir araştırmada tesbit edilen özellikler şunlar olmuş:

1-    Yeni deneyimlere açık olmak

2-    Geleceğe ve hayata olumlu ve umutlu bakmak

3- Geçmişe olumlu bakmak

3-İçlerinden gelen sesi önemsemek

Kiminle evleniyorum?

Ünlü bir düşünür “Evlilik iki kişinin birbirine bakması değil, aynı yöne bakmasıdır” demiş. Bu söz, aslında evlilikte eşlerin ortak ilgi alanlarının ve değerlerinin olması gerektiğine işaret ediyor. Önemli olan evliliğin paylaşım noktasında nasıl yaşanabileceğinin bilinmesi ve evlenecek kişilerin ortak değerlerinin olup olmadığıdır.

Sevgi ikinci planda olmalı

Eş adaylarının birbirini sağlıklı tanıyabilmesi için sevgiyi ikinci, aklı ve mantığı birinci plana almaları gerekir. Evlenmeye hazırlanan gençlerde ise mantıktan çok duygular ön plandadır. Bu nedenle evlenecek genç, duygularının kontrolünde hareket eder ve eş adayını tanımaya çalışırken onun hakkında yanlış değerlendirmeler yapar. Hatta ona karşı objektif olamadığı için doğru değerlendirmeler ile yanlış yargılara varabilir.

Eş adayını tanımanın yolları

Bir insanı tanımanın üç yolu vardır: Birincisi, onun geçmişine bakmak yani geçmiş yaşantısını öğrenmektir, ikincisi, bıraktığı eserlere bakmaktır, insan ilişkilerinde nasıldı, şimdiye kadar neler ortaya koydu, nerelerde çalıştı, çevresinde bıraktığı izlenim nasıldı vs… Üçüncüsü ise, direkt olarak değerlendirme yani kişinin karsısındakinden edindiği izlenimdir. Eş adayı ilk iki maddeyi atlayıp “ben onu seviyorum” diyerek, direkt tanımaya kalkıştığı zaman yanılma payı artar. Bu durum, hem kadın hem de erkek için geçerlidir.

İyi ilişki kurabilmenin önemi

Gençler, “Ben onu sevdim, sevgi her şeyin üstesinden gelir” düşüncesiyle, ya evlenecekleri kişiyi yeterince tanımayı ikinci plana iter ya da onun olumsuz yönlerini görmezden gelirler. Elbette evlilikte sevgi ve aşk önemlidir ama bunlar iyi ilişkinin sonucudur, nedeni değildir. Bu nedenle evlenilecek kişinin iyi ilişki kurulabilecek biri olması daha önemlidir. İnsan evleneceği kişiyle aylarca beraber olsa bile onun geçmiş yaşantısını, çevresinde nasıl tanındığını, yani iyi ilişki kurup sürdürecek biri olup olmadığını tam olarak öğrenemez. Bu yüzden çevre araştırması son derece önemlidir.

Flört

Eş adayları duygusal nedenlerle birbirlerine objektif bakamadıkları için, flört taraflar arasında gerçek manada bir tanışıklık sağlamayabilir. Görücü usulüyle yapılan evliliklerle flörtle yapılan evliliklerde görülen boşanma oranının birbirine yakın olması da bunun en iyi göstergesidir.

İdeal yöntem hangisi?

Günümüz şartları değerlendirildiğinde eş adaylarının birbirlerini tanıyarak evlenmesi için en ideal yöntemi şöyle tarif edebiliriz: Genç, evleneceği kişiyi kendisi seçmeli ama anne babası ya da yakın akrabaları da eş adayının evlenmek için uygun biri olup olmadığı konusunda söz sahibi olmalıdır.

Aile eş adayını onaylamıyorsa…

 Bazı durumlarda ise aile onaylamadığı eş adayını, çocuğunu elinden alacak bir düşman gibi algılar. Burada yapılacak tek şey, “Bakalım kimin dediği olacak?” tarzında çatışmayı alevlendirmek yerine, anne babanın yukarıda bahsettiğimiz rol gereği, çocuğuna karşı uyarı görevini yerine getirmesidir. Anne baba gencin önüne alternatifler koymalı ve onun bu alternatifleri karşılaştırmasına yardımcı olmalıdır.

Uyarılara rağmen genç hâlâ eş seçiminde ısrar ediyorsa, anne babanın, gencin yaşayıp görmesine razı olması gerekebilir. Çünkü bir genci zorla yanlış bir evlilikten kurtarmak, onu başka bir yanlış evliliğin kucağına atmak şeklinde sonuç verebilir. Seçiminde ısrar eden gencin ailenin istediği kişiyle ya da daha sonra başka biriyle evlenmesi, kendisi açısından yanlış bir evlilik olacaktır. Böyle bir durumda, genç, evliliğinde ufak bir sorun yaşadığı zaman hemen anne babasını suçlayacaktır. Anne baba da, sorunlu bir evlilik yapan çocuğunun yükünü her zaman sırtında taşımak zorunda kalacaktır.

Evlilikte olumlu anne baba tavrı

Anne babalar, her konuda olduğu gibi eş seçiminde, çocuklarının “aslan terbiyecisi” olmadıklarını bilmeliler. Çünkü çocuk, sahibi olmaları için değil, koruyuculuğunu yapmaları için anne babaya verilmiş bir emanettir. Anne baba, hayatın kanununun böyle olduğunu kabul etmelidir. Nasıl ki bir kuş yavrusu kanatlandığında yuvasını terk eder ve ondan sonra hayatını kendi kanatlarıyla uçarak sürdürürse, anne baba da çocuğuna doğruyu-yanlışı gösterdikten sonra, onun kendi doğrularını yaşamasına fırsat vermelidir. Bir gencin, hayatının en güzel döneminde, anne babası tarafından yönetilmesi ve kontrol edilmesi hem kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmesini engeller hem de hata yaparak doğruyu bulmasını…

Özetle söylemek gerekirse, çocuk eğitiminde olduğu gibi gencin eş seçiminde de müdahaleci ve kontrolcü anne baba tavrı yanlıştır.

Nişanlılıkta dini nikâh

Muhafazakâr ailelerde, eş adaylarının nişanlılık döneminde birlikte vakit geçirirken dini açıdan ters durumlarda kalmalarını engellemek amacıyla, evlilik öncesinde dini nikâh yapılmaktadır. Nikâh, dini nedenlerle birbirleriyle rahat görüşemeyen çiftlerin önündeki engelleri kaldırır ve böylece karşılıklı tanımayı kolaylaştırır. Ancak özellikle erkekler, dini nikâh yapıldığında mahremiyetin ortadan kalmasını cinsellik anlamında fırsat olarak değerlendirebilirler. Bu ise evlilik gerçekleşmediği takdirde genç kız için yıkım olacaktır. Evlilik gerçekleştiği takdirde ise, erkek eşini kolay elde edilebilir biri olarak görebilir.

“Olmazsa vazgeçerim” düşüncesi

İki taraf için de gerçek evlilik olarak algılanıyorsa ve karşılıklı güveni zedelemeyecekse, nişanlılık döneminde dini nikâh yapılmasında sakınca yoktur. Çünkü evlilikte güven çok önemlidir.

Ayrılmak istiyorum ama…

Nişanın atılmasını gerektiren ciddi bir durum varsa, yapılması gereken iki tarafı da tanıyan üçüncü kişilerden ya da objektif olabilecek aile büyüklerinden görüş almaktır. Krizlerde açık ve net olmak, sorunları ertelememek ve konuşarak çözmeye çalışmak gerekir.

  EŞLER ARASI İLETİŞİM

Evlilik öncesinde tarafların birbirlerini tam anlamıyla tanıması çok zordur. Evlilik öncesi eşlerin birbirlerine duyduğu ilgi evlilikten sonra başka alanlara yönelir. Bütün bunlar kişilerin evliliğe bakış açısını değiştirir ve ister istemez ilişkide krizler, çatışmalar ortaya çıkar.

Yüksek beklentiler ve hayal kırıklığı

Gençler tozpembe hayallerle evliliğe adım atarlar ve beklentileri yüksek olur. Evliliğin ilk yıllarında yaşanan krizler ve hayal kırıklıkları, biraz da evlilikten beklenti seviyesinin yüksek olmasından kaynaklanır. Beklentiler birbirine ne kadar yakın olursa uyum o kadar kolay gerçekleşir. Evlilik ortak beklentiler üzerine kurulur ve ortak proje haline getirilirse, ailenin temelleri daha sağlam atılmış olur. Olaylara, ilişkilere iki kişilik bakabilme becerisi kazanmak, birbirini anlayabilen, mutlu edebilen, paylaşabilen eşlerin birlikteliğini ortaya çıkarır, ilişki de kaliteli bir beraberliğe dönüşür. Bu yapılmaz yani “aynı gemideyiz” duygusuyla hareket edilmezse, zamanla hemen her konuda çatışmaların yaşanması kaçınılmazdır. Evlilikte “ben” merkezli yaklaşımlar ve sadece kendini mutlu etme gayreti, aile olmak için harcanan enerjiyi boşa çıkarır.

Evlilik öncesi gençlerin ilgisi hep birbirlerine yöneliktir ve birbirlerini memnun etmeye çalışırlar. Evlendikten sonra ise şahsi öncelikler ön plana çıkar, tarafların zaafları, kontrolsüz hareketleri daha çok dikkat çeker.jiyi boşa çıkarır.

Tek kişilik düşünme

 Günümüzde evlilik, evlilik öncesinde yaşanan hayatı değiştirmeyen sıradan bir olgu olarak algılanıyor. Gençler “Hem evlenirim hem de canımın istediği gibi yaşarım mantığı ile hareket edebiliyorlar. Doğal olarak, tek kişilik düşünülen evliliklerde devamlılık sağlanamıyor. Boşanmaların büyük oranda evliliğin ilk yıllarında olmasının nedenlerinden en önemlisi evliliği tek kişilik algılamaktır…

Hem aşkın hem arkadaşlığın olduğu evlilikler en ideal birlikteliklerdir. Aşkın yok olup olmaması evliliğin kendisiyle değil, eşlerin bu duyguyu besleyip besleyememesiyle ilgilidir.

Evlilik aşkı öldürür mü?

Eşler, her ne kadar evliliğin ilk yıllarında romantik duygular yaşasalar da aralarındaki aşkın, sevginin giderek azalacağından, ilişkilerinin hiçbir zaman evlenmeden önceki gibi olmayacağından endişe ederler. Bu endişe popüler kültürün aile kurumuna bakışından ve cinsel özgürlük adı altında “evlenmeye ne gerek var, hayatını yaşa” tarzındaki düşünceden ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda bu bakış açısı “evlilik aşkı öldürür” şeklindeki sloganla ifade edilmektedir. Bu sözün ve bakış açısının doğru gibi algılanması evliliğin anlamını, işleyişini, eşler arası iletişimin dinamiklerini bilmemekten kaynaklanmaktadır.

Evliliğin üç dönemi

Evlilik başından sonuna kadar monoton değildir ve birbirinden farklı üç dönemdir, ilk dönemde eşlerin ilişkisine romantik duygular hâkimdir. Daha sonra, karşılıklı kişilik çatışmalarının yaşandığı dönem başlar. Eğer kişiler akıllı davranırlarsa bu dönemi aşarlar. Bu iki aşamadan sonra bağlılık dönemi gelir. Bu süreçte, evlenmeden önce yaşanan aşk da sürer. Evlilik sağlıklı yürüyorsa, aşk duygusu sevgi ve saygıya dönüşür. Bu yüzden hem aşkın hem arkadaşlığın olduğu evlilikler en ideal birlikteliklerdir. Dolayısıyla aşkın yok olup olmaması evliliğin kendisiyle değil, eşlerin duyguyu besleyip besleyememesiyle ilgilidir. Ayrıca birbirine âşık iki kişi evlenmezlerse aşklarının daha uzun süreceğinin garantisini kimse veremez.

SONUÇ: SEVGİ VE AŞK: SONUÇ MU SEBEP Mi?

Bir filozof, “Sevgi dünyayı döndüren güçtür” der. Eskiden “aşk-ı kimyevi” diye bir tabir vardı; maddeler arasındaki ilişkiler bile sevgiyle açıklanırdı. Eşler arasındaki çekim gücünün ana maddesi de sevgi ve aşktır.

Aşk ve sevgi evliliğin ya da ilişkinin nedeni gibi düşünülür hep. Aslında iyi ilişki varsa, eşler arasında aşk ve sevgi ortaya çıkar. Bu iki duygu iyi ilişkinin başlangıcı değil, sonucudur. Evlilikte ideal olan hem sevginin, hem iyi ilişkinin beraber yürümesidir. İyi ilişki varsa sevgi çoğalır, yoksa azalır. Bu nedenle evlenecek kadın ve erkek arasında, başlangıçta nefretin ya da negatif duyguların olmaması birlikte yaşamaları için yeterlidir. Çiftin birbiriyle ilgili ilk izlenimleri sıcak ve olumluysa, zamanla sağlıklı bir evlilik ilişkisi ortaya çıkabilir. Birbirlerini çok az tanıyan ama kanı ısınan kişilerin evlilikleri örnek evlilik olabilir. Öte yandan birbirine âşık iki kişi, evlendikten altı ay sonra birbirinden nefret eder hale gelebilir. Dolayısıyla eşler arası iletişimde çok önemli bir yere sahip olan aşk ve sevgi, evlilik için sebep değil ancak sonuçtur. Sevgi, evliliğin başında da, ortasında da, sonunda da gerekli bir duygudur.

Sevgiyi korkuyu azaltır

İnsanlar arası ilişkilerde sevginin en önemli sonucu, güven duygusu oluşturmasıdır. Evlilikte de bu böyledir. Sevgi, eşler arasında güveni artırır, korkuyu azaltır. Korkunun azalması da insanın kendini rahat hissetmesini sağlar. Sonuç da, eşler arasında dostluk duyguları ortaya çıkar. Sevginin azaldığı yerde düşmanlık ve korku duyguları gelişir.  Bir kişinin sürekli korku yaşaması ise sürekli savunma psikolojisiyle hareket etmesine neden olur. Böylece güven duygusu zayıflar, kişide “karşı taraftan bir zarar gelecek” düşüncesi oluşur.

Sevgi dengeli verilmeli

Eşlerin birbirine karşı sevgide cömert olması sağlıklı bir ilişki için önemlidir. Ancak taraflardan biri verilen sevgiyi istismar ediyorsa, buna bir demeyi de bilmek gerekir.

Eşinden sürekli sevgi alan bir kişi, bunun azaldığını görünce, bol harçlık almaya alıştığı halde bir sefer az para alınca afallayan çocuk gibi “ne oldu” diye düşünerek kendine çeki düzen verir, ilişkinin sağlıklı yürümesi için bu dengeyi kurmak önemlidir. Sevginin dilleri olduğu gibi şekilleri vardır. “Seni seviyorum çünkü güzelsin” ya da “Seviyorum çünkü benimle ilgileniyorsun” şeklinde ifade edilen sevgi, şartlı sevgidir. Eşlerin birbirlerine bu sekilde yaklaşmaları doğru değildir. Çünkü bu tür mesajlar alan bir kişi, karşı tarafın kendisini sevmesini sağlayan özelliğini kaybettiğinde, sevilmeyeceğini düşünecektir. Örneğin bir eş, eşini güzelliğinden dolayı seviyorsa, kadın yaşlandıkça sevilmeyeceğini hissedecektir.

Eşim beni seviyor mu?

Sevmek kadar önemli bir ihtiyaç vardır, sevilmek. Sevilme ihtiyacı, erkekte de kadında da vardır ama kadında daha belirgindir. Sevilmeme duygusunda dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Eşinin sevilme ihtiyacını karşılayamayan kişide bu duygu hiç mi yok, yoksa kişi sevgisini ifade edememe sorunu mu yaşıyor? Genellikle sorun yaşayan eşlerin, sevilmedikleri sonucuna çok çabuk vardıkları görülür. Çünkü “Eşim bana şöyle davrandı, demek beni sevmiyor” şeklinde düşünmek, ilk başta hem mantığa yakın geliyor hem de daha kolay. Özellikle kadınlar bu duyguya daha çabuk kapılıyorlar. Halbuki çoğu zaman sorun, sevgi azlığından değil, karşı tarafın sevgisini ifade edememesinden ya da sevgisizlikten yakınan eşin, kendisine verilen sevgiyi algılayamamasından kaynaklanır.

Evliliğin üç temel bağı olan sevgi, saygı ve güven, eşlerin duygularına göre şekillenir. Bu üç temel bağ birbiriyle ilintilidir ve evliliği ayakta tutar.

Duyguların rengini bilmek

Bütün duygular, üç ana duygumuz olan korku, sevgi ve güvenin çeşitli oranlarda kendi aralarında karışımından ortaya çıkar. Mesela korku ile sevgi birleştiği zaman itaat, korku ile öfke birleştiği zaman saldırganlık, korku ile üzüntü birleştiği zaman kaçınma oluşur. Bütün duyguların karışımından ise insanın kişilik özellikleri ortaya çıkar. Kişiler arası iletişimde, insanın duygularının farkında olması ve bu farkındalık üzerinden davranışlarını ve tepkilerini belirlemesi, sağlıklı bir ilişkinin temel kuralıdır. Bu kural, eşler arası iletişimde de geçerlidir.

Evliliğin üç temel bağı olan sevgi, saygı ve güven, eşlerin duygularına göre şekillenir. Bu üç temel bağ birbiriyle ilintilidir ve evliliği ayakta tutar. Sevgi ve saygı devam ederken güven zayıflarsa, bir müddet sonra diğer iki bağ da gevşer. Ya da sevgi azaldıysa, zamanla saygı ve güven bağı da zayıflar. Önemli olan bu üç bağın aynı seviyede tutulmasıdır. Bunun için de kişi eşinin duygu rengini bilmeli, onun üzüldüğü, öfke duyduğu, endişelendiği, hoşlandığı durumları anlayabilmelidir.

Neden önce iyi ilişki?

Aldatma gibi büyük bir ihanet olmadıkça bu üç temel bağ eşler tarafından onarılabilir; çünkü sevgi gibi diğer duygu bağları da değişkendir. Bir kişiye güvenmiyorsak ve saygı duymuyorsak, bu ona ömür boyu saygı güven duymayacağımız anlamına gelmez. Dolayısıyla eşlerarası sorunlarda en çok karşılaşılan şey; “Artık eşim beni sevmiyor, bana saygı duymuyor. Bu beraberlik bitmiştir. Şeklinde yakınmak yerine, iyi ilişki kurmanın yollarını aramak gerek. Bu yüzden, aşk ve sevgi, iyi ilişkinin sebebi değil sonucudur diye vurguluyoruz. Kadın veya erkek, eşiyle iyi ilişki kurmanın yollarını arar ve bulursa sevgi, saygı ve dolayısıyla güven kendiliğinden oluşur.

YORUM YAPIN SÖZ SİZDE!
saliha
sevgi mi belirleyici iyi ilişki mi

yukarıda Allah insanı bir nefisten, sonra ondan eşini yaratmış ve birbirinin arasına eş olabilecek bir sevgi var etmiştir, bu ise Allah’ın kudretinin delillerindendir. diyorsun aşağıda ise Aşk ve sevgi evliliğin ya da ilişkinin nedeni gibi düşünülür hep. Aslında iyi ilişki varsa, eşler arasında aşk ve sevgi ortaya çıkar. Bu iki duygu iyi ilişkinin başlangıcı değil, sonucudur diyorsun. bu bir çelişki değil mi. bana göre sevgiyi allah verir. geçim olursa parlar. olmazsa zayıflar. cevap beklerim.

 

hüseyin
bireyselleşme ve bencilleşmeye karşı, islam bizi koruyacaktır.

evlilikte de ahlak, temel unsur. Biz namazımızı inancımız gereği kılarız ancak evde geleneklerimizle hareket eder ve dinin emirlerini uygulamayız.bu sakat anlayış ticarettede var. halbuki din insanın her şeyini kuşatmalıdır. yolda giderken, yatarken, alışverişte, okurken bile ilmi allah’ın bir sünneti olarak okumak gerek. o zaman dimağı insanın daha da açılıyor, anlayışı kuvvetleniyor. çocuğu mal olarak görmek çok yanlış, o korunması gereken bir emanet o kadar. o zaman onun kişiliği de ortaya çıkıyor ve baskıdan uzaklaşılıyor. tebrik ederim. yani çalışmalarınızı bekleriz.selamlar.

 

hasan
sevgi mi, iyi ilişki mi?

biz sevgiyi mutluluğun nedeni olarak görürdük. siz sonuçtur diyor ve iyi ilişkiye dikkat çekiyorsunuz. gerçekten anlaşma sevgiyi de doğurur mu? konu insan olunca tek çözüm yerine her bir aile ve insan için ayrı ayrı çözümler üretmek gerekmez mi? ama yine de bazı ortak şifrelerden hareket etmek gerektiği konusunda size katılıyorum. yararlanılması dileğiyle saygılar sunarım. kaleminize kuvvet…

 

salih
aile rehberi

mutlu aile rehberi gibi bir yazı. uğraşıldığı belli. topluma bir güzel hizmet. hizmette esas ayağa götürmek bu da o anlama geliyor. sevgi ve saygılarımla.

 

kemal
mutluluk nerde?

aranan şey mutluluk. nerde? parada mı eş demi evdemi işdemi?yoksa bunları nasıl kullanacağınızda mı?o zaman şifre gerek. işte bu yazı bu şifreleri vermeyi iddia ediyor. inşallah taliplisini bulur..

 

2 Kasım 2011
Okunma
bosluk

Ahi Evran-ı Veli ve Hacı Bektaş-ı Veli’den Tutulası Öğütler

OKU

 

BİLDİKLERİNLE AMEL ET

 

İNSAN OL, SAMİMİ OL, ADİL OL

 

SIR TUT

 

SU-İ ZAN DA İSABET EDECEĞİNE, HÜSN-Ü ZAN DA YANIL

 

ELİN KAPIN SOFRAN AÇIK OLSUN

 

DİLİNE SAHİP OL

 

İNCİNSENDE İNCİLTME

 

HER NE ARARSAN KENDİNDE ARA

 

DAĞITAN DEĞİL, TOPARLAYAN OL

 

DENGE VE DÜZEN TUTTURAN OL

 

BOŞA DEĞİL, DOLUYA BAK

 

GÜLER YÜZLÜ, TATLI DİLLİ OL

 

DAİMA HAK SÖYLE, GÜZEL AHLAKLI OL

 

AFFEDİCİ OL, SABIRLI OL, TEVAZU SAHİBİ OL

OKU: yararlı şeyleri oku. Önce kafa çalıştıracak şeyler, sonra hayali artıracak romanlar, sonra da dinlendir. Hergün bir ayet ve bir hadis mutlaka oku ve amel etmeye çalış. Okurken seçici davran, kötü şeyleri okuma. Sürekli eğitimi hedef al.

BİLDİKLERİNLE AMEL ET:akşam okuduğunu  sabah uygulamaya çalış. Hiç bir şey yapmasan okuduğunu bilincine yerleştir ve imanını kuvvetlendir.

İNSAN OL, SAMİMİ OL, ADİL OL:herkese merhametli ol. Düşmanının da insan olduğunu unutma. Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme./samimi ol, sıcak ol, inandığını söyle, söylediğine inan./önce adaletli ol sonra iyilik yap. Adil olmadan iyilik yapmaya kalkma. Kimsenin sırasına tecavüz etme. Kimsenin sırasını başkasına verme.

SIR TUT:kimsenin söylediğini başkasına aktarma. Kim ne söylerde anlamazsan yine ona sor, başkasına sorma. Komşuda duyduğunu eşine taşıma. Annenlerde duyduğunu eşine taşıma. Eşinin sırrını annenlere götürme. Bazı şeyler sende kalabilsin.

SU-İ ZAN DA İSABET EDECEĞİNE, HÜSN-Ü ZAN DA YANIL: filanca şöyle diye isabetli bir şey söyleyeceğine, bildiğini güzelliğe yalan olarak değiştir ve öyle söyle. Rakı içene süt içiyor de. Bira içene şişeye su koymuş da su içiyor de. Geçmişe tövbe et, geleceğinden emin olma, çünkü bilmiyorsun, bugünü doku, değerlendir.

ELİN KAPIN SOFRAN AÇIK OLSUN:elin açık olsun yani cömert ol. Maaşından bir miktarı daima düzenli olarak bir fakir aileye aktarmalısın./kapın açık yani konuksever ol, kimseye artık kalk git der gibi usangın davranma/sofran açık olsun yani ikramdan kaçınma, her hafta bir çorba da olsa komşuna gönder.

DİLİNE SAHİP OL:kimseye kötü söz söyleme. Gıybet etme ve edeni dinleme, gıybet ediliyorsa önce önlemeye çalış, olmuyorsa orayı terket. Dedikodudan sakın. Doğruysa gıybet olur, yanlışsa iftira olur. Ağzına gelen kötü sözü önce tart, sonra söyle. Kötüyse yut.

İNCİNSENDE İNCİLTME: Aşık der incidenden/incinme incidenden/kemalde noksan imiş/incinen incidenden. (Erzurumlu alvarlı efe)

HER NE ARARSAN KENDİNDE ARA: Her ne ararsan kendinde ara. Kimsede kusur arama. Herkeste kusur arayan, ALLAH’ta da kusur arar./ Allah’ın sanatının tacellisini kendinde ara. O sanatının     tümünü sende icra etti. sen de onu gör artık./iyiliği de kendinde ara ki iyilik meleği olabilesin. Kendinde insanlığını tazahür ettirmelisin. İç dünyan zenginse bu dış dünyana da yansır. Bilgiyi düşünceye dönüştürmelisin ki fikir çıksın ve insanlar bundan istifade etsin. İnandığını aşkla yap ki insanlar da etkilensin. Hayrını dervişvari yap ki insanları etkilesin. Dünyanda güzellik dürüstlük iyilik alınıp satılsın ve pahası gül olsun. Cümleler doğrudur doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen. Herkesi veli bilirsen bir zarar görmezsin. Ya yaratılışta kardeşiz ya da inanışta. Çatışmadan gelişme çıkmaz, yarışmadan gelişme çıkar. Balık gölüne göre büyür. At binicisine göre oynar. Kocan veya karın senin tutumuna göre davranır. Bu yüzden  senin nasıl davrandığın onun nasıl davrandığına yol açar. Yani kendine bakmalısın, sorun varsa kendinde aramalısın.

DAĞITAN DEĞİL, TOPARLAYAN OL:kimsenin yuvasının ya da arkadaşlığının dağılmasına sebeb olma. Birleştirici ol, gerekirse bunun için yalan söyle. İkili ilişkilerde  kötü söylenenler sende kalsın. İletme. Daima yapıcı ol. Bir hayır yapılacaksa hemen öne geç ve liderlik yap. Hayra teşvik et. Önce sen yap. Birlikteliklere önem ver. Kocanın istemediği kimselerle konuşma ve onları eve alma. Kocana itaat et. Kocan yanlış da söylese önce  ikaz et, baktın tutmuyorsa sen onun yanlışına itaat et. Her itaatinden sevap aldığın gibi yanlış görünenin sonucunun da iyiye kalbolduğunu görürsün.

DENGE VE DÜZEN TUTTURAN OL: Her şeyde, her ortamda, her çağda denge ve düzen tutturmalısın. Aşırı olmak yerine daima bir ortalamaya dikkat etmelisin. All thing in moderation, moderation in all thing.=herşeyde ortalama, ortalama her şeyde.(ingiliz atasözü) Yıkan değil yapan, dünya ve ahiret dengesini tutturan olmalısın. Kendine de kaldırabileceğin kadar yük yüklemelisin.

BOŞA DEĞİL, DOLUYA BAK: daima bardağın ya da kişinin iyi taraflarının da varolduğunu düşünmelisin. Hep o iyi tarafıyla değerlendirmelisin. Özellikle eşinin kötü huylarının yanında iyi huylarının da bulunduğunu düşünmeli ve kötü huylarına sabretmenin Allah katında çok sevap olduğunu düşünmelisin.

GÜLER YÜZLÜ, TATLI DİLLİ OL:daima güler yüzlü ol, tatlı dilli ol. Canın sıkıldığında da güler yüzlü olmaya çalış. Suratını ekşitme. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır demişler. Acı söyleme, kusurları yüze vurma. İlla bir şeyler söyleyeceksen onu dolaylı söyle. Tatlı dilden kaybetmezsin. Söyleyeceğini tatlılıkla ima da edebilirsin. Böyle olursa cevap hakkı doğurmaz.

DAİMA HAK SÖYLE, GÜZEL AHLAKLI OL: Daima doğruyu söyle. Yalan sürdürülemez bir iştir. Bir yer gelir patlak verir. Güzel gerçektir/gerçek güzeldir denir. İç dünyan zenginse bu dış dünyaya yansır-hadis- güzelliğin dürüstlüğün iyiliğin alınıp satıldığı bir dünye olsun. Toplumu yönetici, yöneticiyi alim, alimi para ve makam bozar. Alim cesaretli olarak doğruları söyleyecek. Emri bil mağruf, nehyi anil münkeri yap, yani iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına bir iş gelirse ona da sabret. Cümleler doğrudur doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen. Bazı aykırı görüşleri savunabilecek cesrette olmalısın. Toplum bununla ilerleme sağlar./

Güzel ahlaka dikkat et. Kibir, ucub(kendini beğenmek), riya(gösteriş), gıybet, nemime(koğuculuk) iftira, hased, hubbu dünya(dünya sevgisi), öfke, cimrilik’ten uzak dur.

BAĞLI OLANLAR: Gözün bağlı ola(kendi ayıbından başka kimsenin ayıbını görmeye ve gördüğünü eteğiyle örte), kulağın bağlı ola(yaramaz haberleri ve gıybeti dinlemeye), dilin bağlı ola (kendini ifade ede fakat saygılı da ola), gönlün bağlı ola (haktan gayriye muhabbet etmeye), hırsı bağlı ola (tamah etmeye), nefsin bağlı gerek (nefsin her istediğini yapmaya, ona muhalefet ede), boynu bağlı gerek (davete muhalefet etmeye), gazabı bağlı gerek (kimseyle dava ve niza etmeye, kızınca uzak dura ve arkasından abdest ala),ayağı bağlı gerek (yaramaz yerlere varmaya), sıdkın bağlı ola (yapıştığı yerde muhkem dura, sağlam bir itikat üzere ola)

AÇIK OLANLAR: sofran açık ola, kapın açık ola, gönlün açık ola, dilin açık gerek(tatlı söz, zikir ile tesbih, ve kimsenin gönlünü kırmaya), hulki açık gerek (küçük şeyler için darılmaya, sabır ede, öfkesine hakim ola), lütfu açık gerek (sıkıntısını bildirenin işini yapabildiği kadar bitire), keremi açık gerek (kimsenin sözün reddetmeye), sehaveti açık gerek (cömert ola), gözü açık ola (ibret ile baka ve Hakkı kudretini göre), kulağı açık gerek (her sadayı Hakk’tan bile ve her sözden bir hisse ala), alnı açık ola (sırat-ı müstakim üzere ola ve utanılacak bir iş etmeye)

AFFEDİCİ OL, SABIRLI OL, TEVAZU SAHİBİ OL:Affedici ol, kusurları bağışla, kin ve garaz tutma, küslüğü üç günden fazla sürdürme, haklıyken ve hakkını alabilecekken affedersen Allah c.c. sana cennette köşk yapar. Afda hata cezada hatadan iyidir.

Sabırlı ol, eza ya da cefada sabırlı ol, evliliğinde yürümeyen şeyler olursa önce açık ve net ol, sonra sabırlı olarak dayanmaya çalış, feda  etme. Kıskançlığını dengeli tut aşırıya kaçma.

Tevazulu ol, nefsini ez, ona muhalefet et, meşhur olma duygusunu frenle, bu çok kuvvetli bir duygudur.ilmi Allah’tan bilirsen teşekküre ve tevazuya gidersin. Aksi halde kibre düşersin,  dikkat et. Başkasını kendine tercih et. Ne  söylediğin kadar nasıl söylediğin de önemlidir.

2 Kasım 2011
Okunma
bosluk

EVLİLİKTE ÖĞRENECEKLERİMİZ -II

SEVGİ DİLLERİ

Sevgi, evliliği ayakta tutan temel duygulardan biridir. Eşlerin birbirlerine sevgi duymadığı evlilikler, ya sağlıklı yürümez ya da biter. Evlilikte sevginin olması kadar, eşler arası iletişimde karşılıklı olarak ifade edilmesi ve her iki tarafında da buna algılaması da önemlidir. Çünkü bütün duygular gibi sevginin de ifade edilişi ve algılanması kişilerin karakterine, kişiliğine, alışkanlıklarına, yetiştirilme tarzına vs. bağlıdır. Kısacası sevginin de kişiden kişiye değişen dilleri, renkleri vardır. Sevginin ve sevgi dillerinin tohumları küçük yaşlarda atıldığı için, çocuğa sevginin ve sevgiyi ifade etmenin de öğretilmesi gerekir.

Yapılan bir araştırmada, mutlu evliliklerin üç özelliği tespit edilmiştir. Bunlardan biri beraber zaman geçirmek, diğeri takdir, yani onay sözcüklerini yeterli düzeyde kullanmak, üçüncüsü ise hizmet davranışıdır. Hizmet davranışına kadının, erkeğin bir ihtiyacını görmesini ya da erkeğin hasta olduğunda eşiyle ilgilenmesini örnek verebiliriz. Araştırmada çıkan üç ortak sonuç da, bir biçimde sevgiyi  ifade etme dilidir.

Bir insanın, kendisine gösterilen sevgiyi algılayıp algılamadığını da, sevgi dili belirler. Mesela sevgi dili hediye almak olan bir kadın, eşine sevgisini ifade etmek için ona  hediye alır. Erkek ise eşini sevdiği halde ona hediye almazsa, kadın sevilmediğini zanneder. Aynı kadın, aslında eşinin sevgi ifadesi olan onay sözcüklerini ise, iltifat olarak değerlendirebilir. Annesi babası tarafından dokunularak sevilen bir kişi, evlendiğinde fiziksel temasla sevilmeyi ister. Bu onun sevgi dilidir.

Şheaksper’in bir diyoloğu şöyledir “Kocam beni seviyor mu?” sorusunun cevabı, “Senin için yaptığı fedakârlıklara bak” şeklindedir = sevgi dili. Eşler sadece eşinin kullanacağı bir hediye alarak, hem kendinden hem de hediyenin fonksiyonelliğinden fedakârlık yaparak sevgisini gösterebilmelidir.

Eşinizle sizin sevgi dilleriniz farklıysa…

Karşı tarafın sevgi dili, fiziksel temas, hediyeleşmek, beraber zaman geçirmek, açık iletişim kurmak vs’den hangisiyse o dili fark ederek, o yoldan ilerlemek gerekir. Seni seviyorum’la sonuç alamayan eş b planına geçmelidir. Evlilik yüz kapılı saray gibidir, biri kapalıysa diğerleri mutlaka denenmelidir. Sevgi bazan sözle ifade edilemiyorsa davranışlardan çıkarsama yapılmalıdır.

              Sevgi beyinsel bir ihtiyaçtır

Sevgiyi yaşama biçimi, kadın ve erkek fıtratına göre değişir. Erkek sevgisini cinsellikle birlikte yaşamak isterken, kadın cinsellikten ziyade göz temasına ya da fiziksel temasa öncelik verir. Erkeğin, cinsellik olmadan eşine sarılarak yatması, onunla göz teması kurması, “seni seviyorum” demesi, iltifat etmesi ve güzelliğini övmesi, kadınlar açısından önemli sevgi gösterme biçimleridir ve eşler iletişimde sevginin canlı tutulması için gereklidir. Çünkü insanın fıtratında bulunan sevgi beslenmezse, eşler arasındaki uyum ve iletişim ne kadar sağlıklı olursa olsun, zamanla körelir.

Nasıl ki bedenin giyeceklere ihtiyacı varsa, beynin de duyguları düzenleyen alanlarının sevgiye ihtiyacı vardır. Bu alanlar sevgiyle beslendiği için, sevgi olmadığı zaman beyinde bir boşluk hissi oluşur ve kişi sevilmediğini düşünür. Bu da kişinin yanlış adımlar atmasına, depresif bir ruh haline girmesine ve farklı arayışlara yönelmesine neden olur = duygusal ihmal. Erkek, eşini sevdiği halde ona sürekli ters davranıyor, bağırıp çağırıyorsa kadında sevilmediği şeklinde bir düşünce gelişir. Kadın sevildiğini bilse bile, kaçınılmaz olarak zamanla güvensizlik duymaya başlar.

KISKANÇLIK/GÜVEN/FEDAKÂRLIK

Sevgiden sonra, eşler arası iletişimi etkileyen en önemli duygular kıskançlık, güven ve fedakârlıktır. Bu duyguların iyi yönetilmesi gerekir.

Negatif bir duygu olan kıskançlığı yaşamak utandırıcıdır. Bu yüzden çok kıskanç kişiler, kıskanç olduklarını kabul etmek istemez ve bu duygularını karşı tarafa direkt olarak söyleyemez ve kişi devamlı eşini sorgular. Onun kendisini sevip sevmediğini test eder. Eşiyle arasında açık bir iletişim yoksa kadın, beyninde çeşitli senaryolar yazar ve kendisi de yavaş yavaş bunlara inanır. “Beni eskisi gibi sevmiyor, acaba hayatında başka biri mi var?” gibi düşünceler kadının psikolojisine hâkim olur. Sonuçta kadında eşine karşı güven duygusu zayıflar ve kıskançlık başlar. Böyle durumlarda eşteki ilgi azalmasını güven problemi haline getirmek yanlıştır. Bunun yerine “Eşim benimle eskisi kadar ilgilenmiyor, ilgisinin artması için ne yapmalıyım?” diye düşünerek çözüm yolları aranmalıdır. Karşı tarafın ilgisi yoğunlaştığı zaman sevgi de buna bağlı olarak artmaya başlayacaktır.

Kıskançlığa karşı açık ve net olun

Kıskançlık, eşleri, kardeşleri, arkadaşları birbirine düşüren önemli bir duygudur, ciddiye alınmalı ve akıllıca hareket edilmelidir.

Aşırı kıskanç eşe açık ve net davranmak gerekir. Örneğin, “Ben senin aklından geçen şüpheleri uyandıracak bir insan değilim. Bana güveniyorsan evliliğimiz devam etsin, güvenmiyorsan ayrılalım” şeklinde kararlı ve açık konuşulduğu ve davranıldığı zaman, bu tutum onda güven oluşturur. Yoksa, eşinin kendisine güven duymadığı bir evliliği sürdürmek her gün kızılcık şerbeti içmek gibidir.

Çatışmaya girmek yerine onunla sakin bir şekilde, ses tonunu yükseltmeden konuşmak gerekir. Kıskanç eşe “Sen beni sorguluyorsun ama bana güvenmiyorsan bunu ispatlaman gerekir” tarzında açık iletişim kurarak yaklaşılmalı ve kıskançlığının neden kaynaklandığı mutlaka öğrenilmelidir.

Kıskançlığın altından bazen cinsel açıdan kendine güvensizlik ve eşini tatmin edememe düşüncesi de çıkabilmektedir. Kişi aslında kendisini zayıf hissettiği için eşinin kendisini aldatacağı düşüncesine kapılarak basit bir mantık hatasıyla ‘eşim beni aldatıyor’ kanaatine gidebilmektedir.

Bir kıskançlığa bir iyilik

Kıskanç eş aslında karşısındakine “Bana önem ver, bana değer ver” mesajını aktarır. Sevgi dolu bir bakış, eşine değer verdiğini gösteren bir hareket, ufak bir hediye, kıskanan eşin kendisini sorgulayarak “Ben haksızlık yapıyorum galiba” diye düşünmesini kolaylaştırır. Yani açık iletişim ve net tavır koymak gibi, iyilik yapmak da kıskançlığı azaltır, inanç sistemimizdeki “Bir kötülük yaptığında zaman hemen arkasından iyilik yap. Kötülüğü gidermenin en güzel yolu budur” anlayışından hareketle yapılacak iyilikler, kıskanç eşin kendisindeki hataları fark etmesini sağlayacaktır. Dolayısıyla eşlerin birbirlerine verebileceği en büyük hediye güven duygusudur. Güven duygusu ise fedakârlıktan ve sevginin canlı tutmasından beslenir…

Fedakârlığın da ölçüsü olmalı mı?

Fedakârlığın sınırı, fedakârlık yapılan tarafın kişiliğine göre ayarlanmalıdır. Karşımızdaki kişi nankör değilse, ona yapılacak fedakârlıkta sınır koymaya gerek yoktur. Bir kişi nankörse, küstahsa, hep kendi çıkarlarını düşünüyorsa, böyle bir kişiye yapılan fedakârlıkta mecburiyetin dışına çıkılmamalıdır. Çünkü bu kişiler hep kendilerine hayranlık uyandırmak ve almak isterler. Fedakârlık gördükleri zaman, bunu yapan kişiyi küçük ve saf gibi görmeye başlarlar. Böyle kişilere karşı fedakârlığa sınır koymazsak, o kişinin egosunu iyice şişirir ve kendini daha çok beğenmesine neden oluruz. Fakat genede kadın evliliğim devam etsin diye tek taraflı fedakarlığını biraz da çocukları için sürdürmek isteyecektir. Ancak bunlar Allah indinde de karşılığı olan şeylerdir. İnsan namazla almayacağı sevap ve makamı sabrı ile alır. Velilerden Beyazıt’ı Bistami hazretleri namaza dururken hem kendisi hem de cemaat kabe’yi görüp öyle namaza dururlarmış. Bir gün cemaat kabe’yi göremez olmuş. Sormuşlar, hocam ne oldu, bir şey mi var denilince, demiş ki, sormayın, eski bir hanımım vardı bana çok eziyet ediyordu, bende ona sabrediyordum, hem ben hem siz, kabeyi görüyorduk. Fakat şimdi o öldü. Yeni ve genç bir hanım aldım. Her sözümü tutuyor, bana da sabredecek bir şey kalmıyor, bu yüzden kabe de görünmüyor, demiş. Bir canlı örnek de bir akrabam olan eşimin teyzesinin beyi asker emeklisi Metin abiden. Metin abinin babası küçükken vefat eder ve beş kardeş ortada kalırlar. Anneleri büyük bir gayretle bu beş çocuğu büyütür meslek sahibi yapar ve evlendirir. Yaşlı teyze geçtiğimiz yıllarda öldü.aradan birkaç yıl geçince Metin abi rüyasında annesini görür. Rüyasında annesinin saçları up uzun olup yerlerde sürünmektedir ve diğer cennet kadınları onu ziyarete gelmişlerdir. Oğluna der ki, oğlum buraya namazsız gelinmiyor! İşte yetim yetiştirmenin Allah katındaki karşılığı cennettir. Eh, namaz da olursa daha garanti.  

İşte dinin sabra teşvik ve mükafatı olmasa evlilikler daha çabuk bitebilir. Günümüzde namaz ve iman noksanlığını, bencillik, kolay elde etme, mücadelesiz hayat sürme isteği, her şeyi hazır bulma, en ufak bir anlaşmazlıklarda kişiyi evliliği kurtarmak için çaba göstermek yerine hemen ayrılmaya götürmektedir. Kolay bulunan kız arkadaşlıkları da çekici olmaktadır. Fakat asıl darbeyi çocuklar yemektedir. Eşimin ilkokulundaki sınıfında 22 öğrenciden 6 sı ayrılma modunda. Eşim şahsi gayretiyle ikisini bir araya getirdi. Diğer öğretmenlerin tavrı şu. Canım sorunlu koca çekilir mi? Ayrılsın gitsin. Toplumun bu affedilmez tavrını anlamak mümkün değil. Din, iki kişi arasını bulmayı sevap saydığı gibi bu konudaki birleştirici bir yalanı da hoş görür.

İş mi aile mi?

Sağlıklı bir aile yapısını bozan unsurlardan biri de, eşlerin iş bayatında hırslı olmasıdır. Çağımızda bireylerin iki önemli hastalığı vardır. Biri bencillik, diğeri de lüks düşkünlüğüdür. Erkekler, kendilerini iş hayatına kaptırıp aileleriyle yeterince ilgilenmeyerek farkında olmadan bencillik yaparlar. Kadınlarda ise her şeyin en iyisine sahip olma hırsı vardır. Tüketimde ve iş hayatında hırs, hem aileyi hem de eşlerin ruh sağlığını olumsuz etkiler.

Hemen her insanda, daha hızlı yaşama, daha mutlu olma, daha iyisini elde etme, başkalarının yapamadığını yapabilme arzusu vardır. Bu eğilim, insanoğlunun her alanda ilerleyebilmesi ve gelişmesi için şarttır. Burada bütün mesele, ölçüyü iyi ayarlamaktır.

Erkeğin önceliklerini şaşırarak, iyi baba, iyi eş ile iyi iş adamı olma arasındaki dengeyi bozması hırs sınırları içerisindedir. Aynı cümleyi kadınlar için de kurabiliriz. İş hayatına odaklanmış bir erkeğin veya kadının önceliklerini iyi belirlemesi gerekir. Eşlerin hedef piramidinin en üst noktasında, var oluş amacına uygun soyut idealleri olmalıdır. Bu idealin altında ise mutlu bir aile hayatı, iş hayatında başarı, insanlara faydalı olma gibi hedefler yer almalıdır.

Kendisini iş hayatına kaptıran kişi, vicdanına sık sık “Birkaç fabrikaya sahip olmak mı önemli yoksa topluma faydalı çocuklar ve gençler yetiştirmek mi?” diye sormalıdır. Ve bilmelidir ki iyi evlat yetiştirmekten daha büyük servet yoktur.

İLETİŞİMİN GÜCÜ / AİLEDE KRİZ YÖNETİMİ

Eşler, birbirleriyle iletişim kuramıyorlarsa ya da sürekli çatışmak bir iletişim içindeyseler, yapmaları gereken ilk şey birbirlerinin iletişim dilini öğrenmektir. Bu da, iki tarafın da “Şu ana kadar uyguladığım iletişim dili başarılı olmadığına göre başka bir alternatif denemeliyim” şeklinde kendini sorgulamasına ve çözüm için kafa yormasına bağlıdır. Eşler hep böyle zihinsel sorgulama içerisinde olurlarsa, doğru iletişim yolunu bulacaklardır. Mesela erkek, ailede güç ve kontrolün kendisinde olduğunu hissetmek ister. Bunun için eşinin kendisine “iyi ki varsın” diyerek yaklaşmasını bekler. Bu duyguyu alamadığı zaman, “güç ve kontrol bende” diyebilmek için sürekli eşini eleştirir. Eşi, eleştirilerinde haksız olduğunu söylediği zaman da,  ”bu evde kimse beni ciddiye almıyor” yaklaşımını sergiler. Böyle bir durumda kadın, eşinin eleştirilerine “Haksızlık yapıyorsun eleştirilerin yanlış, sen de söylesin, böylesin” diye karşılık verdikçe, çalışmalı iletişimden kurtulmak mümkün olmaz. Bunun yerine, kadın, iletişim dilini değiştirerek, eşine önem verdiğini hissettirme yoluna giderse, erkek de eleştirilerini azaltacaktır.

Kadın, biraz Hürrem Sultan olmalı

Çatışma ve krizlerde taraflardan birinin biraz alttan alması ve diğer tarafı yönetmesi, yönlendirmesi çok önemlidir. Gerek kültürel yapımız, gerekse aile içindeki rol dağılımı bu konuda fedakârca davranmayı daha ziyade kadına yükler. Siyasi sonuçlarını bir kenara bırakırsak, Hürrem Sultan’ın Kanuni Sultan Süleyman gibi bir padişahı yönlendirebilmesini buna örnek verebiliriz. Bilindiği gibi Kanuni, Hürrem Sultan’dan doğan ve kendisine isyan eden oğullarından birinin idam edilmesine karar verir. Hürrem Sultan, oğlunu kurtarmak için Kanuni’ye “Sen ne biçim babasın, nasıl oğlunu öldürmeyi düşünürsün” demek yerine, “Yüksek ruhlarda kin barınmaz, sen yüksek ruhlu bir insansın, affet oğlunu” der. Kanuni de bu sözlerden etkilenerek oğlunu affeder. Yani Hürrem Sultan, Kanuni’nin olumlu özelliklerini ön plana çıkararak, beklenmedik bir şekilde onun kararını değiştirmeyi başarır.

Akşam sendromu

Tıpkı Hürrem Sultan gibi, eşler evlilikte yaşanan sorunları çözmek için sürekli çatışmaya girmek yerine; karşı tarafın olumsuz özelliklerini bir kenara bırakıp olumlu özelliklerine odaklanmalı ve duygularına hitap etmelidir. Birçok sorunu çözmek için, güzel söz söylemek bile yeterlidir. Çünkü güzel söz, sevgiyi artırır, insanın güzel konuşabilmesi için de önce güzel görmesi gerekir. Güzel gören güzel düşünür ve konuşur, güzel konuşan ise iyi ilişkiler kurar, çevresinde pozitif çekim oluşturur. İslam dininde de karı kocanın birbirine lütufkâr davranması esastır. Yani sadece kadının ya da erkeğin değil, ikisinin de birbirine lütufkâr davranması tavsiye edilir.

Dikkat eğitiminde kullanılan bir söz vardır; “Dur düşün, yap; dur, düşün, konuş.” Bazı insanlar düşünmeden konuşurlar. Önce söyler, sonra düşünürler. Böyle durumlarda karşı tarafın ruhu yaralanır. Ruhu yaralanan kişi sessiz kalmayı tercih eder, kimseyle konuşmaz.

Ailede krizler fırsattır

Çincede ‘kriz’ kelimesinin iki farklı anlamı vardır; tehlike ve fırsat. Bir çatışma yaşayan eşler kendilerine, “Bu bana ne öğretti? Ben nasıl bir hata yaptım da böyle bir çatışma oldu? Çatışmanın tekrarlanmaması için ne yapmalıyım?” gibi sorular sorarak olayı analiz ederlerse, krizi fırsata dönüştürebilirler. Çatışmalardan ders almaya yönelik bu tarz yaklaşımlar evlilik için faydalıdır. Bu yüzden eşlerin, çatışma olduğunda kriz yönetimi uygulamayı öğrenmesi gereklidir.

Kadın-erkek ilişkilerinde bir sorun olduğu zaman, kadın bunun hakkında konuşmayı, sorunları ifade etmeyi ister, erkek ise içine kapanarak düşünmeyi tercih eder.

Kilit nokta: Psikolojik ihtiyaçlar

Kadının önceliği çocuklarını iyi yetiştirmek ya da ev işleriyken, erkeğin önceliği ailenin ihtiyaçlarını karşılamaktır. Her ne kadar evliliğin ilk yıllarında romantik duygular ön planda olduğu için her iki taraf da ilgisini birbirine yöneltse de, çocuk olduktan sonra kadının ilgisi çocuğa, erkeğin ilgisi işine odaklanır. Eşlerin birbirine ilgisi zayıfladığı için, iki taraf da evliliklerinde sevginin azaldığını düşünmeye başlar. Bu da aile içi çatışmaların daha kolay yaşanmasına neden olur.

Evliliğin ilk yıllarından 40′lı yaşlara kadar olan dönemde iş hayatı, erkekler için bir güç ve statü göstergesidir. Erkek çalışarak egosunu tatmin eder. Ancak bir erkeğin mutlu olabilmesi için iş adamı, baba ve eş rollerini yaşaması ve uygulaması gerekir. En ufak bir çatışmada eşine, “Yediğin önünde, yemediğin arkanda, daha ne istiyorsun, sana rahat batıyor”  diye yaklaşan bir eş varsa, aslında bu, kadının ve erkeğin psikolojik ihtiyaçlarının çatışmasıdır. Kadının psikolojik ihtiyacı paylaşmaktır. Kadın-erkek ilişkilerinde sorun olduğu zaman, kadın bunun hakkında konuşmayı sorunları ifade etmeyi ister, erkek ise içine kapanarak düşünmeyi tercih eder. Erkek eve geldiği zaman eşine vakit ayırmıyorsa, onunla konuşmuyorsa, kadının psikolojik ihtiyaçlarının farkında değil demektir. Bu durumda kadın duygusal ihmal yaşar, zamanla duygusal travma ve ardından depresif durumlar gelebilir.

Siyaset ve iş hayatında eşle olan ilişki düzeyi önemlidir. Her başarışlı eşin arkasında ona mutluluk veren, onu destekleyen bir eş vardır. İslam’da danışma vardır ve eşlerle de yapılabilir. Hac yapmak isteyen Hz. Muhammed’e müşrikler izin vermemişler, bunun üzerine peygamberin geri dönüşe razı olmasına taraftar olmayan sahabi söz dinlemeyince eşi ona “Ya Rasulüllah sen kurbanını kes ve dön onlar seni takip edeceklerdir” demiş, bunun üzerine sahabi de uymak zorunda kalmıştır. Halk arasındaki eşine sor ve tersini yap anlayışının dinle bir alakası olmayıp tamamen safsatadır.

Danışarak ortak karar almak hem kararın uygulamasını kolaylaştırır, hem de fikrinin sorulması kişiye değer verildiğini gösterir, mutluluk kaynağı olur.

Sevgiyi çekim odağı yapmak

Erkeğin iş adamı rolünü, baba ve eş rollerinin önüne koymasının yanı sıra, ailesiyle vakit geçirmemesi de evlilikte psikolojik ihtiyaçların giderilmesine engel olur ve çatışmaları körükler, işten evine dönen erkeğin, ailesiyle vakit geçirmesini engelleyen en önemli faktörlerden gece geç saatlere kadar dışarıda vakit geçmeye sebep olan kahvehane kültürüdür.

Son yıllarda, televizyonun etkisi ile kahvehane kültürü biraz zayıflasa da, yine de canlılığını korumakta ve birçok erkek, bu alışkanlık yüzünden ailesini ihmal etmektedir. Kahvehane alışkanlığı olan erkeği bundan vazgeçirmek için kadının akıllıca hareket etmesi gerekir. Elbette erkeklerin bazıları sessizliği, yalnızlığı, bazıları ise muhabbeti, sohbeti sever. Kadın, eşinin neyi sevdiğini bilir ve ona göre hareket ederse; örneğin eşine “Sen ne biçim erkeksin, çocuklarınla ilgilen, kahvehaneye gitme” diyerek yüklenmek yerine, evi çekim odağı haline getirmenin yollarını ararsa başarılı olur. Önemli olan karşı tarafta “işim bitsin de bir an evvel evime gidebileyim” duygusunu uyandırabilmektir.

Burada da, kadın ve erkeğin biyolojik yapılarından kaynaklanan psikolojik ihtiyaçlarındaki farklılıklara göre hareket edilmelidir. Araştırmalar gösteriyor ki, kadın eşinin fiziksel güzelliğinden çok evinin güzel olmasını ister ve cinselliği değil de dostluğu arzular. Erkek için ise cinsellik ön plandadır ve ev ortamının fiziki görüntüsünden çok huzurlu bir yuvaya sahip olmak önemlidir, iki taraf da birbirine doğru adımlar atarak, yaradılıştan gelen farklılıkları bir noktada buluşturmayı başarmalıdır. Sürekli şikâyet ve iletişimsizlik, evi çekim merkezi olmaktan çıkarır. Unutmamak gerekir ki, en büyük çekim odağını sevgi oluşturur.

Eşler arasında ortak değerler ne kadar fazla olursa, paylaşım da o kadar sağlıklı olur. Bu nedenle iletişimi canlı tutmak isteyen taraf, eşinin değerlerini öğrenip kendi değerleriyle ortak olanlara odaklanabilir.

 

İlgi alanlarınızı tespit edin

Ailede eşlerden birinin iletişim kurmak istemesine karşın, diğerinin duyarsız davranması da krizlere neden olur. Bir bayan danışanım, kendisiyle konuşmadığı için eşine o kadar yüklenmişti ki, eşinden “Beni sağır ve dilsiz kabul et” cevabını almıştı.

Kadınlar yapıları gereği sorunları konuşarak çözmek isterler. Ortada bir sorun yoksa bile, eşleriyle sohbet ederek, paylaşma duygularını tatmin etme yoluna giderler Kadınların erkeklerden çok konuşmasının nedeni budur. Hatta anne karnında iken kız çocuklarının dudakları erkek çocuklara göre iki misli daha fazla hareket eder. Erkekler ise bir problem olduğunda daha çok kendi kabuklarına çekilip sessiz kalma eğilimi sergilerler. Bazı erkeklerde bu eğilim daha da belirgindir. Eşinin bu yönünü anlayamayan kadın ise kendisini yetersiz ve değersiz hisseder; kendine güvenini kaybeder.

Kadın, eşinin içine kapanma eğilimini çözmek istiyorsa, önce buna saygıyla yaklaşmalıdır. Eşiyle sözlü iletişim kurma ve paylaşma çabalarını frenlemeli, onun ilgi alanlarına dahil olmayı denemelidir. Bunun tersine, eşine kendi ilgi alanına çekmeye çalışırsa, onun savunmaya geçmesine neden olabilir. Dolayısıyla eşinin ilgi alanı neyse o konuda konuşmaya çalışmalı; örneğin eşi politikayla ilgiliyse, evin içindeki sorunlardan bahsetmek yerine güncel siyasi olaylar hakkında konuşmayı denemelidir.

Eşler arasında ortak değerler ne kadar fazla olursa paylaşım da o kadar sağlıklı olur. Bu nedenle iletişimi canlı tutmak isteyen taraf, eşinin değerlerini öğrenip kendi değerleriyle ortak olanlara odaklanabilir. Bu, eşleriyle iletişim kurmakta zorlanan erkekler için de sağlıklı bir yaklaşım olacaktır. Eşlerin ortak değerlerinin fazla olmadığı bir birliktelikte, konuşma ve iletişimin daha az, krizler daha çok yaşandığı unutulmamalıdır.

YAYGIN İLETİŞİM HATALARI

Tartışma olmayan, iletişim kazaları yaşanmayan evliliklerin olduğunu düşünmek gerçekçi değildir. Evlilikte eşler arası iletişim hataları ve krizler en çok romantik duyguların hâkim olduğu dönemden sonra gelen kişilik ve güç çatışmalarının kendini gösterdiği evrede yaşanır. Genellikle bu dönemdeki çatışmalar, eşlerin ilgilerinin birbirlerinden başka alanlara (çocuk, iş hayatı gibi) yönelmesiyle bağlantılıdır. Kadın ve erkekte kişiliğin üç ana özelliği olan düşünce kalıpları, iletişim tarzı ve iletişim yöntemindeki farklar, romantik dönemden sonra ortaya çıkarak güç çatışmaları şeklinde kendini gösterir. Çünkü herkesin çocukluğunda yazılmaya başlanan hayat senaryosu içerisindeki aktörler, evlilikle beraber yerini yeni aktörlere bırakır. Fakat aktörlerin rol modelleri, kişilikleri aynı değildir dolayısıyla farklı davranırlar. Bu yüzden eşler ezberlerindeki hayat senaryosunu değiştiremedikleri zaman “Eşim benim istediğim gibi davransın, benim kurallarıma ve şartlarıma uysun” şeklinde düşünmeye başlarlar. Bu da eşlerin birbirini değiştirmeye çalışmasına neden olur. Eşler arasındaki yaygın iletişim hatalarının temelinde bu tarz kişilik çatışmaları vardır.

Evlilikte eşler arası iletişim hataları ve kriter en çok romantik duyguların hâkim olduğu dönemden sonra gelen kişilik ve güç çatışmalarının kendini gösterdiği evrede yaşanır.

Eleştiri, sevginin düşmanıdır

Eşinin ihtiyacını, beklentilerini arayıp bulmak, orta noktada buluşmak yerine, kendi hayat senaryosunu karşı tarafa empoze edenler, suçlu ya da suçsuz olduğunu düşünmeden müvekkilini körü körüne savunan avukatlar gibi davranırlar. Oysa evlilikte hâkim gibi olmak, yani ortada bir problem olduğu zaman “Acaba eşim haklı mı?” diye düşünebilmek sağlıklı bir iletişim için şarttır, ilişkilerde “Seni seviyorum”dan daha güzel bir söz varsa o da “Sen haklısın” diyebilmektir. Eşlerin gerektiğinde sorunlar karşısında birbirlerine “Sen haklısın” diyememesi zıtlaşmayı körükler ve sorun ne olursa olsun, taraflar birbirinin kişiliğini sorgulamaya başlar.

Erkek ve kadının, kadın-erkek iletişiminden beklentisi birbirinden farklıdır. Erkek bir sorun olduğunda kabuğuna çekilerek, düşünür ve çözüm üretir, demiştik. Yani erkek çözüm odaklıdır. Kadın ise sorunu çözmeyi hedeflemez, onu eşiyle paylaşmak ister. Erkek iletişimin bilgi aktarımı; kadın ise yalnızlığı giderme ve paylaşma boyutunu önemser. Bir başka deyişle, iletişimde erkeği sonuç, kadını ise süreç ilgilendirir, iki taraf da birbirinin bu yönünü dikkate almazsa, ilişkide sürekli iletişim hataları meydana gelir. Örneğin erkeğin yaptığı sekiz işten üç tanesi yanlış ise, kadın yapısı gereği yanlış olanlara yönelir ve bunları eleştirir. Erkek ise hatalarının söylenmesinden, kendisiyle buyurgan bir edayla konuşulmasından rahatsız olur.

Kadının ise bir sorun olduğu zaman konuşarak rahatlaması adeta şarttır. Bu yüzden, evde bir sorun yaşandığı zaman erkek eşini mutlaka dinlemelidir. Sorun çözülmeyecekse bile, rahat rahat konuşabilmek kadının psikolojik ihtiyacının karşılanmasını sağlar.

Eşler arası iletişimde hatalara odaklanarak eleştirel bir dil kullanmak ve karşı tarafı yeterince dinlememek sevgiyi azaltır. Doğru yapılan işleri takdir etmek yani olumlu olana vurgu yapmak ise sevgiyi artırır.

Eşinizin kişiliğini hedef almayın

Eşler genellikle, eleştiriyi kişiliklerine yapılmış bir saldın olarak algılarlar. Eleştirilen taraf, “Eşim beni sevmiyor, aşağılıyor, küçük görüyor” diye düşünmek yerine, eleştirilen davranışı neyse onu düzeltmeye çalışmalıdır.

Eleştiride dikkat edilmesi gereken hususlardan biri, karşıdaki insanın kişiliğini hedef almamaktır. Örneğin kadın, çocukları ihmal eden eşine “Sen gaddar bir babasın” diyerek onun kişiliğini hedef almak yerine, “Çocuğumuzla birlikte vakit geçirmen önemli, onu ihmal etmek doğru değil” tarzında yaklaşmalıdır.

Problemleri çözmeye çalışırken kullanılan dil de önemlidir. Eşinizle ‘sen diliyle konuşmak, onun savunmaya geçmesine neden olur. Bunun yerine ‘ben’ dili tercih edilmeli; “Şu durum beni incitiyor” ya da “Böyle davranman beni kırdı” gibi ifadeler kullanılarak çözüm aranmalıdır. ‘Sen’ dilini kullanarak eşinizi değiştirmeye çalışmak, hem onun savunmaya geçmesine sebep olur hem de sorunu kişilik çatışmasına dönüştürür.

Eşler karşı tarafı değiştirmeye çalışmak yerine, önce kendilerini değiştirmelidir. Sorunlar karşısında “eşim benim istediğim gibi olsun” yaklaşımıyla hareket etmek, onu değiştirmeye çalışmaktır ve insan, doğası gereği her zaman değiştirilmeye tepki verir. Bu da, problemleri içinden çıkılmaz hale getirir. “Bize vakit ayırmalısın, bu senin görevin” gibi zorunluluk ifade eden cümleler kullanmak, uzun vadede olumlu sonuç vermez. Bu  tarz bir hitaba maruz kalan kişi, sorun çıkmasın diye birkaç kere gönülsüz olarak eşinin istediğini yapar ama bunu devamlı hale getirmez. Eşinin değişmesini isteyen kişinin, “Birlikte nasıl vakit geçiririz?” diye düşünerek, buna uygun ortamlar hazırlaması yani önce kendisi şartları hazırlayıp ondan sonra karşı taraftan özveri beklemesi daha sağlıklı bir iletişim tarzıdır. Ortada bir sorun varsa, kişi önce kendisini değiştirmeli ardından da eşinin değişmesini beklemelidir. Özellikle erkekler, kendilerine bir şeyi yapmaları gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmazlar. Bu yüzden kadın, eşine yol göstermek yerine zemin hazırlama yolunu seçmelidir.

Eşler genellikle, eleştiriyi kişiliklerine yapılmış bir saldırı olarak algılarlar. Eleştirilen taraf, “Eşim beni sevmiyor, aşağılıyor, küçük görüyor” diye düşünmek yerine, eleştirilen davranışı neyse onu düzeltmeye çalışmalıdır.

Keşke’ demek çözümsüzlüktür

Sık sık yaşanan sorunlar, kadında ya da erkekte zaman zaman pişmanlık duygusu doğurabilir, insanın ruh sağlığını bozan, problemler karşısında elini kolunu bağlayan duyguların başında pişmanlık gelir. Sürekli ‘keşke’ diyen bir insanın ruh sağlığının bozulmaması mümkün değildir. Bu kelime, insanın psikolojik enerjisini geçmişe dağıtarak boşa harcamasına neden olur. Sorun yaşanan evliliklerde özellikle kadınlar, pişmanlık duygusuna daha çok kapılırlar. Çünkü toplumsal nedenlerden dolayı evlilikten vazgeçmek onlar için daha zordur, bu da çaresizlik duygusuna ve beraberinde pişmanlığa yol açar. Ayrıca kadınlar yapıları gereği çözüm yerine sorun odaklı düşündükleri için, problemlerin düzelmeyeceği hissine kapılarak, evlendiklerine daha çabuk pişman olurlar. Sadece evlenme konusunda pişmanlık duymak değil, ortaya çıkan diğer sorunlara karşı da, “Keşke şöyle yapsaydım/yapsaydı, eşimle sorun yaşamaz, şimdi daha mutlu olurduk” diye düşünmek insanın enerjisini boşa harcamasına, sorunlar karşısında pasif kalmasına neden olur. Pişmanlık duyup ‘keşke’ demek yerine sorun ya da sorunların nedenini bulup adım atmak gerekir.

Evlilikte eşleri pişmanlık noktasına getiren sorunların temelinde, birbirlerine karşı sevgi, ilgi ve saygının (bunlara nezaket de eklenebilir) azalması yatar. Özellikle kadın için sevgi, ilgi ve incelikten yoksun bir evlilik adeta kabustur. Bu üç unsurun iyice zayıfladığı bir evlilikte, kadın ya da erkeğin atacağı adımlar önemlidir. Eşler “Ne yaparsam sevgiyi arttırırım?” sorusunun cevabını ne kadar çok düşünürlerse pişmanlıktan o kadar uzaklaşır, evliliği yoluna koymaya yaklaşırlar. Kişi istedikten sonra, eşinin psikolojik ihtiyaçlarını, ilgi alanlarını ve evdeki dengeleri gözeterek sağlıklı bir diyalog kurmanın yolunu bulur, insan olaylar karşısında çaresiz, güçsüz, aciz değildir. Eşlerin ‘keşke’ kelimesini çok kullanmaları kadar, sorunlar karşısında ümitsizliğe düşmeleri de tehlikelidir.

Evlilik test edilmez/Kendini gerçekleştiren kehanet kuralı

Eşlerin yaptığı en önemli iletişim hatalarının biri de, tartışmaları ve sorunları evlilik testlerine dönüştürmektir. Evlilikte her çatışmayı tartışmaya dökerek evliliği bitirme tehdidinde bulunmak ciddi şekilde kumar oynamaktır. Tartışmalarda taraflar dürtüleriyle hareket eder ve birbirlerinin sadakatini test etmek için boşanmayı gündeme getirirler. Tartışma esnasında taraflardan birinin, “Ben gidiyorum, evi terk ediyorum” ya da “O zaman ayrılalım” şeklinde bir tavra bürünmesi genelde onun gerçek niyetini temsil etmez. Bu sadece karşı tarafa, “ayağını denk al” ya “beni kaybedebilirsin” mesajını vermektir.

Tartışmalarda sürekli bu tarz bir yaklaşım sergilemek ‘kendini gerçekleştiren kehanet kuralı’nı işletmeye başlar. Bu kurala göre söylenen söz veya ifade edilen durum samimiyetle dile getirilmemiş olsa bile bir müddet sonra gerçekleşir, insanın söylediği söz ok gibidir, ağızdan bir kere çıktıktan sonra artık kontrol sahibinde değildir ve nereye gideceği kestirilemez. Bir söz beyinde üretildikten sonra sık sık tekrarlanırsa, beyin o söze uygun başka mesajlar da üretmeye başlar. Sonra da insanın kendisi, ilk başta gerçek amacı farklı olan o söze inanmaya başlar. Mesela çalışkan bir çocuğa sürekli tembel derseniz, bir müddet sonra o çocuk, buna gerçekten inanmaya ve tembel rolüne girmeye başlar. Bu yüzden bırakın tartışmaları, normal bir iletişim anında dahi şaka bile olsa “boşanalım, ayrılalım” gibi sözleri kullanmak doğru değildir.

Eşler “Ne yaparsam sevgiyi arttırırım?” sorusunun cevabını ne kadar çok düşünürlerse pişmanlıktan o kadar uzaklaşır, evliliği yoluna sokmaya yaklaşırlar.

Eşinizin sırdaşı mısınız?

Muhakkak eşlerin başka hiç kimsenin araya giremeyeceği, kendilerine özel bir alanlarının olması gerekir. Kur’an-ı Kerim’de de eşlerin odasına çocukların bile izinsiz girmemesi, kapıların kapalı olması tavsiye edilir. Bu ilkeden, eşler arasında başkalarının hatta çocuklarının bilmeyeceği özel bir alanın olmasının gerekliliği şeklinde bir sonuç çıkarılabilir.

Oysa genç evliler, evliliklerinin ilk yıllarında: annelerine ya da yakın bir akrabalarına başkalarıyla; paylaşılmaması gereken meseleleri anlatabilirler. Bu  durum bir şekilde diğer eşin kulağına giderse, bu kez oda  eşine karşı doğal davranamaz hale gelebiliyor.

Ev, bir eş için psikolojik olarak rahatlayabileceği, doğal davranacağı bir sığmak olmazsa, diğer eşle kurulacak iletişim de sağlıklı olmaz. Bu nedenle özellikle evliliğin ilk yıllarında, karşılıklı güven duygusu üzerine kurulu, sadece eşlerine mahsus özel bir alan oluşturmak ve onu korumak gerekir.

Bir âlim iyi bir evlilik için “Cennet bahçelerinden bir bahçe olur” der. Evliliği güzel bir bahçe haline getirmek demek, ilk yıllarından itibaren hayata, olaylara, sorunlara benzer bakışla bakmayı başarmak demektir. Bu ise öğrenilerek kazanılır, iyi eş olmak, insanın genlerinden gelen bir özellik olmayabilir. Eşleşme/cinsellik biyolojiktir ama evlilik kültürel bir olgudur. Dolayısıyla sorunlar yaşayan eşler, evliliklerini nasıl sağlıklı yürütebileceklerini öğrenebilirler. Sorunlu çiftler mutlaka bu konuda tecrübeli kişilerden ya da profesyonel danışmanlardan evliliklerini nasıl güzel bir bahçeye dönüştürebilecekleri konusunda destek alabilirler. Evliliğe kafa yormamış, iyi bir eşin nasıl olması gerektiğini düşünmemiş bir insanın, evlilikte mutlu olmasını beklemek, kişinin bilmediği bir alanda ticaret yapıp başarı olmasını beklemesi gibidir.

Aşkın, sevginin amacı iki kişinin bir olmasıdır. Aslında varoluşun amacı da, bu ‘bir olma’yı gerçekleştirmek yani insanın Yaratıcısı’yla kendisi arasındaki sınırları ortadan kaldırmasıdır. Kişilik sınırlarının ortadan kalktığı, evrenle bütünleştiği düşüncesini taşıyan kişiler üzerinde yapılan araştırmalarda bu kişilerin beyinlerinde normalden daha fazla mutluluk kimyasalı salgılandığı ortaya çıkmıştır. Bunun için inançlı insanlar, evliliklerinde karşılaştıkları sorunlar karşısında Yaratıcı’ya yönelir ve en kötü durumlar­da bile ümitsizliğe ve karamsarlığa düşmezler.

Dördüncü  Bolüm

EVLİLİKTE ZOR ANLAR

MANTIĞI  DUYGULARIN ÖNÜNE KOYACAK

Eskiler eşler arasındaki kavgaları “evliliğin tuzu biberi” olarak görür ve ilişki için gerekli olduğunu söylerlerdi. Bir bakıma, kavgası gürültüsü olmayan evlilikler pek hayra alamet yorumlanmazdı. Günümüzde ise evliklerin geneli fazlaca tuzlu” ya da “biberli.” Eşlerin birbirine “Artık bu iş burada biter” dediği, kavgaların, tartışmaların yaşanmadığı evlilik­lerin olmadığını söylersek abartmış olmayız.

Ekonomik şartlar, şehir hayatının olumsuzlukları, sosyal nedenler, bireyin toplumda yalnızlaşması gibi nedenler evliliklerde derin krizlerin yaşanma sıklığını artırdı. Bu aynı zamanda çiftleri kriz anlarına hazırlıklı olmaya ya da ilişkideki sorunları krize dönüştürmeden önleme yollarını öğrenmeye mecbur bıraktı.

İnsanlar olaylar karşısında çoğu zaman hisleriyle tepki verirler. Evlilikte yaşanan sorunların, krizlerin en önemli nedeni de eşlerin birbirine olması gerektiği gibi değil de hissettikleri gibi davranmasıdır. Bunu özellikle doğu toplumlarında görmek mümkündür. Doğu kültürünün insanları genelde fazla duygusal oldukları için olaylara objektif bakamaz ve duygusal davranırlar.

Lokman Hekim’e “ilminin hikmetini neye borçlusun nereden öğrendin?” diye sorduklarında, “Körlerden öğrendim. Körler elleriyle yoklamadan hiçbir şeyi kabul etmezler ve kontrol etmeden adım atmazlar” demiş. Yani Lokman Hekim, sorgulayarak, muhakeme ederek, kontrol yaparak ilmini geliştirmiş. Aile içi ilişkilerde de kişinin düsturu bu olmalıdır. Kişi her olay karşısında zihinsel sorgulama yapmalı, olayın nedenine bakarak hareket etmelidir. Evliliklerinde zor anlar yaşayan eşler, duygusallığın olayları objektif bir bakış açısıyla değerlendirmeye engel olduğu unutulmamalıdır. Bu yapılmadığı zaman, en küçük sorunun bile krize dönüşmesi kaçınılmazdır…

İnsanlar olaylar karşısında çoğu zaman hisleriyle tepki verirler. Evlilikte yaşanan sorunların, krizlerin en önemli nedeni de eşlerin birbirine olması gerektiği gibi değil de hissettikleri gibi davranmasıdır.

 

ALDATMA

Evliliklerde eşleri birbirine bağlayan en önemli etken sadakattir. Eşler, evlenirken ömür boyu her konuda birbirlerine sadık kalacaklarına dair söz verirler. Buna karşın evliliklerde sadakati ortadan kaldıran veya zayıflatan durumlar her toplumda yaşanabilir. Bunların başında ise cinsel aldatma gelir. Cinsellik insan için özel biriyle paylaşılacak bir durumdur. Çünkü sosyal bir varlık olan insanın, hayvanlar gibi üreme dürtüsüyle rastgele cinsel ilişkiye girmesi doğasına aykırıdır. Bu yüzden evlilikte cinsel ilişki eşler için son derece özel, özel olduğu kadar da önemlidir. Eşlerden birinin diğerini aldatması, bu özel ve önemli birlikteliğe vurulan bir darbedir. Tüm toplumlarda cinsel aldatmanın, evliliğin anayasasına aykırı bir davranış olarak kabul edilmesinin nedeni de budur.

Cinsel aldatmayı önemsemeyen birinin hiç evlenmemesi daha iyidir. “Hem evlenirim hem de başkalarıyla cinsel ilişkiye girerim” tarzında bir yaklaşım sergileyen kişinin evliliğini sürdürmesi imkânsızdır.

Günümüzde cinsel aldatma çoğu toplum için sosyal bir sorun haline gelmiştir. Tarihin hiçbir döneminde eşlerin birbirini aldatması, modern dünyadaki kadar yaygın olmamıştır. Örneğin Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre evli her 100 kadından 25′i en az bir kere başka bir erkekle cinsel ilişkiye giriyor. Yine evli her 100 erkekten 70′i de başka bir kadınla eşini aldatıyor. Cinsel aldatmanın bu kadar yaygın olması elbette boşanma oranlarına da yansıyor. ABD’de 1955′te boşanma oranları % 10 iken, 1995′te bu oran yüzde 52′ye çıkmıştır. ABD’de ve bazı Batılı ülkelerde son yıllarda kadın ve erkeğin istediği kişiyle cinsel ilişkiye girmesi şeklinde tanımlaman ‘açık evlilik’ler giderek yaygınlaşıyor. Tarafların evliyken başka birileriyle cinsel ilişkiye girmeyi kabullenmesi aslında bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü bu durum, evliliğin anlamına, genetik yapısına terstir. “Evlilikte duygusal bağ daha önemli, duygusal aldatma olmadığı sürece cinsel aldatma önemli değil” yaklaşımının geçerli olması mümkün değildir. Çünkü cinsel aldatma, duygusal bağlılığa zarar verir ve bunun duygusal aldatmadan bağımsız olduğu düşünülemez. Sevgilisi olan erkek ya da kadın giderek ailesinden uzaklaşır, fatura da çocuklara dolayısıyla topluma çıkar.

Cinsel aldatmayı önemsemeyen birinin hiç evlenmemesi daha iyidir. “Hem evlenirim hem de başkalarıyla cinsel ilişkiye girerim” tarzında bir yaklaşım sergileyen kişinin evliliğini sürdürmesi imkânsızdır.

Erkektir aldatır

Birçok toplumda erkeğin eşini aldatması daha yaygındır. Ancak Batı toplumlarında, giderek kadınların erkeği aldatması da yaygınlaşmaktadır. Türkiye’de ise erkeklerin eşlerini aldatması aile kurumu için önemli bir sorundur. Bunun temelinde geleneksel aile anlayışımızın erkeğe adeta aldatma özgürlüğü vermesi yatar. “Erkektir, elinin kiridir, yapar ama döneceği yer yine evidir” düşüncesinin geleneksel aile modelinde hâlâ geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Ancak eğitim seviyesinin giderek yükselmesi ve çekirdek aileye geçişle birlikte erkeğin eşini aldatması da artık boşanma nedeni olarak daha sık karşımıza çıkmaktadır. Yani erkeğin eşini aldatması artık kadın tarafından eskisi gibi kabullenilmemektedir.

Aslında erkeğin aldatmaya meyilli olması onun doğasından yani biyolojik yapısından kaynaklanır. Erkekte neslini devam ettirebilmek için en iyi avantajı/eşi bulma eğilimi kadına göre güçlüdür. Bu da çok sayıda üreme hücresi (sperm) demektir. Kadının vücudunda bulunan yumurta sayısı dört-beş bin arasındadır ve hayatı boyunca kullandığı yumurta sayısı yaklaşık dört yüzdür. Ancak erkekte sadece bir santimetreküp menide beş ila on milyon arasında sperm hücresi bulunur. Bu da erkeğin, neslinin devamı için kadına göre daha fazla cinsel beraberliğe girme eğiliminde olduğu anlamına gelir. Korkuya direnci nispeten daha zayıf olan kadında ise, annelik ve şefkat duygusu ön plandadır. Dolayısıyla kadının anneliği iyi yapabilme ve kendi genlerini aktarabilme eğilimi daha güçlüdür. Bu yüzden kadın, eş seçiminde biyolojik olarak en iyi avantajı yakalayabilmek için cinselliği ikinci planda tutma eğilimindedir.

Aldatma gibi ciddi bir konuda zanla, ihtimalle hareket edilemezi somut delillerin olması gerekir. Somut bir durum varsa, oturup soğukkanlı bir şekilde sorunu masaya yatırmak Katta üçüncü bir kişiden yardım almak lazımdır.

Duygusal aldatma/cinsel aldatma

Biyolojik olarak erkeğin kadına nispeten cinsel ilişkiyi ön planda tutması, elbette aldatmanın tek nedeni değildir. Çünkü evlilik sadece cinsel ilişki üzerine kurulmaz. Bu yüzden, erkeğin eşini aldatmasının nedenleri arasında biyolojik eğilim dolaylı bir etken olarak değerlendirilmelidir. Yukarıda bahsettiğimiz geleneksel “erkektir yapar” anlayışının yanı sıra, modern hayatın cinselliğe bakışı da erkeği hatta kadını aldatmaya teşvik etmektedir.

Cinsel mutluluğu hayatın merkezine koyan anlayış, bireyi cinsel mutluluğu sınırsız yaşamaya teşvik ederken, bireyleri özellikle de erkekleri bu konuda kontrolsüz davranmaya itmektedir. “Dünyaya bir kez geldim, istediğim gibi yaşayacağım” anlayışı, soyut hedefi, inancı olmayanlar için mantıklı ve cazip görünebilir. Cinsel öğelerin ilgili ilgisiz her alanda, özellikle de reklam sektörü ve medyada kullanılması da bu anlayışı güçlendirmektedir. Duygusal aldatma ile cinsel aldatma arasında önemlilik-önemsizlik sıralaması yapmak da cinsel aldatmanın kılıfı olarak kullanılmaktadır. Bu anlayış cinsel özgürlüğü sevginin önüne koymakta, eşler arasındaki bağların yok sayılmasına izin vermektedir. Erkeğin cinsel anlamda özgürce hareket etmesi kadını sadece cinsel bir obje olarak görmesi demektir. Üstelik yukarıda da belirttiğimiz gibi kadın erkek ilişkilerinde cinsel aldatma-duygusal aldatma ayrımı yapmak mümkün değildir. Tek gecelik cinsel ilişkilerde bile, erkek ertesi gün yaşananları unuturken, kadın en azından bir telefon bekler…

Aldatmaya karşı kadın ne yapmalı?

Evlilikte erkeğin eşini aldatmasına biyolojik özelliklerinden daha çok, eşiyle yaşadığı sorunlar, “Ben erkeğim, ” aldatırım” bakış açısı ya da cinselliğe duyulan zaaf neden olmaktadır.

İş hayatında, bakımlı ve kozmetik sanayinin desteğiyle bir şekilde sevimli görünen kadınlarla karşılaşan erkeğin, evde kendisine ilgi göstermeyen bir eşi varsa, evlilikte olumsuz hava oluşur. Böyle bir durumda erkeğin, inancı da zayıfsa, cinsel sadakatini devam ettirmesi güçleşebilir. Evde sürekli gerilime neden olan sorunların yaşanması, eşlerin çocuklar konusunda sürekli tartışması ya da kişilik çatışmaları erkeği evden ve eşinden uzaklaştırır. Sorunlar karşısında gösterdiği, sığınacak güvenli bir liman arama özelliği, onu farklı arayışlara iter. Kadının erkeği kendisinden uzaklaştıracak böyle durumların farkında olması gerekir. Bu açıdan kadının, evin içindeki farklı sahalarda üstlendiği roller çok önemlidir.

Kadının rollerinden birini fazlaca önemseyip, eşine karşı duyarsızlaşması da aldatma nedeni olabilmektedir. Genellikle evlilikte bu durum çocuklar olduktan sonra çok yaşanır. Anne olan kadının öncelikleri, biyolojik özelliklerinin etkisiyle değişir. Kadın bütün dikkatini çocuklarına ya da ev işlerine verir, eskisi gibi ilgilenemediği, sevgisini veremediği ya da sevgisine karşılık gösteremediği eşini ihmal etmeye başlar. Elbette ki bu durum erkeğin yeni arayışlara girmesini haklı göstermez. Bu durumda erkeğin yapması gereken, sorunu çözmeye çalışmak, kendi hatalarını ve eşinin eksikliklerini analiz etmek ve bunların düzelmesini sağlayacak adımlar atmaktır. Ama birçok erkek doğru olanı yapmak yerine, kendini anneliğe kaptırmış eşini kendi haline bırakıp, yeni arayışlara girmeye, eksik kalan duygularını aldatma yoluyla tatmin etmeye çalışmaktadır. Bu yüzden kadının anne ve eş rolleri arasındaki dengeyi gözetmesi önemlidir.

Evlilikte erkeğin eşini aldatmasına biyolojik özelliklerinden daha çok, eşiyle yaşadığı sorunlar, “Ben erkeğim, aldatırım” bakış açısı ya da cinselliğe duyulan zaaf neden olmaktadır.

Cinsel sadakatsizlik geliyorum der!

Aldatmanın ilk belirtisinin tarafların birbirine duyduğu ilgisinin azalması olduğu düşünülür. Eşler, ilginin azalmasını en kötü ihtimale yorarlar, ilgi azalması durumunda, “Eşim benimle ilgilenmiyor, demek ki hayatında başka biri var” gibi bir senaryo yazılır ve bu senaryoya göre hareket edilmeye başlanır. Bu son derece yanlıştır. Çünkü aldatma gibi ciddi bir konuda zanla, ihtimalle hareket edilemez; somut delillerin olması gerekir. Somut bir durum varsa, oturup soğukkanlı bir şekilde sorunu masaya yatırmak hatta üçüncü bir kişiden yardım almak lazımdır. Bunu yaparken de, aldatılan taraf sadece eşini suçlamak yerine, sorunun kendisine değen, kendisinden kaynaklanan yanları olup olmadığını anlamalıdır.

İlgi azalması yanı sıra, eşini seven bir insan aldatıldığını ya da aldatılacağım mutlaka anlar. Çünkü evlilikte sevgi önemli bir güçtür. Dolayısıyla eğer somut bazı belirtiler varsa, aldatılan taraf durumu öngörüp bunun önüne geçebilir. Çünkü cinsel aldatma bir süreçtir; genelde birdenbire gerçekleşmez ve ne kadar çabuk fark edilirse geri dönüşü o kadar kolay olur.

Cinsel aldatma üç aşamalı bir süreçtir. Birinci aşama hoşlanma duygusu, ikinci aşama sevgililik, üçüncü aşama ise cinselliktir. Uyanık ve mantıklı davranan kişi, henüz hoşlanma aşamasındayken eşinin durumunu fark edip aldatmasını engelleyebilir. Ancak bunu yaparken kıskançlık duygusuyla hareket edip, pire yüzünden yorgan yakmaya varacak tarzda davranmamak gerekir. Örneğin bir erkek, gerek olmadığı halde işyerindeki kadın çalışma arkadaşlarıyla sık sık yemeğe çıkıyorsa, eşi bu durumdan hoşlanmadığını ona net bir şekilde hissettirmeli ama bunu bir sopa gibi kullanıp evliliği yaşanmaz hale getirecek biçimde de davranmamalıdır. Kadın eşine, “Benim bu duruma alışmamı bekleme, zaten alışmam da doğru değil. Evliliğimiz bu durumdan zarar görür. Kendini benim yerime koy ve aynı şeyi ben yapsam, sürekli erkeklerle yemeğe çıksam sen bunu nasıl karşılarsın bir düşün” diyerek duruma müdahale etmelidir. Yani eşini düşünmeye, empati kurmaya sevk edecek şeyler söylemeli, “Senin hissettiğin hoşlanma duygusunu ben de hissedebilirim” mesajını vermelidir.

Aldatan eş, yere düşen mücevher gibidir

Aldatmanın cinsellik konusundaki zafiyetten kaynaklandığı durumlarda, aldatan kişi ciddi manada pişmanlık duyar. Bir erkeğin, özellikle iş hayatında ve sosyal çevresinde bir araya geldiği kadınlarla eşini aldatması, çoğunlukla onun bu konudaki zaaflarından kaynaklanmaktadır. Bu tür aldatmalarda erkek pişman olduğu halde, kadın, en ufak bir tartışmada ya da herhangi bir sorunda kinayeli konuşarak, laf atarak evvelce yaşanan aldatmayı sürekli sopa gibi kullanırsa ya da o konuyla ilgili ayrıntıların üzerine giderse, eşinin kendisini aldattığı kadının ekmeğine yağ sürmüş olur. Aldatan eşini affeden kadınların en çok yaptıkları hata, sürekli geçmişi deşmektir.

Kadınlar genellikle aldatmayı affeder ama unutamazlar. Zaten aldatılan kadının kendisine yaşatılan sadakatsizliği unutmasını beklemek doğru değildir. Ancak kadının sürekli aldatıldığını düşünmesi, hem depresyona girerek kendisinin mutsuz olmasına hem de bu durumun yansıdığı eşinin “Bu kadın değişti, artık beni mutlu edemez” düşüncesine kapılarak başka arayışlara yönelmesine neden olur.

Eğer eşi gerçekten pişman olmuşsa, kadın da “Aramızdaki sevgi bağını arttırmak için ne yapmalıyım?” diye düşünülmelidir, insan değerli bir şey kaybettiği zaman onu hemen unutmaz, tekrar bulmaya çalışır. Evlilik de böyledir. Aldatan eş, yere düşen mücevher gibidir. Mücevheri yere düştü diye çöpe atmak yerine, yerden alıp temizlemekte fayda vardır.

Ancak kadın, aldatan eşini affederken ona mutlaka “Bir daha yaparsan sonuçları evliliğimiz için kötü olacak” mesajını vermelidir. Çünkü aldatan erkeğin hemen affedilmesi, hiçbir şey olmamış gibi davranılması, onun bu olayı “bir şey olmadı” şeklinde yorumlamasına ve aynı hatayı tekrarlamasına neden olur.

Aldatmanın cinsellik konusundaki zafiyetten kaynaklandığı durumlarda, aldatan kişi ciddi manada pişmanlık duyar.

Aldatılanın ve aldatmanın psikolojisi

Depresyona etki eden olaylar arasında aldatmanın zannedilenden daha büyük yeri vardır. Hatta depresyona sebep olan en önemli olayların başında cinsel sadakatsizliğin geldiğini söyleyebiliriz. Ondan sonra ise eşin ölümü gelmektedir. Yani eşin aldatması, onun ölümünden daha çok psikolojik yaralanmaya neden olmaktadır. Aldatılıp da depresyona girmeyen az sayıda insan vardır.

Eşinin başka birine ilgi duyduğunu ya da kendisini aldattığını öğrenen kişi, çok öfkelenir, kendini değersiz ve sevgiye layık olmayan biri gibi hisseder. Bu ruh hali, onun misilleme yapmasına neden olabilir. Cinsel aldatma yaşayan kişilerin en çok yaptıkları hata budur. Aldatılan kişinin “Madem sen beni aldattın, ben de seni aldatırım” düşüncesiyle hareket etmesi, yanlışı düzeltmek değil, bilakis başka bir yanlış daha yapmaktır. Geleneksel aile yapımızda aldatılan kişinin, ki bu genellikle kadındır, bu şekilde intikam aldığı pek görülmez. Genelde kadınlarımız aldatmaya karşı duygularını bastırır ve olayı sineye çeker ya da evliliği bitirirler. Erkeğin pişman olduğu ve evliliğin sürdüğü durumlarda bile, kadın, kendisini beğenilmez hisseder ve eşinin diğer kadında ne bulduğunu sorgular.

Aldatma için sevgi azalması, yani kişinin eşine eskisi gibi ilgi duymaması bir bahane olarak dile getirilebilir. Eşini aldatan birçok erkek, “Ben artık sana karşı bir şey hissetmi­yorum, onu seviyorum” gerekçesiyle hareket eder. Halbuki sevgi değişkendir, bir dönem hayat arkadaşına karşı bir şey hissetmemek, ömür boyu bu şekilde gidecek anlamına gelmez. Ayrıca insanın hoşlandığı kişiye yönelmesi, yani “Çıkarıma olan şey iyidir, doğrudur” düşüncesiyle hareket etmesi, bir anlamda çocukluktur. Zevklerinin peşinde koşan insan olgunlaşmamıştır ve mutlu olamaz. İnsan gerçek mutluluğa eriştirecek olan soyut ideallerinin gerçekleşmesidir. Somut ve gündelik zevklerin yanı sıra, soyut idealleri de dikkate alarak yaşayan insan, hata yapsa da bundan pişman olur. Bu nedenle evlenecek kişilerin hayat felsefelerinin, kültürlerinin ve hayat piramitlerindeki ideallerin birbiriyle örtüşmesi çok önemlidir.

Yaşam felsefesi sadece dünyevi zevklere odaklı insanların evliliklerinde aldatmalara daha çok rastlanılır. Bu tür evliliklerde iş hayatı ve bireysel zevkler ailenin önündedir. Kırklı yaşlara doğru biraz da maddi birikime ve çevreye sahip olununca “Dünyaya bir daha mı geleceğim, bir çiçekle bahar olmaz” düşüncesiyle cinsel zevkin peşine düşülür. Daha çok erkeklerde görülen bu tip davranışların sonucunda, kadının tepkisine göre, evlilik ya devam eder ya da biter. Halbuki insan, evliliğin sadece cinsel beraberlik anlamına gelmediğini, kutsal bir yönünün olduğunu da düşünüyorsa zaten aldatmaya yönelmez. Zaaflarına yenilip buna yönelse bile, hata yaptığını anlayıp evliliğini kurtarmak için kendini yeniden toparlar.

Chat’te aldatma: Sevginin sanal tatmini

Son yıllarda internette masum arkadaşlıklar şeklinde başlayan, ancak sonu fiziksel aldatmaya ve ailelerin dağılmasına varan ilişkilerin bir hayli yaygınlaştığını görü’ yoruz. Internetteki sohbet ortamları, evlilikte iki önemli psikolojik ihtiyaç olan beğenilme ve sevilme ihtiyacı karşılanmayan kadın ya da erkeğin sığınacağı limanlardan biri haline geldi. Chat arkadaşlığının neden cazip olduğunu gösteren güzel bir örnek var: Ürdün’de boşanan bir çift, farkında olmadan internette chatleşmeye başlıyor ve sanal ortamdaki ilişkileri ilerleyince birbirlerine uygun kişiler olduklarını düşünüp yüz yüze görüşmeye karar veriyor. Tabii buluştuklarında şaşırıp kalıyorlar. Bu örnekte de görüldüğü gibi, birbirlerini daha önceden çok iyi tanıyan kişiler bile, chat odalarında gerçek yüzlerini gizleyip kendilerini farklı biri olarak tanıtabiliyorlar.

İnsanlar, sanal ortamda, olmak istedikleri kişiliği yansıtır ve karşı tarafla sadece yazı ya da görüntü yoluyla iletişim kurdukları için, kendilerini olduklarından daha farklı biçimde anlatırlar. Bunun nedeni, chat anında insanın içindeki düşünce ve duygu obsesyonlarına kolaylıkla kendini kaptırmasıdır. Düşünce obsesyonu, beynimizin bir bölgesinin istem dışı yanlış düşünce üretmesidir. Bir ablanın kardeşini gezdirirken, onu bir arabanın önüne iteceğini, kısa süreli olarak düşünmesi gibi. Bu düşüncenin bir veya iki kere akla gelmesinin bir zararı yoktur ancak bunlar sık sık tekrarlanır ve abla kardeşini sokağa çıkarmaktan korkmaya başlarsa bu bir obsesyon halini alır. Bir erkek, izlediği bir filmde gördüğü ya da sokakta karşılaştığı bir kadını eşinden daha fazla sevi-yormuş gibi hissedebilir. Bu da bir çeşit duygusal obsesyondur. İnsanda bu ve benzeri ani düşünce ve duyguların oluşması doğaldır. Önemli olan, insanın mantığının ve vicdanının bu düşünceleri onaylayıp onaylamadığıdır.

İnsanın içindeki düşünce ve duygu obsesyonları, chat-leşme esnasında kontrolden çıkar. Kişi o anda hiç düşünmeden, süzgeçten geçirmeden aklına gelen her şeyi yazı ya da ses yoluyla karşı tarafa aktarır. Arzular ve dürtüler ile mantık ve kurallar arasındaki denge, arzular ve dürtülerden yana bozulur. Ayrıca chatleşmede, kişiler karşı tarafa kendilerini istedikleri şekilde, yani olumsuz yönlerini bastırarak ya da olmadıkları bir kişilik portesi çizerek tanıtırlar. Bu nedenle chat ortamı, aldatmanın birinci safhası olan ‘hoşlanma’ için iyi bir zemin oluşturur. Cinsel aldatma gerçekleşmese bile, chat yaptığı kişiye âşık olma, daha doğrusu âşık olduğunu zannetme gibi duygusal aldatma durumları yaşanır.

İnternetteki sohbet ortamları, evlilikte iki önemli psikolojik ihtiyaç olan beğenilme ve sevilme ihtiyacı karşılanmayan kadın ya da erkeğin sığınacağı limanlardan biri haline geldi.

Başta da belirttiğimiz gibi chatleşme ihtiyacı, kişinin beğenilme ve sevilme duygularının tatmin edilmemesinden kaynaklanır. Eğer eşlerden birinde chat yapma bağımlılık haline gelmişse, diğeri, “Yanlış yapıyorsun, sen ne yaptığını zannediyorsun?” diyerek onun üzerine gitmek yerine, eşinin bunu neden yaptığını, bu ihtiyacın arkasında hangi duygu­ların olduğunu anlamaya çalışmalıdır. Eşi chat bağımlısı olan kişinin, onun beğenilme ve sevilme ihtiyacını karşılayacak adımlar atması gerekir.

ikinci eş ya da ‘kendini aldatma’

Son yıllarda, dini açıdan cinsel aldatmayı yasak kabul eden muhafazakâr kesimde de, çok eşli erkekler sık sık gündeme gelmektedir. Çok eşliliği, muhafazakâr kesimdeki erkeklerin ekonomik olarak daha iyi duruma gelmesine bağlamak ya da çağ dışılık, kadın haklarını hiçe saymak gibi argümanlarla tartışmak yerine, dini, sosyal ve psikolojik açıdan ele almak daha doğru olacaktır.

Bilindiği gibi, islam dininde ikinci evliliğe ruhsat vardır. Ancak islam, çok evlilik için eşler arasında adaletli davranmak gibi -ki bu oldukça güçtür- bazı şartlar getirir. Dinimizde erkeğin poligami yani çok eşlilik eğilimi göz önüne alınarak, cinsel duygularını kontrol edemeyen erkekler için ikinci evliliğe izin verilmiştir. Ancak bu izin ruhsattır, teşvik değildir, islam’ın tavsiyesi tek eşliliktir. Mesela Hz. Muhammed, Hz. Ali’nin ikinci evlilik yapmasını istememiştir. Bütün islam âlimleri, tek eşlilikte sadakati teşvik etmiş, çok eşlilik durumunu ise bir izin olarak görmüşlerdir. Günümüzde ise, dinine bağlı bazı erkekler biraz para kazanınca, cinsel isteklerine aldanarak “Bu hayat benim değil mi, istediğimi yaparım” düşüncesiyle hemen ikinci evliliğe girişmektedirler. Halbuki bu dünyada, insanın bütün duygularını istediği şekilde tatmin etmesi mümkün değildir. Üstelik, cinsellik gibi sadece dakikalar süren bir zevkin, insanın hayatına yön vermemesi gerekir. Cinsellik insanı yönlendirmemeli; insan bu duyguyu yön­lendirmelidir. Bunu yapamayan erkekler, ikinci evliliğe yönelmektedirler. Yani bir manada uzun vadeli düşünmeden, cinsel duygularına aldanarak, ikinci evlilik kararını almaktadırlar.

Aslında ekonomik açıdan rahatı yerinde olup da ikinci evliliği yapan birinin, hayal ettiği mutluluğa ulaşması neredeyse imkânsızdır. Çünkü ikinci eş, ister istemez kendi sorunlarıyla birlikte erkeğin hayatına girmekte, erkek ise “Hayatım daha güzel, daha renkli olacak” diye düşünürken, bir ailenin daha sorumluluğunu omuzlarına aldığını hesap etmemektedir.

İkinci eşle mutlu olan yoktur

Erkek, maddi imkânlarını vs. kullanarak, bir şekilde ilk eşini ikinci evliliğe ikna edebilir, ilk eş de, çocuklarını düşünerek, evliliği bozulmasın diye buna razı olabilir. Ancak bu, bütün sorunların çözüldüğü anlamına gelmez.

İkinci eş ister istemez, erkeğin ilk eşini tamamen aradan çıkarıp, eşini sadece kendisine ait kılmaya çalışır. Çünkü kendisi ‘ikincil’ konumda hissetmektedir. Bundan duyduğu rahatsızlığı ve ezikliği ev eşyaları, giyim kuşam gibi konularda aşırı tüketimle gidermeye çalışır. Erkek ise, çocuklarının annesi ve onca yıllık hayat arkadaşı olan ilk eşini silip atamaz. Bir müddet sonra, “Benimle az vakit geçiriyorsun, ona çok gittin, bana şunu almadın, ona bunu aldın, benim resmi nikâhım yok…” şeklinde şikâyetler peş peşe gelir. Sonuçta ne erkek, ne ilk eş, ne de ikinci eş mutlu olabilir, iki eşli olup da bedel ödemeyen, huzuru kaçmayan, acı çekmeyen birini bulmak pek mümkün değildir.

Cinsellik gibi sadece dakikalar süren bir zevkin, insanın hayatına yön vermemesi gerekir. Cinsel’ lik insanı yönlendirmemeli; insan bu duyguyu yönlendirmelidir.

BOŞANMA

Eşler arasındaki sorunların boşanmayla sonuçlanmasının çok çeşitli nedenleri vardır. Ancak en çok bilineni ‘şiddetli geçimsizliktir.’ Şiddetli geçimsizlik, eskiden pek sık zikredilen bir boşanma nedeni değildi. Bugün şiddetli geçimsizliğin boşanmaların en başta gelen nedeni olması, eşlerdeki aile bilincinin zayıflamasından ve evli çiftlerin yaşadıkları sorunlarda çevreden yardım görememelerinden kaynaklanır. Büyük aile yapılarının hâkim olduğu eski zamanlarda, eşler anne ve babalarından yardım alabiliyor ya da akrabaları sorunlar karşısında onları bir arada tutmak için gayret sarf ediyor, yol gösteriyordu. Yani aile içinde tecrübeli, yol gösterecek, sorun olduğu zaman müdahale edecek bireyler olduğu gibi, akrabalık ilişkileri de eşlere yardımcı olacak kadar güçlüydü. Büyükler danışmanlık yaparak eşleri yönlendiriyorlardı. Böylece eşler arasındaki problemlere büyümeden çözüm üretiliyordu.

Zamanla modem hayat, rekabetçi ortam, maddi kaygılar gibi nedenler aileleri bağımsız yaşamaya itti. Bugün anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek ailelerde çıkan sorunlarda, akrabaların ya da aile büyüklerinin pek yardımı görülememektedir. Kendi sorunlarını kendileri çözmek durumunda kalan eşlerin psikolojik yardım almaları seçeneği ise maalesef göz ardı edilmektedir. Bu yardım alınabilse, özellikle birbirini seven ve iyi niyetli olduğu halde geçinemeyen çiftlerin sorunları problem küçükken çözülebilir ve boşanma büyük oranda engellenebilir.

Boşanmaların bedelini en çok çocuklar öder. Boşanmış ailelerin sayısının artması ile çocuklar arasında suç işleme oranlarının yükselmesi ve uyuşturucu madde kullanımında artış yaşanması gibi olumsuz gelişmeler arasında önemli bir bağ vardır. Elbette ki boşanma tek başına bu olayların nedeni olarak gösterilemez, ancak boşanma sonucunda çocukların ya anne ya da baba ilgisinden büyük oranda mahrum kaldıkları da bir gerçektir.

Ailede yaşanan sorunların boşanma ile noktalanmaması için bireylere aile olma bilincinin kazandırılması, sorunların neden kaynaklandığı, nasıl çözüleceği, ailede kriz yönetimi gibi konularda eğitim verilmesi çok önemlidir. Çünkü eşleri boşanma aşamasına getiren tek bir nedenden bahsetmek mümkün değildir. Boşanma, bir sürecin sonunda gelinen noktadır. Bu süreçte ilişkiyi olumsuz yönde etkileyen unsurlar birikir ve bardağı taşıran son damla boşanmanın nedeni olarak karşımıza çıkar. Eşler arası iletişimde ‘son’ damlanın ne olacağını kestirmek güçtür. Bu yüzden çiftlerin, boşanma aşamasına gelmeden sorunlarını çözmeyi öğrenmesi, boşanmaya neden olacak iletişim hatalarının farkına varması gerekir.

Tahammül ve ‘altın orta nokta’

Günümüzde ‘kolay yoldan en iyiyi elde etme’ anlayışıyla yetişen gençler, tahammül etmeyi öğrenmeden hayata atılıyorlar. Emek vererek kazanmak yerine, toplumda kabul gördüğü ve onaylandığı şekliyle ‘köşeyi dönme’yi düşünüyorlar. Sadece hedeflerine ulaşma noktasında değil, sorunlarla karşılaştıkları zaman da mücadele etmek yerine vazgeçmeyi tercih ediyorlar. Bu düşüncede olan gençler evlendikleri zaman da, sorunlar karşısında mücadele etmek yerine kolay yolu seçip boşanmayı çözüm olarak görüyorlar. Halbuki hayatın gizli kanunlarından biri emek vermeden, yorulmadan, çile çekmeden güzel şeylerin elde edilemeyeceğidir. Bu sadece maddi şeyler için geçerli bir kural değildir, ilişkiler için de geçerlidir. Evliliğin sorunsuz olması için, zor zamanlarda eşlerin gayret göstermesi şarttır. Emek verilmeyen bir evlilik, tıpkı bakımı yapılmamış bir bahçenin yabani otların istilasına uğraması gibi her geçen gün güzelliğini kaybeder ve sonunda kurur.

Elbette eşlerin sorunlar karşısında birbirlerine taharri’ mül göstererek evlilikleri namına emek sarf etmeleri için, eşler arası iletişimin kurallarını bilmeleri, kadın ve erkek psikolojisi hakkında az çok bilgi sahibi olmaları gerekir. Zaten eşlerin, aralarında sorun olsun ya da olmasın, bu konularda bilgi sahibi olmaya çalışmaları, sağlıklı ilişki için gayret göstermenin yarısıdır.

Boşanma, bir sürecin sonunda gelinen noktadır. Bu süreçte ilişkiyi olumsuz yönde etkileyen unsurlar birikir ve bardağı taşıran son damla boşanmanın nedeni olarak karşımıza çıkar.

Daha önce de değindiğimiz ve eşler arası iletişimde vazgeçilmez bir yeri olan ‘altın orta nokta kuralı’, boşanma sürecine girmiş çiftlerin evliliklerini kurtarmada önemli bir rol üstlenebilir. ‘Altın orta nokta kuralı’ eşlerin iletişimlerinde kriz ya da sorun yaşadıkları anlarda, birbirlerine doğru birer adım atarak orta noktada buluşması şeklinde tarif edilebilir. Örneğin, erkeğin hemen her gece arkadaşlarıyla zaman geçirerek eve geç saatlerde gelmesi, eşine ve çocuklarına yeterince zaman ayırmaması evlilik için önemli bir sorundur. Kadın, erkeğe çıkışarak onun bu alışkanlığını tamamen bitirmeyi denemek yerine,

“Çocuklar seni özlüyor. Haftanın üç dört günü eve erken gelip onlarla vakit geçirirsen çok mutlu olurlar” şeklinde yaklaşırsa, bu öneri erkeğe de mantıklı gelecek ve ikisinin de çıkarı ‘altın orta nokta’da buluşmuş olacaktır. Eşler, kriz anlarında altın orta nokta kuralını uygularlarsa, hem evliliklerini bitirme noktasından uzaklaştırır hem de birbirlerine tahammül etmeyi öğrenirler. Nasıl ki bina yaparken tuğlaları üst üste koymak aynı şeyi tekrarlamak değil, binayı sağlamlaştırmaksa, bu kural da tekrarlandıkça evliliği sağlamlaştırır.

Emek verilmeyen bir evlilik, tıpkı bakımı yapılmamış bir bahçenin yabani otların istilasına uğraması gibi her geçen gün güzelliğini kaybeder ve sonunda kurur.

Boşanma kararı almadan önce

Eşler evliliğin sürmesi için gösterdikleri bütün çabalara rağmen boşanma kararı alma aşamasına geldilerse, bu aşamada da mantıklı hareket etmelidirler. Boşanma kararı insanın hayatındaki kırılma noktalarından birisi olduğu için, bir anlık heyecanla evliliği sonlandırmak seçeneğini hemen düşünmemek gerekir. Boşanma kararından önce taraflar şu kritik soruları kendilerine sormalıdırlar:

l- Evliliği kurtarmak için elimden geleni yaptım mı? Bu soruyu sormadan alınan ayrılık kararı, insana sonradan “keşke” dedirtir.

2- Mutsuzluğumun sebebi gerçekten evliliğim mi, yoksa kendimden kaynaklanan sebepler de var mı? Günümüzde hâkim olan yaşam şartları nedeniyle, insanlar genellikle mutsuz ve depresif durumdadırlar. Başka nedenlerle yaşamdan zevk almayan insanlar, zaman zaman “Evliliğim biterse mutlu olurum” düşüncesine kapılabilirler. Bu nedenle boşanma kararı almadan önce, kişinin mutsuzluğunun nedenini iyice analiz etmesi gerekir.

3-Ayrıldıktan sonra ortaya çıkacak sorunlarla baş edebilir miyim? Boşanma kadın ve erkek için yeni bir başlangıç demektir. Eşler boşandıktan sonra, tek başına hayatın üstesinden gelip gelmeyeceklerini hesap etmelidirler. Uzun yıllar süren evlilikler de boşanma kararı alınmadan önce, bu soruyu tekrar tekrar düşünülmelidir. Çünkü yıllardır birbirlerine alışkın eşler, boşanmanın ardından yalnız kalacaklardır.

4-Boşanma kararı çocukları nasıl etkileyecek? Çocuklar boşanmanın kendisinden çok, boşanma esnasında yaşananlardan etkilenirler. Bu da çocuğun ruhsal gelişimine zarar verir. Ayrıca boşanma kararı, özellikle küçük yaştaki çocuklar için anne ya da babadan birinin olmadığı bir evde büyümek demektir ki bu durumda çocukların sağlıklı gelişim göstermeleri için daha çok dikkat sarf etmek gerekir.

Kâr-zarar hesabının doğru yapıldığı durumlarda boşanma iyi bir çözüm gibi gözükebilir. Ancak bilinmelidir ki bu, geri dönülmeyecek bir karardır ve ‘keşke’ denilmeyecek şekilde bir karar alınmalıdır.

Dostça boşanmak mümkün mü?

Boşanmanın kendisinden çok, boşanma aşamasına gelene kadar yaşananlar eşleri yıpratır. Boşanma öncesi yaşananları hem erkek hem de kadın kolay kolay unutmaz. Ama çocukların iyiliği için, boşanma aşamasında anne ve babanın bazı duygularından fedakârlık yapmasından ve mantıklı hareket etmesinden başka çözüm yoktur. Genelde eşler boşandıktan sonra öç alma duygusu yaşarlar. Çoğu zaman da, bu öç alma duygusu ile çocukları kendi taraflarına çekmeye çalışır ve onlara birbirlerini kötülerler. Kadın ya da erkeğin bu psikolojiye girmemesi için, boşandıktan sonra kendisini yalnız hissetmemesi çok önemlidir.

Kâr-zarar hesabının doğru yapıldığı durumlarda boşanma iyi bir çözüm gibi gözükebilir. Ancak bilinmelidir ki bu, geri dönülmeyecek bir karardır ve ‘keşke’ denilmeyecek şekilde bir karar alınmalıdır.

Ayrılık en çok kadını yıpratır

Boşanmada, çocuklardan sonra en büyük bedeli ödeyen taraf kadındır. Hem annelik duygusu, hem sosyal nedenler hem de psikolojik yapısı nedeniyle, boşanma kadını erkekten daha çok yıpratır. Boşanma sonrası yaşanan en belirgin psikolojik rahatsızlık olan depresyon, kadınlarda erkeklere göre iki üç kat daha fazla görülür. Depresyon kadınlarda doğrudan, erkeklerde ise kendini içkiye sigaraya verme, sinirlilik, unutkanlık gibi dolaylı yani örtülü biçimde yaşanır.

Toplumun boşanmış bir kadına ve erkeğe bakışı farklıdır ve bu yanlış bakış da kadını yorar. Çoğu zaman boşanmış bir kadın olmak, toplum tarafından ayıplı bir etiket gibi algılanır ve sorgulanır. Bu durum, kadın üzerinde baskı oluşturur. Erkek içinse böyle bir sorun yoktur. Bu nedenle erkekler boşanmadan sonra daha rahat hareket eder ve boşanmanın olumsuz etkilerinden çabuk kurtulurlar.

Boşanmanın erkek ve kadında farklı yaşanmasında, beynin çalışma özellikleri de belirleyicidir. Erkeklerin beyni sorunları takıntı haline getirmeme eğilimindedir ve bunda da başarılıdır. Bu avantaj sayesinde, boşanma sonrasında erkekler duygularından çok mantıklarıyla hareket eder ve yaşananları kolay unuturlar. Kadınların beyni ise sorunların üzerinde tekrar tekrar düşünmeye meyillidir. Bu yüzden kadınlar yaşadıkları sorunlar üzerine düşünmeyi bırakıp hayatlarına devam etmekte zorlanırlar. Ayrıca çocukların durumu da, annelik duygularıyla hareket eden kadını daha çok etkiler. Kadının bu iki özelliği, boşanmaya duygusal bakmasına neden olur çünkü kadın için duyguların yerine mantıkla hareket etmek daha zordur. Boşanma sonrasında duygusal ihmal yaşayan kadın, bu meseleyi tarn olarak zihninden çıkarmakta güçlük çeker ama sorunu hallettikten sonra yine güçlü bir şekilde hayatına devam edebilir. Erkek boşanma acısını aşmak için bir birim, kadın ise iki ya da daha çok birim çaba harcar, dersek durumu özetlemiş oluruz.

Eşler birbirlerinden boşanabilir ama annelikten, babalıktan boşanamazlar. Çocuğun bu gerçeği anlaması için, anne babanın ona hayatı boyunca yanında olacaklarını hissettirmesi gerekir.

Anne babalıktan boşanılmaz

Kimi zaman çok zor olsa da, her iki taraf da önünde sonunda boşanmanın etkilerinden kurtulup yeni bir hayata başlar. Ancak anne baba arasında olan biteni anlayacak yaşta bir çocuk, boşanma ve boşanma sürecinde yaşananlardan ömür boyu etkilenir. Çünkü çocuğun sevgi, nefret, acı, endişe gibi duyguları depolayan duygusal hafızası, boşanma sürecinde yaşananları da -ki bunlar genelde olumlu duygular değildir- kaydeder. Anne babanın olan biten konusunda yeterince açıklama yapmaması, çocuğun kişilik gelişimini olumsuz etkileyebilir. Bu yüzden, çocukların anne babalarının boşanmasını duygusal travmaya neden olmayacak şekilde atlatması gerekir. Çocuk ailede yaşananları anlayacak yaşta ise, anne baba boşanmayı saklamak yerine, gerçekleri uygun bir dille ona anlatmalı ve aradaki gerginliği mümkün olduğu kadar çocuğa yansıtmamaya özen göstermelidir. Eğer bu yapılmazsa, çocuk, anne babasının ayrılmasının nedeni olarak kendisini görecek ve “Boşanmaya ben sebep oldum” diye düşünecektir. Boşanma sürecinde anne babanın, çocuğa karşı kullanacağı dil ve yaklaşım şu şekilde olmalıdır:

“Ortada bir problem var ve bu problemin kaynağı sen değilsin, biziz. Sen canını sıkma, biz bir yolun bulup bu problemi çözeceğiz. Belki ileride bir arada yaşamayabiliriz ama her zaman ikimiz de senin yanında olacağız… Şu anda üzülebilirsin ama önünde kocaman bir hayat var. Bu tür olaylar uzun vadede insanı güçlendirir…”

Boşanma sürecinde, çocuklar güvende olmadıkları hisseder ve gelecek korkusu yaşarlar. Bir de anne babanın, olumsuz duygularını çocuğa yansıtarak, ona ümitsizlik ve karamsarlık vermesi halinde çocuk depresyona girebilir. Bu nedenle ebeveynlerin, ne yapıp edip uzlaşarak ayrılma yolunu bulması, çocuğun sağlıklı ruhsal gelişimi için çok önemlidir. Eşler birbirlerinden boşanabilir ama annelikten, babalıktan boşanamazlar. Çocuğun bu gerçeği anlaması için, anne babanın ona hayatı boyunca yanında olacaklarını hissettirmesi gerekir. Anne babanın ayrılmasında bedel ödemeyen çocuk yoktur. Bunu iyi bilmek gerekir.

Hem boşanma sürecinde hem de boşanmadan sonra, ebeveynlerin yaptığı en büyük yanlışlardan biri, çocuğu kendi tarafına çekmeye çalışmaktır. Çocuğu kendi taraflarına çekmek için ona rüşvetle yaklaşan anne babalar, boşanmanın gündeme gelmesiyle bir anda eşini kötülemeye başlayan kişiler bilmelidirler ki bu yaptıklarının bedelini yine çocuklar öder.

Çocuğa güven duygusu verilmeli

Toplumumuzda boşanma sürecinde aile büyükleri genellikle çocuklar için devreye girerler. Anneanneler, babaanneler ya çocukların bakımını üstlenir ya da en azından bir süre için onlarla ilgilenirler. Bu sayede çocuklar boşanmanın olumsuz etkilerini en az zararla atlatırlar. Bu önemli bir avantajdır. Aslına bakılırsa, şu anda anneanne ve babaanne olanlar, zamanında çile çekmiş bir neslin üyeleridir. Çocuklarını güçlükle yetiştirmiş, şimdi de torunlarına bakımını, çocuklarının ailesinin yükünü omuzlamalardır. Onlar bir bakıma bireyselleşmeye kurban gitmiş toplumun üzerindeki yükü hafifletmektedirler.

Boşanma sonrasında çocuklarda görülen en büyük problem, duygusal ihmale uğramış olmalarıdır. Çocuklar çoğunlukla kendilerine değer verilmediğini, önemsiz olduklarını hissederler. Boşanma sürecinde veya sonrasında çocuklarda bu duyguların ortaya çıkmasını anne ya da babanın engellemesi güçtür. Çünkü zaten onların kendilerinin yardıma ihtiyacı vardır ve çoğu zaman çocuklarının içinde bulunduğu durumun farkına varamazlar. Dolayısıyla anneanne, babaanne, dede gibi yakın akrabalar çocukta bu duygunun ortaya çıkmaması için özen göstermelidir. Boşanma sonrasında çocuğa kendisine değer verildiğini, güvenildiğini, en önemlisi de sevildiğini hissettirmek gerekir. Çocuğa bu duygular ve bazı sorumluluklar verilerek onun sağlıklı bir kişilik geliştirmesi sağlanabilir. “Annenle baban ayrıldı, bu istenmeyen bir şey ama bir arada yaşasalardı sürekli tartışacaklar, birbirlerini inciteceklerdi. Böyle bir beraberliğin sürmesi daha kötü olacaktı. Bu nedenle ayrılmaya karar verdiler. Ancak biz senin yanındayız, sana güveni- yoruz ve senin sorumluluk sahibi bir yetişkin olacağına inanıyoruz” şeklinde bir yaklaşım onun duygusal açıdan çökmesini engelleyeceği gibi, boşanmayı mantıklı bir biçimde değerlendirmesini ve hayata gerçekçi bakmasını sağlayacaktır.

GELİN – KAYINVALİDE İLİŞKİLERİ

Özellikle geleneksel aile yapısına sahip çiftlerin evliliklerinde kritik anlar yaşamasına neden olan en önemli etkenlerden biri gelin ve kayınvalide arasındaki gerginliklerdir. Gelin-kayınvalide ilişkisi üzerine söylenmiş atasözleri, deyimler, fıkralar ve kinayeli sözler; kadının, kayınvalidesi ile iletişiminin eşiyle ilişkisi için ne kadar önemli olduğunu anlatan göstergelerdir. Birçok evliliğin, gelin-kayınvalide ilişkisinde sudan sebeplerle çıkan tartışmalar yüzünden boşanmayla sonuçlandığı hatta bu ilişkinin kimi zaman aile içi cinayetlere veya yaralamalara neden olduğu düşünülürse, meselenin önemini daha iyi görülecektir.

Gelin-kayınvalide ilişkisinin temelinde, her iki tarafın birbirlerine önyargıyla yaklaşması yatar. Eşler arasındaki iletişim hataları bölümünde bahsettiğimiz “kendini gerçekleştiren kehanet kuralı” gelin ve kayınvalide arasında da çok yaşanır. Oğlunu evlendiren kayınvalide, “Gözüm gibi büyüttüğüm çocuğumu bir genç kadın elimden alıyor”, gelin ise “Bir kalpte iki kadın olmaz, annesinden koparamazsam eşime sahip olamamam” düşüncesiyle hareket ederse, kendini gerçekleştiren kehanet işlemeye başlar. Bunun gibi duyguların her iki tarafta da olması doğaldır. Ancak bunların zamanla davranışlara yansıması, gerçekleşmelerine neden olur. Çünkü düşünceler dile getirilmese bile beden diline yansır, iletişimde davranış dilinin etkisi sözel dilden daha fazladır ve insanın davranışlarını bilinçli beyin değil, bilinçaltı yönetir. Yani bir kimsenin beden dili, onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini ele verir. Mesela oğlunun elinden alınacağını düşünen kayınvalidenin bunu bakışlarına yansıtması çok kuvvetli bir ihtimaldir. Bu bakışları algılayan gelinde de, “Kayınvalidem bana hain hain bakıyor” hissi uyanır. Bunun gibi davranışlar, gelinin eşini annesinden uzaklaştırma çabalarını körükler ve ortada hiçbir sebep yokken tartışmalar çıkar. Sonuçta da kayınvalidenin istemediği olur ve erkek annesine karşı tavır alır.

Her konuda olduğu gibi aile içi iletişimde de püf nokta, tarafların niyetidir, ilişkilerde esas olan, tarafların birbirlerine hüsnü zanla yaklaşmasıdır. Gelin kayınvalide ilişkisinde problemlerin olmaması için, en azından birinin iyi zanla, art niyetsiz hareket etmeye başlaması gerekir. Gelin iyi zanla hareket ederse, davranış dili kayınvalidesini de olumlu yönde etkiler ve o da daha pozitif davranmaya başlar, iyi zan kuralını kayınvalide başlatırsa, bu kez de gelin ona uyum sağlar. Unutmamalı ki kaygı ve korkunun arttığı yerde güven zayıflar, güvenin zayıflaması ise iyi niyeti ortadan kaldırır.

‘Dostumun dostu, dostumdur’

Şüphesiz insanın önyargılarından kurtularak karşısındaki kişi için iyi zanda bulunması kolay değildir. Önyargıların değişmesi için bazı somut nedenler gerekir. Söz konusu nedenler de karşı tarafa iyi davranarak sağlanabilir. Örneğin imkânı olduğu halde hep eski giysilerle dolaşan bir arkadaşınızın cimri olduğunu düşünüyor olabilirsiniz, ancak bu arkadaşınızın size birkaç kez yemek ısmarlaması, onun hakkındaki önyargınızı değiştirir. Gelin-kayınvalide ilişkisinde de önyargıları ortadan kaldırabilecek davranışları doğru yorumlamak gerekir. Mesela gelin, kayınvalidesinin kendisinin eşiyle baş başa kalmasına izin vermediğini düşünüyorsa, yanlarına gelmediği bir gün kendilerini rahat bıraktığını değil de küstüğünü ya da naz yaptığını düşünebilir.

Gelin-kayınvalide ilişkisinde önyargıları ortadan kaldıracak en önemli neden ortak menfaatlerdir. O da gelin için eşinin, kayınvalide içinse oğlunun mutluluğu ve öncelikleridir.

İlişkilerde esas olan, tarafların birbirlerine hüsnü zanla yaklaşmasıdır. Çetin kayınvalide ilişkisinde problemlerin olmaması için, en azından birinin iyi zanla, art niyetsiz hareket etmeye başlaması gerekir

Gelin, kayınvalidesinden hoşlanmıyor olabilir ama ona “Eşimin annesi, eşime emek vermiş, onu yetiştirmiş. Eşimi seviyorsam, onun sevdiği insanlara da/ annesine de değer vermem gerekir” şeklinde düşünmelidir. Bu saygı duyma, kendini ezdirmeme-karşı tarafı ezmeme dengesine oturmalıdır. Aynı şey kayınvalide için de geçerlidir. O da oğlunun sevdiği ve tercih ettiği kişiye yani gelinine saygı duyması ve değer vermesi gerektiğini hatırından çıkarmamalıdır. “Oğlumu ben büyüttüm ama o bana ait bir varlık değil. Çocuğumun mutlu olması için eşinin de mutlu olması lazım. Ben de buna katkı sağlamalıyım” düşüncesiyle hareket etmelidir. Oğlunun mutlu olmasını isteyen kayınvalide, gelinini mutlu etmeye çalışmalıdır.

Erkek herkesin iyiliği için objektif olmalı

Önyargıların yıkılmadığı ilişkilerde, kayınvalide genellikle kinayeli konuşmalarla gelini maniple etmeye çalışır. Bunlar ilkel, olgun olmayan tepkilerdir. Bu tepkilere gelinin de karşılık vermesi ise aile içinde krizlere davetiye çıkarır.

Sık sık yaşanan krizlerde, olan iki kadın arasında kalan erkeğe olur.

Gelin-kayınvalide arasındaki zıtlaşmalarda, genellikle erkek de rolünün gereğini objektif bir şekilde yerine getiremez ve annesini eşine karşı körü körüne savunur. Kimi zaman da bunun tam tersi olur. Erkek eşine, “Annem iyi biri ama zayıf yanlan var. Bu yaştan sonra onu değiştirmek zor. Onu incitmeyelim” mesajıyla yaklaşmalıdır. Böyle yaklaşması, eşini, “Kayınvalidem bana kötü davranıyor ama hiç olmazsa eşim beni anlıyor” noktasına getirir. Erkek, eşine bu şekilde yaklaşmayıp, doğrudan annesini savunursa, eşi iyice gerilir ve anlaşılmadığını düşünür.

Erkek böyle durumlarda objektif olmadığı takdirde, her kriz bir bumerang gibi dönüp dolaşıp kendisini bulur. Mutlu olmak isteyen erkek, annesi ve eşiyle ilişkisini dengede tutmalıdır.

Önyargıların yıkılmadığı ilişkilerde, kayınvalide genellikle kinayeli konuşmalarla gelini maniple etmeye çalışır. Bunlar ilkel, olgun olmayan tepkilerdir

Gelin, şartlarını dayatmamalı

Hepimizin çocukluk dönemlerinde yaşadığımız olaylar, hayat senaryoları vardır. Bir genç kız evlenene kadar, babası ya da ağabeyiyle kurduğu ilişkiler yoluyla, beynine erkek modeline dair bazı davranış ve düşünce kalıpları yazılır. Evlendiği kişiden de, buna benzer düşünce kalıpları bekler. Annesiyle kurduğu iletişim şeklinin beyninde oluşturduğu düşünce ve davranış kalıbını da kayınvalidesinden bekler. Böyle bir beklenti gerçekçi olmadığı gibi, mümkün de değildir. Çünkü gelin de kayınvalide de iki farklı ortamda yetişmiş, ayrı kişilik yapılarına sahip bireylerdir. Yeni evlenen genç hanımlar bu gerçeği genellikle göz ardı ederek, kayınvalidelerini kendi şartlarına, kendi standartlarına uydurmaya çalışıyorlar. “Ben evlendim, eş benim eşim, kayınvalidem benim standartlarıma uymak zorunda” düşüncesiyle hareket etmek, evlilik adına yapılan en büyük hatadır. Bu anlayışın kişilik ve güç çatışmasına neden olmaması mümkün değildir. Zaten gelininin oğlunu elinden aldığını düşünen, duruma böyle yaklaşan bir kayınvalide, gelininden de yukarıdaki gibi bir yaklaşım görürse, ona tepki olarak negatif düşünmeye ve davranmaya başlar. Halbuki sağlıklı bir ilişki için karşı tarafı değiştirmek yerine onu anlamaya çalışmak gerekir.

idare eden, ‘idare’lik olur

Bir de huzursuzluk olmasın diye kayınvalidesinin her istediğini sorgulamadan yapan, her çıkışını alttan alan gelinler vardır. Bu tip insanlar kendilerine zarar verirler.

Geleneksel yapıya sahip ailelerin kız çocukları “idareci ol, aman alttan al, fedakâr ol, kızlar fedakâr olur” tavsiyeleriyle yetiştirilirler. Bu mesajları alan genç kız da evlendiği zaman ezilir ve ruhsal sarsıntı yaşar. Buna örnek olacak bir danışanım vardı, çok ağır depresyonla gelmişti. Kadının üç çocuğu vardı ve kayınvalidesi de onlarda kalıyordu. Başta danışanın depresyonuna bir neden bulamadık. Kayınvalidesiyle problem yaşayıp yaşamadığını sorduğumuzda “Hayır, hiç şikâyetim yok, çok iyi biri” cevabını veriyordu. Sonra hastaneye yatırıldı, tedavi başlayınca gelinin bastırdığı duygular ortaya çıktı. Kayınvalide kontrolcü yapıdaydı ve gelini üzerinde psikolojik baskı kuruyordu. Danışanımız çocuklarını bile kayınvalidesinin yanında sevemiyordu. “Aman kızım idare et, iyi geçin, alttan al, kayınvalidene karşı çıkma, fedakâr ol” gibi tavsiyelerle yetiştirilen kadın, ilişkinin zaten böyle olması gerektiğini düşündüğü için, bize kayınvalidesinin tutumunu anlatma gereği bile duymamıştı. Halbuki bu kişiye, “Kayınvalidene saygısızlık etme ama kendini de ezdirme” tarzında eğitim verilmiş olsaydı, bu durumlar yaşanmayacaktı.

Kayınvalide yanlış bir şey yaptığı ya da söylediği zaman “Ben böyle düşünmüyorum, benim için doğrusu budur” diyerek sınırları koyabilmek, doğru duruş gösterebilmek gerekir. Bunu yaparken üslup, seçilen kelimeler, ses tonu, beden hareketleri çok önemlidir. Eğer bir insan, karşı tarafı incitmeden kendi kişilik sınırlarını çizmeyi başarırsa, iki taraf da birbirini daha rahat tanır. Duygulan bastırıp biriktirmek ise, örneğimizdeki gibi kişinin psikolojik rahatsızlıklar yaşamasına neden olur. Bu nedenle, sorun olduğu zaman açık açık konuşulursa, hatası olan kendisini düzeltmeye çalışır. Eğer ortada bir hata yoksa da, iki taraf birbirini daha iyi tanımış olur.

Geleneksel yapıya sahip ailelerin kız çocukları “İdareci ol, aman alttan al, fedakâr ol, kızlar fedakâr olur” tavsiyeleriyle yetiştirilirler. Bu mesajları alan genç kız da evlendiği zaman ezilir ve ruhsal sarsıntı yasar.

Fiziksel olarak ayrı, duygusal olarak bağlı

Türk toplumunda aile bağları Batı toplumlarındakinden daha güçlüdür, İngilizcede amca ile dayı ve teyze ile hala tek kelimeyle ifade edilirken, bizde bu hitaplar oldukça zengindir. Bir toplum neye önem verdiyse onunla ilgili terimleri daha çok üretir. Örneğin Arapların yirmiye yakın deve tarifi vardır. Kızılderililer de kanla ilgili çok terim kullanmışlardır…

Aile bağları bizler için önemli olmasına karşın, son iki yüzyıldır Batılı kültür değerleri ve şehirleşmenin etkisiyle değişime uğradı. Bu süreçte, bir tarafta anne babaya ‘of bile dememeyi öğütleyen anlayış sürerken, diğer tarafta anneanneyi, babaanneyi, büyükbabayı dışlayan aile modelleri ortaya çıktı. Yani aileler, ne Batıdaki gibi bağımsız ayrı bir birime dönüştü, ne de Doğudaki gibi geniş bir yapıda kaldı.

Dolayısıyla özgür ve bağımsız olmak isteyen gençler, ailelerinden de tamamen kopamadılar. Böyle iki arada bir derede kalan ailelerde gelin-kayınvalide çatışmalarının daha çok yaşandığı gözlenmektedir. Bu türden ailelerde herkesin mutlu olabileceği en iyi çözüm, büyüklerden fiziksel olarak kopmak ama duygusal bağları sürdürmektir. Tabii anne babaların da çocuklarını uzaktan sevmeyi başarması, evlenen iki gencin kendilerinden ayrı özel bir hayatlarının olduğunu kabul etmesi gerekir.

AİLE İÇİ ŞİDDET

Eşlerin birbirine sözel ya da fiziksel şiddet uygulaması, evlilikte zor anlar olarak değerlendirebileceğimiz krizlerin en önemlisidir. Şiddeti kısaca bir insanın hak aramak için veya bir sorunu çözmek için fiziksel veya duygusal zorlamalara başvurması olarak tarif edebiliriz. Şiddet deyince insanların aklına sadece fiziksel zorlama gelir. Halbuki duygusal ihmal, çalışan bir insanın maaşını vermemek, birine sinirlenip bir eşyayı kırmak, kadının eşi tarafından cinsel ilişkiye zorlanması gibi davranışlar da bir tür şiddet uygulamasıdır. En ağır şiddet ise, bedene yapılan zorlamadır. Fiziksel şiddetten sonra eşyaya ve hayvana yapılan şiddet ile ekonomik ve duygusal şiddet şeklinde bir derecelendirme yapılabilir. Bir kişinin eşine sevgi göstermemesi, onu ihmal etmesi de kimi tanımlamalara göre şiddettir.

Günümüz toplumları için aile içi şiddet önlemeyen önemli bir sorundur. Sadece Türkiye gibi ülkeler değil, eğitim seviyesi ve yaşam standardı yüksek ABD, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde de aile içi şiddet vakaları giderek artmaktadır. Bütün dünyada şiddete maruz kalan kadın sayısı içinde eğitimli kadınların ve şiddet uygulayan erkek oranlarının yüksek olması, konunun Türkiye’de algılandığı gibi sadece eğitim seviyesi ve gelişmişlikle ilgili olmadığını göstermektedir. Üstelik Türkiye’de resmi rakamlara yansıyan şiddet olayları hiçbir zaman Batılı ülkelerdeki rakamlara ulaşmamıştır. Bu görüşe, “Türkiye’de kadınların haklarını arama bilincinin gelişmemiş olması, şiddet vakalarıyla ilgili istatistikleri aşağı düşürüyor” şeklinde bir itiraz gelebilir. Ancak burada asıl mesele, konuya ideolojik bakış açılarıyla yaklaşmadan, aile içi şiddetle mücadele etmektir.

Araştırmalar aile içi şiddetin en önemli nedenlerinden birinin alkol olduğunu göstermektedir. Toplumdaki genel şiddet olaylarında, alkol kullanımı % 67 oranında etkilidir. Alkol, otokontrolü zayıflattığı için, kişinin agresifleşerek dürtüleriyle hareket etmesine, depresyon puanının yükselmesine neden olur. Sadist eğilimleri olan yani acı çektirmekten zevk duyan biri, alkol kullanırsa, o kişinin şiddet uygulama ihtimali çok yükselir.

Şiddete karşı öfkenizi eğitin

Ailede şiddet uygulayan kişinin bu eğilimi psikolojik bozukluklardan kaynaklanıyorsa mutlaka tedavi görmesi gerekir. Ancak aile içi şiddetin nedeni psikolojik olmaktan daha çok, sorun çözmeyi bilmemek, iş hayatındaki stresle başa çıkamamak sonucu ortaya çıkan öfkeye hâkim olamamaktır. Öfke insanın içindeki vahşi bir köpek gibidir. Onu eğitirseniz, o size bekçilik, koruyuculuk yapar ama eğitmezseniz kendinize de zarar verir.

Öfke, erkeklerde kalp krizini özellikle üç kat arttırmaktadır. Kontrol edilemeyen öfke sadece kişinin sağlığını değil, insanlarla, eşiyle ve çocuklarıyla olan ilişkisini de etkiler.

Fiziksel ya da duygusal şiddeti arttıran etken, eşler arasındaki önyargılardır. Şiddeti engellemenin çözümü diyalog ve hoşgörüdür. Eşler arasında şiddet yaşanıyorsa, ortada bir problem var demektir ve bu problemi çözmek için kullanılan yöntemlerin de doğru olması gerekir. Eşlerin, kullanacakları yöntemler içinde şiddetin asla yeri olmadığını kabul etmeleri, şiddetin hiçbir türünü bir seçenek olarak düşünmemeyi öğrenmeleri gerekir.

Toplum olarak sorunlara yaklaşım tarzımız çözüm odaklı değil, tartışma odaklıdır. Bu özelliğimizi anlatan güzel bir fıkra vardır: Bir Alman, bir Fransız, bir Amerikalı ve bir Türk’ten filler konusunda tez hazırlamaları istenir. Alman, ‘fil ilmine giriş’ adlı bir tez hazırlar. Fransız, ‘fillerde cinsel yaşam’ konusunu işler. Amerikalı, ‘filler ve kapitalizm’ üzerine çalışır. Türk ise ‘Ne olacak bu fillerin hali?’ konusunu seçer. Eşlerin problemlere yaklaşım tarzı bu fıkradaki Türk gibi olursa, sorunlarına çözüm bulamazlar. Şiddete başvuran erkek ve şiddet gören kadın tartışmak yerine, çözüm odaklı davranışlarda bulunursa, mutlaka bir çıkış yolu bulunur.

Araştırmalar aile içi şiddetin en önemli nedenlerinden birinin alkol olduğunu göstermektedir. Toplumdaki genel şiddet olaylarında, alkol kullanımı % 67 oranında etkilidir.

Şiddet çocuğa nasıl anlatılmalı?

Hayvanlara şiddet uygulayan çocuklar veya kendisini yaralayan yetişkinler üzerinde yapılan araştırmalar, bu kişilerin anne babaları arasında şiddetin daha çok yaşandığını göstermektedir. Aile içinde şiddet; sorun çözme, hak arama aracı olarak kullanıldığında öğrenilmiş bir davranışa ve alışkanlığa dönüşür. Anne baba şiddet uygulama eğilimindeyse, çocuk (5-6 yaşında veya daha büyükse) bunu doğal kabul eder ve ailesinden öğrendiği bu ‘doğal çözüm yöntemi’ni ileride uygulamaya başlar. Çünkü hayatı tanımayan çocuk, iyi-kötü, doğru-yanlış gibi kavramları çevresini gözlemleyerek öğrenir.

Anne baba asla şiddete başvurmamalıdır. Ancak öfkesini yenemeyip bu tür bir davranış gösterdiğinde, bunu çocuğa “Yaptığım doğru değil ama kendime hâkim olamadım” diyerek anlatırsa, o zaman çocuk en azından ortaya konan davranışın doğru model olmadığını anlayabilir, şiddete meyletse bile bir süre sonra davranışını değiştirebilir. Burada çocuk açısından önemli olan, anne babanın şiddeti yöntem olarak benimsememesidir.

Önemli olan, çocuğun şiddeti bir yöntem olarak benimsememesi için önlem almaktır. Çocuk şiddetin ne olduğunu, sonuçlarını, yanlış yönlerini öğrenirse, ileride isteklerini gerçekleştirmek için onu bir yöntem olarak benimsemeyecektir.

Maalesef bir ailede şiddet yaşanabiliyor, bazen kapılar çarpılıyor, bazen bir eşya fırlatılıyor, bazen sağa sola tekme atılıyor. Ancak anne baba, kavga ve şiddeti bir yöntem olarak benimserse, sürekli gerilim ve sözlü ya da fiziksel şiddet evde bir iletişim tarzı olarak benimsenirse, çocuk bundan olumsuz etkilenir. Bununla birlikte, “Aman çocuğumuz, kavga ettiğimizi görmesin, bağırmayalım bundan kötü etkilenir” düşüncesiyle fazla korumacı bir yaklaşım benimsemek de doğru değildir. Çocuğun, kavga ve gerilimden sonra, anne babasının yeniden barıştığını görmesi, hayatın gerçeklerini öğrenmesi bakımından önemlidir. Nasihatlerden ziyade yaşadıklarından etkilenen çocuk, anne babanın barışmasından uzlaşmayı öğrenir. Zaten doğru olan da, ona nasihat vermekten çok model olmaktır. Başka bir ifade ile çocuğa emir vermek yerine fikir vermek gerekir.

Anne baba, çocuğun çevresinden etkilenerek şiddete yönelmesi durumunda da benzer bir tutum sergilemelidir. Günümüzde, çocuğu bir yetişkin olana kadar şiddetten uzak tutmaya çalışmak mümkün olmadığı gibi doğru da değildir. Çünkü şiddet hayatın bir gerçeğidir. Anne baba ne kadar korumacı olursa olsun çocuk bu gerçekle yüzleşecektir. Burada önemli olan çocuğun şiddeti bir yöntem olarak benimsememesi için önlem almaktır. Çocuk şiddetin ne olduğunu, sonuçlarını, yanlış yönlerini öğrenirse, ileride isteklerini gerçekleştirmek için onu bir yöntem olarak benimsemeyecektir. Bunun için insan odaklı düşünerek, şiddetin öğrenilen bir yöntem olduğunu, kimi zaman da istenilmeden benimsendiğini kavramak gerekir.

AİLE TERAPİSİ

Eşler arasında yaşanan sorunların ve krizlerin temel nedeni, evlilik hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaktır. Eğitim sistemimiz de bu konuyu ailelere bırakmıştır. Fakat bugünkü toplum yapısında, aileler eskiden olduğu gibi evliliğe katkıda bulunamamakta ve hakemlik görevini üstlenememektedir. Eskiden bir sorun olduğu zaman, aile büyükleri yeni evlenen gençlere yardım ederdi. Çünkü babaanne, büyükbaba, anne, baba ve yeni evli çift arasındaki ilişkiler çok daha yakındı. En azından bir mekân ortaklığı vardı ve aile fertleri birbirlerine destek oluyorlardı. Oysa bugün, sevecen ve şefkatli anneanneler, babaannelerle olan iletişim yok denecek kadar azaldı.

Eşler arası iletişimde doğru yöntemlerin neler olduğu ve bunların nasıl kullanılacağı, eşlerin kişilik yapılarının ve iletişim tarzlarının tespit edilmesine bağlıdır. Bunları en iyi şekilde tespit edecek olan da bir ummandır.

Kısacası, günümüzde evli çiftler, yaşadıkları aile içi sorunlarda uzmanlardan yardım almak yolunu seçmektedirler. Aile terapistliği alanında profesyonelleşmiş uzmanların çalıştığı merkezler de bu ihtiyacı karşılamaktadır. Aile terapisi denilince, akla sadece sorun olduğunda çözüm üretmek gelmemeli. Aileye rehberlik ederek muhtemel sorunların çıkmasını engellemek de, aile terapisi ya da danışmanlığı içindedir. Aile terapisinin bilimsel adı ‘çift terapisi’dir ve sadece eşlerden biriyle değil, her ikisinin de katılımıyla yapılır.

Daha önceki bölümlerimizde değindiğimiz gibi, eşler arası iletişim kendine has bazı teknikler gerektirir. Bir insanın ne söylediği kadar bunu nasıl söylediği de önemlidir. Hatta bazı durumlarda, bir şeyin nasıl söylendiği kendisinden de önemli olmaktadır. Sağlıklı bir iletişim için sözün ya da davranışın nasıl olması gerektiği, iletişimcilerin uzmanlık alanına girer. Eşler arası iletişimde de, bir doğruyu farklı şekillerde söyleyebilmeyi başarmak gerekir. Eşler genellikle “Benim kalbim temiz, dobra dobra konuşuyorum” diye düşünür ve nasıl konuştuklarının önemli olmadığını zannederler. Gerçekten de bu yaklaşım, ilk anda insana doğru gibi gelebilir ancak üslubu göz ardı eden bir iletişimin ilişkiye zararı yoksa bile -ki çoğu zaman vardır- faydasını görmek mümkün değildir. Bu, kalçadan yapılması-gereken bir iğneyi ağızdan almak gibidir, insan iyi niyetli olsa bile, isteklerini ve beklentilerini karşı tarafa doğru yolla aktaramazsa sonuç alamaz. Bu, iyi niyetin tek başına yeterli olmadığı anlamına gelir. Eşler arası iletişimde doğru yöntemlerin neler olduğu ve bunların nasıl kullanılacağı, eşlerin kişilik yapılarının ve iletişim tarzlarının tespit edilmesine bağlıdır. Bunları en iyi şekilde tespit edecek olan da bir uzmandır.

Aile Terapisi Nasıl Uygulanır

Aile terapisti eşlerin kişiliklerinin analiz eder; güçlü zayıf, olumlu-olumsuz taraflarını, sorun çözme stillerini iletişim stillerini, olaylara bakış açılarını, duygu düşünce ve davranış kalıplarını ortaya koyarak kişilik profillerini çıkarır. Ailede sorun kaynaklarının neler olduğunu belirler. Örneğin, birbirini seven ama sürekli tartışan bir çift, aile te­rapisine geldiğinde, önce yaşadıkları sorunun ana nedeni araştırılır, ilk seanslar, terapiyi uygulayan kişinin tarafları tanımasıyla geçer. Her iki tarafın kişilik profilini çıkaran te­rapist, sorunu tespit ettikten sonra, eşlerin çözüme yönelik farklı bakış açılarını ortaya koyar. Örneğin evde tartışmaya sebep olan konuların listesini çıkarır. Danışanlara, eşinin hangi davranışlarının kendisini sinirlendirdiğini madde madde yazdırır. Genelde ilk seanslarda üç-beş madde zor yazılır. Ama ilerleyen seanslarda eşler birbirlerinin farkına varmaya, birbirlerini gözlemlemeye başladıkça, liste yirmi-otuz maddeye kadar uzar. Bir problem çıktığında, olayı analiz etmeden hisleriyle tepki veren eşlere, sorunlara nasıl daha farklı bakabilecekleri gösterilir.

Eşler arası iletişimi bozan unsurlar düzeldikten sonra, ailenin dinamikleri ele alınır. Hatta birçok durumda çocuk­ları da terapiye katmak gerekir. Mesela ‘aile içinde koalis­yonlar var mı’, ‘eşler arası ilişkiye çocukların veya aile büyüklerinin müdahale düzeyi ne kadar’ gibi sorulara cevap aranır. Bunların sonucuna göre de terapiye yön verilir ve tedavi planı yapılır. Ailenin özelliklerine göre kimi durum­larda stres azaltma odaklı çalışmalar yapılır, kimi durumlarda da olumsuz düşünce kalıplarını yok etmek için kognitif (bilişsel) çalışmalar yapılır.

Tavsiye değil, yol gösterme

Eşlere “Şunu yapın, bunu yapmayın” tarzında tavsiye­lerde bulunmak, doğru bir terapötik yaklaşım değildir. Te­rapide akla kapılar açılır ama eşlerin iradesi ellerinden alınmaz. “Şu kapıdan girerseniz muhtemel sonuçlar budur. Başka bir kapıdan girerseniz sonuçlar şunlar olur…” şeklinde, izlenebilecek yollar ve bunların ortaya çıkaracağı sonuçlar sıralanır ama hangi yolun seçileceği eşlerin kendi­lerine bırakılır. Terapistin ‘evlenme’, ‘boşan’, ‘bir süre ayrı yaşayın’ gibi tavsiyelerde bulunup üzerine sorumluluk alması profesyonelce değildir. Terapistin nötr olması gerekir. Zaten terapi sadece evliliği kurtarmak için yapılmaz. Aile te­rapisinin asıl amacı, evlilikte iki tarafın doğru karar vermesi­ni sağlamaktır. Bazen boşanmak üzere olan çiftler aile terapi­sine gelir, terapiden sonra birbirlerini yanlış tanıdıklarını kabul ederek yollarına devam ederler. Bazen de “Bir arada yaşayamayacağımızı anladık” der ve en iyisinin ayrılmak olduğuna karar verirler. Bu da aile terapisinin sonuçlan arasındadır ama terapist ailenin bütünlüğünü ön planda tut­malıdır. Klasik Batı yaklaşımında “Eşler anlaşamıyorsa, herkes kendi hayatını yaşasın, evliliği yürütmek gerekmez” şeklinde bir anlayış vardı. Hatta ABD’de boşanmaların artma sebeplerinden birisinin aile terapistleri olduğu söylen­mektedir. Bir terapistin, evliliklerdeki başarı oranının düşük olmasından hareketle çiftlere evliliklerine yatırım yapma­mayı tavsiye etmesi, kendini inkâr etmesi demektir. Aile te­rapisinde iki tarafın da birbirini doğru tanıyarak anlamasını, sağlıklı kararlar vermesini sağlamak amaçlanır.

Eşlere “Şunu yapın, bunu yapmayın” tarçında tavsiyelerde bulunmak, doğru bir terapötik yaklaşım değildir. Terapide akla kapılar açılır ama eşlerin iradesi ellerinden alınmaz.

Terapist seçerken…

Çiftler aile terapistini seçerken kültürel uyumu önemsemelidirler. Aslında profesyonel bir terapist sahip olduğu kültürü, aile kurumuna ve hayata bakışını uygula­malarına yansıtmamayı başarmalıdır. Buna rağmen, kendi­leriyle aynı kültüre sahip terapistlerle görüşen danışanlar, daha iyi ve daha çabuk sonuç alırlar. Çünkü eşlerin kültürüne yakın olan bir terapist, onların sorunlarını daha iyi anlar ve daha etkili çözümler üretir. Bir arkadaşımın yaşadıkları, bu konunun önemini iyi anlatacaktır. Bir arkadaşım, Batılı hayat tarzına sahip ve orada eğitim almış bir aile terapistine gitmiş ve eşiyle arasındaki problemleri anlatmış. Terapist, arkadaşımın eşini tanıdığı için, “Onunla ” yaşamak zordur, sen en iyisi ayrıl” tavsiyesinde bulunmuş. Arkadaşım buna çok sinirlenmiş… Bana geldi ve “Ben eşimin zor birisi olduğunu biliyorum ama terapistim bana çözüm yerine boşanmayı önerdi” diyerek dert yandı. Arka­daşım ve eşi daha sonra kendi kültürlerine yakın bir uzman­dan çift terapisi aldı, bir süre sonra evlilikleri yoluna girdi.

Psikolojinin tanımı üç ayaklıdır; akıl, beyin ve kültür. Kültür ayağı olmayan bir psikolojik yaklaşım eksiktir. Bir insan için en doğru bakış açısını, onun yetiştiği ortamı, toplumu bilen bir uzman ortaya koyabilir.

Bazen boşanmak üzere olan çiftler aile terapisine gelir, terapiden sonra birbirlerini yanlış tanıdıklarını kabul ederek yollarına devam ederler.

Terapiden kaçan erkek

Ailede yaşanan sorunları ilk algılayan ve bundan rahatsızlık duyan kişi genellikle kadındır. Çünkü kadınlar genetik olarak korkuya karşı daha hassastırlar, insan neslinin devamı için annenin çocuğunu koruyabilmesi gerekir, bu da onun erkeğe nispeten daha tetikte olmasına yani daha çok şeyden korkmasına, endişe duymasına yol açar. Erkeğin dikkati ise ailenin ihtiyaçlarını karşılamaya odaklanmıştır. Başka bir anlatımla, evdeki iç gerçeklik -iç hâkimiyet kadının kontrolünde, dış gerçeklik ise erkeğin kontrolündedir. Bu genetik bir rol paylaşımıdır. Yapılan araştırmalarda da, çocukların iyi yetişmesi konusunda kadınların daha çok kaygı duydukları saptanır.

Aile içi sorunlara karşı da daha dikkatli ve duyarlı olan kadın, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu zaman, bunu erkekten önce fark eder. Bu yüzden de aile terapistine gitme ihtiyacını da ilk önce kadın dile getirir. Erkek, kadının bu isteğine genelde “Evham yapıyorsun”, “Ne gerek var?” gibi tepkiler verir. Çünkü birçok erkek tedaviye gitmeyi zayıflık olarak algılar.

Erkeğin terapiyi reddettiği durumlarda, önce sadece kadınla tedaviye başlanır ve ortaya konan verilerle erkeğin de, eşiyle kendisi arasındaki iletişimin sorunlu yanlarını fark etmesi sağlanır. Örneğin erkeğe, eşinin beyin görüntülemesi, test sonuçlan gösterilir; kadının ilaç kullanması gerekiyorsa, eşi de bu durumdan haberdar edilir, varsa ilaçların yan etki­leri olduğu anlatılır. Bunun gibi adımlarla, erkek, eşinin durumunun daha iyi olması için aile içindeki sorunların çözülmesi gerektiğine ikna edilir. Yani erkeğin, durumun farkına varması sağlanır. Böylece o da, eşine değer vermekle tedaviye katılma arasında bağ kurarak ikna olur.

Beşinci    Bölüm

AİLEDE YENİ BİR DÖNEM:

HAMİLELİK VE ÇOCUK SAHİBİ OLMAK

ÇOCUK AMA NE ZAMAN?

Geleneksel aile anlayışımızda çocuk sahibi olmak, bir bakıma evliliği tamamlayan bir aşamadır. Eskiden yeni evle­nen çiftler, çocuk sahibi olmak için zaman ayarlaması yapma ihtiyacı hissetmezlerdi. Ama annenin çalışması, ekonomik şartlar gibi nedenlerden dolayı, çiftler artık plan­lanmış zamanlarda çocuk sahibi olmayı tercih ediyorlar.

Çocuk ruh sağlığında, bir çocuğun özgeçmişi öğrenilirken, gebeliğin planlı olup olmadığı özellikle soru­lur. Çünkü çocuğun isteyerek ya da istenmeden dünyaya getirilmiş olması onun ruh sağlığını etkilemektedir. Anne baba için sürpriz olan çocuklarda, ebeveynlerin çocukla ilgili yaklaşımlarına önyargılar daha çok hâkim olur. Eğer anne baba planlayarak çocuk sahibi olmuşsa, anne babalık olgunluğu daha fazla gerçekleşir. Bu nedenle gebeliğin planlı olması idealdir. Elbette istenmeyen gebeliklerde çocuk aldırılmalı demek istemiyoruz. Kastettiğimiz, anne babanın çocuk isteyip istemediklerini, kendileri için çocuğun uygun olup olmadığını hesap etmeleridir. Zaman planlaması yapmadan çocuk sahibi olacaksalar, birtakım risklerle karşılaşacaklarını bilmelidirler. Bunun farkında olan anne babalar, istemeden çocuk sahibi olmanın deza­vantajlarını daha kolay ortadan kaldırabilirler.

Çocuk ruh sağlığında, bir çocuğun özgeçmişi öğrenilirken, gebeliğin planlı olup olmadığı özel­likle sorulur. Çünkü çocuğun isteyerek ya da istenmeden dünyaya getirilmiş olması onun ruh sağlığını etkilemektedir.

Çocuk kötü giden ilişkiyi kurtarmaz

Kimi zaman eşler, farklı nedenlerle çocuk sahibi olmaya karar verebilirler. Bu nedenlerin başında ise kötü giden evliliği kurtarmak gelir. Genelde birbirleriyle geçinemeyen çiftlere, çevreleri tarafından “Çocuğunuz olduğunda ilişkiniz düzelir” ya da “Çocuk evin neşesidir, çocuk yapın” şeklinde tavsiyelerde bulunulur.

İyi gitmeyen bir evliliğin düzelmesi için çocuk yapmak adeta kumar oynamak gibidir. Evlilikte yaşanan sorunun kaynağını ve nedenini bilmeden çocuğu bir kurtarıcı gibi görmek o sorunu daha da büyütebilir. Çünkü çocuk aileye sorunlarıyla gelir ve yeni sorumluluklar yükler. Evet, bir bebek evliliği daha hoş, daha sevimli ve güzel hale getirir ama ilişki kurmayı becerememiş çiftlerde, çocuğun ağlaması ya da bakımı gibi konular bile başlı başına bir sorun ve tartışma konusu olur.

Ayrıca sorunları olan evlilikte, çocuk, kadının ilgisinin eşinden çocuğa yönelmesine neden olacağı için, mevcut sorunlarla birlikte erkeği daha çok rahatsız eden bir duruma yol açabilir. Erkek bunu düzeltmek için girişimde bulunur fakat başarılı olamazsa, o zaman kendisini işe verir. Zamanla da eşiyle arasında psikolojik bir duvar örülmeye başlar. Böyle bir durumda, eşlerin ortak zaman geçirmesi ve paylaşımları arttırması gerekir, ilgisini çocuğu yönelten kadın, “Eşimle biraz zaman geçireyim, onunla olumlu ya da olumsuz yönleriyle hayatı paylaşayım” düşüncesiyle hareket etmelidir. Kadın eşiyle ortak paylaşım alanlarını açık tutuğu müddetçe, çocuk yapmak da dahil, her şeyi fırsat haline dönüşebilir.

Eşler ilişki kurma becerisini geliştiremedikten sonra, birbirlerini sevseler bile aralarında çatışmaların yaşanması kaçınılmazdır. Sevginin bile engel olamadığı bir çatışmayı, sorunlarıyla birlikte aileye katılan bir bebeğin engellemesini düşünmek mantıklı değildir. Bu nedenle çocuk evlilikte sorun çözen bir unsur olarak düşünülmemelidir.

Anne baba olma isteği içgüdüsel olduğu kadar, düşünülerek verilecek bir karar olmalıdır. Eşler mutlaka bu kararı ortaklaşa vermeli, yeni bir insan ve yeni bir hayat için gerekli sorumluluğu en doğru şekilde taşıyıp taşıyamayacak­larını hesap etmelidirler. Planlı bir şekilde çocuk sahibi olmak, hem hamilelik döneminde hem de sonrasında eşlerin muhtemel zorluklara hazırlıklı olmalarını sağlar.

Bebek istenmediğini anlar

Gebeliğin planlı olup olmaması çocuğun ruh sağlığının nasıl olacağı ile de yakından ilişkilidir. Çünkü çocuğun psikolojik sağlığını, annenin onu isteyip istememesi önemli ölçüde belirlemektedir. Genel kanının aksine çocuk­ta duygusal hafıza daha anne karnındayken, kalbinin atmasıyla oluşmaya başlar. Bebek anne tarafından istenip istenmediğini, sevilip sevilmediğini duygusal hafızasına kaydeder. Annenin bebeği istememesinden dolayı duygu­larında meydana gelecek yoğun değişimler (pişmanlık, üzün­tü, yüksek kaygı gibi), kan kimyasındaki değişimlerle çocuğun sinir sistemini de etkiler. Böylece dünyaya gelecek çocuğun zihinsel gelişimi normal bir hamileliğe göre sağlıklı olmayacağı gibi, çocuğun ileride güven sorunu gibi problem­ler yaşamasına da neden olabilir. Annesinden pozitif duygu­lar alan bebek ise, hem bedenen hem de zihnen sağlıklı ge­lişir. Dolayısıyla anne istemeden hamile kaldıysa, “bebeği is­temiyordum” duygusunu bir kenara bırakmalı ve artık bebeği bir sorun olarak değil bir birey olarak kabullenmelidir.

İstenmeyen gebelik yaşayan bazı anneler, çocuk dünyaya geldikten sonra onu sevseler de zaman zaman çocuğa “Zaten seni istememiştim” duygusunu yaşatırlar. Özellikle çocuğu kariyeri için bir engel olarak gören kişilerde bu düşünce ister istemez çocuğa yansır. Böyle bir durumda çocuk sevilmediği düşünür ve içe kapanıklık, güvensizlik gibi davranış sorunları yaşar.

Annenin bebeği istememesinden dolayı duygularında meydana gelecek yoğun değişimler kan kimyasındaki değişimlerle çocuğun sinir sistemini de etkiler.

HAMİLELİK PSİKOLOJİSİ

Anne adayının, hem fiziksel hem de psikolojik açıdan sorunsuz bir hamilelik geçirmek ve sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek için yaşayacağı değişimler hakkında önceden bilgi edinmesi önemlidir. Tabii baba adayının da bu süreçte eşine destek olması için, eşinin yaşadığı psikolojik ve fizyolojik değişikler hakkında fikir sahibi olması gerekir. Bu nedenle eşlerin uzman yardımı alması sürecin sağlıklı atlatılmasını kolaylaştıracaktır.

Birçok kadın hamilelik döneminde psikolojik sorunlar yaşar. Anne olma ve doğacak çocuğun sağlıklı olup olmayacağı kaygısı anneyi ister istemez strese sokar. Hamilelikte stresin boyutu kişiden kişiye ve koşullara göre değişse de, bazen ciddi tedavi gerektirecek psikolojik sorunlara da neden olabilir. Gebeliğin ilk üç aylık döneminde, anne adayı bir dizi psikolojik ve fiziksel değişiklik yaşar. Anne adayında yorgunluk, bulantı-kusma gibi fizyolojik belirtilerin ve depresif (inişli çıkışlı) bir ruh halinin olması doğaldır. Hamilelikte etkili bir rol oynayan östrojen ve progesteron hormonları anne adayının büyük sevinç ve üzüntü halleri arasında gidip gelmesine neden olur. Anne adayı küçücük bir nedenle gözyaşlarına boğulur ya da nedensiz yere mutlu olur. Bu dönemde çocuğun sinir hücrelerinin gelişimi gerçekleştiği için, annenin ruh sağlığında problem olmaması çok önemlidir. Hamilelikte, bebeğe zararlı olabilecek gıdalara karşı beyinde de bir tepki programlanmıştır. Vücut, anne adayı farkında olmadan kusma duygusu ile bazı gıdaların alınmasını önler. Bu, beyinde genetik olarak kodlanmış bir bilgidir. Bazen çay gibi her zaman tüketilen gıdalara karşı bile kusma tepkisi verilir.

İstenen bir gebelikte kadının psikolojisini bozan başka olumsuz etkenler yoksa, mutluluk hormonu diğer zamanlardakinden daha fazla salgılanır. Hamile kalan kadınlar bu nedenle kendilerini rahat ve mutlu hissederler. Kadının ailesi ile ilişkisi, iş durumu, hamileliğin yaratacağı beklenti ve stres gibi etkenler sürecin nasıl yaşanacağını belirler. Örneğin ikinci ve üçüncü ayda kusma devam ederse anne adayının psikolojik yapısı bundan mutlaka etkilenir. Bu tür durumlarda, kadının çocuksu bir kişiliğe sahip olması ya da eşiyle arasında belirgin kültür farklılıklarının olması gibi nedenlerin de belirleyici olduğu bilinmektedir.

Anne adayında yorgunluk, bulantı-kusma gibi fizyolojik belirtilerin ve depresif (inişli çıkışlı) bir ruh halinin olması doğaldır.

Her anne adayı, az ya da çok, hamilelik ve doğum sırasında bir şeylerin ters gitmesinden korkar ve endişe duyar. Bu, süreçle ilgili bilgi sahibi olan ya da ikinci-üçüncü çocuğunu dünyaya getirecek anne adayları için bile geçerlidir. Annenin karnındaki bebekle konuşması, ona müzik dinletmesi, kitap okuması gibi davranışlar, hem anne ile çocuk arasında duygusal bağ kurulması hem de annenin endişe ve korku seviyesini indirmesi açısından faydalıdır. Ayrıca bu tür davranışlar çocuğun duygusal ve zihinsel gelişimine de katkıda bulunur.

Hamilelikte depresyon ve unutkanlık

Anne adayının geçmişinde depresyon vakası varsa, bu durum hamilelikle tekrar ortaya çıkabilir. Bu riski taşıyan annelerin mutlaka doktor kontrolünde olması gerekir. Çünkü depresyon yaşayan anne adayının beyninde bazı kimyasal maddeler ortaya çıkar ve bu maddeler çocuğa zarar verir. Önceleri tıpta, gebelik döneminde anneye depresyon ilaçları vermeme eğilimi vardı. Ancak beyinde üretilen bu maddelerin, çocuktaki büyüme hormonunun salgılanmasını bile etkilediği ortaya çıktı. Depresyon ilacı verilmediğinde ortaya çıkan risk, verildiği zamankinden daha fazla ise, gebelik döneminde bazı anti-depresan ilaçların kullanılması söz konusu olabilir. Ancak bu ilaçlar muhakkak doktor kontrolünde kullanılmalıdır.

Anne adaylarının yaşadığı en önemli problemlerden biri de aşırı unutkanlıktır. Bu durum birçok anne adayının hayatını olumsuz etkiler ve sıkıntılara neden olur. Önemli randevuların, tanınan kişilerin isimlerinin unutulması, unutkanlıktan dolayı işyerinde performansın düşmesi, gidilecek yönü şaşırmak ve sokakta kaybolmak gibi durumlar anne adaylarının hayatını olumsuz etkiler. Unutkanlığa neyin yol açtığı tam olarak bilinmemekle beraber, bu duruma hormonlardaki değişimin neden olduğu düşünülmektedir. Hamile kadınlar unutkanlıkla; zihinsel egzersizler yaparak, durumun geçici olduğuna dair kendilerine telkinde bulunup üzülmeyerek, arkadaşlarıyla bol bol sohbet ederek, randevu ve yapılacak işleri not alarak baş edebilirler.

Biyolojik değişikliklerin yanı sıra, gebelik psikolojini belirleyen önemli etkenlerden biri de beslenmedir. Bebek, annesinin mineral ve vitaminlerini adeta emer. Mesela annede kansızlık ortaya çıksa bile, bebekte bu sorun yaşanmaz. Anne adayının hamilelikte dengesiz beslenmeden dolayı sağlık sorunları yaşaması psikolojisini de etkileyecektir. Bu nedenle hamilelikte dengeli beslenme çok önemlidir.

‘Hamile’ babalar

Hamilelik dönemi kadın için olduğu kadar erkek içinde kritik bir süreçtir. En sorunsuz hamilelikte bile, anne adayının yaşadığı fiziksel ve psikolojik değişimlerin eşler arasındaki ilişkiye yansımaması mümkün değildir. Baba adayı, eşinin hamileliği sırasında mümkün olduğu kadar ona destek olmalı, eşinin ruh sağlığını bozacak davranışlardan kaçınmalı ve iletişim hatalarını en aza indirmenin yollarını aramalıdır. Erkek, eşine karşı sorun çıkaran değil onu rahatlatan, güven ve imkân sağlayan bir rol üstlenmeli, anne adayının güven duygusunu hissetmesinin çocuğun rahat gelişimi için önemli olduğunu unutmamalıdır.

Baba adayları, özellikle ilk çocukta, hamileliğin ilk üç ayında anne adayının yaşadığı duygusal değişimleri pek anlamazlar. Kadının duygusal çalkantılar, hamilelik stresi ya da endişesi yaşaması karşısında ne yapacaklarını bilemedikleri için genelde geri çekilip olan biteni izlemeyi tercih ederler. Sürekli olarak sevgi ve ilgiye ihtiyaç duyan anne adayı ise kendisini boşlukta hisseder ve içine kapanır. Oysa eşin vereceği destek ve güven, kadının bu durumdan rahatça çıkmasına yardımcı olacaktır. Hamilelikte çiftler diğer zamanlardan daha fazla birbirleriyle konuşmalı ve duygularını paylaşmalıdırlar. Bu, eşleri bebek üzerinde kaynaştıracağından, aile içindeki huzura da tesir eder ve anne karnındaki bebek, oluşan pozitif ortamdan olumlu yönde etkilenir.

Baba adayı, eşinin hamileliği sırasında mümkün olduğu kadar ona destek olmak, esinin ruh sağlığını bozacak davranışlardan kaçınmalı ve iletişim hatalarını en aza indirmenin yollarını aramalıdır.

‘Couvade Sendromu’

Hamilelik sürecinin koşullarından etkilenen baba adayları, bazen eşlerinin yaşadığı gebelik belirtilerini, yani fiziksel ve duygusal değişimleri doğrudan hissedebilirler. Baba adayında aş erme, mide bulantısı, baş dönmesi, bacak ve belde ağrılar, yorgunluk gibi belirtiler görülebilir. Tıp dilinde bu duruma ‘Couvade Sendromu’ denir. Hamileliğin 3. ayına doğru ya da doğumun yaklaştığı dönemde, baba adaylarının yaklaşık % 10 ile % 65′inde Couvade Sendromu görülebilmektedir. Anne adayıyla özdeşleşme isteği, kıskançlık, baba olmaktan ve eşinin duygularının değişmesinden endişe etmek, ekonomik nedenlerden kaynaklanan stres gibi etkenler, baba adayının eşinin yaşadıklarına benzer belirtiler göstermesine neden olabilir. Bu sendromu yaşayan baba adayı için, eşini dışarıdan gözlemlemek yerine onunla birlikte bu süreci yaşamaya çalışması çözüm olabilir. Bununla birlikte hamilelik süreci ve bebek bakımı ile ilgili kitaplar okumak, bilgi sahibi olmak da tavsiye edilebilir.

Anne adayıyla özdeşleşme isteği, kıskançlık, baba olmaktan ve eşinin duygularının değişmesinden endişe etmek, ekonomik nedenlerden kaynaklanan stres gibi etkenler, baba adayının eşinin yaşadıklarına benzer belirtiler göstermesine neden olabilir.

LOĞUSA PSİKOLOJİSİ

Zorlu bir süreç olan hamilelik, çocuğun dünyaya gelmesi ile birlikte yerini mutluğa bırakır. Ancak zorluklar anne için tamamen bitmemiştir. Çünkü loğusalık dönemi, kadının hem fiziksel açıdan hem de psikolojik açıdan en zayıf olduğu dönemdir. Nedeni tam olarak bilinmese de, araştırmalar loğusa kadınların beyinlerinde ciddi değişikliklerin olduğunu göstermektedir.

Loğusalık depresyonu

Bu dönemde, mutluluk hormonu olarak bilinen serotoninin azaldığı, dopamin maddesinin ise çoğaldığına dair bulgular vardır. Ayrıca doğumdan sonra öströjen ve progesteron hormonlarında düşüş görülmesi de duygusal dalgalanmalara neden olur. Her kadında farklı yaşanan bu biyolojik değişiklikler, annenin depresyon yaşamasına neden olabilir. ‘Loğusalık sonrası (puerperal) depresyon’ denilen bu tabloda, anne gelip geçici ağlama nöbetleri, güçsüzlük, halsizlik, sıkıntı, üzüntü yaşayabilir. Bazen de bebeğe karşı ilgisizlik gösterir. Yeni doğum yapmış kadınların % 80′inde benzer duygusal değişimler, az ya da çok, kısa süreli olarak yaşanır.

Loğusaların % 10 ila 25′inde olduğu gibi, doğumdan sonra l ila 3 ay içinde karamsarlık, üzüntü, yetersizlik, hiçbir şeyden zevk alamama, çocuğa, ev işlerine bakamama gibi haller yaşanırsa, bu durum loğusalık depresyonuna işaret eder ve tedavi gerektirir.

Loğusalık depresyonuna yukarıda bahsettiğimiz biyolojik nedenlerin yanı sıra, genetik faktörler, kişilik özellikleri, daha önce yaşanan depresyon, istenmeyen hamilelik, kariyer endişesi, çocuğa bakamama korkusu gibi etkenler de eşlik eder. Daha önce depresyon yaşamış bir kadının doğum sonrası depresyon yaşama ihtimali yüksektir. Bu nedenle doğum sonrası için önceden tedbir almak gerekir.

Anne fazla mükemmeliyetçi ise “Çocuğuma bakamayacağım”, “Annelik yapamayacağım” korkusuna kapılır ve birçok şeyi takıntı haline getirir. Mesela çocuk ağladıkça paniğe kapılır ve “Çocuğuma bir şey olacak, ben hata yapacağım” düşüncesiyle suçluluk duymaya başlar. Bu da depresyonu tetikler. Çalışan kadının, çocuğunu kariyerine engel olarak görmesi de depresyona neden olan bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadın kariyer endişesiyle, istemediği bir hamilelik yaşadıysa, doğum sonrası depresyon yaşama riski de artar.

Doğumdan sonra öströjen ve progesteron hormonlarında düşüş görülmesi de duygusal dalgalanmalara neden olur. Her kadında farklı yaşanan bu biyolojik değişiklikler, annenin depresyon yaşamasına yol açabilir.

Doğum sonrası anne yalnız kalmamalı

Doğum sonrasında anne, hem fiziksel olarak güçsüz kaldığı için hem de yukarıda bahsettiğimiz psikolojik nedenlerden dolayı yalnız bırakılmamalıdır. Özellikle ilk çocuğunu dünyaya getiren genç hanımlar, tecrübesiz oldukları için, bu dönemde mutlaka bir aile büyüğünden yardım almalıdırlar.

Çünkü anne ne kadar deneyimli ve kendine güvenen biri olursa olsun bebek bakımı çok meşakkatli bir iştir. Böylesine yoğun günler yaşayan anne için kalkıp bir bardak su almak bile büyük bir külfettir. Ya da evdeki basit günlük işleri yapmak için her zamankinden daha fazla enerji ve zaman harcamak zorunda kalır. Tabii evdeki rutin işleri yapayım derken çocuğuyla gerektiği gibi ilgilenmesi mümkün değildir. Bunu yapan çok güçlü kadınlar vardır ama onlar istisnadır ve kendilerinden ciddi anlamda fedakârlık ederek bu işlerle başa çıkmaktadır.

Geleneksel anlayışımızda, yeni doğum yapmış anne, aile büyükleri tarafından yalnız bırakılmaz. Ancak anneye refakat eden kişi ile anne arasındaki bu genelde kendi annesi ya da kayınvalidesidir- çocuk bakımı ve ev işlerinin nasıl yapılacağı konusunda (loğusalık psikolojisinin etkisiyle de) tartışmalar, gerginlikler yaranabilmektedir. Anne, kendisine refakat eden kişiye hata yapma hakkı tanımalıdır. O kişi için, “işini gücünü bırakmış, bana yardım etmeye gelmiş, destek olmak istiyor” diye düşünmelidir. “Çocuk benim çocuğum” diyerek başkalarını dışlamak, olgunlaşmamış bir ruh halinin işaretidir. Yeni anne, bu süreçte kendisine yardım etmeye çalışan kişilere karşı anlayışlı olması gerektiğinin farkında olmalı; ona destek verenler de, loğusalık psikolojisinin kişiyi zaman zaman kırılganlaştırabileceğini unutmamalıdırlar.

Doğum sonrasında anne, hem fiziksel olarak güçsüz kaldığı için hem de yukarıda bahsettiğimiz psikolojik nedenlerden dolayı yalnız bırakılmamalıdır.

ÇALIŞAN ANNELER

Nasıl ki yemek içmek insan bedeni için vazgeçilmez bir ihtiyaçsa, insan ruhunun da bazı gıdalara ihtiyacı vardır. Bunlardan biri, bağlılık duygusu yani aile içerisinde birlikte yaşama ihtiyacıdır. Çocuk için de, evde anne babayla birlikte olmak onun en büyük psikolojik gıdasıdır. Çocuklar sevgi, saygı ve güven bağını aile ile birlikte yaşamadıkları zaman eksiklik hissederler. Günümüzde hâkim olan yaşam biçimi ve ekonomik şartlar kadını çalışmaya mecbur bıraktığı için, kadının annelik kimliği daha zorlu bir hale gelmekte ve bazen çocuk bu gıdadan mahrum kalabilmektedir.

Doğumdan önce ilgi ve sevgiye ihtiyaç duyan, istenip istenmediğini algılayan çocuk için 3-4 yaşına kadar anneyle teke tek ilişki kurmak, onun kişiliği ve ruhsal ve zihinsel gelişimi açısından çok önemlidir.

Çocuk, doğduktan sonra kendisini annesiyle özdeşleştirir. Önceleri onun için sadece “annem ve ben” varken daha sonraları “annem, ben ve diğerleri” kavramı şekillenir. Bu dönemde çocuğun beyninde kişiliği ile ilgili tohumlar atılmakta, adeta ileride göstereceği kişilik yapısını belirleyecek bir network ağı oluşmaktadır. Bu süreç, 4-5 yaşına kadar büyük oranda tamamlanır. Bu kritik dönemde çocuğun annenin ilgisini, şefkatini hissetmesi, onunla duygusal alışveriş ve paylaşım içinde olması, özgüven sahibi bir kişilik geliştirmesi için gereklidir. Eğer ilk başta atılan sevgi tohumları iyi ve güzelse, bunlar ilerleyen yaşlarda gelişerek daha da mükemmel hale gelir.

Eskiden 40 gün olan doğum izinlerinin bugün dört aya, ücretsiz iznin ise altı aya çıkarılmasının nedeni, çocuğun gelişiminde annenin rolünün anlaşılmasından kaynaklanmaktadır.

Anne çalıştığı halde çocuğa yeterli sevgi, şefkat ve ilgi gösterebiliyorsa çocuğun gelişiminde önemli bir problem yaşanmaz. Ama genellikle çalışan anneler, çocuklarını ihmal ettiklerini düşündükleri için suçluluk hissederler. Bunu telafi etmek için de akşam eve gelirken ona birçok şey alır, her dediğini yaparlar. Çocuğu şımartmaya yönelik bu tür yaklaşımlar, çocuk açısından faydadan ziyade zarara sebep olabilir, çocuk çift kişilik geliştirebilir.

Bakıcı tanıdık olmalı ve sık sık değişmemeli

Anne çalışmak zorundaysa, onun yerine geçecek bakıcının kararlı, tutarlı ve annenin yerini doldurmaya yakın birisi olması gerekir. Bizim toplumumuzda, çalışan anneler bakıcı açısından Batıdakilerden biraz daha şanslıdır. Anne çalışıyorsa çocuğa genellikle babaanne, anneanne, teyze gibi akrabalar bakabildiği için, bu yönde bir tercih, çocuğun anneye olan ihtiyacının daha kolay telafi edilmesini sağlar. Bir anneanne torununa annesi gibi sevgi ve şefkatle yaklaşır, bakıcı ise ne kadar iyi niyetli ve tecrübeli olursa olsun bu duygulan çocuğa vermekte zorlanabilir. Ancak burada önemli bir noktanın altını çizmekte fayda vardır:

Büyükanne ve büyükbabalar, torunlarına duydukları yoğun sevgiden ötürü sevgi-disiplin dengesini, disiplin aleyhine bozabilirler. Oysa bir çocuğun kişilik gelişiminde disiplin de önem taşır. Çocuk, büyükanne ve büyükbabasının yanında kalacaksa, annenin bu kişilerle disiplin anlayışından taviz verilmemesi konusunda anlaşması yerinde olacaktır.

Yakın akraba alternatifi yoksa ya da profesyonel bakıcı veya yuva tercih edilecekse de çocukla ilgilenecek kişinin sık sık değişmemesine özen gösterilmelidir. Bakıcının sık sık değişmesi çocuğun duygu alışverişinde bulunacağı, teke tek ilişki kuracağı belirli birinin olmaması demektir. Bu durum çocukta depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklara neden olabilmektedir.

Çocuğuna 3-4 yaşlarına kadar bakan annenin çalışmaya başlaması, çocuk için yeni ve alışılması zor bir durum olabilir. Çocuk bu yeni durumu annesinin kendisini terk ettiği şeklinde yorumlayabileceği gibi, suçluluk hissine de kapılabilir. Bu yüzden anne, yetişkin bir insanla konuşuyormuş gibi, neden çalışmaya başlaması gerektiğini açık ve anlayabileceği bir dille izah etmelidir. Çocuğun suçluluk duymaması için de, çalışmaya başlamasının ondan kaynaklanmadığını özellikle vurgulamalıdır.

Anne, yetişkin bir insanla konuşuyormuş gibi neden çalışmaya başlaması gerektiğini açık ve anlayabileceği bir dille izah çocuğa etmelidir.

Akıllı erkek eşini mutlu eder

Evlilik bir hayat ortaklığıdır ve bu ortaklığın en güzel hediyesi çocuktur. Çocuk üzerinde eşlerin ortak karar verme yetkisi vardır. Geleneksel anlayışımızda, evlilikte iç hakimiyet yani çocukların bakımı, eğitimi ve ev idaresi kadının, maddi konular ise erkeğin sorumluluk alanındadır. Ancak bugün, söz konusu görev paylaşımının aynen devam etmekte olduğunu söylemek gerçekçi olmaz. Bizim bu kitaptaki konumuz, kadının çalışma hayatının içinde olduğu gerçeğinden hareketle, bu durumu aile içi iletişim bağlamında değerlendirmektir. Günümüz koşullarında erkeğin, eşinin çalışmakta olduğu gerçeğini kabul edip, ona destek olması gerekir. Çünkü çalışmak zorunda olan kadının evdeki rolü değişmez. Gündüz işte çalışır, akşam evde yine çocuklarına annelik yapar ve ev işleriyle ilgilenir. Bir anlamda çift kariyer yapan kadın, belli bir süre sonra yaşının getirdiğinden fazlaca yıpranır. Genelde kadının yıprandığı dönemde erkek de orta yaş krizine girer ve evlilik çatırdamaya başlar. Bunun önüne geçmenin en iyi yolu, erkeğin kadının ev işlerinde ve çocuk bakımındaki sorumluluğunu paylaşmasıdır. Erkek, annenin çalışmasından kaynaklanan boşluğu doldurmak için ve çocuğun yeni aile düzenine uyum sağlaması için çaba harcamalıdır. Babanın da çocuğun sorumluluğunu hissetmesi, en azından annenin bu dönemi daha rahat atlatması için emek vermesi gerekir. Unutmamak gerekir ki akıllı erkekte eşini mutlu etmenin yollarını bulur.

Çalışsın ya da çalışmasın, kadının ekonomik olarak özgür olması psikolojisi açısından yararlıdır. Kendini ekonomik olarak özgür hisseden kadının kaygıları olmaz. Özellikle boşanmanın arttığı, manevi değerlere sahip erkeklerin bile eşlerine karşı yanlışlar yapabildiği düşünülürse, ekonomik bağımsızlığa sahip olmamak, ister istemez kadının aklında soru işaretleri oluşmasına yol açmaktadır. Bu da, kadını kendini garantiye alma arayışına sokar. Erkeğin bu boşluğu doldurma imkânı varsa, eşinin ekonomik özgürlüğünü sağlamasına katkıda bulunması aile mutluluğu için önemlidir, imkânları yoksa da, ailesini ihmal etmeyen bir kadının çalışmasına engel çıkarmaması gerekir. Zaten ailedeki mutluluğun olmazsa olmazlarından biri, kadının evde kendini ekonomik olarak da mutlu ve özgür hissetmesidir.

Erkek, annenin çalışmasından kaynaklanan boşluğu doldurmak ve çocuğun yeni aile düzenine uyum sağlaması için çaba harcamalıdır.

 

————————————————

 

Not: Her kim bu sitede yer alan islami bir emirle amel ederse; o kişiye duamız vacip olmuştur. Şifa bulur veya işi olur ve imanla göçer ve ahirette şefaatimiz vacip olur bi iznillah. Bu bir dua’dır. İlgili yazıyı okuyunuz lütfen (Derdi olan, imanla ahirete göçmek isteyen, ahirette bi iznillah şefaat duası talep eden her kim var ise; bu yazıyı okuya,) yazısı..

 

2 Kasım 2011
Okunma
bosluk

GÜNÜMÜZ İNSANINA YAŞAM SORULARI

Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir.

Akıl ve ahlak ile çalışıp bizi geçen bizdendir.

“nefs için asgari tüketim, halk için azami üretim”

-Cep telefonu kullanımında Avrupa’da üçüncüyüz. Neden?

-Namazın ve haccın  insan davranışlarında meydana getirdiği davranış değişikliği sizce nedir?

-İnanan ve inanmayan neden farklı düşünür?

-Çok tüketmek size göre mutluluk getirir mi?

-Bilgi, güç ya da servet bir üstünlük sağlar mı? Siz de dayatmacılık yapıyor musunuz, yoksa gerçekten eşitlikçi misiniz? Toplumda eşitlik fikrinin yaygın olarak uygulanması barış getirir mi? Yetkili olsaydınız akraba ya da hemşehrilerinize torpil yapar mıydınız? Üstün olması gereken şey sizce nedir? Makul kelimesinden ne anlıyorsunuz?

-İlimde uzmanlık mı önemli, yoksa genel bilgi mi? Maddi ilimler yanında manevi ilimler verilmeli mi? Bunun yararı nedir?

-Sanatkarın işi yapıp yapmadığı mı önemli yoksa meşgul olduğu için parayı hakeder mi?

-Canınınzı sıkan bir tavırla karşılaştığınızda bile hala güler yüzlü olmaya devam edebiliyor musunuz?

-Menfaatinizle çatışma olduğunda yalana başvurduğunuz oluyor mu? Sizce yalan gerekli mi?

-Sizce inanmak mı kolay yoksa inanmamak mı? Somut ve soyut ayrımında ne düşünüyorsunuz? Fıtrat diye bir şey var mı? Komünizmin ve Kapitalizmin insan tanımı yanlış mıydı?

-Tüketicinin aklının ifsat olduğu doğru mu, yoksa tanıtım mı, gelişme için gerekli mi?

-İnsana mı, olaylara mı yoksa fikirlerin kaynağına mı bakmalı? Neden örnekler hep aranır?

-Ötekileştirme bir idare etme yöntemi olarak doğrumu? Şeytan niye var?

-Neden Mu’tezile Eşariye yenik düştü? Akıl mı nakil mi sizce daha önemli. İslam akli bir din olarak da düşünülemez mi? Aristo, Eflatun ve Sokrat’ın aklı ile İslam’ın fıtri aklı farklı şeyler midir?

-İslam’ın bilimle çelişmediği bilindiği halde neden 12. yüzyılda gelişmeler durdu?

-Size göre sebepler sonuçları belirler mi? İbni Haldün’ü ne kadar tanıyorsunuz? O bir materyalist mi acaba? İnsan inanırken de şirke düşemez mi? Ne kadar inşallah’cısınız?Bilim ideoloji ayrımını nasıl yapacaksınız?

-“Ümmetim yanlışta birleşmez(ittifak etmez)” –hadis- bundan ne anlıyorsunuz?

-Anlamak, sevmek, özenmek ve uymak bir formül olabilir mi? Allah ve Rasülü, Kuran ve Sünnet sevişmesinde siz neredesiniz? Sünnet uymamak dalga geçmek sayılabilir mi?

-Musa gibi konuşup Firavun gibi davranmak ne demek?

-Müslüman kendinden nefret eden bir toplumla geçinebilir mi? Her şeye rağmen müslüman etkili olmaya devam edebilir mi? Neden Hz. Peygamber İbrahim a.s. gibi putları kırmadı? “Kıyametin kopacağını da görseniz elinizdeki fidanı dikiniz” hadisinden ne anlıyorsunuz?

-622 medine sözleşmesi hakkında ne biliyorsunuz? Günümüze ışık tutabilir mi? Çoğulcu toplum ne demek? Sabır ve geçinme- vefa ve uyumlu olma- yardımlaşma-adaletli davranma- bu dört evre size neyi hatırlatıyor?

-Hz. Peygamber neden münafıkları açığa çıkarmadı?

-Farklı yaşam farklı düşünceye yol açar mı? Düşüncenin güzelleşmesi için damdan düşmek gerekir mi?

-Bela umumi gelir, içimizdeki beyinsizler, dilsiz şeytan sözünden ne anlıyorsunuz?

-Dinsiz ahlak olabilir mi? Ahlakın kaynağı nedir? Bireysel mi olmalı yoksa yaygınlaşmalı mı? İyiliği emretmek demokrasi ve bireysel hürriyetlerle çelişmez mi? Diğergam olmak ne demek? Sahabe muhacir ilişkisi nasıldı?

-Sizce önce iyilik sonra adalet mi olmalı yoksa önce adalet sonra iyilik mi olmalı? Erdemleri kazanmada dervişvari hareket ne demek? Etkili olur mu?

-İslamın ekonomik bir model olarak görülmesi sizce yanlış mı? “Din açısından meşruiyeti sağlayan yöntem değil sonuçlarıdır” sözü sizce doğru mu?

-Değişmek mi değiştirmek mi? Hırs kazancı artırır mı? Hırsı ne azaltır?

-Allah der döneriz, Allah der bir daha dönmeyiz, ve Allah der çalışırız kimlerin sözüdür ve nasıl bir anlayışı ifade eder?

2 Kasım 2011
Okunma
bosluk
kırşehir Son Yazılar FriendFeed

Dili Seç

cami alttan ısıtma
halı altı ısıtma
cami ısıtma
cami ısıtma