BİR AHİNİN TASAVVUFİ DAVRANIŞLARI;insan-ı kamile giden yol

BİR AHİNİN TASAVVUFİ DAVRANIŞLARI;insan-ı kamile giden yol

Sevgili okurlar,

 Sizleri gönülden düşürmedik. Bir güzel söz ile uzaktan uzağa selam ve musafaha yapalım dedik.

 Akıllılar bazen, deliler her gün bayram yapar. Ben delileri daha çok severim. Çünkü onlar katıksızdırlar. Onların tek sorunu, deliliğinin farkında olmaması. İşin aslı unutmayı da unutmak gerekir. Fakat Allah deliliği akıllıdan bekler. Dini olmayanın deliliğini ne yapacak? İşte dini deli gibi yaşayan akıllılardır O’nun aradığı.

 Sahi din deyince siz ne anladınız? Namaz, oruç, sadaka falan mı?

 İmam-ı Cafer’e sormuşlar, din nedir? Diye. Cevap vermiş: “Din sevgi ve nefretten başka nedir ki?”

 İşin aslı saklambaç oynuyor. Ara ki bulasın.

 Bu yüzden;

 “Arayanlar bulanlarmış,

Bulanlar arayanlarmış”

 Bulunca vuslat olur, aşk kalmaz!

 Ne demişler,

Aşkın varsa can baş üzre gel beri,

Aşkın yoksa, dön kapıdan gel beri.

 Aşk bir derya, yüreğin kadar nasibin olur.

 Uçurumdan sen atla ki, “O” tutar seni!

 Korkak tacir kazanamaz! İşte atlayan deliler kazanır!

 Mülkiyet tarlasında ekim yapanın hasadı “ben” ve “israf” olur.

 Emanet tarlasını sür, harmanın rahmet olur.

 Neye yanarsan onu görürsün.

 İhtiyacını Pavlov’un köpekleri mi belirliyor? (Şartlı refleks)

 “la ilahe” süpürgesiyle süpürmeyenin Allah’ı çok olur.

 Rapresantlara ilk öğretilen “tekili çoğula çıkarmayın” “ çoğulu tekile indirmeyin”

 İkincisi yanlış; siz “kesreti tekile çıkarın!”

 Kabe’nin kara donuyla ne işin var senin.

 Sahibini ara, sen onu değil, o seni tavaf etsin! (ayniyle vaki)

 Kardeşlikte sevap ticareti

 Dinimiz bizlerin kardeş olduğunu ve birbirimizi sevmemiz gerektiğini bildirmektedir.

 “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız”

 Sevgi ve barış içinde olmamızı isteyen yüce yaratıcı, ücrette de cömert davranacaktır eminiz.

Bayramınız kutlu ve mübarek olsun!…

Necip Fazıl, “Mü’min sıkıştırılmış şeker gibidir. Deryayı tadlandıracak güce sahibtir” der.

Dini, tevhitten, güzel ahlaka dönüştürmüş iyi bir insan, çevresi için bir rahmettir ve bir ölçüde etrafındaki herkesi de tatlandırır.

İşte bayramlar, kısalığına rağmen af ve tebessümle, kardeşlik ve dostluğun fiilen yaşama geçtiği barış ve huzur ortamlarıdırlar.

 Zaman

 Batılılar “Time is Money” derler.- Zaman paradır-

 İnanan ise “Time is my life” der – Zaman inananın bütün hayatıdır-

 O, boş laf bilmez, öyle konuşan olursa selam der geçer. Zamanın hüsrana dönüşmesi inananda olmaz. İki günü birbirine eşitlemez.

 “İnsan hüsrandadır”, buyruldu.

 Dün geçmiştir, yarın ne olacağını bilmiyorsun, o halde bugünü doku.

 İnanmayan, ise ne yaparsa yapsın, heyhat.. iman olmayınca..?

 Zamanın hüsranındadır o.

 Aranan karşılıklı tanımadır.

 “Sen beni tanımazsan, ben de seni tanımam”dan öte nedir ki?

 Kişilikte bayram yapınız

 Bayram bağışlama günüdür.

“İnsanın üç günden fazla küs durması helal olmaz”

Akrabalık bağlarını kesenlerin ahiretleri zordur.

İntikam almak yoktur.

Birisi size bir tokat attı ise, Hz. İsa gibi öbür yanağınızı çevirmeyin, fakat, sizin de bir tokat hakkınız olabilir, fakat affederseniz daha iyi olur. Yumruk atamazsınız.

 İyilikte yardımlaşılır, fakat birlikte kazık atalım olmaz!

Anne baba hak ve hürmetini siz zaten biliyorsunuz. Öf’e bile izin yok! Yanınızda yaşlanacak! Hanıma itaat yok! Artık hala cenneti kazanamıyorsanız, burnunuz sürtülsün!

Gıbtadan haset kokusu gelir.

Gıbta, “keşke bende de olsa”; Haset ise, “onda da olmasın, bana verilsin” demektir ki hoş bir şey değildir.

Arkadaşı için “niye o çok şey biliyor da, ben bilmiyorum” gizli rekabettir ve haddi aşmış olur, imrenme kıskançlığa dönüşür.

Gıbtadan da uzaklaşarak takdire razı olmalı, kaderi tenkit etmemeli, kimseyi rakip görmemeli ve kendini güzel ahlaka yönlendirmelidir.

Komşusunun “iki eşeği olsun” diye dua edebilen, bir eşeği de hak eder.

Her şeyi emanet bilmeli. Mülkiyete geçeni iki metre kabut paklar!

“Sen rızkını aradığın gibi, rızkın da seni arar!” Bu ne telaş. Yat demedik ama, kazık da at demedik!

Topu sen oyna. Fakat skoru “O” belirler! Eh, kılıcın hiç mi hakkı yok?da diyebilirsiniz Fatih gibi.

Meziyetlerin öne çıkması 

İnsanların her fırsatta şahsi meziyetlerini sayıp dökmesi, ferdi başarılardan sözetmek, başarıyı kendine mal etmek, başkasını çekememezliğe iter ve gıbta damarını kabartır. Bu yüzden bunlar da ayıp kabul edilmiştir. Yani kendinden menkul olmamak gerekiyor.

İyiliklerinizi sayıp dökmeyin.

Herkes kendi rekorunu kırmalı.

Fakirin ihtiyacı görülmemiştir bir gün. Haber gelir; Ali ölmüştür. (kerremallahi veche)

İşler bölüşülmeli, eller taşın altına konulmalı ve yapabileceğinin en iyisi yapılmalı.

Böylece, semere de umumun malı olacaktır.

Sıddık 40 000 liranın 10 000’ini gece, 10 000’ini gündüz, 10 000’ini gizli, 10 000’ini açık verdi, ne güzeldir.

Siz 40 000 verin, “Akil” bir avuç hurmanın yarısını evine yarısını hayra ve eşitler.

Yaratılışın gayesi sevgidir

Yunus boşuna dememiş:

“Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü l Yaratılanı hoş gör l Yara­tan’dan ötürü”

Yumuşaklık ve merhamet iyi insan olmanın gereği.

Kralları da Kuralları da putlaştırmak yok. Referandumda krallar, zarurette kurallar kalkar.

İngilizlerin çok tuttuğum bir özdeyişi var: “all thing in moderation, modaration in all thing”. Yani; her şeyde ortalama, ortalama her şeyde. Bu yüzden ortalama gitmek gerek.

Görev mi? Yardım mı?

Muhabir önündeki yaralıya yardım mı edecek, yoksa haber için o haldeyken onun fotoğrafını mı çekecek? Kararı insanlığınız versin.

Yetimhanede bir çocuğun devlete maliyeti aylık iki milyar lira. Halbuki bu çocuklar koruyucu ailelere verilse ve sadece 500 lira devlet o aileye yardım yapsa, insanlar kuyruğa girer. Sıcak bir sevgi ortamında o çocuk büyür. İnsanın köpek kadar değeri yok. Bunları devlet düşünmeli ve kalıcı çözümler üretmeli.

SONUÇ

Bayram günleri sevinç günleridir. Siz güler yüzü adet edinin ve hep öyle olun.

Sadakanız olur.

Bayramlar, sosyal şizofreniyi toplumsal empatiye çevirme günüdür!

Bir gün insanlara çorba içmeleri için uzun uzun kaşıklar verilmiştir. Fakat bir türlü kaşığı çevirip de içemezler. Hep birbirine takılmıştır. Bu kez aynı sofraya dervişleri oturturlar. Onlar şöyle yapar. Çorbayı alır, kaşığı karşıdaki arkadaşına uzatır…Kendini başkasına feda etmek, sorunu da çözüyor demek ki. Güruhu, bilinçli, kültürlü, erdemli toplum yapan yardımlaşmadır. Benimle ilgilenmezsen seninle neden arkadaşlık yapayım? İyi gün-kötü gün dostunu neden ayırıyorlar?

Birisi, misafirine yedireceği yemek sınırlı olduğu için, lambayı kasten kaza süsüyle söndürür ve karanlıkta yer gibi yaparak yemez, ve yemeği misafirine yedirir. Siz cebinizde sadece 5 lira varken yarısını fakire verme yürekliliğini gösterebildiniz mi hiç? Yoksa bencillik ve ferdiyetçilik yakanızı mı sardı? Rezzakı unuttunuz mu?

Kişilik gelişmeden insan olunmaz, insan olunmadan toplum olunmaz. Aksi halde kin ve nefret, düşmanlık, haset ve cimrilik toplumu yer bitirir= sosyal şizofreni.

Bayramı kişi yaşar, o da insansa yaşar. Onun için önce insan olmak gerekir.

Bayram da, din de, diğer her şey gibi insan içindir. Eh, insan da bir şey için olmalı… Onu da siz bulun!

Sevgi ve barış içinde kalın.

Nice Bayramlara !..

 Ahmet Atik

Baş Hesap Uzmanı

2 Kasım 2011
Okunma
bosluk

BÜTÜN YÖNLERİYLE KURBAN İBADETİ

Kurban Bayramı’nı daha nasıl güzel ihya ve idrak edebiliriz, kurban kesme olayını en güzel nasıl gerçekleştirebiliriz?Bayramlar İslâm aleminin; doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle, zengini, yoksulu, yaşlısı, genciyle birlik ve beraberliği pekiştiren değerlerin canlandığı, sevgi, muhabbet, yardımlaşma, kaynaşma, hediyeleşme, saygı ve sevgi anlayışının zirveye ulaştığı, toplumun birbirine daha sıkı bağlandığı günlerdir. Kurban Bayramı biraz meşakkatli bayramdır. Fakat bu meşakkatin de rahmeti ve de bereketi oldukça fazladır.

 Kurban Bayramı’nda hayvanların kesilmesi katliam olur mu? Siz Allah’dan ve O’nun peygamberi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den daha mı çok merhametlisiniz? Bu kadar şefkatli ve merhametli iseniz neden her gün et yiyen bir dünya karşısında, ete hasret insanlara acımıyorsunuz? Bu kadar hakperest ve bu kadar şefkatli ve merhametli iseniz neden her gün alkole, uyuşturucuya, fuhuş sektörüne kurban giden insanlarımıza acımıyorsunuz?

Kurbanın bedelini fakirlere vermek daha iyi mi ? Bu görüş, dinin şeair derecesindeki bir muameleyi lağv ve tahrif etmeye yönelik bir görüştür ki, asla kabul edilemez. Kurbanın insan üzerinde tarif edilemeyen bazı sosyolojik etkileri vardır. İnsanda var olan kan akıtma güdüsünün tatmin yoluyla giderildiği ve bu duygunun bu şakilde insanlara zararsız hale getirildiği de belirtilmektedir. Bunun için mümkünse kurbanın başında bulunmak ya da bizzat kendisinin kesmesi gerekir. Varlıklı insanların kurban kesmesi, muhtaçlara sadaka vermesine, bir hastanın tedavi masraflarını karşılamasına engel değildir. İslam’ da bir ibadet başka bir ibadetin yerine geçemez. Böyle bir uygulama ayet ve hadislerde yer almaz.

“Kur’an’da kan akıtmak yoktur” diyorlar bu doğru mu ? Hz. Peygamberin Veda Haccı’nda yüz deve kurban ettiğini, bunlardan altmış üç tanesini bizzat kendisi altmış üç yıllık ömrüne bedel kurban kestiğini, diğerlerinin kesimini ise başkalarına havale ettiğini tarih kaydediyor

Ölüler için kurban kesilmez mi ? “Ölülere Allah rahmet etsin” de denilir, kurban da kesilir. Burada asıl amaç sevaptan ziyade fakirin her vesileyle kollanmasıdır. Kurban da bir duaya ve rahmete dönüşür ve yerini bulur.

 “Kurban kesilmese de olur” diyorlar?  Kurban kesmek başta Şafiî olmak üzere bazı imamlara göre sünnettir; ama onların bu sünnet hükmü, İmam-ı Azam’ın “vacip” hükmüne denk bir sünnettir. Terk edilmesi mümkün olmayan sünnetlerdendir. Şeair gibi bir sünnettir. İmam Muhammed buna.”Terkine ruhsat olmayan sünnet” demiştir. Dolayısıyla zengin olup da kurban kesmeyen hem Allah’ın emrini, hem de Peygamber’in emir ve uygulamalarını görmezlikten gelmiş olur ki bu da bir çeşit günahtır. Eğer kurban kesmeyen günaha girmemiş olsaydı hadis-i şerifte: “Hali vakti yerinde olup da kurban kesmeyenler bizim namazgahımıza yaklaşmasın” denilmezdi.

 “Resûlllah’ın Sünneti, Size Yetmiyor Mu?” Muhammed b. Şirin’den nakledildiğine göre kendisi, Abdullah b. Ömer radıyallahu anhüma’ya; “Kurban kesmek vacip (farz) mıdır?”diye sormuştur. O da; “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kurban kesti, ona uyarak Müslümanlar da kestiler ve uygulama/sünnet böylece yerleşti.”( [1] İbn Mace, H.no:3124 Tirmizi, H.no:1542) diye cevap vermiştir.

 İbn Ömer radıyalalhu anhüma’nın soruya “evet” veya “hayır” demeyip “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kurban kesti, Müslümanlar da kestiler !” cevabında ısrar etmesi, bir işi Hazret-i Peygamber’in yapmış olmasının yeterli olduğuna; Müslümanların o işi yapmış olmalarının ise, o fiilin Hazret-i Peygamber’e özel olmadığına, dolayısıyla ümmeti de bağladığına dikkat çekmek içindir.  Büyük sahâbi Abdullah b. Ömer’in başlıktaki çağları kucaklayan uyarı ve sorusu bütün haşmet ve vurgusuyla gündeme oturmaktadır:

 ”Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti/uygulaması size yetmiyor mu ?”

 Kurban Bütün Dinlerde olan bir ibadettir “Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk.” (Hac Suresi.34)  “Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar kendilerini Allah’a yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Bunlardan birisinin kurbanı kabul edilirken, diğerinin ki kabul edilmemişti” (Maide suresi.27-29)

“Biz kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. Sonra çocuk onunla yürüyüp gezecek yaşa ulaşınca, babası dedi: “Oğulcuğum ! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün ne dersin ?” O dedi ki: “Babacım! Sana emredileni yap, inşâallah beni sabredenlerden bulacaksın.” ikisi de böylece teslim oldular. İbrahim oğlunu alnı üzerine yatırdı. Biz de ona şöyle seslendik: “Ey ibrahim ! Sen rüyayı doğruladın. Şüphesiz biz iyilik yapanları böylece ödüllendiririz.” Gerçekten bu, apaçık bir sınavdı. Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.” (Saffat suresi.101-107)   Kur’an’da anlatılan bu olay, bazı değişikliklerle birlikte Kitab-ı Mukaddes’de de anlatılmaktadır.

 Kurban , İslâm Dininin Şeârindendir/Alâmetlerindendir. Cenab-ı Hakk, Kevser suresi’nde, “Rabbin için namaz kıl, kurban kes !” buyuruyor. Bu ayet-i keremdeki “namaz”dan maksat “bayram namazı”; “kesmek”ten kasıt da, kurban kesme günlerinde kesilen hayvanlardır. Başka bir ayet-i kerimede ise, kurbanlık develerden şöyle bahsedilir: Kurbanlık develeri de size, Allah’ın şeârinden kıldık.”(Hac suresi.36)  “Şeâir”in mânâsı, Allah’ın dininin alâmeti, işareti olan hususlardır. Pek çok şey, alâmetleri ve işaretleri ile tanınır. Allah’ı ve O’nun dinini tanıtmayı sağlayan bu vesileler hiç terk edilebilir mi? Hâl böyle olunca yapılacak iş kurban kesmemek için bahaneler aramak yerine, kesebilmek için çareler aramak olmalıdır. Kurban vecibesinin yerine getirilmesi; hak yolundaki fedakârlığın bir nişanesi, Allah’ın verdiği nimetlere karşı kulun bir şükrânesidir. Ayrıca bu ibadet, günahların bağışlanmasını dilemek ve bunların neticesi olarak de sevaba nail olmak ve bir takım belâlardan korunmaktır. Velhâsıl kurbanın meşruiyeti; dini, ahlâki, içtimaî birtakım hikmetlere, maslahatlara dayanır.

 Ben iki kurbanlığın oğluyum. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ben iki kurbanlığın oğluyum.” (Zemahşeri,Keşşaf.4/88) buyurduğu bilinmektedir. Kurban olunması emr olunan: 1.İsmail aleyhisselâm ve 2. Pederi Abdullah’dır. Resûl-i Ekrem’in dedesi Abdülmuttalib’e bir zamandan beri kapanmış olan Zemzem kuyusu rüyada gösterilerek bir oğlu ile açmak istediyse de mani olmuşlardı. Abdülmuttalib öyle nezreyledi ki: “Eğer Hak Teâlâ Hazretleri on oğul verir de Zemzem kuyusunu açar isem on oğlumdan birisini Hak yoluna kurban edeyim, boğazlayayım.” Dedi.

Hak Teâlâ Hazretleri duasını kabul ile on oğul evlâdı verdi. Zemzem kuyusunu da açtı. Rüyasında denildi ki: “Ey Abdülmuttalib ! Nezrini yerine getir !” Abdülmuttalip korku ile uyandı, bir koç kurban eyledi. Tekrar rüyasında: “Kurbanını büyük eyle!” diye işaret olundu. Böylece müteaddid defalar gördüğü rüya üzerine sığır ve sonra deve kurban eyledi ise de: “Daha büyük kurban eyle !” diye oğlunu kurban etmeği nezr eylediğini rüyasında söylendi.

Abdülmuttalip uyanıp muzdarip oldu ve oğullarına söyledi. Onlar da: “Hangimize kur’a isabet ederse razıyız”, diye muvafakat etdiler. Kur’a Hazret-i Abdullah’a isabet eyledi. Abdülmuttalip eline bıçağı alıp Abdullah’ın eline yapıştı, ise de Kureyş Kavmi buna razı olmadılar.

 ”Sen bu oğlunu boğazlar isen sonra bu bize âdet kalır, dediler. Bir kâhine sual ettiler. O zaman bir adamın diyeti on deve idi. On deve ile Abdullah’a kur’a attılar. Yine Abdullah’a kur’a isabet etti. Böylece yüz deve kur’a edinceye kadar Abdullah’a isabet etti. Yüzüncü de kur’a deveye isabetle yüz deveyi birden kurban eylediler. İşte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in iki zebh/kurban ile muradı, cedd-i a’lâsı İsmail aleyhisselâm ile, babası Hazret-i Abdullah’tır.

 Hazret-i İbrahim’in Oğlunu Kurban Etmeğe Götürmesi  “Vaktaki İbrahim’in oğlu kendisiyle beraber maîyşet işlerinde sa’y edib pederine yardım eder oldu, İbrahim şefkatle rüyasını anlatmağa başladı: “Ey oğulcuğum, ben rüyada görüyorum ki, Allah Teâlâ’ya kurban için ben seni kesiyorum. Sen şu rüya hakkında ne düşünürsün ? Cenâb-ı Allah’ın şu ibtilâsına sabır eder misin, yoksa etmez misin ?” (Saffat suresi.102)

Fahr-i Râzi, Hâzin ve Kâdî’nin beyânlarına nazaran ibranım aleyhisselâm leyle-i tevriyede (arafe gününden bir gece evvel) bu rüyayı gördü. Fakat şeytani mi rahmânî mi olduğunda tereddüd etdi. Arafe günü tekrar görünce rahmânî olduğunu bildiğinde o güne “Arafe” denilmiştir. Üçüncü günü tekrar görünce emr-i ilâhî’nin kat’î olduğunu bildiğinden ve kurban kasteylediğinden o güne “Yevm-i Nahr” “Kurban Günü” denilmiştir.

İbrahim aleyhisselâm ip, bıçak ve balta alıp odun getirmek için dağ başlarına gideceklerini oğlu İsmail’e söyledi. Mina denilen mahalle varınca İbrahim aleyhisselâm rüyasını oğluna hikâye ile taraf-ı ilâhîden böyle bir ibtîlâ ve imtihan olunduğunu beyân ile oğlunun re’yini sorarak istişare eyledi.

“İbrahim, oğlunu kurban etmekle memur olduğunu beyan edince oğlu: “Ey Babacığım ! Emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah sen beni sabredici kimselerden bulursun, dedi. Ne zaman ki baba-oğul her ikisi de ilâhî emre inkıyad da ittifak ettiler.[Katade'ye göre İbrahim oğlunu, İsmail'de nefsini Allah'a teslim etti.] İbrahim oğlunu sağ tarafına yatırınca alnının bir ta­rafı yere dayandı. İşte o vakit her ikisi de seâdeti uzmaya eriştiler.” (Saffat suresi.102-103)

 İbrahim aleyhisselâm teveccüh-i tam ile Hakk Teâlâ ve Tekâddes hazretlerinin cânib-i manevisine teveccüh etti, yöneldi ve derğâh-ı ulûhiyyetde kurbiyyet-i mâ’neviyyeye nail oldu. Beyzâvi’nin beyânına göre, bu olay Mina’da hacıların kurban bayramının birinci günü kurban kestikleri mahalde olmuştur.

İbrahim aleyhisselâm’a, kesmek istediği oğlu İsmail şöyle dedi: “Ey Babacığım, seni hareketimle rahatsız etmemem için ipimi iyi bağla, kanımdan üzerine sıçraması, kanımı görüp annemin mahzun olmaması ve bu sebeble ecrimin noksanlaşmaması için üzerimden elbisemi çıkar. Ba­na daha kolay olması için de bıçağı boğazıma çabuk sür. Çünkü ölüm zordur. Anneme gittiğinde benden ona çok selâm söyle. Eğer münâsib görür iseniz gömleğimi anneme verin. Olabilir ki annem bununla teselli bulur.  “Bunun üzerine İbrahim aleyhisselâm, oğlu İsmail aleyhisselâm’a şöyle dedi:

 ”Sen Allah’ın emrini yerine getirmek de ne iyi yardımcısın evlâdım !” İbrahim aleyhisselâm, oğlunun dediklerini yaptı. Alnından öptü. Ağlayarak onu bağladı. Sonra bıçağını alıp boğazına çalmaya başladı. Fakat bıçak kesmedi. O anda İsmail babasına şöyle dedi:

“Ey Babacığım, yüzümü yan tarafa çevir. Zira sen yüzüme bakarsan belki sende bir acımak duygusu belirir de Allah’ın emrini yerine getiremezsin. Bende nahoş bir hareket de bulunmamak için bıçağa bakmayacağım.” İbrahim aleyhisselâm bunu da yaptı. Sonra bıçağı boynuna koydu. Fakat bıçak tersine dönüyordu. İşte bu anda şöyle bir nida geldi:

 “Ey İbrahim ! Sen bu işi bırak ! muhakkak ki rüyanı doğruladın. ! “İbrahim aleyhisselâm bakdı ki kendisiyle konuşan Cebrail aleyhisselâm Hak Sübhanehu ve Teâlâ Hazretlerinin emriyle cennetten kırk seneden beri terbiye olunan azıym’ül-cüsse koçu alıp makamından Allahu Ekber Allahu Ekber diyerek gelmeğe başladı. İbrahim aleyhisselâm Cebrâil’in tekbirini işittiğinde bildi ki müşkilinin halli geliyor. La ilahe illallahu vallahu ekber deyip Rabb’ul-âlemîn’i tevhid ve tekbir eyledi. İsmail aleyhisselâm da yattığı yerde Cebrail aleyhisselâm’ın tekbirini ve babasının tevhid ve tekbirini işitince bildi ki Rahman olan Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin rahmeti zuhur etti. O da Allahu ekber ve lillahilhamd diyerek tekbir ve tahmid eyledi. İşte bu ümmete Arafe günü sabah namazından eyyam-ı teşrîk’în son günü ikindi namazına kadar 23 vakit namazın farzını edadan sonra bu tekbiri getirmek vacib oldu.

 Cebrail aleynhisselâm makamında tekbire başlayıp tamamında yere indi ve İbrahim aleyhisselâm’a: “Hak Teâlâ sana selâm edib buyurdu ki, bu koçu kulum İsmail için feda ve kurban eylesin. İkisinden de kabul ettim” deyip kerem ve inayetini tebliğ buyurunca İbrahim aleyhisselâm geri döndü ki İsmail aleyhisselâm’ın ellerini ve ayaklarını çöze. Gördü ki İsmail’in elleri ve ayakları çözülmüş ayak üzre durur.. Dedi ki: “Ey oğul ! Senin bağını kim çözdü ?” İsmail: “Kurban ihsan buyuran Vâhib’ül-atâyâ’nın lütuf ve keremiyle çözül­dü.”

Şimdi yine bir kurbanla karşı karşıyayız. Yâni apaçık bir imtihanla… Allah-ü Teâlâ’nın rızası için; canını ve kanını vermeye her an hazır olduğumuzun ilânı !.. Her mümin; “Ben buna hazır mıyım?”sualini sormalı; Hazret-i ibrahim aleyhisselâm’ın çizgisini ve Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ın teslimiyetini tefekkür etmelidir.

Kurbanın Tarifi ve Meşruiyeti Kurban: Bayram günleri kesilen hayvanın ismidir. Kurban kesmek, ibâdet ve taât niyetiyle, belli vakitte, belirli hayvanı, boğazlamaktan ibarettir.(Ebu Davud.10/453) Veya Kurban Bayramı günlerinde Yüce Allah’a yakınlaşmak maksadıyla kesilen hayvanların adıdır.  Belirli hayvandan maksat; koyun, keçi, manda ve deve gibi şer’an kurban edilmesi caiz olan hayvanlardır. Belli vakitten maksat, kurban bayramı günleridir.

 Kurbanın hükmü; dünyada bir vacibi yerine getirmek, ahirette sevap kazanmaktır. Sebebi ise vakittir. Vakit tekrar ettikçe kurban kesmenin vücubu da tekerrür eder. (Ebu Davud. 10/453)Kurban kesmek, zekat ve bayram namazları gibi hicretin ikinci senesinde meşru kılınmış, meşruiyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur.

 Ağır bir dille ikaz ve tehdit var ; “Kurban kesecek güçte olup da kesmeyen, namazgahımıza yaklaşmasın.” ( İbn Mace )  “Her hane halkının senede bir kere kurban kesmesi gerekir. ” (Tirmizi, Edahi.18; Ebu Davud, Edahi.3; İbn Mace.Edahi.2)

Bayram namazından önce kurbanını kesen birisine Allah Resulü, yeniden kurban kesmeyi emretmiştir. Peygamberimizin yeniden kesmesini emretmesi, kurban kesmenin vacip olduğunu göste­rir. Ayrıca İbn-i Ömer radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: dedi ki: Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de on sene ikâmet etti ve her sene kurban keserdi.” ( Tirmizi ,H.no:1543)

Kurbanını kesen kimse hem mesuliyetten kurtulur hem de niyetinin derecesine göre ahirette sevaba nail olur. 

Kâinatın Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem, emredildikten sonra kurban kesmeyi hiç terk etmemiş, hattâ yolculukta bile kesmiş ve şöyle buyurmuştur:  “Ey insanlar ! Her sene her bir ev halkına kurban kesmek vaciptir.” ( Tirmizi, H.no:1518)

Vacib olan, kurbanı kesip kanını akıtmaktır. Kurbanı diri olarak tasadduk etmekle bu yükümlülük yerine getirilmiş olmaz. Tasadduk ancak, kurban kesildikten sonra yapılır ki; bu müstehaptır.(Ebu Davud. 10/453)  Şafiî mezhebine göre kurban kesmek terk edilmesi istenmeyen bir sünnettir ki bu da Hanefi mezhebindeki “vacip”e yakın bir yaklaşımdır.

Kurban Kesmek Şu Vasıfların Taşıyan Kişilere Vaciptir

1.Müslüman olmak.

2.Hür olmak, köle olmamak.

3..Mukim olmak. Seferi/yolcu olmamak. Hanefilere göre, yolcuya kurban kesmek vacip değildir. Çünkü Hazret-i Ebubekir ve Hazre-i Ömer radıyallahu anhüm yolcu olduklarında kurban kesmezlerdi. Hazret-i Ali radıyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Yolcu olan kimseye Cuma namazı da, kurban kesmek de vacip değildir.” Çünkü yolcu için kurban kesmekte ve etinin değerlendirilmesinde bir takım güçlükler vardır. Bu, nedenle yolcudan güçlüğü kaldırmak için Cuma namazı farz olmadığı gibi kurban da ona vacip değildir.  Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre kurban kesmek yolcu içinde sünnettir.

Bayram tatilini fırsat bilerek yurt içi veya yurt dışı geziye çıkan, yazlığa giden, memleketine giden kimsenin durumu farklıdır. Bu durumdaki kimselerin söz konusu ruhsattan yararlanma yerine, ya önceden gerekli tedbirleri alarak vekâleten kurban kestirmesi ya da bulunduğu yerde kurban kesmesi daha isabetlidir. Çünkü kurbanın namaz, oruç gibi bireyin niyetiyle ve iç dünyasıyla alakalı yönü bulunduğu gibi onlara ilâveten toplumda sosyal adaleti sağlayan ve üçüncü şahısların haklarını ilgilendiren yönü de mevcuttur. Bu sebeple de, yolcunun namaz ve oruçta yolculuk ve meşakkat içinde olma ruhsatından yararlanması daha bireysel bir karardır. Kurbanda ise zikredilen hususların, bu ibadetin sosyal amaçlarının göz önünde bulundurulması, savunulabilir bir gerekçe, sıkıntı veya mazeret bulunmadığı sürece kurban ibadetinin yerine getirilmesi gerekir.(İlmihâl.ll.Diyanet Vakfı.4)

Memlekette Kurban   Bayramlarda havaların iyi olduğu günlerde memleketimize gidiyor, bayramı orada geçiriyoruz. Bu durumda kurbanımızı ne yapacağımızı bilemiyoruz. Kurbanı, ikamet ettiğimiz yerde mi kesmeli, yoksa gittiğimiz memleketimizde kesebilir miyiz? Bu konuda seferilik şüphesi yüzünden tereddüt yaşıyoruz.

Cevap: Bayram için memleketinize gitmeden önce bulunduğunuz yerdeki bir yakınınıza vekalet verip kurbanınızı kestirebileceğiniz gibi, gittiğiniz memleketinizde de bizzat kesmeniz mümkün olur. Şayet memleketinizde (kendi eviniz yok da) misafir sayılıyorsanız nafile kurban kesmiş olursunuz, sevap alırsınız. Kendi eviniz var da seferi sayılmıyorsanız, vacip olan kurbanınızı kesmiş, borcunuzu bizzat yerine getirmiş olursunuz. Bir şüpheniz kalmaz.

Ayrıca, (ihtiyaç sahiplerine kurban ulaştırma görevini üstlenen) hizmet ehillerine kurbanın parasını verip vekil olarak adınıza da kestirebilirsiniz. Bu takdirde vacip olan kurbanınızı, vekaletini vermiş olacağınız kimse vasıtasıyla kesmiş olacağınızdan yine bir zorluk söz konusu olmaz.

 4. Zengin olmak. Hanefi mezhebine göre, kurban kesmeyi vacip kılan zenginliğin ölçüsü, zekatta ve fıtır sadakasında aranan zenginlik ölçüsüyle aynı olup kişinin borçları ve asli ihtiyaçları dışında 20 miskal[85gr] altına, ya da buna denk bir paraya veya mala sahip olmasıdır. Bu miktar bir mala sahip olan kimsenin kurban kesme imkanına sahip olduğu düşünülmüştür. Böyle olunca ücretli, memur gibi sabit gelirli kimselerin, kendi bütçe imkanları içinde sıkıntı çekmeden kurban ücretini ödeyip ödeyemeyeceğini göz önünde bulundurması ve ona göre karar vermesi gerekir. Pratik bir çözüm olması itibariyle, bu konuda Hanefilerin yukarıda zikredilen ölçüsü esas alınabilir. Bu takdirde, sabit gelirlilerin asli ihtiyaç harcamalarını çıktıktan sonra yıllık gelirinden arta kalan miktar 85 gr altın değerine ulaşıyorsa kurban kesmeleri gerekir.(D.V. İlmihâl.ll.5)

Bu nisabın üzerinden bir sene geçmesi şart değildir. Kurbanın vacip oluşunda erkek olmak şart değildir. Nisap miktarı mala sahip olan hür kadının da kendi parasıyla kurban kesmesi vaciptir. (Ebu Davud.10/454) 

Zekât ibadetinde yılın zenginliği aranırken, kurban ibadetinde günün zenginliği esas alınmıştır. Kişinin zenginliğinde kurban bayramı süresindeki durumu ölçü alınır. Böyle mali bir imkâna sahip her Müslüman’ın, akıllı ve baliğ/ergen olması kaydıyla kurban kesmesi gerekir. Bu durumdaki kadın ve yetişkin çocuklar bizzat mükellef olmakla birlikte kocası veya babası bunlar adına hibe yoluyla kurban keserse o da yeterli olur.

 Kurbanda Zenginlik Ölçüsü  Fıkıhtaki tâbirle, kurbanı zengin olanlar keserler. Kimin durumunda bir genişlik olursa, yâni kurban kestiği takdirde geçimine bir sıkıntı gelmeyecek, normal ihtiyaçlarını almakta bir güçlüğe mâruz kalmayacaksa, bu kimse kurban kesmelidir. Zira normal ihtiyaçlarını karşılayacak kadarından artan paraya kurban düşer.  Kurban, fitre zengini üzerine vaciptir. Fitre zengini ise, yani 85 gr. altın veya 640 gr gümüşe mâlik olanlar. Öyle ise, aylık gelirinden artmış ne kadar boş bir para bekliyorsa, artık bunun sahibi kendisini kurban kesmekle mükellef bilmelidir.

Ancak, bu para borç karşılığı ise, ödemesi gereken borçlarına mukabil bekliyorsa, elbette o para yok hükmündedir. Lâkin bâzı zarurî ihtiyaçları almak için bekliyorsa, durum o kadar vazıh değildir. Bu kimse, parayı ya o ihtiyaçları için harcamalı, yahut da harcamayacak kadar ihtiyaç tesirini hissetmiyorsa buna kurban düşeceği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Aslında kurbanın düşüp düşmeyeceğini, bir de kalbine sor hadîsiyle amel ederek tespit etmek gerekir. Biliyorsunuz, durumu kesinleşmeyen meseleler de bu hadise müracaat ediyorduk. Resûl-i Ekrem Efendimiz:  “Kalbine sor, çünkü o, en büyük müftüdür” buyurmuş, böylece hükmü bilinemeyen hususlarda bozulmayan kalbi, selahiyetli bir fetva makamı olarak haber vermiştir.

Öyle ise, maddî durumumuzu kendimiz tespit etmeli, kalbimize sormalıyız. O zaman kalbimiz bize fetva verecek, kurban kesip kesemeyeceğimize dâir bir hükmü vicdanımızda bulacağız.

Aldığım Araç için Kurban Kesmem Gerekir mi?  Alınan herhangi bir araç ve eşya için kurban kesilmesi söz konusu değildir. Bu tür şeyler için sıkça adak adamak da hoş karşılanmaz. Halk arasında ev veya araç alan birinin kurban kesmesi ise sadece bir âdet olup, dînî bir gereklilik değildir. Kazayı belâyı def edici sadaka kabilinden böyle bir hayrı işlemek ise yadırganacak bir durum olarak görülmez.

Altını olan eşin durumu  Eşime ait mehir olarak verdiğim 80 gramın üstünde altını var. Şayet hanımıza ait mehir miktarının üstünde olan altını kendine has bir varlık ise, ona ayrıca kurban kesmesi vacip olur. Onun kestiği kurbanın etinden de sen yiyebilirsin.   Bir hanımın nisap miktarı kadar altını olup, başka malı olmazsa kurban kesmesi gerekir mi ?  Evet, bir hanımın takı olsun olmasın, nisap miktarı kadar altını varsa başka malı olmasa bile kurban kesmesi gerekir.  Kurban kesmekle yükümlü kimse, kurbanını hanımı namına kesebilir mi ?  Hayır, kendi kurbanının hanımı adına kesemez. Çünkü kurban kesmek kendisine vacip olmuştur. Ancak kendi kurbanının yanı sıra isterse hanımı adına kurban da kesebilir.

Alacak için kurban olur mu? Kur-Bir kimsenin vadesi dolmamış alacağı olsa ve nisap miktarı kadar başka malı da bulunmasa kurban kesmesi için borçlanması gerekir mi?Hayır, bu durumda kurban satın almak için borçlanmak, gerekmediği gibi sonradan alacağını elde etmekle kurban bedelini tasadduk etmesi de gerekmez. Kurban kesmek yerine bedelinin bir fakire veya bir hayır kurumuna verilmesi uygun mudur?

Kurban yerine hayır olur mu?  Hayır, kurban kesmek yerine, bedelinin bir fakire veya hayır kurumuna verilmesi caiz değildir. Çünkü kurban kesme yükümlülüğünün kalkması ancak, Allah rızası için kanın akıtılmış olması ile gerçekleşir.

Bağ, bahçe ve tarla gibi şeylerin gelirleri mi, yoksa kendileri mi kurban nisabına girer? Ağırlıklı olan görüşe göre bunların gelirleri, diğer bir görüşe göre de kendileri kurban nisabına girer. 

Bir kimsenin ev satın almak amacıyla biriktirdiği paradan kurban kesmesi gerekir mi?  Evet, bir kimsenin ev satın almak amacıyla biriktirdiği paradan, sahih olan görüşe göre, kurban kesmesi gerekir. 

Kurbanın geçerli olabilmesi için hayvanın kişinin kendi mülkiyetinde olması gerekir mi? Evet, kurbanın geçerli olabilmesi için hayvanın kişinin mülkiyetinde olması gerekir. Örneğin; kişi yanında emanet olarak bulunan bir hayvanı kendi namına kurban olarak kesemez.

Taksitle veya veresiye ile kurban alıp kesmek caiz midir?  Evet, caizdir. Kendisine kurban vacip olan kişinin bu şekilde kurban satın alması caizdir. Çünkü taksit ile veya veresiye alınan kurban da peşin alınan kurban gibi kişinin mülkiyetine geçmiş olur. Vadeyi geçirip faize düşmemeye dikkat edilmelidir.

Almanya’da ikamet edenler, parasını gönderdikleri kurbanlarını Türkiye’de kendi adlarına kestirebilirler mi? Elbette. Nerede olursa olsun parasını verdiği kimseye kurbanını kendi adına kestirmesi caizdir. Bu sebeple, bilhassa ihtiyaç sahibi aile ve öğrencilere vekalet yoluyla ulaştırılan kurbanlar, hedefini bulan kurbanlar olarak düşünülebilir. İtimat ettiğiniz kimseye parasını verip kendi adınıza kurbanınızı kestirir, dilediğiniz ihtiyaç yerlerini ulaştırabilirsiniz. Bütün mese­le, kurbanların ihtiyaç sahibi yerlere gitmesi, neslin yetişmesine hizmet etmesidir.

Kurban, toplumda, özellikle İslâm cemiyetlerinde fakirlere ve top yekün Müslümanlara, yüce Allah’ın verdiği hususi bir ziyafettir. Kurban etinin dinimizce gayr-i Müslimlere verilebileceğini düşünürsek o zaman daha şümullü bir yardımlaşma emri olduğu görülür. Hiç bir beşeri kuvvetin aynı anda yüzlerce ülkede bu kadar hayvanın kesilmesini temin etmesine ve toplumun bütün fertlerine ziyafet vermesine imkân yoktur.

Kurbanda Niyet  Kesilecek kurbanın geçerli olması için ayrıca niyet etmek de şarttır. Çünkü hayvan ibadet maksadı ile de et maksadı ile de kesilebilir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Ameller niyetlere göredir ve her kişi için niyet ettiği vardır. ” buyurmuştur.

Kurbanlık Hayvan Alınırken nelere dikkat gerekir? Kurbanlık hayvan almaya giderken niyetimiz şöyle olmalıdır: “Yarabbî! Nefsim isyan edip türlü kötü işler yaptığımdan, katledilmeye hak kazandı. Ancak bir kimsenin de nefsini katletmesi haram olduğundan bu kurbanı nefsime bedel olarak senin rızanı kazanmak için kesmeye niyet ettim. Yarabbi! Onun her uzvuna bedel uzuvlarımı cehennemden halâs eyle. Tüm kötülüklerden ben aciz, günahkâr kulunu temizle.” diyerek böylece niyetini yapıp, kurbanlık hayvan almak için çarşıya, pazara çıkmalı. Kurban almağa bu niyetle gidilirse her adımına bir sevap yazılıp, günahları silinir.

Pazarlık yaparken ne kadar çok konuşur, iyi ve güzel sözlerle alışveriş edecek olursa, bu sözlerin hepsi teşbih olur ve kayda geçer. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır: “Bir kimse kurbanını satın almak üzere evinden çıkarsa, onun her adımına karşılık Cenab-ı Hak on sevap evirir. On günahını siler. Derecesine on derece ilave eder. Hayvanını alması için konuşması/yaptığı pazarlık teşbih olur. Parasını öderken her kuruşu için bire yedi yüz sevap verilir. Yere kurbanı yatırıp kestiği zaman, bütün yerden mahlûkat onun için istiğfarda bulunur. Kanı akıtıldığında her damla kanından Cenab-ı Hak on melek yaratıp kıyamete kadar onun için istiğfarda bulunurlar. Eti taksim edilip dağıtıldığında her lokması için Hazret-i İsmail aleyhisselâm evladından bir köle azad etmiş gibi sevab verilir.”

Kurban Kesmenin Faziletleri   Âişe radıyallahu anha’dan rivayete göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Ademoğlu kurban kesme gününde Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir amel işlememiştir. O kurban kıyamet günü boynuzları kılları ve tırnaklarıyla gelecektir. Kurbanın kanı yere düşmeden önce Allah katında hemen kabul olunur. Bu sebeple kestiğiniz kurbanlardan dolayı sıkıntı değil gönlünüz hoş olsun.” ( [1] Tirmizi, H.no:1526; İbn Mâce, Edaha: 3)bayagı  Ubanın her bir kılı için bir sevap” buyurdular. Ashab tekrar:

“(Kesilen kurban, koyun kuzu gibi) yünlü ise ey Allah’ın Resulü (sevap nasıl olacak)?” diye sordular. Aleyhissalâtu vesselam:

 ”Yünün her bir kılı için de bir sevap var!” buyurdular.” (İbn Mace, H.no:3126; Tergib ve Terhib.535)

 fendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“İnsanoğlu bu gününde akrabasıyla ilgilenmesi hariç, kan akıtmaktan daha faziletli hiç bir amel işleyemez.” ( Tergib ve Terhib. 2/537

“Ey İnsanlar ! Kurban kesiniz. Kurbanların akıtılan kanlarına mukabil Allah’dan sevab umunuz. Yere akan kurban kanı gerçekten Hâk Teâlâ’nın katına dökülür. ” (El Uhudul-Kübra:257)

 ”Kim Gönül hoşluğu ile, mükafatını Allah’tan umarak, kurban keserse, bu kendisini cehennem ateşinden korur.” ( Tergib ve Terhib. 2/537)

“Bayram gününde gümüş para, Allah katında kurbanlıktan daha sevimli bir şeye harcanamaz.” ( Tergib ve Terhib.2/537)

Kurban Kesmenin Hikmeti

İmam-ı Şârâni kuddise sirruh hazretleri buyuruyor ki:

“Her sene kurban bayramında nefsimiz, ailemiz, çocuklarımız için kurban kesmeliyiz. Meşru bir mazeret olmadan bunu ihmâl etmemeliyiz. Kurban kesilmesinin hikmetine gelince: Kimin adına kurban kesilirse o kişinin üzerinden kaza ve belâ uzaklaştığı gibi, işlediği suç ve kabahatleri de affedilmiş olur. Helâl kazancından kesilecek olan kurban ev halkından belâ ve ezayı uzaklaştırır.” ( El Uhudü’l-Kübra:257)

“Kurbanın meşru kılınmasındaki hikmet ise; sayısız nimetlere karşı Allah’a şükretmek, insanın geçen seneden bu seneye kadar hayatta kalışına şükretmek ve günahlarının bağışlanmasını dilemektir. Sözü geçen bu günahlar ise Allah’ın emirlerine muhalif hareket edilmesi yahut da emredilen şeylerdeki eksiklikler dolayısıyladır. Hem kurban kesen ailenin hem de onlardan başkasının genişliğe kavuşturulması, bir başka sebeptir. Bu bakımdan fakirin ihtiyacının karşılanmasının maksat olarak gözetildiği fıtır sadakasının hilâfına, kurbanda kıymetinin ödenmesi yeterli değildir. İmam Ahmed kurban kesmenin, kıymetini tasadduk etmekten daha faziletli olduğunu açıkça ifade etmiştir.” (İs.Fık.An.4/393)

“Biz kurbanlık develeri de sizin için Allah’ın şiarından kıldık. Onlarda size hayır vardır. O halde onlar ayakta durup boğazlanırken üzerlerine Allah’ın ismini anın (Besmele çekin. Kesme neticesi.) yanları üzeri düşüp öldükleri vakitte ondan hem kendiniz yiyin, hem ihtiyacını gizleyen ve hem de gizlemeyip dilenen fakirlere ye-dirin. Onlara şükredesiniz diye, böylece sizin emrine amade kıldık. Onların ne etleri, ne kanları, hiçbir zaman Allah’a erişmez. Fakat sizden O’nu (yalnız kendi rızası için yapılan samimiyetin ifadesi olan işler)takva ulaşır.”( Hacc suresi.36-37)

Kurban, insanı cimrilik ve mal sevgisinden kurtarır. Toplumdaki kardeşlik, yardımlaşma, paylaşma ve fukarayı sevindirme duygularını geliştirir. İnsanları muhabbet ve merhametle birbirine bağlar. Allah’ın nimetlerinden bütün kullarının istifade etmesini sağlar. Toplum halinde yerine getirilen ferdî ve içtimâi ibadetlerle Allah’ın rızasını kazanmaya ve O’na yaklaşmaya vesile olur.”

Koyun-Keçi Veya Sığır Kaç Kişiye Kurban Olur ? Cabir b. Abdullah radıyalalhu anh’den rivayet olunmuştur ki: Biz Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanında temettü’ haccı yapar ve ortaklaşa yedi kişiye bir sığır ve yine yedi kişiye bir deve kurban ederdik.” (Ebu Davud, H.no:2807)

Cabir b. Abdullah radıyallahu anh’dan demiştir ki: sona”Hudeybiye sulhu yapıldığı gün Hudeybiye’de Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yedi kişi için bir deve, yedi kişi için bir sığır kurban ettik.” (Ebu Davud, H.no.-2809) Bir Dir bir rivayette: “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem sığır ve devenin yedi kişiye kurban edilmesi caizdir” buyurmuştur.( Ebu Davud, H.no:2808)

 Kurbanda Ortaklık   Ortakların hepsinin Müslüman olması ve hepsinin de niyetinin kurban kesmek olması gerekir. Eğer içlerinden sadece et almak veya ticaret maksadı ile kesmek niyetinde olan varsa, hiçbirini kestiği kurban olmaz. Ortaklığın, hayvanı satın almadan önce olması daha iyidir. Bir Müslüman kurban için satın aldığı bir sığır veya deveye sonradan altı kişiyi daha ortak edebilir.( Ebu Davud. 10/454)  Aslolan önce yedi kişinin bir araya gelmesi, sonra kurban niyetiyle sığırı satan                                                                                                                            masıdır.

 Taksimat Nasıl Olacak? Ktılanların sayısının tek veya çift olması mühim değildir. Ortaklar kurbandan hisselerini tartarak ayırmalıdırlar. Götürü usulü ile helalleşse de taksim caiz olmaz. Kesilen büyük baş bir hayvana kaç kişi ortak ise o kadar hisseye bölünür. Ve bu bölmenin tartı ile yapılması tavsiye edilir. Ancak bir kurban bir aile için kesiliyor ve aynı eve giriyorsa taksime gerek yoktur. Kurban etinin taksiminde tavsiye edilen, üçe ayrılıp bir bölümünün eve, bir bölümünün eş, dost ve akrabaya, bir bölümünün de fakir fukaraya dağıtılmasıdır. (Prof.Dr.Raşit Küçük)

Kurban Edilen Hayvanların Yaşları  Byük baş hayvanlardan devenin en aşağısı beş yaşında olanı, sığırilana  yaşında olanı ve davarın bir yaşında olanı (veya daha az yaş da olup da bu yaşta gösterenleri) kurban edilebilir.( Ebu Davud. 10/454)lerini sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:  “ki yaşına girmiş hayvandan başkasını kurban etmeyin. İki yaşında bir hayvan bulamazsanız, o halde bir yaşında koyun kesiniz.” (İbn Mace.H.no:3141; c:8/470)    “oyun nevinden ceza (yani altı ayını doldurmuş ve bir yılını doldurandan farksız kuvvetli kuzu)nun bayram kurbanı olması caizdir.”( İbn Mace.H.no:3139; c:8/470)

Bu yaşlardan az olanlar kurban olmazlar. Ancak altı ayını bitirmiş ve anası kadar görünmekte olan, kuzu da kurban olur. Şayet yaşları bunlardan yukarı olursa, o hayvanların kurban olmaları caizdir ve efdâldir. Kuzu, oğlak, buzağı, deve köşeğini/yavrusunu kurban kesmek caiz değildir.” ( Fetevay-ı Hindeyye.11/483)

Kurban Kesmekle İlgili Hükümler Nelerdir? Herkes mâlî durumunu başkasından daha iyi bilir. Borcundan ve ev eşyası gibi zarurî ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra geride parası kalan zenginlere kurban kesmek vâcibtir. oyunun erkeği, büyük başın dişisi denmişse de günümüzdeki sıkıntılara göre büyük başta da erkeği tercih etmek daha uygun olur.

 suretimimin                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       

Müstehap Olan Kurbanlık Hayvanlar

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:

“Kefenin en hayırlısından birisi de hülle (belden aşağı ve belden yukarı olmak üzere iki kısımdan ibaret elbise) dir. Bayramda kesilen kurbanların en hayırlısı da iki boynuzlu koçtur. ” (İbn Mace, H.no:3130; Tirmizi.H.no:1554)

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle ağa siyah, gözlerinin etrafı siyah, kara bacaklı, boynuzlu ve damızlık iki koçu kurban etti. ” (Tirmizi.H.no:1529)

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:

“Koyunlardan toklu, ne güzel kurbanlık hayvandır.” (Tirmizi.H.no:1534)

Kurbanlık hayvanlardan bir kısmı kurban edilip insanın midesine gitmekle hayvanlıktan kurtulup insanlık mertebesine çıkmakta, ebediyen cennete lâyık bir keyfiyet kazanmakta, bir kısmı da Allah yolunda kurban edilmelerine mükâfat olarak ahirette “Burak” olma şerefine nail olmakta, sahiplerini sırat köprüsünde taşıma görevi ile onurlandırılmaktadır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kurbanlarınızı neşeli ve kuvvetli hayvanlardan kesin. Çünkü onlar sırat köprüsünde sizin binitleriniz olacaktır.” (M.A!i  Sabuni.   M.Tefsirü  İbn-i  Ke­sir. 1/545) hadisi de buna işaret etmektedir. Bu olay kurbanlık hayvanlar için bir rahmet, bir sâadet bir şeref değil midir?

Peygamberimizin Kestiği Kurbanlık Hayvanlar

“Ben bütün dinlerden yüz çevirerek yüzümü İbrahim’in dini/yâni İslâm üzere gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben müşriklerden değilim. Şüphesiz namazım ve diğer ibadetlerim, hayatım boyunca işlediğim bütün amellerim ve ölümüm anına kadar taşıya geldiğim katıksız imanım ve ona bağlı hareketlerim Alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanlardanım, Ey Allah’ım ! bu kurban senden bana bir nimettir ve Muhammed ile ümmeti tarafından sırf senin rızan için kurban edilmiştir.”diye dua etti ve sonra kesti.” (Ebu Davud, H.no:2795)

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hayası burulmadık, kara gözlü, kara ağızlı ve kara ayaklı bir koçu kurban etmişti.” (Ebu Davud, H-.no-.2796) Burulan hayvan mekruh olmakla beraber kurban olabilir.

Kurban Edilmeye Engel Olan Ayıplar

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in adetinden biri de kurbanlığını seçmesi, en iyisini alması ve hayvanın kusurlardan ve ayıplardan beri olmasına dikkat etmesidir.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

 

“Dört şey kurban olmaz:

l. Körlüğü açıkça belli olan, tek gözlü.

2. Hastalığı açıkça belli olan, hasta.

3.Topallığı iyice belli olan, topal.

4.Ayağı kırılıp kötürüm olan ve aklı kalmayan, yani çöküp, zayıflayıp ne yaptığını bilmeyen.” (Tirmizi.H.no:1530; EAbu Davud.H.no:2802)

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kulağının deliği görünecek kadar dipten kesik (doğuştan küçükse kurban olabilir) boynuzu çıkık, gözü çıkmış, zayıflığından ötürü sürüde gidemeyen ve kırık ayaklıların da kurban edilmesini yasakladı. ” (Ebu Davud.H.no:2803)

Biz bu engelleri maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:

l. Bir veya iki gözü kör olması.

2. Zayıflığından dolayı iliği kurumuş olması.

3. Kesileceği yere gidemeyecek kadar aksak olması

4. Anadan doğma kulaksız olarak dünyaya gelmesi. Eğer küçük kulaklı, kulağı delik veya damgalı ise kurban edilmesi caizdir.

5. Burnunun kesik olması.

6. Kulaklarının yarıdan fazlasının kesik olması.

7. Dişlerinin çoğunun dökülmüş olması.

8. Koyun ve keçi memelerinden birinin, sığırın iki memesinin kurumuş olması.

9. Karnını doyuramayacak kadar deli olması.

10. Boynuzunun biri veya her ikisi kökünden kırılmış olması.

11. Ölecek derecede hasta olması.

12. Kulak ve kuyruğunun yandan fazlasının bulunmaması

13. Kulağını birinin dibinden kesimleş olması veya doğuştan bir kulağının bulunmaması.

Kurban Edilmesine Engel Olmayan Ayıplar

1. Uyuzlu hayvanın eti semiz olursa kurban edilebilir.

2. Boynuzsuz doğan veya boynuzunun birazı kırılmış olan hayvan.

3. Dişlerinin bir kısmı dökülüp, çoğu mevcut olan.

4. Şaşı gözü olan.

5. Topal olan, yani ayağını yere basarak yürüyebilen.

6. Kulağı delik veya enine yarık olan.

7.Erkek hayvanın burulmuş olması, kurban olmasına engel olmaz.

Kurbanı Allah İçin Kesmek

“Şunu unutmayın ki, ne onların kurbanlıkların etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir. Lâkin O’na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvadır. Allah saygısıdır.” (Hac suresi.22/37)

Kurban Allah’a yaklaşmak maksadıyla ve yalnız O’nun rızasını kazanmak için kesilir. Allah’tan başkası adına hayvan kesmek haramdır ve bu yola tevessül edenleri Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Allah’tan başkası nâmına hayvan kesene Allah lanet etsin” (Müslim, Edâhî, 43-45; Nesâî, Dahâyâ, 34) şeklindeki ifadeleriyle uyarmıştır.

Bir Zatı Karşılamak İçin Kesilen Kurbanın Eti Yenir Mi ?

Allah rızası olmaksızın sırf bir zatın gelişini kutlamak amacıyla besme­le çekilmiş olsa bile kesilen kurbanın eti yenmez. Ancak o kimseye veya başkalarına ikram etmek niyetiyle kesilirse caizdir ve eti yenir.

 

Meselâ; bir beldeye teşrif eden devlet büyüğü için kurban kesilirken, onun ayak basması tazim edilerek kesiliyorsa, şirke düşme endişesi söz konusudur ve o hayvanın eti yenilmez. Fakat o vesileyle, Allah için kurban kesilirse, onun eti yenir.

Aynı durum, törenler, açılışlar için de geçerlidir. Burada mühim olan kalptir, kalpte bulunan niyettir ve onu da Allah’dan sonra en iyi bilen o şahsın kendisidir türbelerde kesilen kurban için aynı şey geçerlidir.

Bina Yapılırken Kesilen Kurban

Bir binanın temeli atılacağı sırada veya bir hastalıktan şifa bulma maksadı ile kesilen kurbanın helâl olmasında şek ve tereddüt yoktur. Zira bundan maksat, tasadduktur. Şu kadar var ki, kesilecek hayvanın kanının mutlaka temele atılması şart değildir.

Kurbanlık Hayvanlara Yumuşak Davranmak

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hayvanı kesmenin güzel bir biçimde yapılmasını ve bıçağın iyice bilenmesini emir buyurmuştur. Böylece boğazlanacak hayvan rahat bir şekilde can vermiş olur.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bıçağın ağzını bilemeyi ve bıçağın hayvana gösterilmemesini emretti ve “Biriniz hayvan boğazlayacağı zaman hemen kesimi çabucak yapsın” buyurdu. (İbn Mace, H.no:3172 )

Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, birinin koyunu kulaklarından tutarak çektiğini gördü. Bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ona,

“Hayvanın kulağını bırak, boynundan tut !” ([1] İbn Mace.H.no:3171) buyurdu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, adamın birini, hayvanın yüzüne ayağını dayamış bir halde bıçağını bilerken gördü. Bu hal üzerine adama şöyle dedi:

“Bu bileme işini daha önce yapman gerekmez miydi ? Hayvanı defalarca mı öldürmek istiyorsun” dedi. Başka bir rivayette: “..hayvanı yere yatırmadan önce bıçağını bileseydin ya!” Kesilecek hayvan kesim yerine yumuşaklıkla sevkedilmeli. Bıçak hayvanın gözünden uzak tutulmalı, tam kesim yapılacağı zaman bıçak ortaya çıkarılmalıdır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bıçağın hayvanın gözünden uzakta bilenmesini emretmiştir.

Kesimle ilgili emirler arasında, hayvanın şah damarının kesilmesi de vardır.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şeytanın yaptığı gibi yapmayı yasaklamıştı. Şeytanın yapmasından maksat; hayvanı boğazlamak ve şah damarını kesmeden hemen derisini yüzmeye başlamak demektir.” Diğer bir rivayette:

“Onlar hayvanın boğazını birazcık keserler, sonra da şah damarlarını kesmeden ölünceye kadar hayvanı öylece bırakırlardı. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bunu yasakladı.”

Bir sahabi anlatıyor:

“Kasap, kesim yapmak için kapıyı açarak koçun yanına girdi. Koç kasaptan kaçtı, o sırada Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem geldi ve koç yakalandı. Ancak koç, gitmemek için ayaklarıyla diretiyordu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem koça: “Allah’ın emrine karşı sabırlı ol .’”dedi. kasaba da: “Sen de ey kasap, hayvanı ölüme sevkederken yumuşak biçimde şevket! ” buyurdu.

Kurbanı Kendi Elimizle Kesmek

Kurban öncelikle sahibi tarafından kesilmesi menduptur. Eğer gücü yetiyorsa kendisi kesecektir. Çünkü bu Allah’a yakınlıktır. Bunu kendisinin yapması başkasını bunun için görevlendirmesinden daha faziletlidir. Bunun delili şudur:

“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Harem-i Şerife hediye maksadıyla yüz deve götürmüş, bizzat kendi eliyle altmış kadarını boğazladıktan sonra, elindeki bıçağı Hazret-i Ali’ye vermiş o da ge­ri kalanını kesmiştir.” (İs.Fık.An.4/417)

Enes b. Mâlik radıyalalhu anh’dan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kurban bayramında iki boynuzlu, alaca, iki adet koç kurban ederdi ve kurbanları keseceği zaman “Bismiilâhi Allah-ü Ekber”derdi. And olsun ki, hem O’nun ayağını/sağ dizini kurbanların sağ yanlarına basarak kendi eliyle keserken gördüm.” (Ebu Davud,H.no:2794)

Hazret-i. Ebu Musa (radıyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre: “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kızlarına, kurbanlarını kendi elleriyle kesmelerini, ayağını kurbanın boynuna basmayı, keserken tekbir getirip besmele çekmeyi tenbih etmiştir.” (Kütüb-i Sitte Müh.6/80)

Bu hadis, kişinin kurbanını kendi eliyle kesmesinin müstehap olduğunu gösterir. Rivayetlerdeki emir vücuba değil, istihbaba hamledilmiştir. Bu rivayet kadınların da kurbanlarını kendilerini kesmesinin caiz olduğunu ifade eder. İmam Malik’ten bunun mekruh olduğunu; İmam-ı Şafiî’de kadının, birisine vekâlet vererek kestirmesini, kesme işine kendisinin mübaşeret etmemesini tavsiye etmiştir. Rivayetler, annelerimizin kurbanlarını Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in kestiği ifade etmektedir. Buhâri’de:

“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zevceleri adına bir sığır kesti.” Müslim’de de:

“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Veda Haccı’nda hanımları için bir sığır kesti.” (Kütüb-i Sitte Müh.6/81)

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Fatıma ! Kalk, kurbanının yanında bulun. Şunu iyi bil ki, onun kanından yere düşen ilk damla ile işlemiş olduğun günahların tümü affedilir. Ve kesilmeden önce “Benim namazım, ibadetim, hayatim ve ölümüm alemlerin Rabbi içindir. O’nun ortağı yoktur, bana böyle emrolundu ve ben Müslümanlardanım. “diyerek dua et.” (kul innes salati ve mahyaya ve memati lillahi rabbil alemin) buyurdu. İmran b. Hüseyin radıyallahu anh:

“Ey Allah’ın Resulü! Bu sevap yalnız senin ‘Ehl-i Beyt’ine mi mahsustur, yoksa tüm Müslümanlar içinde var mı ?”diye sordu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Tüm Müslümanlar içinde vardır, “buyurdu. Kurbanı Müslüman birisinin kesmesi müstehaptır, çünkü Kurban bir yakınlıktır, ibadettir; ona ehil olmayan kimse bu işi üstlenemez. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demektedir: “Kurbanı ancak Müslüman kişi keser.”

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kurban kesince:

“Allah’ım! Sen Muhammed’den, aile halkından ve Muhammed’in ümmetinden kabul buyur, “dedikten sonra, kurbanını kesmiştir.

Elinden gelmezse, başkasına kestirir. “Vekilim ol da kurbanımı kesiver” diyerek ehil bir kimseye havale etmeli ve kendi de başında durmalıdır, demelidir. Kurban sahibi kurbanının başında durur veya vekili tarafından duaları okuması müstehaptır.

Bu boğazlama esnasında dört damarı kesmek en iyi olanıdır. Bu damarlar; nefes borusu, yemek borusu ve ikisi de şah damarıdır. Bunlardan üçünü; yemek ve nefes borusu ile başka bir damarı kesmek yeterlidir.

Bu şekilde kesilen hayvan dini usule göre kesilmiş olur.

 

Kurbanı Kesmeden Önce Yapılacak Vazifeler

Kesime yardımcı olabilecek malzemelerin hazırlanması lâzımdır.

  1. Bıçakların bilenmesi, keskinleştirilmesi lâzımdır.
  2. Noksan bı­çak, satır çeşitlerini tamamlanması lâzımdır.
  3. Kurban kesilecek yerin tespiti.
  4. Çukur kazmak için kazma, kürek ve vb aletleri temin etmeliyiz
  5. Kesimden sonra parçaları, et ve sakatatın konacağı kapların tespiti.
  6. Kasap ücretinin önceden hazırlanması. Kendisi kesemiyorsa, tecrübeli, mahir, mütedeyyin bir kasap ile önceden anlaşmalı. Kesilen kurbanın etinden, derisinden kasap ücreti verilmez.
  7. Dağıtılacak kurban etlerini konacağı naylon torbaların alımı. Gazete kağıdı veya kullanılmış kağıtlara sarmak çirkin ve gayrisıhhi olur.
  8. Hayvanın ayaklarını bağlamak için ip, asmak için ip ve çengelin hazırlanması.
  9. Kurbanı kesmeye götürürken merhamet ölçülerini elden bırakmamalıyız. Onu bacağından çekerek, itip kakarak, sürükleyerek götürmemeliyiz. Mekruhtur.
  10. Hayvanın birini ötekinin gözü önünde kesmemeliyiz.
  11. Kesilen ve kesilmekte olan hayvanı, diğer hayvanlara göstermemeliyiz.
  12. Bıçağı kurbanlık hayvana göstermemeliyiz. Hele hayvanın yanında bıçak bilemek gafletine düşmemeliyiz.
  13. Kurban çok hisli hayvandır. O kadar ki: “Ne güzel şey, ne tatlı şey. Allah yolunda canımı kurban ediyorum diye söylemesi lezzetli zikirlerdendir.”

Vekâlet Verme Şekli Krbanını bizzat kesmeyen, kesemeyen, başka bir yere veya hayır kurumuna gönderen kimse kurbanını kesecek veya kestirecek kimseye şöyle vekâlet verir: “adameakika veya vacip kurbanımı kesmeye, kestirmeye seni vekil tayin ettim.”der. karşı tarafta:”Aldım kabul ettim.”der.

Kurbanda Vekalet Olur mu? bir imse kendi adına kurban kesmesi için başkasını vekil tayin edebilir. Vekalet bizzat verilebileceği gibi mektup, telefon, faks, e.-mâil gibi vasıtalarla da verilebilir.

Güvenli bir kuruluşa, ilanı sebebiyle hesabına para yatırıp, kurban bağışı için olduğu notunu koydurmak hattâ açılan özel kurban hesabına para yatırmak da vekâlet vermek anlamına gelir. Yani dolaylı dediğiniz yolla da vekâlet caizdir. Çünkü güven duyulan bu organizasyonlar, kurban bağışlarının en iyi şekilde değerlendirildiği, usulüne uygun kesildiği, fakir ve muhtaçlara ulaştırıldığı yönünde âmmeye garanti vermektedirler.

Talebe yurtlarına kurban hibe edilir mi ? Krbanı kendi kesmeyip ihtiyaç yerlerine hibe etmek de caizdir. Hatta yarınlarımızın teminatı olan öğrencilerimizin yetiştirildiği yerlere kurban parasını verip de kestirmek uygun olan bir hizmet anlayışı ve kurbanı tümüyle değerlendirme halidir.

Kurban Bütün Sünnetlerine Riayet Edilerek Şöyle Kesilir:

  1. Kesmeden önce hayvana su vermek müstehaptır.
  2. Önce diz boyu çukur kazılır.
  3. Kurbanın gözlen tülbent ile bağlanır.
  4. Kurbanlık hayvan, kesileceği yere eziyet verilmeden götürülür.
  5. Hayvan ayakları ve yüzü kıbleye gelecek şekilde sol tarafına yatırılır.
  6. Hayvanın sağ arka ayağı serbest kalmak şartıyla diğer ayakları bağlanır.
  7. Boğazı çukurun yanına getirilir.Kıbleye karşı getirilir.
  8. Kesenin de kıbleye dönmesi sünnettir.
  9. Kurban keserken keskin bıçak kullanılmalıdır.
  10. Kurbanı keserken, sol aynı üzerine yatırıp, sağ dizini kurbanın boğazına koymak müstehaptır.
  11. Kurban sahibi kurbanının başında durur ve keseni vekil eder.
  12. Başkasını vekil ederek kesilen kurbanların başında bulunması halinde, kurban sahibinin öteden “Bismillah” demesi kâfi değildir. Kesecek kimsenin kıbleye doğru
  13. Yatırdığı kurbanı keserken “Bismillah, Allahü Ekber” demesi gerekir.

 

Kurban sahibi tarafından dua niyetiyle şu ayetler okunur:

“İnni veccehtü vechiye lillezi fatare’s semâvâti ve’l arda hanîfen.”  (Enam Suresi.6/79[Ben yüzümü tamamen hanif olarak, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben Allah'a ortak koşanlardan değilim.)

"Innes salâti ve nusiki ve mahyâye ve memâti lillâhi Rabbi'l âlemine la şerike lehü" (Enam Suresi.79/162 [De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabb'i olan Allah'a aittir. O'nun hiçbir ortağı yoktur ] ayetini okur. Bu ayetlerden sonra: “Allah’ım bu Sendendir ve Sanadır.” Bunu söyledikten sonra:

“Allah’ım dostun İbrahim aleyhisselâm’dan kabul ettiğin gibi, benden de kabul buyur:” diyecek olursa, bu da güzeldir. Yani, bu nimet Senden gelmiştir ve ben bu nimet ile Sana yakınlaşmak istiyorum.

Üç kere: “Allah-ü Ekber Allah-ü Ekber la ilahe illallahü vallahü ekber. Allah-u ekber ve lillâhi’1-hamd” diye tekbir alır.

  1. Sağ eliyle bıçağı, sol eliyle de hayvanın kafasını tutar.

      14. Sonra “Bismillâhi Allah-ü Ekber” denilerek hayvanın boğazına bıçak vurulur. (Bismillâhi derken (h) yi belli etmek lâzımdır. Belli edince, Allah-ü Teâlâ’nın ismi olduğunu düşünmek lâzım olmaz.(h)açıkça belli etmezse, Alla-ü Teâlâ’nın ismini söylediğini düşünmek lâzımdır. Bunu da düşünmezse hayvan leş olur. Yemesi helâl olmaz. Bunun için her zaman Allah Teâlâ dememeli, Allah-ü Teâlâ deyip (h) harfini belli etmeğe alışmalıdır.)

15. Bıçak aşağıdan yukarıya doğru yürütülür. Nefes borusu, yemek borusu ve şah damarlar kesilerek kan iyice akıtılır.

       16. Sığır ve davarlar, hemen çenelerinin altından boğazlanır kesilir. Boğazlarını iki tarafındaki şah damarlarıyla, yem, su borusu ve gırtlakları kesilir.(EbuDavud. 10/456)

  1. Hayvan kesen kimse “Bismillâhi Allah-ü Ekber”i açıktan okumalıdır. Böyle yapması çok faydalıdır. Hem böylelikle suizanna sebebiyet verilmez.

 

       18. Kesimi yapacak kimsenin elini tutma şartı yoktur. ( Mehmet Güleç. Tenbih ve İkaz.l85[Kesecek kimsenin elini tutmak isteyen kurban sahibi kesenle birlikte "Bismillâhi Allah-ü Ekber" demelidir. Kesecek kimsenin eli üzerine koyan veya kesenin ikisinden birisi "Bismillâhi Allah-ü Ekber"i kasten terk ederse kesilen hayvan kurban olmaz ve eti de yenmez. Çünkü herikisi de bir kesiyor demektir.]

  1. Kesim ânında kurban sahibinin çektiği besmele kâfi gelmez. Kesenin de çekmesi şarttır. Hattâ, kesim ânından önce hep birlikte tekbir getirilir, ancak bu tekbirleri çoğaltıp da hayvan yatırılmış hâlde bekletilerek zahmet uzatılmaz.. Tekbir bitince, kesecek olan kimse Bismillâhi, Allahü Ekber diyerek bıçağı çalar.
  2. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bıçakların bilenerek hayvanlardan gizlenmesini emretmiş ve şu tenbihte bulunmuştur:

 

“Biriniz hayvanı keseceği zaman, o işi hızlı yapsın.” (İbnMace.H.no:3172)

  1. Hayvanın boğazında yemek borusu, hava borusu ve iki yanda şah daman denilen iki ana damar kesilir. İmam-ı Azam rahmetullahi aleyh’e göre bu dört şeyden üçünü kesilmiş olması gerekir.

 

     Koyun, keçi, sığır çene altından, deveyi gerdanından boğazlamak sünnettir. Hayvanın                                      boğazındaki yumru kemik, kesildiği zaman baş tarafında kalmalıdır.

  1. Kurban kesilirken “Bismillâhi Allah-ü Ekber” demeliyiz. “Bismillâhirrahmanirrahim” dememeliyiz. Zira tevatür yolu ile gelen sünnet “Bismillâhi Allah-ü Ekber” demektir.
  2. Kurban kesilirken oturmayıp, kan tamamen akıncaya kadar hürmeten ayakta beklemek de Sâlihlerin âdetlerindendir.
  3. Hayvanı keserken boyun kemiğinin içindeki ak iliği, murdar ilik dedikleri boyun damara varıncaya kadar bıçağı götürmek mekruhtur. O damar canı çıktıktan sonra kesilecektir. Boynunda kesileceği yeri iyi görebilmek için hayvanın başını çekip uzatmak veyahut canı çıkmadan havanın boynunu geriye kırmak, canı çıkmadan başını kesip ayırmak, soğumadan derisini yüzmeye başlamak gibi işlerin hepsi de faydasız, hayvana eziyet olduklarından mekruhtur.
  4. Kesimin tam vâki olması için boğazda bulunan dört borunun kesilmesi gerekir. Bunlar: Yemek borusu, hava borusu ile boğazdan gövdeye uzanan iki kan damarıdır. Kesim bunların hepsinin de kesilmesiyle vâki olur. Ancak üçünün kesilmesiyle de ölüm vaki olacağından dini kesim yapılmış olabilir. Bu dört, yahut üç bağı kestikten sonra beklenmeli, boyun gövdeden tepinme bitince ayrılmalıdır. Hayvanın çırpınması bitmeden kafayı gövdeden ayırmak mekruhtur. Kesimi ense tarafından yapmak ise haramdır. Soğumadan soymaya başlamak da mekruhtur. Beklenilmeli, canlılık alameti yok olunca deri yüzülmelidir.
  5. Hayvan ruhunu teslim edip çırpınması, depreşmesi son bulmadan, soğumaya başlamadan, başını gövdesinden ayırmak ve yüzmeye başlamak mekruhtur.
  6. Hayvan boğazlanırken mutlaka: “Bismillâhi Allah-ü Ekber” demeli. Besmele ve tekbir kasden terk edilecek olsa, hayvanın eti yenilemez. Telaş ve heyecandan unutulmuş olan yenebilir.
  7. Besmele ve tekbirin tam hayvanın kesileceği sırada söylenilmesi şarttır. Besmele ve tekbir ile boğazlama arasına başka bir iş veya söz girmemelidir. Besmele ve tekbir yanılmak veya unutulmak sebebiyle terk edilmiş olursa, boğazlanan hayvanın eti yenilir. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ümmetimden yanılma, unutma ve zorla yaptıklarını sorumluluğu kaldırılmıştır.” buyurmuştur.

  1. Besmele ve tekbir çektikten sonra başka bir işle meşgul olmadan hemen kesmeye başlamalıdır.
  2. Besmele çektikten sonra bıçağı bilese, kesmeye başlarken tekrar besmele ve tekbir çekmesi lâzımdır. Besmele ve tekbir çektikten sonra hayvan yerinden kalksa, onu yere yatırdığında tekrar besmele ve tekbiri çekmesi lâzımdır.
  3. Birkaç hayvanı birbiri peşine kesecek olsa, hepsi için ayrı ayrı besmele ve tekbir çekmesi gerekir.
  4. Bir hayvanı kesmek için besmele ve tekbir çekse, sonra onu bırakıp başka birini kesmeye teşebbüs etse, besmele ve tekbir çekmeyi yenilemesi gerekir.
  5. Bıçağı değiştirme de besmele ve tekbiri tekrarlamak lâzım değilse de, hayvanı değiştirme de tekrarlamak gerekir.
  6. Kurbanımızı kestikten sonra, elimizdeki bıçağı bırakıp, sonra iki rekat namaz kılmalıyız. Dua etmeliyiz. Kestiğimiz kurbanımızı kabul buyurması için Allah’a niyazda bulunmalıyız. Müslümanlardan herhangi bir kimse iki rekat namaz kılarda Allah-ü Teâlâ o kimseye istediğini verir.
  7. İki rekat namaz kıldıktan sonra hemen ardından şu duayı okumak müstehaptır:

 

“Allah’ım! Bu kurban senin [bana] ihsan ettiğin rızıktandır. Zâtı-ı kerîminin rızası için kurban edilmiştir. Habibin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den, Halil’in İbrahim aleyhisselâm’dan kabul ettiğin gibi, benden de kabul buyur.” duasını okuyup matlubunu istemeli ve duasının kabul olacağını Fahr-i Alem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz haber vermişlerdir.

  1. Kadının kesmesi de caizdir.
  2. Hayvan tamamen ölmeden kafa ve ayaklarını koparmak, derisini yüzmeye kalkmak, kıbleden çevirmek veya hayvana azap vermek mekruhtur.
  3. Kurbanın fazla olan yerlerini sokağa atmamalıyız. Gömmeliyiz.

 

Şoklama ile hayvan kesmek

Şoklama ile hayvan kesilebilir. Yalnız bir hususa dikkat etmek gerekir; şoklama veya bayıltma kesim anında hayvanın mukavemetini zayıflatıyor fakat hayatına tesir etmiyorsa, yani hayvan ölmeyip yaşıyorsa, ancak kesildiğinde kanı akıyor ve ölüyorsa, bu şekildeki bir şoklama veya bayıltma ile hayvan kesilebilir. Eğer hayvan, henüz kesilmeden, şokun etkisiyle ölürse; o, kurban olamayacağı gibi, eti de yenmez.

Ölüm ne ile olmaktadır? Şokla mı, yoksa şokun hemen arkasından yapılan kesimle mi?

Şayet verilen şokla hayvan ölüyor, kesim sonra oluyorsa elbette bu et yenmez. Çünkü ölüm kesimle değil şokla oldu. Eğer şokla sakinleştirilen hayvan hemen kesilmiş, ölüm bu kesimle gerçekleşmişse bundan şüphe etmeye gerek yoktur, ölüm kesimle gerçekleşmiş, şart yerine gelmiştir. Bu konuda Diyanet’in fetvası da vardır.

Kurbanla İlgili Mekruhlar

  1. Kesimi bıçaktan başka bir şeyle yapmak.
  2. Kör bıçakla kesmek.
  3. Hayvanı kesileceği yere bacağından sürükleyerek ve itip kakarak götürmek.
  4. İlk bıçak sürtüşte murdar iliğe kadar kesmek.. (Bu ilik kesilince hayvan felç olur, çırpınmaz. Bu sebeple icap eden necis kanı tam olarak dışarı atılmamış olur.)
  5. Kıbleye çevirmeyi ihmâl etmek.
  6. Bıçakları hayvan yatırdıktan sonra bilemek
  7. Hayvanın birini ötekinin gözü önünde kesmek
  8. Kesilen hayvanı soğumadan yüzmek
  9. Hayvanı kestikten sonra, soğumadan önce murdar iliği kesmek
  10. Boynun ön kısmından -boğazından- kesmek müstehap, arka kısmından -ensesinden kesmek mekruhtur.

 

Kurbanın Derisini Yüzmek

Çiğ ete ellemekle abdest bozulmaz. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem koyunun derisinin bir kısmını bizzat mübarek eliyle soymuş ve bundan sonra abdest tazelemeden gidip cemaate namaz kıldırmıştır. (İbn Mace. 8/522)

Kurban Derisini Satmamak urban kesilmeden önce yünü kırkılmaz, onlardan faydalanılamaz. Yine kurban olacak hayvanın sütünden istifade edilemez. (Ebu Davud. 10/456)Kurbanın derisinin, yağının, etinin, ayaklarının, başının, yününün, tiftiğinin, tüyünün, kesildikten sonra sağılan sütünün satılması haramdır. Bu ister vacip kurban olsun, ister tatavvu kurban olsun fark etmez. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: derilerinin de paylaştırılmalarını emretmiş, satılmalarını yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

“Kim kurban derisini satarsa, o, kurban kesmemiş olur.” İn Hacer el-Heytemi bu hadis-i şerif hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Kişi bu hareketiyle önemli bir adeti kökünden yok etmiştir. Bunun doğru olduğu şu yoldan da anlaşılır. Meselâ, o hayvanı kurban kesmekle kendi mülkiyetinden çıkarıp yoksulların hakkı yapmıştır. Bundan sonra deriye satarsa, yoksulun hakkını gasbetmiş olur. Hattâ kasap ücreti olarak deriyi vermek de satmak gibidir. (İs.Helâl ve Haramlar.1/621)

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Hazret-i Ali radıyallahu anh’a ya hitaben kurbanlığın etini, derisini, yularını ve çulunu fakirlere tasadduk etmesini emrettiği bilinmektedir. Aynı şekilde kasaba ve hayvanı kesen kimseye derisini yahut her hangi bir parçayı kesme ücreti olarak vermek de caiz değildir.

Çünkü Hazret-i Ali radıyallahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem boğazlandıkları zaman develerin başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını paylaştırmamı, onlardan kasaba herhangi bir şey vermememi emretti ve bana: “kasaba ücretini biz kendimiz veririz.” dedi.

Şayet fakirliği dolayısıyla veya hediye olmak üzere, kasaba kurbandan herhangi bir şey verecek olursa bunun bir mahzuru yoktur. Çünkü o da başkası gibi ondan alma hakkına sahiptir. Hattâ öncelikle buna lâyıktır. Çünkü o, bu kurbanı kesmiştir ve canı onu çekmiş olabilir.

Kurban kesen kişi kurbanının derisini ev eşyası olarak kullanabilir, yararlanabilir. Kurbanın derisi ile, kalıcı olan ve aynı ile yararlanacağı şeyleri/yani demirbaş eşya alma hakkı vardır. Yani kurbanın derisiyle işine yarayacak başka şeyleri değiştirmesi mümkündür. Çünkü alınan şey verilen maddenin hükmünü alır. Bu şekilde mallar ile değiş tokuş yapmak bir çeşit yararlanmadır. Bu parayı dayanabilme özelliği olmayan et, ekmek, yenilecek ve içilecek gibi tüketim maddeleri satın alması caiz değildir. Yani deri, para veya tüketilen maddeler karşılığında satması caiz olmaz.

Kurbanın derisi, sahibi tarafından kullanılamaz, fakirlere de verilemez ise, daha hayırlı hizmetlere muvafık olması için cemiyet hizmetindeki müesseselere verilebilir. Yalnız bu müesseselerin iman açısından memleket ve millete hizmet etmeyi gaye edinmeleri ve ellerine geçirdikleri paraları kötü yollarda kullanmamaları lâzımdır. Aksi halde verenler de onların günahlarına ortak olurlar. (İslâm’da Zekat Müsessesesi.366)

Hanefi fukahasi: “Kurban kesen kimse, kurban derilerini ya tasadduk etmek veya kendileri ev eşyası olarak kullanmak durumundadırlar. Eğer kurban derisini satarsa, bedelini fakir fukaraya tasadduk etmek borcundadır.

Bu parayı aile halkının ihtiyaçları için harcamak da caiz değildir. Fakat fukaranın ihtiyaçların karşılamak için harcamak kerahetle caizdir.

Hazret-i İbn Ömer radıyallahu anh de; kurban derisini satıp parasını fakirlere vermenin caiz olduğunu söylermiş. (Ebu Davud. 10/502)

Kurbanın Eti

Kesilen kurbanın eti üçe ayrılır. Bir kısmı ev halkı için ayrılır, üçte biri akraba ve komşulara dağıtılır. Geriye kalan üçte biri de fakir ve muhtaçlara verilir, kurbanın etinin bu şekilde taksim edilmesi mendup/güzel bir davranıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şu ayetlerde böyle bir taksim yapılabileceği bildirilmiştir:

“Siz de onların[kesilen kurbanların) etinden hem kendiniz yiyin, hem de yoksula ve fakire yedirin.” (Hacc Suresi.22/28)

“Biz kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin hakkınızda Allah’ın dininin şeârinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar boğazlanmak üzere saf halinde dururken, onları kestiğiniz zaman Allah’ın adını anın. Yanı üstü yere yıkılınca da onlardan hem siz yiyin, hem kanaat gösterip istemeyene, hem isteyen fakire yedirin. İşte böylece onları size amade kıldık ki şükredesiniz.” (HaccSuresi.22/38)

Eğer kurban kesen kimse ailesi kalabalık ve imkanı geniş biri değilse, bu durumda kurbanın hepsini kendi evinde bırakması daha uygun olur. Çünkü kendisinin ve ailesinin ihtiyacı, diğer insanların ihtiyaçlarından önce gelir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu konuya dikkati çekerek, ihtiyaç sahibinin ilk önce kendisinden ve ailesinden başlaması gerektiğini bildirmiştir.

Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam kurban ettiği her deveden bir parça etin alınmasını emretti. (Toplanan) etler bir çömleğe konulup pişirildi. Sonra Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam ve beraberindekiler etten yediler ve et suyundan içtiler.”

Kâinatın Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir kutlu ifadesinde şöyle buyurmuştur:

“Hepinizin istifade edebilmesi için, kurban etlerini üç günden fazla yemenizi yasaklamıştık. Artık Allah size bolluk ihsan etti. Şimdi, kurban etlerini istediğiniz kadar yiyiniz, kendiniz için ayırınız ve dağıtarak sevabını Allah’dan bekleyiniz. Şunu iyi bilin ki, bu bayram günleri; yeme, içme ve Allah azze ve celle’yi zikretme günleridir.” Efdâl olanı ise, üçte birini tasadduk eylemek, üçte birini akraba ve yakın dostlarına ziyafet çekmek, üçte birisini de ailesi için bırakmaktır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de:

“O, üçte birini aile halkına yedirir, üçte birini yoksul olan komşularına yedirir, geri kalan üçte birini de tasadduk ederdi..”

Kurban etini zengin de, fakir de yiyebilir. Cenâb-ı Hak: “Onlardan yiyin ve eli dar olana ve fakirlere ondan yedirin.” (Hac Suresi.22/28)

“Etinden yiyin ve ondan dilenen, dilenmeyen yoksullara yedirin.” (Hac Suresi.22/36)

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Yiyiniz, saklayınız, tasadduk ediniz.” “Yiyiniz, yediriniz ve saklayınız.” “Kurbanlık etlerinizi satmayınız.” buyurmaktadır.

Keza bir kimsenin, kestiği kurbanının tamamını nefsi için bırakması da caizdir. Bir kimsenin, kestiği kurbanın tamamını tasadduk etmesi de caizdir. (Fetavay-ı hindiye. 11/491)

Kurban etinin, kesimin yapıldığı bölgede dağıtılması teşvik edilirse de daha fazla ihtiyaç sahiplerinin bulunması halinde başka yerleşim birimlerine gönderilebilir, nakledilir.

“Kurban kesenler, kurban etini gönderecekleri kimselerden üstün olduklarını ve daha büyük fazilet taşıdıklarını düşünmemelidirler. Bilâkis onlara teşekkür etmelidirler. Fakirler bu yardımı kabullenmekle onların üzerinden belâların kalkmasını sağlamışlardır.”

Gerek Müslüman bir ülkede yaşansın gerek böyle olmayan bir coğrafyada, gayr-i Müslim komşulara kurban eti verilmesinde bir sakınca olmadığı gibi, bu gibi yardımlar komşuluğun icaplarından sayılmıştır.

Hayır kurumları, kurbanın etlerini soğuk depolarda bekletip 6 ay sonra, 9 ay sonra fakirlere verebilir mi? Bunun hemen kullanılmasına ilişkin herhangi bir hüküm var mı?

Hayır. Kurban ibadeti kurbanı kesmekle tamamlanmış olur. Etinin kullanılması, tamamlayıcı unsurlardandır. Ana unsur değildir. Hayır kurumlarında bu etlerin dondurulmak suretiyle, yıl boyunca kullanılması hususunda herhangi bir mahsur yoktur.

Ama esas Hz. Peygamber’in sünnetine uygun olan, kesilen kurbanın etinin hemen dağıtılmasıdır.

Bazı hayır kurumları, kurban bağışlarını kurban kesmeyerek başka hayır işlerinde kullanıyorlar. Bu durum dinen caiz mi?

Kurban ibadeti, kurban kesme ibadetidir. Onun başka bir ibadet ile yer değiştirmesi mümkün değildir. Kurban ibadeti, her halükarda kurbanın kesilmesini gerektiren bir ibadettir. Kesilen kurbanın malzemesi satılarak parası hayır işlerinde kullanılabilir. Ama ben hayvanı kestirmeyeceğim sadece parasını kullanacağım dendiği zaman o ibadetin adı sadakadır, kurban ibadeti değildir.

Etinin Tamamının Tasadduk Edilmesi Gereken

Kurbanlar Hangileridir ?

Etinin tamamının tasadduk edilmesi gereken kurbanlar şunlardır:

  1. Adak olan kurban
  2. Bayram günlerinde kesilmeyen kurban
  3. Ölünün vasiyeti üzerine kesilen kurban
  4. Ortaklardan birinin kazaya niyet ettiği kurban
  5. Kurbanın kesimiyle doğurduğu yavru.

Kurban Kesildikten Sonra Çevre Temizliği

Temizlik sadece vücut, elbise ve evlerin iç temizliğinden ibaret değildir. Dinimizde temizliğin alanı çok daha geniştir.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Avlularınızı temizleyiniz” buyurarak evlerin çevresinin de temizlenmesi gerektiğini bildirmiştir.

Temiz olan çevreyi pisletmek çok kötü bir iş ve Müslüman’a yakışmayan bir davranıştır. Bir gün Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

Lanete uğramışlardan olmaktan sakının, “buyurur. Bunun üzerine sahabiler: “Bunlar kimdir, ya Resûlullah?”diye sorunca, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

Halkın gelip geçtiği yolu ve gölgelendikleri yerleri kirletenlerdir.” (Ebu Davud, H.no:25-26)

buyurur.

İnsanların gelip geçtiği yolları, oturup kalktıkları ve dinlendikleri yerleri kirleterek başkalarının rahatsız edilmesi İslâm Ahlâkı ile bağdaşmaz. Müslüman diğer insanları rahatsız eden davranışlarda bulunmaz.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, yerlere tükürmeye bile izin vermezken, bir Müslüman nasıl olur da çevreyi kirleterek insanları rahatsız edebilir? Nasıl olur da başkalarını zarar görmesine sebep olacak davranışlarda bulunabilir?

Kurban kesiminde en önemli hususlardan birisi çevrede görüntü kirliliğine sebep vermemektir. Özellikle son yıllarda insanların inancından kaynaklanan bir ibadete saldırmak isteyenler/saldıranlar açıktan açığa söylemese de hayvan sevgisiyle veya çevre kirliliğine sebebiyet verdiğinden dolayı sık sık eleştirilirde bulunmaktadırlar. Bu tür saldırılara fırsat vermemek için kurban kesen kimselerin, kestikleri yerin temizliğini yapmaları veya şehirlerde belediyeler tarafından hazırlanan yerlerde kurbanlarını kesmeleri son derece önemlidir. Yöneticilerin de insanların bu ibadetini gönül rahatlığıyla yapacağı ortamı hazırlamaları gerekir.

Kurban kesmenin ve etini ihtiyaç sahiplerine dağıtmanın sevabını çevre kirliliği meydana getirerek ve kul haklarını ihlal ederek azaltmamak gerekir.

ZİLHİCCE AYI ve ZİLHİCCENİN ON GÜNÜNÜN ÜSTÜNLÜĞÜ

Kameri ayların on ikincisi olan Zilhicce ayı, İslâm’ın beş esasından biri olan Hacc ibadetinin yerine getirildiği umûmi af ve bağışlanma ayıdır. İşte bu mübarek ayın birinden onuna kadar olan zaman dilimi “Leyâli-i Aşere” yani on mübarek gecedir. Onuncu gün, Kurban Bayramı’nın ilk günü oluyor.

İşte bu Allah’ın kitabında kendisi ile “Fecre ve On geceye andolsun” (Fecr Suresi.l-2) diyerek yemin etmiş olduğu on gündür. Bu yüzden bu gün­lerde tekbiri, tehlili ve Hamdi bol bol yapmak müstehap olmuştur. Nitekim Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bu günlerde tekbir, tehlil ve hamdetmeyi çoğaltınız.” (Zadu’l-Meâd. 1/77) Bu on günün diğer günlere faziletçe nisbeti, hac ibadeti yapılan mukaddes yerlerin yeryüzünün diğer yerlerine nisbeti gibidir. (Zadu’1-Meâd. 1/78)

Bugünlerin ne kadar bereketli olduğunu Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şu ifadelerle anlatıyor.

“Günlerden hiç biri yoktur ki onlarda yapılan bir iş Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan işten daha faziletli ve yüce, Allah’a daha sevgili olsun…” (Tirmizi, H.no:754)

2 Kasım 2011
Okunma
bosluk

VAHİY VE SÜNNETTE EĞİTİM ANLAYIŞI

Vahyin eğitim anlayışının temelleri Kuran’ı Kerim’in Alak Suresinin ilk 5 ayetinde saklıdır. Bu ayetler Cebrail Aleyhisselam’ın hira mağarasında getirdiği ilk ayetlerdir:

Yaratan Rabbinin adıyla oku.

O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.

Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir.

O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti.

İnsana bilmedikleri şeyi öğretti.(Alak 1-5)

Okuma yazma bilmeyen bir peygambere “oku” emrinin verilmesi dikkat çekicidir. “İkra=oku”

birleştir, parçalar arasındaki bağı keşfet, bul, (icma = ) dağılmışı topla, anla ve anlamlandır anlamlarına geliyor. Muhammed Esed, “Kuran Mesajı” adlı meal tefsirinde bunu “telaffuz etmek-dile getirmek-mesajı anlamak ve zihne yerleştirmek olarak ifade ediyor. Bazı tefsirler ise bunun “tebliğ et”anlamına işaret ediyorlar. İkra ile alaka aynı şeyi gösterir. Parçaları birleştir, keşfet.

Rab = Terbiye eden, eğiten demek. Burada “Rab” sıfatının kullanılması ilginçtir. “İlah” geçmiyor, “Rab” geçiyor, “Senin Rabbin”. Bir şefkat var. Kuran’ı Kerim’de 2500 civarında “Allah” lafza-i celali varken 900 defada “Rab” sıfatı geçiyor!

Allah yarattı ve terbiye etti. Yaratan ve senin nasıl eğitileceğini bilen O. Seni senden iyi bilen Rabbindir. Tasarrufta bulunduğun isim Allah olsun.

Ahz – Keşf

Ahzetme – Gizli olanı keşfetme

Veren – Alan

Verileni al – Saklama

Dirayete – Rivayete

Eğitimin maksadı bilgi ve ahlakın birlikteliği

İlim yürekten alınır. Temel unsurdur. Ahlakıyla beraber alınır, dizden alınır. Aksi halde malumat olurdu. Bilgi ahlakı, bilginin olmazsa olmazıdır.

İkra = Üret ve ilet…

Ve Rabbukel Ekrem = Senin Rabbin en büyük ikram sahibidir.

Bu büyük ikram = Öğrenebilme yeteneğininin verilmesidir.

Talimu-l esma = Eşyaya isim verme yeteneğini verdi ki, meleklere secde ettiren de buydu.

Allah Hz.Adem’e eşyanın varlığını onu nasıl isimlendireceğini öğretti. Allah’ın isminin üzerinde tecelli ettiği şeyler. Örn.yeme içme, Allah’ın Rezzak sıfatının bir tecellisi. Merhametli olması Rahman veya Rahim sıfatının bir tecellisi.v.s. Bilgiyi işleme; anlama ve anlamlandırma özelliği. Bu aynı zamanda bilgisayardan da ayıran özellik. İyi – kötü, güzel – çirkin v.s 

Melekte muhakeme var, alimi var –şeytan alim idi-, bilgiyi biriktiriyor ve karşı çıkıyor. Yeryüzünde kan dökecek günah işleyecek birini mi yaratacaksın diyor. Melekte günah işleme yok. 

Diğer taraftan insanın iradesi ile tercih yapabilme özelliği var. Melekte olmayan, tercih etme, günah işleme özelliği. İyi – kötü, güzel – çirkin ayrımında tercih yaparak en güzel amel yoluyla meleği geçmesi. Veya inkar ile hayvandan da aşağı düşmesi- esfeli safilin-

Esmaü-l Hüsna’nın tecellisinin eşyaya yansıması. 

Kulli iradeden bir irade.

Külli şefkatten bir şefkat.

Külli merhametten bir merhamet.

Fail Allah, mef’ul Adem.

Eğitimin ilahi bir ikram ve şefkat olduğunu belirtti.

Eğitilebilir olmak yetmez. Müfredatın da iyi olması gerek = Munbit toprak.

Hem de öğreteceklerini de bildirmiş.

Rububiyetin tecellisi insanda eğitim olarak tecelli eder.

Bilginin kaynağı Allah’tır. Kutsaldır.

Hümaniter Eğitim Düşüncesi

Humaniter düşünce insana bilgi elde et, güçlenirsin diye emreder = bilgi “put” olur.

Batıda bilgi çalınmıştır = Saklar, karşı kullanır.

Bizde ise bilgi verilmiştir. Allah vermiştir. Teşekkür gerekir.

Bizde bilgi arttıkça tevazu artar. Bilgi tefekkürdür, teşekkürdür.

Batıda ise; bilgi arttıkça kibir artar.

 İnternetten de öğrenebilir. CD, hafızadır. Bilginin işlenmesi ve anlamlandırılması gerekir. İnsan ile bilgisayarı ayıran da budur. Ama insan olunca, ilm ile veli arasındaki bu farkı fark eder.

 İlim irtibat kurmaktır. Akıl bağdır. Eşyayı anlamlı bir bütün halinde görmedir. Vahyin ilim ve insan tasavvurunun iyi anlaşılması gerekir.

 Peygamberler bütünü, tevhidi temsil ederler. Bu bağı kurmaya hikmet denir.

Peygamber efendimiz Eba Zer’e güneşin batışını seyredelim diyor ve soruyor: Güneş nereye gitti ya Eba Zer? Allah ve Rasulü daha iyi bilir. Cevap verir: “Güneş, Allah’a secde etmeye gitti”. İlmin konusu bütün kainattır.

 “Ve nnecmu ve şşeceru  yescudan” = yıldızlar ve ağaçlar secde ederler. (Rahman 55)

 Yani Allahın verdiği görevi yapmaya gidiyor = yörüngeye uyuyor. Adeta bir tavaf. Onun Allah’ı zikri bu. Ağaçlar kökleri ile secdede, eşya gölgesi ile secdede, hayvanlar ön ayakları ile rukuda, dağlar dimdik ayakta durarak kıyamda. İnsan ise bu üçünü de yapacak kabiliyette = namazda.

 Peygamberin öğretme nesnesi bütün kainattır. Kainat öğrenmeye konudur. Ayat = Mucize demektir. O zaman kainatta mucize olmayan şey yok demektir. O halde öğrenilen her şey mucizedir. Vahyin Penceresi budur.

 Kuran içinde barındırdığı kevni ayetlerle bilim dünyasına yol gösteriyordu. Amerikan Uzay Dairesi NASA, sürekli olarak her yeni buluş ya da keşfin arkasından Kuran’ı tekrar tercüme ve tefsir ettiriyordu. Örneğin “Yasin” suresinde güneş ve ay için “her biri bir felekte (yörüngede) yüzmektedirler” (Yasin 40) buyurulur. Evrenin sürekli genişletildiği ayetle sabittir. Allah bir ayette “yıldızların yerine yemin eder”. Bugün yıdızların yerinin son derece önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Yine kainatın “yoktan varedildiği” belirtilirken batı, “maddenin ezeli” olduğunu düşünüyordu. Bugün maddenin karadeliklerde zeval bulması onları maddenin kalıcı olmadığı fikrine getirdi ve şaşırdılar. Fikirlerinin temelleri sarsıldı. “Evrenin sürekli genişlediğinin” ortaya konması onları “bunun bir başlangıcının olması gerektiği” fikrine ve “Big-Bang” denen “Büyük Patlama” fikrine götürdü. “Sıfır hacimde sonsuz bir enerjinin bir patlama ile bu günkü evreni 13,7 milyar yıl önce meydana getirdiği” fikri onları “peki buna kim karar verdi ve bu düzeni kim meydana getirdi” fikrine cevap aramaya itti. Ortada bir düzen vardı ve bunu birisi irade etmiş olmalıydı. Bunun nasıl olduğu bilinmiyordu. Bunun için Tanrıya başvurulmalıydı. Materyalist alimler de artık bir üstün güce inanmaya başlamışlardı. (Daha geniş bilgi için bknz. Taşkın Tuna, Uzayın Sırları, Boğaziçi Yay; Zamanın Kısa Tarihi, Taşkın Tuna; Kara Delik Evrenin Sonu mu?, John Taylor; Karadelikler ve Bebek Evrenler, Stephans Hawkings)

Batı ortaçağda dünyayı düz  zannederken İslam dünyası gezegenlerle ilgili çok şey biliyordu. İslam alimlerinin batı dillerine tercüme edilen kitapları onlar için dayanak oldu. Kilise engizisyon mahkemelerinde alimlerini yargılarken İslam bilimi teşvik ediyordu. Ancak İslam ülkelerinde İslam’ın doğru anlaşılmaması, daha çok uhrevi ilimlere önem verilmesi, yasakçı bir yönetim anlayışının hür düşünceyi öldürmesi ilmi geriletti, alim yetişmedi, ilim “Allah’ın işine karışmak” olarak algılandı, toplum öldü. Fakat batı gerek fikri ve gerekse fiziki pisliğin içinden yaptığı önemli keşiflerle ilmi hem ilerletti ve hem de yaygınlaştırarak kullanıma sundu. Şüphesiz bunun karşılığını da aldı. “Biz başarıyı (medeniyeti) gezdirir dururuz”(ayet) emrine uygun bir gelişmeydi. Başarı oraya verilmişti. Yan ürün ise, zaten yanlış olan, ilme de karşı çıkan dinin dışlanmasıydı = laiklik. İlim bugün başdöndürücü bir hızla ilerlemektedir. “İlmin sonsuz” olduğunu idrak edenler her an yeni bir buluşun onları piyasadan sileceği korkusu içinde ar-ge araştırmalarına büyük paralar harcamaktadırlar. Adeta var olma yarışı.

 Bu, ilim ve teknolojinin ticari boyutuydu. Yukarıda bahsettiğimiz ilmin felsefi boyutu ise önce bir Allah kavramını ve arkasından ilme yol gösteren İslam’ı (Kuran’ı) işaret ediyordu.

 İlmin Hayata, Alime, Talebeye Yansıması

Bilmenin bir tevhid eylemi olduğu, bilginin ahlaktan ayrılmaması gerektiği, bunun amacının ahlak olduğu, bunun da Allah’ı işaret ettiği söylenebilir.

 İlmin işlev olarak faydalı da olması gerekir. Hz. Rasulüllah “fayda vermeyen ilimden ya Rabbi sana sığınırım” buyurdu. Özünde faydasız, sahibine faydasız ilimden uzak durmak gerek. İlmin kişiyi bir şekilde Allah’a ulaştırması ya da fayda sağlaması gerek.

 Hammadde bilgi ise, mamul ahlak olacak. Yoksa faydasız bilgi oluyor.

 Eskiden ilim Allah rızası için yapılırdı. Şimdi maaşa talip olanlar, ilme talip oluyorlar. Belki bugün nüfusun artması, ilim ve teknolojinin ilerlemesi, bir meslek için ilim yapmayı gerekli kıldı, standartlar yükseldi. Ancak ilim yuvası sayılan üniversitelerin de makam ve maaş saikinden uzak olmasını dilerken devletin “marifet iltifata tabidir” kuralı gereğince onları geçim derdinde bırakmaması gerekir. Bir asistan 1 300 lira maaş alıyor? Bu adama nasıl ilim yaptırırsın?

 Peygamber ve Raşit halifelerden sonra bilgide bozulma başladı. Bu, ahlaka yansıdı. Yerel kültürlerin İslam’ın içine akması bütüncül sistemi bozdu. Müslümanların bağrına sızdı. İslam’a değil. “Sakınan korunur” kuralına uyulmadı. İnsanlar terbiyeden geçmeden İslam’a girdi. Hz. Ömer devrinde Mısır ve İran süratle fethedilince, oralar irfan ve hikmet ile doldurulamayınca felsefe ve mistisizm geldi doldurdu.

 Modern Eğitimin Üç Ana Zaafı

Modern eğitim;

- Bilgi ile bilgi ahlakının arasını ayırdı.

Akılla kalbin,

Duygu ile düşüncenin,

Eylemle bilginin arasını ayırdı.

 - Bilenle bilginin arasını ayırdı.

Bu, bilginin üstadsız aşırılabileceğini,

Bilgi ile bilenin arasındaki bağı kopardı.

 - Alim ile ahlakın arasını ayırdı.

Alim; ahlak ile bilgiyi sindirmiş olana denir.

Hayata uygulayandan alınır = İlmi ile amil olmak.

 Bizde, ilmin soyu, babası vardı. Eskiden hangi okulu bitirdin sorusu yanlışken bugün iyi bir okul tercih nedeni. “Kimin tedrisatından geçtin?” denmelidir. Ancak maddi ilimlerde teknolojinin ilerleyerek branşlaşmanın artması çok sayıda uzman kişiler marifetiyle eğitimi gündeme getirdi. Bilgi amele dönüşmüyor!. İlim, ilim halkasından, rahle-i tedrisatla öğrenilir. Üstadla öğrenci arasındaki fark ontolojik değildir, derece farkı yoktur. Halka halindedir = eşittir.. Özgürlükçüdür, tartışır, fikir sorar.

 İmam-ı Azam’ın ilim halkasına yaklaşık 60 kişi katılırdı. İmam-ı Azam önce konuyu anlatır, sonra teker teker sorar, önemli gördüklerini not alır ve en sonunda da kendi görüşünü söylerdi.

 Günümüzde ilim insanları tesviyeye tabi tutuyor = soykırım. Bir manipülasyon aleti. İnsanın şahsiyeti biçilince geriye hiçbir şeyi kalmaz. Mühendislik olarak bakılıyor. İnsana saygı duymuyor.

 Ulus devlet, tek tedrisat uyguluyor. Edirne’den Şırnak’a aynı. Coğrafi ve demografik şartlar gözönünde bulundurulmuyor. Fırsat eşitliği yok.

 Sınav

Böyle eğitime böyle sınav sistemi. Talebeyi kumarbaz yerine koyuyor. Standart zekalara hitab ediyor.= Rakamsal zeka.

 Analitik zeka, sanatsal zeka ve diğer zeka türleri dikkate alınmıyor. Bu bir entelektüel soykırımdır. 1 775 000 çocuk sınava giriyor, 425 000 içeri, geri kalan dışarı. Okumuş, ancak becerisiz ve dolayısıyla işsiz. Meslek lisesi yerine genel lise.

 Sınavın ölçüm sonucu, “başarılı” dediğimiz “başarılı” “başarısız” dediğimiz “başarısız mı?” Kral çıplak!

 Alim, ilmiyle amil olmalı.  Yani taşıyıcı.

 İlmi ahlakından koparıp malumata çevirmiş = Kes, kopyala yapıştırla ortaya çıkan şey…

 Başarıya Kilitlenmek

Başarının putlaştırılması, şartlı refleks (Pavlov)’un köpeklere yaptığını insana yapmak…

 Başarı güzel bir şey. “Ameller sonuçlarına göredir” (hadis). Başarı ağacın meyvası gibidir.. Kötü olan başarı değil, başarıya odaklanmaktır = Sonuca kilitlenmek.

 Başarı odaklı sistem bir hayat tasavvuru halini alıyor. Hayata, ticarete yansıyor. Nasıl kazandığına bakmıyor. Ne kadar kazandığına bakıyor. Hile yaparak vergi rekortmeni olunabilir. Yahut gayri ahlaki bir iş kolundan çok kazanç elde edebilirsiniz.

 Mekkeli müşrikler Yemen ile Suriye cennetleri arasında ticaretin kaymağını yiyorlardı. Başarılıyız diyorlardı. Fakat Peygamber efendimiz tekere çomak soktu. Düzenlerini bozdu. Asıl kabul edilemez olan buydu. Onun için de karşı çıkmışlardı.

 Başarı odaklı eğitim – sorumluluk odaklı eğitimle karşı karşıya. Başarı odaklı eğitimde insan tasavvuru = sorumsuz ama başarılı olmalı. Ahlaksız olabilir. Hakeme göstermeden serbest. Roma’nın yakalanmayan hırsızı ödüllendirmesi ile aynı.

 Başarı odaklı eğitim sürdürülebilir değildir. Ezici, sürü psikolojisi içinde başar ama sisteme takılma. Bu ahlaksızdır.

 Uluslararası güçlerin yaptığı da başarıdır. 600.000. kişinin üstüne bomba atmak da başarıdır. IMF’nin borç verdim diye önerdiği; kalkınmayı durdur, sıkı para politikası izle, bütçe fazlası ver ve paramı geri öde; işsizlik artabilir, ticaret sekteye uğrayabilir, iflaslar ve intiharlar olağandır demesi de bir başarı. Tefeci… Ya insan ne olacak? İşte faiz bunun için yasak ve ahlakı, merhameti yok! Aklı, kabiliyeti, zekayı dışlayan, başarıya odaklı bir sistem… Bu sistemde başarılı olanlar, hayatta başarısız oluyor: Kendisi ile, ailesi ile, arkadaşları ile.. Ona armağan olarak verilen yetenekleri ona ket vurur hale geliyor. 

Kendi seçmiyor mesleğini. Siz seçiyorsunuz. Tekrar sınava giriyor. Kabiliyet katilliğine dönüşüyor. Çocuk kendisi ile savaşıyor. Her  şeye rağmen kazanılmış olan, fetişleştirilen, putlaştırılan, başarıdır. Neye, niçin, nasıl, kaça maloldu diye sormuyor. Başarısızlık halinde doğan psikolojik sıkıntıların ve intiharların özünde başarı odaklı eğitim var desem abartı olur mu? Başardığı zaman da “ben başardım”diye kibirleniyor, yetki aldığında da hizmet yerine menfaatini düşünüyor, zulmediyor. Karun da “bu serveti yeteneğim sayesinde elde ettim” dedi. Ve yerin dibini boyladı. Bir sahabe peygamberden ısrarla istediği dünyalık bir duanın ardından 6-7 sene içinde büyük bir koyun sürüsüne sahip oldu ve zekat memurlarını “peygamber benimle ortak mı kazandı” diye tersleyerek isyan etti. Başarıyı yani rızkı kendinden bildi. Verildiğini düşünmedi. Daha sonra pişman olarak zekatını vermek istedi ise de gerek Hz. Peygamber ve gerekse Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer onun zekatını almadılar.  

 Bilgi ile aranan; dünyevileşme, güç, makam, kariyer, maaş, hakimiyet. Halbuki gayret bizden muvaffakiyet Allah’tandır. İlmi verilmiş bilmek gerekir.

 Başarı odaklı bir sınavla öğrenci hayatın tek yönüne hazırlanıyor. Hayatın sürprizlerine hazır değiller. “İnsan için çalıştığının karşılığı var” (ayet). Ancak yalnız hayat bu değil.

 Hayatı mühendislik olarak görmek yanlıştır. Doğal hayat tabiri, karmaşıktır.

 Başarıya odaklı  sistem insan tasavvurunu yanıltıyor. Anne baba başarılı olan çocuğunu erdemli olana tercih ediyor. İyi – kötü’nün yerini, başarılı – başarısız ayrımı alıyor. Çocuk fırsatını bulunca kopya çekiyor. Mekanik eksenli insan, erdemli insana karşı bir Truva atı. Hitler Berlin’i bombalayın diyor. Karşı çıkılınca, “düşman karşısında başarısız olursa ölmeyi de hak ederler diyor = başarısızın yaşamaya da hakkı yok!

 Nuh başarısız mıydı? Hayır! Tevhid uğrunda ölen insanlar başarısız mı?

 Başarı odaklı eğitim, çocukları dengesiz yapıyor. Hayatta; sosyal ilişkiler, davranış uyumu, toplum ve kendisi ile barışık yaşama, Allah’la olan ilişkisi, sıkıntılara göğüs germede dayanıklılık.. Bunlar hayata uyum sağlamada önemli şeyler.

 Erdem ve sorumluluk odaklı eğitimin yerini başarı odaklı eğitim alıyor.

 Allah’tan, erdemden, faziletten yırttığını başarıya yamıyor.

 Hayat denizinde fırtınanın ne zaman kopacağı belli olmaz. “Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten ailenizi koruyun”(ayet).

 “Amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır”(hadis). Bununla sürdürülebilir olana işaret var. Halbuki başarı odaklı eğitim veya davranışlar, bir yerde ya diğer insanlarla ya da sistemle çatışır. Devamlı sürdürülemez.

 Başarılı olan mutlu mudur?

 Mutluluk ile haz, keyif  alma ayrıdır. Doğrudan orantı kurmak yanlıştır. Başarı ile mutluluk arasında bağ yoktur. Hiçbir şeyi eksik olmayan insanlar mutlu mu? Doğrudan bağ kuran vahyi unutmuştur. Gelir ve maddi tatmin düzeyi yüksek toplumların mutsuzluğundan; içki, çok yemek(obozite), seks ve uyuşturucuya mübtela olduklarından bahsediliyor. Yapılan araştırmalar gelir düzeyi çok düşük bir Afrika ülkesinin en mutlu insanlara sahip olduğunu gösteriyor. İsyan ettirecek fakirliğin bir mutsuzluk kaynağı olabileceğini de unutmamak gerekiyor. Bir hadiste “İsyan ettirecek fakirlikten ve şımarttıracak zenginlikten ya Rabbi sana sığınırım” buyuruldu. Genel olarak insanın dünyevi şeylerle tatmin için yaratılmadığını söyleyebiliriz. İnsan “Allah’ın zikri” ile mutmain olmak üzere yaratılmış (ayet). Bir namazın arkasından duyulan ferahlamayı neyle izah edebiliriz? Nefsin gıdası maddi rızıklardır ve eksikliği vücutta otomatiğe bağlanmıştır. Acıkanın karnı ağrır v.s. Ancak ruhun ihtiyacı ilahi rahmettir. Fakat bunun için otomatik bir isteklilik sözkonusu değildir. İnsanın hür iradesine bağlanmıştır. İşte cennet – cehennem bunun için vardır. Dilerse inanır ilahi rahmete kavuşur iki cihanda mutlu olur. Dilerse inkar eder, ilahi rahmet ona dünyada bir şeyler verir ve yaşatır, ancak korkunç bir akıbet ise onu bekler…

Tevekkül

Sınavdan çıkmışsanız ve başaramamışsanız, kendinizle de barışık iseniz, bu başarısızlık bir bitiş olmaz. Bir sorgulama yapıp insanın kabiliyetini keşfetmesi güzeldir. Bir müslüman bir meslek sahibi olacak. Bunun için çalışacak. Buna fiili dua diyoruz. Sonrası tevekkül. Her şeye rağmen kazanamamışsa, “bir kapı kapanınca başka bir kapının açılacağına” da inanacak. Umutsuzluk yok. Gayrete devam ve sebeplere riayet. Ve her daim dua. Sağlam bir kalp. Allah, verirken de dener, alırken de dener. Asıl sınav; her değişiklikte kalbin neye meylettiği, şükür ve sabır ikileminde sebepleri aşarak onu Rabb’inden bilip bilmediği, Rabbini unutup unutmadığıdır. Hayatta başarı kadar başarısızlıklar da mutlaka vardır. Müslümanlar uhut harbinde yenilgiye uğradılar. Bu bir başarısızlıktı ve başa geldi. İki nedenle olaylar başa gelir. Birincisi insanın elleriyle yaptığından dolayı, ki; buna rağmen çoğu affedilir. Diğeri de deneme için. Kulum ne diyecek? Peygamberlerin başına bunlara ilave olarak bir de örnek olması için gelir ki, onların işi daha zor.

Test yöntemi; feylesof, mütefekkir çıkarmıyor. İnciyi kırarsanız kum çıkar.  Onun için inciyi kırmamak gerek.

Sivil toplum kuruluşları, hayır kurumları, kısmen ticaret maksadıyla kurulan kurumlar parelel bir eğitim sergilemeye çalışıyorlar. Bunların desteklenmesi uygun olabilir. İçlerinde bu işi bir gönül meselesi haline getirip, fedakarlık yaparak, kendini sevdirerek başarılı olanlar olduğu gibi başarısız olanlar da var. Özelleştirmeyi kesin bir başarı olarak düşünmemek ancak, bir katkı olarak düşünmek gerek.

Amerika’da paralel eğitim home school’lar yoluyla evde yapılıyor. Devlet, “nasıl olsa yapacağım masrafı üzerimden aldın” diye ona para veriyor. Bizde devletin yakın gelecekteki planlamasında özel okullara öğrenci başına belli bir miktar ödeme yaparak bir çeşit özelleştirme düşünülüyor. Birisi çıkıp da “alt gelir guruplarından elde edilen vergiler zenginlerin finansmanına harcanıyor” diyebilir!

Eğitim Metedolojisi

Peygamber efendimiz bir esiri 10 öğrenciyi okutması karşılığında serbest bıraktı. Cahil bir toplumdan ilahi rahmetin de tesiriyle Kuran’ın eğitici vasfıyla “Her biri bir yıldızdır. Hangisine tabi olursanız kurtulursunuz” dediği bir “Sahabi” çıkardı.

Öğrenci sayısı çok önemli. 54 öğrencili bir sınıfta öğretmenin yapabileceği pek bir şey yok. Sabancı Üniversitesi’nde sınıfların 6 kişiden oluştuğu ve hayattan alınan örneklerle yerine giderek ders işlendiği söyleniyor. Kuran’ın eğitim metodolojisi de öyle. Kuran’da yaşanmış bir hikaye anlatılır. Bu sırada da çok şeyler söylenir. Bu şekilde hafızaya da güzelce yerleşmesi sağlanır. Amerikan özel üniversiteleri her yıl ilanlarında nasıl bir eğitim metodolojisi izleyeceklerini belirtiyorlar. Tipik olan şu: “case study” = hayatın içinden canlı örnekler üzerinden tartışmalı anlatımları sürdürmek. Örneğin; bir finansal analiz yapacaksanız bunu bir şirketin fiili bilançosu üzerinden yürütmek. Ya da “yerinde görerek” eğitim.

Okul insani ilişkilerin geliştirildiği bir çevre olmalı. Okulda mahşeri bir yalnızlık yaşanıyor. Otobüste kulaklık kullanıp kimse ile ilgilenmeyen birisi gibi. İnsani yalnızlaştırıyor. Dersane = parası olmayan ölsün. Varoşlardaki okulların rehbercilikleri ile dersaneye gidemeyen çocukların psikolojilerini konuşmak gerek…

Dersanelerin ilk kuruluş maksadı derslere takviye idi. Şimdi ise kast sistemine dönüştü. En parlak öğrenci üste para verilerek alınıyor. Öğrenciyi tasnif ediyor. Kime nereyi kazandırdı ise onun reklamı yapılıyor. Ölçü; okul kazandırmak. Erdem yok, insan yok. Dersane başarı odaklı eğitimi destekliyor. Hastalar artsın diye dua ediliyor. Milli Eğitim sınav sayısını artırdıkça hastalar artıyor ve onlara ekmek kapısı açılıyor. İşin içine küçücük beyinler de dahil ediliyor.

Paradoks yanlış, konsept yanlış, strateji yanlış.

Allah’ın gör dediği yerden baksınlar ve Allah’ın gör dediğini görsünler. Malzeme insan olunca, ona insanca muamele gerek, merhametle muamele gerek

Sürekli eğitim

 Milli Eğitim Bakanlığı’nın düşündüğü ve fakat bir türlü uygulamaya koyamadığı ömür boyu öğrenmeyi amaçlayan her yaştaki insanı meslek sahibi yapma adı altında bir çalışma var. Bunu yalnız meslek edinme olarak düşünmemek gerekiyor. İnsan kabiliyetinin ortaya çıkarılması ve moral değer olarak meşguliyet… Hiç bir iş yapmayan, hobi olarak bile bir şeyle uğraşmayan bir insanın neler yaşadıklarını düşünebiliyormusunuz? “İşe yaramak” “ben varım” ile eş anlamlı. Ne iş yaparsanız yapın ama bir şeyler yapın. Eh, faydalı olursa daha güzel tabii. Askerde çukuru kazdırırlar ve arkasından aynı çukuru tekrar kapattırırlar. Amaç boş durarak düşüncede meydana gelebilecek sapmayı meşguliyetle önlemektir. Erken emeklilikle boş gezen yığınları bir düşünsenize. Halkı meşgul etmek zorundasınız. Cami, namaz ve cami arkadaşlıkları kısmen bir meşguliyet ve sohbet ortamı sağlar. Namaz kılmıyorsa gideceği yer kahvehanedir. Saatlerce oyun ve zararlı düşünceler. Batı bu sorunu hobi, spor ve bazı çalışma kulüpleri üyeliği ile çözmeye çalışıyor. Amaç meşguliyet ve işe yararlılık sağlayarak psikolojik sorunlardan kurtulmak. Bu anlamda spor, bütün dalları ile takım tutma anlamında seyirlik değil, uygulanır halde. Milyonlarca lisanslı oyuncu. Ama hiç biri meşhur olmak derdinde değil. Belki çok azı.

Öğrenmede okumak da çok önemli. Bu ülke okumuyor. Buna kısa dönemde yapılacak pek bir şey yok. Çok yazık… Seyrediyor. O halde bu seyretme fiilini değiştiremeyeceğimize göre bunu kullanmalıyız. Proğram içeriklerini eğlenceden, öğrenecek bir şeylere çevirmeliyiz. RTÜK biraz daha aktif olabilir. Yasal düzenlemelerle öğretici proğram mecburiyeti getirilebilir. Eğlence proğramları azaltılabilir. Eğitim kanalları olabilir.

Bu çalışma konusunda Bakanlık tereddütler yaşıyor. Belediyeler de işin içinde olmalı. Bize göre harika bir şey. Bakanlığa moral vermek gerekiyor…

 Ahmet Atik

Maliye Bakanlığı

Baş Hesap Uzmanı

2 Kasım 2011
Okunma
bosluk

AHİLİĞİ ANLAYABİLMEK İÇİN GEREKLİ YÖNTEM

Aşağıda bir Ahilik konuşmasına giriş prototipini bulacaksınız.

Burada size bilgi vermeye çalışmayacağım, Ahiliği sevdirmeye çalışacağım. Bunun için de önce beni sevmeniz gerek. Bu iki türlü olur. Önce benim yüzüme ve elbiseme bakmalıydınız imkan olsaydı. Sonra konuştukça önce konuşmamdaki sevecenliğe, sıcaklığa, tavra bakmalıydınız. Daha sonra anlatım metodu ve kullandığım malzemelere ve en sonunda da ne anlattığıma bakabilirsiniz. Bu anlatımın da düzenli olması gerekir ki gereken etkiyi göstersin ve sistematik olması ise onu kolay anlaşılabilir kılacaktır. Konunun önemi ise en sona  gelmelidir. Anlatımın bir mesaj verebilir şeklinde anlatılması da ilgi için gereklidir. Bu eğer günümüz sorunlarıyla da içiçe anlatılırsa ayağı yere basar ve ilgiyi tekrar zorlar. Konunun dinleyenin ya da okuyanın ilgi alanıyla da  bağlantılı olması  gerekir. Bu noktada konuyu ya sevmelisiniz ya da merak etmelisiniz. İşte bu noktada konuşmacanın kişisel başarısı çok önemlidir. Sonuçta ya sevmiş ya da ilgisiz olarak, ya da tarihte bir şeyler olarak yargılayarak ayrılacaksınız. İşte bu aşamada eğer ilgisiz kalmaz da severseniz sizden bu öğrendiklerinizden çıkarsamalar yaparak tavır, bakışlarınızda ve hareketlerinizde bir değişiklik yapmanızı beklemek konuşmacının bir hakkı olacaktır. Nefsini biraz terbiye etmiş bir konuşmacı alkış ya da teşekkür beklemez. İşte bunları bekler. Kişi zaten Allah rızası için konuşmuştur ve sizin hareket ve ahlakınızdaki her iyileşmeden aynı sevabı o da alır. İşte katlamalı kazanç budur. Bunu siz de başkalarıyla paylaşırsanız artık ve kar size de gelir ve toplam fayda geometrik bir dizi olarak artar. İşte Ahilik de, önce fertleri mükemmele götürerek ondan mükemmel toplum inşa etmeyi hedefler. Onu hangi yönden incelerseniz inceleyin bütün kapılar insana çıkar, ona hizmete çıkar. İşte ona İnsanlık Sanatı dememizin anlamı budur. Bu insanlık sanatından istifade edebilmemiz için hem aklınızı hem kalbinizi açmanız gerekir. Bunun için de dua etmelisiniz. Dua hem idraki açar, hem kalbi açar. Çünkü bunların yöneticisi Cenab-ı Allah’tır. O zaman o yöneticiye yönelmek gerekir. Dua, bir niyeti de beraberinde içerir. İşte dua, niyetin de halis olmasını otomatik olarak mecbur tutar. Niyetteki bu güzelleşme ise Cenab-ı Allah’ın kulunda aradığı en önemli şeydir. Çünkü niyetiniz neyse, alacağınız da o’dur. O halde asıl olan niyetleri doğru ve güzel yapmakla beraber, bunun dua ile, içiçe geçmesi ya da duaya dönüşerek Cenab-ı Allah’ı muhatap alarak olması, niyetin faydasının ilahi ikrama dönüşmesini sağladığı gibi, yapılan işin de iman ışığında doğru anlaşılmasına ve bundan bir çıkarsama yapılmasına yani öğüt(doğru öğüt) alınmasına yol açar ve artık daha sonra bunun harekete(güzel ahlaka) dönüşmesi beklenebilir. Bu, artık adım adım bir kemale yol alıştır. Bütün bunların gerçekleşmesi için kalbinizin tevazulu, eşitlikçi, hatta aşağıda tutucu ve boş olması gerekir. Yalnız bu boşluğu doldururken seçici olmaktan geri durmamalısınız. Öncelikle genel bir konu itibariyle seçici olmalısınız. Buradaki temel kriter, fayda esasıdır. İşe yarayacağını düşünmediğiniz bir konuya iltifat etmemelisiniz. Diyelim konuyu uygun buldunuz, arkasından konuşmacıyı ya da kitap yazarını fazla yüceltmemelisiniz. Çünkü onu yüce görürseniz aşırı itimat ve güven doğurur ve kişiyi sorgulamacı bir yaklaşımdan uzaklaştırır ve dogmatik kabullere yol aldırır. Bu ise, ilmin gelişmesini ve muhalif fikirlerin ortaya çıkarak ileri sürülen iddiaların sıhhate kavuşmasını engeller. Buradaki temel prensip Aristo mantığı ya da septik şüpheciliğe dayalı, temelde bir anlamaya yönelik iyi niyetli bir sorgulama olmayıp, yıpratmaya ya da kendi doğrularını kabul ettirmeye yönelik bir sorgulama olduğu için bundan uzak durulmalıdır. İslam’ın fıtri aklı ise fiilen deneme imkanının olmadığı, fakat sonuçlarının görülmesi nedeniyle aklın kabul edebileceği şeyleri inkar etmeyen akıldır. İşte İslam’ın bu fıtri aklını rehber edinebilirsiniz söylenen şeyleri artık sorgulamanız ve İslam’a ya da adalete uygun ve makul sayılan şeyleri kabul etmemiz ve hatta bunu içselleştirmeniz kolaylaşır. Bu zaten doğru olanların sizin doğrularınız haline gelmesini de sağlar ve verim artar. Sağlam fikirleri alan bir elek kullanmışsınızdır. Tabii olarak kabul etmedikleriniz de olacaktır elbette. Bu noktada ihtiyaç duyacağınız şey açıklıktır. Yani açık olup, takıldığınız ya da itiraz edip kabullenmediğiniz şeyleri tartışmaya açmalısınız. Doğal olarak bu da medeni cesaret gerektirir. Bu tartışma yapılmazsa ya yanlış bir yargıya gitmeyle sonuçlanır ya da fikirlerin ucu açık kalır kişiyi sürekli acabalar içinde bırakır ve rahatsız eder. İşte açıklık ve net olmak ve bunun zemini olan medeni cesaret ya da kendini ifade edebilme yeteneği; arkadaşlık, evlilik ve iş hayatındaki  ilişkilerde de son derece önemlidir ve her türlü yanlış anlamayı giderir.                                                           Sonuç olarak buradaki can alıcı anahtar kelimeler; dua, niyet, İslam’ın fıtri aklıyla sorgulama, konuşanı ya da kitabı (yazarını) kendiyle eşit görme, kendine güven (bende böyle bir şeyler yazabilirim diyebilme ya da bir fikir serdedebilme gücü), açık ve net olmak, medeni cesaret sahibi olarak kendini ifade edebilme gücü üzerinde dikkatle durulması gereken önemli kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlatılanların tersi ise, önce kişiyi Allah’ın yardımından uzaklaştıracak, niyette bir sapma ve menfaate bir kayışa yol açacaktır. Bu durum ise; Allah’ın “bana yönelmedin ki benden ne istiyorsun?” sorusuna muhatap olmaya yol açacak ve ilahi ikramdan kişiyi tekrar uzaklaştıracaktır. İslam’ın fıtri aklını terk ederek, Aristo mantığına ya da septik düşünceye (kötü niyetli) yöneldiği için dar alanda sınırlı deneyebildiği şeyleri belki kabul ederken diğer taraftan deneyemediği fakat sonuçları ortada olan bir çok şeyi inkara yöneltir ve bu, onu inancından bile edebilir. Hatta bilimsel bir çok gerçeği de kabulden uzaklaştırır dar bir alana sokar.

Bu anlatılanların yanı sıra, konuşanı ya da yazanı eşit değil de, üstün görme anlayışıyla konuya yaklaşmak ise, kişiyi otomatik bir kabule götürür ve sorgulamadan uzaklaştırır. Bu durumda eğer konuşan ya da yazan kişi iyi ise kişi de iyi olur, konuşan ya da yazan bu sefer kötü ise kişide kötü olur. Yeni oluşacak fikirlerde %50 risk oluşur. Bu tür durumda olan ve kendini aşırı aciz gören, fikirsiz kişilerin kitap seçmeleri için güvenilir birinden tavsiye almaları uygun olur. İyi adamın, iyi kitabı tavsiye edeceği normal olarak umulur. Eşit görememe zaten kendine olan güvensizliğin de bir sonucudur. Bu yüzden insan her şeyi bilemeyebilir fakat sağlam iman ve adalet ve İslam’ın fıtri aklı gibi temel anahtarları edinirse, bilmediği bir alanda bile ferasetiyle bir sorgulama yapabilir ve aklı ve kalbi ile anlatılan ya da okunan fikirleri elemeye tabi tutabilir. Argo tabirle artık kolay kolay yutmaz. Örnek vermek gerekirse; Karl Marks’ın meşhur komünizm sloganı “Herkes kabiliyetine göre, herkes ihtiyacına göre”prensibidir. Ne kadar adil ve cazip görünüyor değil mi? Fakat bunun için her şeyi ortaya koyarsan, hepimizi bir ideal ülkü ile harekete geçirmen lazım ki böyle bir şey elinde yok. Sonra bir şey konusunda fedakar olabilmem için o şeye benim diyebilmem lazım. Sevmem için de bana ait olması lazım değil mi? Ülkü dersen, doğru ya da yanlış bir tarih yorumu getiriyor ki, bu da, sonuçta benim Allah inancımı kaldırıyor. Ben korktuğumda bile bir üstün güce inanmak isterim. Çok aklım olmasa bile, üretim ilişkileri üst yapıyı belirledi mi, belirlemedi mi, bunu bilmesem bile, benim inanma ihtiyacımı sağlamıyorsan bunda bir hata vardır diye düşünürüm. İşte böylece beni çalıştıramıyorsan, ortada bir pasta yok ki paylaşmaya kalkıyorsun demezler mi adama. İşte çok akıllı olmadan basit ve temel süzgeçlerle de insan bazı doğruları bulabilir, yanlışları olayların sonuçlarına bakarak anlayabilir.

ahi evranı velinin kabri

Ya kapitalizme ne dersiniz? ”Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” değil mi Adam Smith’in sloganı. Ona göre bir “gizli el” her şeyi düzeltecektir. İnsan da ona göre “home ekonomicus” yani ekonomik insandır ve çıkarlar sonuçta toplumsal faydaya dönüşür ve oluşan refah ve büyüme herkese yansır. Basit düşünceli fakat aklı selim sahibi bir insan şöyle düşünebilir pekala. Aslında Adam Smith de ekonomide üretim aracına sahip olanların emek gücüne göre, 60 kiloya göre 90 kiloluk bir pehlivan olduğunu görmemiş midir? Kural koymazsanız ya da eşitliği sağlayacak tedbirler almazsanız fakirin, işçinin ezileceği açık değil midir? Ayrıca insanlarda hoşgörü, adalet, yardımlaşma sağlamazsanız menfaatler çatışmaz mı? Bu çatışma refeha mı yol açar yoksa güçlünün güçsüzü ezdiği kaos ve zulme yol açmaz mı? Öldürücü rekabetler belki verimsizi temizler fakat zayıflarda arada ezilir ve ezen tek kalır ve bu sefer rekabeti unutup tekelciliğe başlar ve istediği fiatı uygular ve zulüm başlamaz mı? Yani menfaatlerin çatışmasından büyüklerin menfaatleri çıkmıştır. Bu noktada hem kurallar yanlış konmuş ya da kuralsızlığa terk edilmiş ve bir fırsat eşitliği başlangıçta sağlansa bile sürekli eşitsizlikler meydana geleceği için sürekli düzeltme yapmanız gerekecektir. İşte burada, ahlakı da yaptırımlı hale getirmelisiniz ki yardımlaşmayı ferdi, hatta kuramsal hale getirip mecbur tutmalısınız. İşte ahlakın kurala bağlanmış hali İslam’da Zekattır. Ferdi olarak da bir çeşit yardımlaşmadır o. Ya da güzek ahlaktır o. Zekat da sonuçta bir güzel ahlaktır ve karşılıksız bir fedakarlığı temel alır. Bazı insanlar belki korku ile bunu verir, fakat ihlaslı iman sahipleri ise Allah’ı severler ve onun için de yaratılanı sevince, vermesi kolay olur ve severek verirler.

Sonuç olarak kuralları önce doğru koymak yanında, kişinin güzel ahlaklı olmasını da sağlamak da gerekir. Sonuç olarak hiçbir sistem ahlak olmadan başarıya ulaşamaz. Nitekim ünlü bir düşünür de aynı şeyi söylüyor. Ahlak olmadan hiçbir sistem başarılı olamaz, mutluluk getiremez. Çünkü ekonomik bir sistemde başarılı olsanız bile, örneğin herkese belli gelir düzeyini garanti etseniz bile bununla insanların mutlu olacağını düşünmeniz bile maddeci, kapitalist bir görüştür ve böyle bir mutluluk olup olmadığını anlamak için insanlara sormanız gerekecektir. Gelişmiş ülkelerde binlerce maddi durumu iyi olan kişiler üzerinde yapılan bir araştırmada çok tüketerek mutlu olanların oranını, toplam deneklerin %30 unu oluşturduğu görülmüştür. Belki en alt gelir grubundaki bulunan insanların da gelir azlığından mutsuz olduğu varsayılabilir belki. Nitekim Hz. Peygamber efendimiz “isyan ettirecek fakirlikten ve şımarttıracak zenginlikten Allah’a sığınırım” demiştir.

 Daha çok tüket mutlu olursun fikri kapitalizmin şeytanca bir tuzağıdır ve sonuçların hiçte öyle olmadığı yukarıda gösterilmiştir. İşte bu noktada gelir farklılıklarını düzeltmek için güzel ahlaklı yardımlaşmanın devreye girmesi, zenginde hırsı, fakirde kin, garaz ve hasedi yok edecek ve önce vermekten dolayı ilahi rıza, kişi de mutluluğa dönüşecektir. “Vererek mutlu ol” işte İslam’ın güzel ahlak şiarıdır ve İslam güzel ahlakın sahibidir, temelidir. Yani güzel ahlakın temeli dindir. Onun ikram ve kul hakkı çerçevesi ona bir anlam katar. Burada şöyle bir soru sorabilirsiniz. Dini olmayan biri de ahlaklı olamaz mı? Şüphesiz ahlaklı olmak, zamanla gelişen toplumsal bir kültür olarak da anlaşılabilir.(Bize göre her kültürün ahlak anlayışı yine dinlerden kaynaklanır) Fakat dinin güzel ahlakı dayandırdığı, gerek bu dünyada ve gerekse ahiretteki ilahi ikramlar ve kötü ahlak oluşursa ilahi ceza ve bağışlanmayan kişisel hak (kul hakkı) ve bunun ödeşme zorunluluğu gibi müeyyideleri vardır. Fakat dinin özünü kavrayabilen ve Allah’a ve dolayısıyla onun kullarına muhabbet duyan ihlaslı insanlar bu sevgi dolayısıyla üstün bir merhamete ulaşırlar ve dervişvari dediğimiz, malın yarısını vermek gibi davranışlar sergileyerek diğer insanlar üzerinde de etkili olurlar. Yani din,  güzel ahlakı; ikram, korku  ve sevgi olarak gerçekleştirir ve sağlam temellere oturtur. Burada, ahlak dini olmalıdır dediğimiz gibi, dine yönelenlerin de tevhidden sonra güzel ahlakı öne çıkarmaları gerekir. İbadet, kişisel bir borç iken, güzel ahlak toplumsal bir davranış olarak ortaya çıkar ve herkesi iyiyse iyi, kötüyse kötü etkileme gücü vardır. Sadece bir ilave yapmak gerekirse; ibadetin, güzel ahlaka götüren duyguları, canlı tutmaya onu beslemeğe teşvik edebileceği söylenebilir.

Son bir tartışmamız gereken konu, iyilikle adalet arasındaki sıralamanın nasıl olacağıdır. Fukuyama adlı ahlak yazarı “Etik” adlı eserinde önce iyilik sonra adalet diye bir sıralama yapmaktadır. Ona burada şunu sormak gerekir. Bir işveren işçinin parasını vermezse ya da borçlu borcunu ödemezse nasıl güler yüzlü olunacak ki, ya da hak ödenmezse iyiliğin ne anlamı kalır? Kuran-ı Kerim’de de adalet iyilikten önce sayılır. Fukuyama Kuran’ı okusaydı bu önceliği görebilirdi belki. İşte bu, adalet önceliği, insan davranışlarını da olumlu etkiler ve kişiyi iyi davranış ya da verim bekliyorsa önce onu işçi ücretini veya borcunu ödemek gibi olumlu bir davranışa iter. Böylece barışın temeline adalet oturmuş olur. İşte makuller adalet çizgisinde oluşur.

Yukarıdan beri işlemeye çalıştığımız konu, hiçbir sistemin güzel ahlak ile tamamlanmadığı taktirde başarıya ulaşamayacağı gerçeğidir. Başlangıçta doğru konulması gereken kurallar ise temelde, adaletin işlevini üstlenirler. İşte Ahilik temel olarak önce kuralları doğru koymayı hedefler. Bu, adaletin kurallaşması olarak da algılanabilir şüphesiz. Örneğin faiz yasağı önemli bir yasaktır ve riski kullanandan daha güçlü gördüğü sermaye sahibine yüklerken aslında bu yasağın temel işlevi piyasaya mal-para dengesini bozacak bir likit fazlasının çıkmasını engellenmesidir. Bu sayede fakirden zengin kesime bir değer aktarımı anlamına gelen enflasyon hastalığı da oluşmayacaktır. Son yıllarda Amerika ve Batı’da petrol ve benzeri emtia fiyatlarındaki aşırı artışların temelinde; aşırı emisyonlar %0.25 – 1 faiz oranlı krediler, Hedge fonları, Batı’nın emeklilik fonlarının paraları, bütçe açıkları ve vadeli işleme izin vererek olmayan parayla, olmayan malın satıldığı vadeli işlem piyasalarında oluşan likit fazlası ve onların kontrol dışına çıkmalarıdır. Bunun gibi kar ve maliyet oluşumunda fiyat dengesi için Ahilikte birkaç sınıf da olsa, mutlaka kaliteli mala özen gösterilmesi ve maliyetlere bir makul sanatkar karı ilavesi, güzel ahlakın  davranışlarda yaptığı değişiklik olabilecek bir kanaat ilavesi ile fahiş fiyattan uzak durulmasıydı. Rekabet Ahilikte de var, fakat karşı karşıya bir rekabet değil, kendi kendine bir rekabettir ve kimseyi yıkmayı hedef almaz. Öyle ki, fiyatların düşmesi de engelleniyor ve zayıf esnaf korunuyordu.

Sevgili okurlar Ahilik gerçek bir insanlık sanatıdır ve bugünkü küreselleşen dünyada şeytani kapitalizmin çarklarından bizi koruyacak olan yine kendi öz değerlerimizin en önemlisi olan AHİLİKTİR.

Merak etmeyenlerin ve onu gericilik olarak gören aptalların çok tüketerek malüm kulluklarına devam etmeleri beklenen şeydir. Ancak ben müslümanım ya da ben bir Ahiyim diyebilen birinin derhal israfı terk edip, tasarrufa yönelerek bunun da bir kısmını fakir kardeşleriyle paylaşması umulmalıdır. Bir şeyi eskimeden yenilemek isteyene, ya da sayısını üçe beşe ona çıkarana, ya da moda takip edene bir Ahi aspirini veriyorum. Bu aspirin bir kalp aspirinidir. İşte onlar Ahiliğin güzel ahlak prensipleridir.

Sağlıcakla kalın.

2 Kasım 2011
Okunma
bosluk

AHİLİK; Bir İnsanlık Sanatı

 

Sevgili Hemşerilerimiz,

Tarihte Kırşehir’imiz (o zamanki adı Gülşehir) bir ilim ve kültür merkezi idi. En büyük değerlerimiz; Arapça ve Farsça’nın kullanıldığı bir ortamda “Garipname” adlı eseriyle güzel Türkçemizi savunan Aşıkpaşa, yine “Felekname” ve diğer eserleriyle gönülleri fetheden Ahmedi Gülşehri, Kırşehir’de doğup büyüdüğü tespit edilen gönül eri Yunus Emre, Süleyman Türkmani, Hacı Bektaşı Veli, Osmanlı’ya fikir

ahi_evren

ahi evran cami

babalığı yapan Şeyh Edebali, Gök Medresede astronomi, tahsil ettiren Emir Cacabey ve en önemlilerinden biri olan Selçuklu ve Osmanlı’nın yüzyıllara ve Batı kavimlerine ışık tutan ahlak ve çalışma esaslarıyla İslam’ın nasıl uygulanacağını süper sivil toplum örgütü Ahiliği kurarak gösteren Ahi Evran-ı Veli bu şehrin en değerli kültür hazineleridirler.

Bunlar arasında Ahi Evran-ı Veli Hazretleri’nin çok ayrı ve özel bir yeri vardır. O, Orta Asya’dan kalkıp Anadolu’ya gelerek bu güzel coğrafyayı yurt edinen kural tanımaz göçebe bir toplumu (Türkmenleri), medeni bir şehirli yapmış, ona karnını doyurması için ticaret ve sanat öğretmiş, bunu yaparken çırak, kalfa, usta gibi bir hiyerarşi ile birbirini sevgi ve saygıya bağlamış, bununla yetinmeyip kaynağını Orta Asya kültüründen alan fakat İslam’ın tevhid ve güzel ahlakıyla bezenmiş fütüvvet teşkilatını Ahi teşkilatı olarak bu ülkeye kazandırarak onun tevhid ve güzel ahlak prensiplerini halkın hem öğrenmesini hem de ticaretine ve özel hayatına uygulaması için zaviyeler kurarak insanları buluşturup konuşturmuş ve eğiterek kaynaştırmış ve bir ülkü etrafında mutlu bir toplum yapmıştır. Son derece sağlam, ilkeli ve güzel ahlaka dayalı, temiz toplum anlayışına hizmet eden, hemen hemen devletin Belediyecilikten halkın emniyet ve huzuruna, kurduğu Ahilik birlikleriyle Moğollara karşı yurt savunmasına, padişahları dahi Ahi yapıp onlara güzel öğütler vererek ülke yönetimine kadar bir çok alanda Selçuklu ve Osmanlı’ya sayısız hizmetler vermiştir.

Önce kuralları doğru koymuş, insana hizmeti esas alarak kişinin sanat ve ticarette geleceğini güvenceye alarak onu rahatlatmış, her akşam tefsir, hadis, sohbet ve ilmi çalışmalarla halkı sürekli bir iman ve ilim ile eğitmiş, öğrendiği bu iman ve güzel ahlak prensiplerini sanat ve ticaret ile gündelik yaşamına uygulatarak bunların yaşama geçmesini sağlamış, topluma başkasını kendine tercih ettiren, fedakar, yardımsever, güler yüzlü insanlar olmalarını sağlamış bir insanlık fatihidir. Bir Batılı yazar şöyle söylüyor: “Hiçbir ekonomik sistem ahlak olmadan başarıya ulaşamaz” Ahilik, bir güzel, mükemmel insan oluşturma kültürüdür ve yalnız esnafı değil bütün toplumu ilgilendiren genel bir örgütlenme ve bir erdemler sistemidir.

şed_kuşanma

Şed Kuşanma Töreni

Hileli iş yapanı, dedikodu ve gıybet edeni dışlayarak temiz insanlarla yola devam etmesi, onun uzun yıllar yaşamasını sağlamıştır.

Hem üretimde, hem de tüketimde bir dengeyi gözeterek israfı yasaklamıştır.” Nefis için asgari tüketim,…” diyerek bugün “daha çok tüketerek mutlu olmaya çalışan” kapitalizmin şeytanca tuzağına düşen bizlerin, bu maddeci zihniyetini ta o zamandan reddederek, kanaati ve tasarrufu emrederek sonrasında bu tasarrufun bir kısmının mutlaka hayır olarak dağıtılmasına kurumsal olarak öncülük etmiştir.

Dünyevileşme hastalığı bugün toplumumuzu içten içe kemirmektedir. Özellikle şehirli halkımız, sürekli olarak aşırı tüketime yönelmekte ve yardımlaşmaya para kalmamaktadır. Sistem, bizi reklamlarıyla şartlandırmakta ve paranız olmazsa bu sefer borçlandırarak tükettirmekte  ve böylece gelirler sürekli olarak bir şeylere harcanmakta ve tasarruf ve devamı olan yardımlaşmaya para kalmamaktadır.

Zaviyelerde usta ile çırağı, cahil ile alimi bir araya getirip eşitlemiş ve birbirini sevdirip saydırmıştır. Bugün toplumumuzun sürekli bir kesimi bir diğer kesimini kendine eşit görmüyor ve aşağılayarak ötekileştiriyor. Bu toplum bu haliyle bir şizofreni yaşıyor. Bu toplumu bir makulde buluşturarak uzlaştırmak ve barıştırmak için insanlara Ahiliğin güzel ahlak ve fedakarca yardımlaşma ve eşitliğe dayalı sevgi saygı prensiplerini anlatmak zorundayız.

Ticarette güvensizlik had safhada. Kimse kimseye karşılıksız borç vermiyor. O eski güven ve saygı sevgi ortamını yeniden oluşturmak zorundayız. Herkes elini taşın altına koymak zorundadır.

Sonuç olarak Ahilik,  bu toplumun bugünkü sorunlarını da çözebilecek güç ve vizyona fazlasıyla sahiptir. Günümüzü geçmişimizle aydınlatmak zorundayız. Sadece onun iyi anlaşılmaması ve nasıl uygulayabiliriz sorusu bu toplumu yönetmeye talip olanların sorumluluğuna ve gözüne bakıyor.

Bu yüzden Kırşehir nasıl bir hazinenin üzerinde oturduğunun farkında bile değildir. Batı, bu hazineyi fark etmiş ve Ahilik prensiplerini buralara kadar gelerek almış ve kendine göre adapte etmiştir.

Ahiliğin bu ülkenin bir çok sorununa çözüm üretebileceği kuvvetle beklenmelidir. Bunun için Ahiliğin bütün ülkeye tanıtılması da gerekir. Bu tanıtım senede bir hafta esnafın bile katılmadığı sözde esnaf bayramlarıyla yapılamaz. Bu yüzden Kırşehir bir sorumluluk üstlenmeli ve Ahi sözcüğünü isminin başına çakmalıdır. Kahramanlar, Gaziler, Şanlılar varken bir ahlak mesajı verebilecek Ahi neden olmasın? Bu sayede bütün 72 milyon sizi Ahi ismiyle anacak ve bir gün bu neymiş acaba diye merak edip araştıracaktır. Amaç Kırşehir’i meşhur etmek değildir. Amaç bununla güzel ahlakı bütün topluma yaygınlaştırmaktır. Eh bu arada Kırşehir’de bundan güzel bir nasip alacaktır eminim.

Bu amaçla şu üç alternatif ismin halkoyuna sunulmasını teklif ve tavsiye ediyorum.

 Bu isimler:

-AHİ KIRŞEHİR

-AHİŞEHİR

-AHİŞEHRİ

şeklindedir.

Bu konuda il yönetimi ve şehrin sahibi Belediye görev ve sorumluluk üstlenmeli ve halka önce bunu duyurularla benimsetmeye çalışılmalıdır. Daha sonra halkın tercihinin hangi yönde olduğu, değişik tercih belirleme yöntemleriyle araştırılmalı ve halkın vereceği demokratik karara saygı gösterilmelidir. Eminim bu şehir halkı, bu ismi taşımaktan gurur duyacak ve bütün ülkede hatta uluslararası bir seviyede güzel ahlakın yaygınlaşmasına kaynaklık edecektir. Bunun bir devamlılık ifade eden bir şey olması, bu güzelliği daha da cazip hale getirecektir.

Rahmetli Şemsi Yastıman bile Memleket Hasreti şiiri ile Ahi Evran-ı bağrına şöyle basıyor;

Hacı Bektaş, Ahi Evran Sultanı,

Aşık Paşa, Kaya Şeyhi cananı,

İmarette neslim Şeyh Süleyman’ı,

Aşk ile bağrıma sarmak istiyorum.

Orta ve Batı Anadolu’da, Bursa, Edirne, Kocaeli, Konya, İstanbul, Sivas, Tekirdağ, İzmir, Muğla, Eskişehir ve daha bir çok ilde, muhtarlık, köy ve mahalle isimlerinden 34 yerleşim yeri; Ahi, Ahibaba, Ahi Çelebi, Ahiler ve benzeri şekillerde Ahi isminin değişik biçimleri şeklinde halen kullanılmaktadır. Diğer taraftan Evran kelimesi ise; Evrancık, Evrangüzleği, Evranköy, Evrenli ve benzeri şekillerde Evran isminin furevleri şeklinde 19 köy adı bulunmaktadır.

Onlar ismine yakıştırmış bağrına basmış da biz kendi ismimize yakıştırıp bağrımıza basamıyor muyuz sevgili hemşerilerim?

Bütün sevgili Kırşehirli Hemşerilerimden ciddi katkılarını bekliyorum. Fikirlerini veya tercihlerini Vilayete ve Belediye’ye mektup, telefon veya mail atarak ulaştırıp bir baskı oluşturabilirler.

Bütün Hemşerilerime en içten selam ve sevgilerimi sunuyor, bu değişikliğin hayırlara vesile olmasını diliyorum.         

Haberleşme için :

0 507 701 10 25

Mail : ahmet.atik@huk.gov.tr

2 Kasım 2011
Okunma
bosluk

Yanıp da gül olmuş kul ister benden

Al yazmalım name göndermiş bana
Gül bitmedik bağı sorarmış benden
Bir bahçadan derler sararmış bana
Gün doğmadık gülü sorarmış benden

*

Ne bağlarım yeşil neylersin onda
Ne dağlarım ala çiçekli kırda
Ben zikrimi sana eylesem harda
Gün doğmadık gülü açarmış benden

*

Ne yanarım yoğa neylerim varı
Ne şikayet eyler dağlarım yari
Bir kulum ki kulluk eylerem zatı
Gün doğmadık suçu sorarmış benden

*

Ey Gülizar gülü kohladım yare
Bir ataştır emre yanadur hare
Kul yanmasın günah yanadur çare
Gün doğmadık günah istermiş benden

*

Sevdiğim yar name göndermiş bana
Dikeni yetmemiş gül ister kaça
Baharım yaz ele saydırmış gene
Seveni yetmemiş el ister benden

*

Dağları yar diye yaslandım yele
Savurdu kul diye Hasan’dan öte
Çiçekli mor diye kıymadım gene
Bin çeşit bağlarım var ister benden

*

Otağım yok name salayım sana
Çerağım var sana yanayım sana
Bahadır bir güle hardayım diye
Goncası açmamış gül ister benden

*

Sevabımsın sürme çekeyim sana
Günahımsın tövbe kılayım gene
Rahmanım der varma öteyim ona
Rızası olmamış hak ister benden

*

Kazancım yok neme lazımdır ağyar
Sokacak bir başı yetirmez neyler
Gelelim bir başa gelecek kader
Kazası gelmemiş gül ister benden

*

Feleğin bil çarhı gerektir “illa”
Dediği “la” ile sevişir “illa”
Gıybeti ko yaman kavuşur “billa”
Günyüzü görmemiş laf ister benden

*

Belalım var eli dost tutar zahir
Söz verip yok deyu dost satar ahir
Kıymatlım tat vermez dost nice zahir
“Kötüyü görmemiş” dost ister benden

*

Goncamın har eli can yakar canan
Dostluğu zar, teli tiz çalar candan
Selamı var ele ver neyler can can
Dostluğu yazılmış levh ister benden

*

Sevabım yok cennet uzaktır bana
Günahım gün yüze sevaptır güne
Kantarım gül, topuz ağdırır güle
Şefaat eylemiş yar ister benden

*

Yazarım bir yazgı oynasın kullar
Sevabım kül olsun örtesin suçlar
Şefa’tim var ise ümmeti kaplar
Rahmana kul olmuş yar ister benden

*

Feleğin bin çeşit oyunu vardır
Birinden el aman eylesem kârdır
Suçlarım çok dostun sorgusu zordur
Bağlardan kurtulmuş yar ister benden

*

Sevenim yoğ olsa sevdamı arşa
Horlanıp el olsa duamı ferşe
Canana kul olsa nefesi yitse
İkiden kurtulmuş can ister benden

*

Ahi kul bir ahmed olamam kocar
Cümleyi bir bilsem yazamam naçar
Derse ki Hak kulum sayarım yanar
Yanıp da gül olmuş kul ister benden

*

ahi kul ahmed

2 Kasım 2011
Okunma
bosluk
kırşehir Son Yazılar FriendFeed

Dili Seç

cami alttan ısıtma
halı altı ısıtma
cami ısıtma
cami ısıtma